Ekonomik ve siyasal krizler, kapitalizmin kendi yapısal krizleri olduğunu bilmeyenimiz kalmadı dersek, abartılı bir şey söylemiş olmayız. Ezen ve ezilenlerin bulunduğu, sömürü çarkının acımasızca döndüğü, üretim araçlarının küçük bir azınlığın elinde olduğu, aşırı üretim ve aşırı kar hırsı, kapitalist- emperyalist sistemin temel direkleridir. Bunlar var oldukça, krizlerde kaçınılmaz olarak hep var olacaktır. Bu meselelere ilişkin o kadar çok şey yazılıp çizildi ki, bir kez daha aynı şeyleri yazma, ya da tekrarın tekrarına girme gereğini duymadan şu noktayı belirtmek isteriz. Büyük ekonomik ve siyasal krizler, geniş halk yığınları için büyük bir felaket demekken, aynı zamanda bu krizler, mevcut sistemin ne denli adaletsiz olduğunu ve bu sistemin yarattığı sorunların niteliğini anlamamıza yardım ederler. Yani, adil, sömürüsüz ve kardeşçe yaşanılabilir bir dünyanın yaratılabileceğine ışık tutarlar. Büyük krizler sürecinde, baskı, sömürü ve zulüm arttıkça, yeni toplumsal arayışlar kaçınılmaz olarak toplumun gündemine oturur ve toplumsal dönüşümlerin zeminini oluşturur bu krizler. Ancak hiçbir şey tek yönlü değildir. Her şey kendi içinde hem olumsuzluğu hem de olumluluğu barındırır.

Konumuz bağlamında sorunu ele aldığımızda, uzun bir süreden beridir var olan kapitalist-emperyalist krizin, bitmek bir yana, her geçen gün kendisini daha fazla hissettirmektedir. Bu etkiyi günlük olarak toplumsal yaşamda gördüğümüz yer de depresyon, kişilik bozuklukları, sosyal tecrit, cinsel saldırganlık, yaşanan çeşitli travmalar, geçinememe ve barınma sorunları vb. bütün bu sorunlar ekonomik ve siyasal krizler döneminde çok daha büyük can yakıcı durumlara gelebiliyorlar. Çünkü hâkim sınıflar krizlerin bütün yükünü kitlelerin sırtına yüklüyorlar. Gençler hem okumak, bulabilirlerse hem de çalışmak durumunda kalmaktadırlar. Çalışırlarken de iş güçlerini en ucuz fiyata satmaya katlanmak durumunda kalıyorlar.  Daha da kötüsü okuyabilmek veya yaşamlarını yarı aç yarı tok idame ettirebilmek için, bir kısım kıyafetlerini, hatta kitaplarını satmakla yüz yüze gelebiliyorlar. Bekâr evlerde bazen günde bir öğün yemekle, günü geçiren pek çok genç var. İşsizlik ve barınma sorunlarından ötürü, okulu bırakıp ailesinin yanına dönen pek çok gencin olduğunu biliyoruz. Elbette bunun çözüm olmadığını gençler de biliyor. Ama başka da seçeneği kalmamıştır. Yoksulluğun pençesinde kıvranan aile, aileye destek için birkaç kuruş kazanıp katkıda bulunmasını istemesi doğal olandır. Ancak iş bulmak, çakalın ağzından ekmeği almak gibi bir durumken, nerede iş bulup, nasıl destek olacak ailesine. Sırf sadece sorunun bu boyutu bile kişinin bunalımlara girmesine yeterli sebeptir. Bu durumdaki genç ya eve kapanıyor ya da en fazla bulunduğu mahalleye sıkışıp kalıyor. İş bulamayan, yokluğun ve yoksunluğun pençesine düşen genç, kolay para kazanma yollarını arar duruma geliyor. Sosyal medya fenomenliği, uyuşturucu satıcılığı, hırsızlık, daha da beteri kendi bedenini satmaya kadar varan bir ortamda bulabiliyor kendisini…

İktidarları Toplumsal Öfkeden Korumak, Mevcut Sömürü Sisteminin Devamını Sağlamak İçindir

Aslında kapitalist- emperyalist sistemde sıraladığımız bu sorunlar hep var ola gelmiştir. Krizler döneminde ise bunlar katlanarak toplumun özellikle emekçi kesimlerini açlık ve yoksulluğa mahkûm etmek anlamını ifade etmektedir. Halkın deyimi ile yaşamın her alanında bir “sıkışmışlık” söz konusudur. Öyle ki, küçük çocuklar bile yoksulluğu anlar ve anlatır hale gelirler. Geçim zorlukları veya geçim derdi yüzünden insanların bütün sosyal yaşamları dumura uğrar. Yaşamın, evin dört duvarı arasına sıkıştırılması sonucu, aile ilişkilerinde gerginliklerin, kavga ve zaman zaman şiddette kadar varan sorunların yaşanması, krizlerin toplumda yarattığı travmalardır ve bunu en ağır boyutta yaşayan kesim de kadınlardır. Okula giden, eğitimlerini sürdürmeye çalışan gençlerin, sömürünün katmerleştiği, yokluk ve yoksulluğun tavan yaptığı böylesi süreçlerde, ailelerine yardım edememenin, daha da önemlisi aileye “yük” olma duygusu yaşadıklarını düşünen gençlerin, bu yüzden okulu bırakmak zorunda kaldıklarını biliyoruz. Sosyalleşmek, gençliklerini yaşamak en doğal hakları iken, bunlardan mahrum kaldıklarını görüyoruz. Bunun yaratacağı elbette birtakım sonuçları olacaktır. Ne yazık ki bunlar, genellikle de olumsuz sonuçlardır. Ekonomik zorluklarla karşı karşıya gelen genç bireylerde şu eğilimlerin gelişmeye başladığını görüyoruz. Örneğin; evden dışarı çıkmama ve aşırı uyku hali, internet salonlarına doluşma, alkol, uyuşturucu gibi maddelerin yoğun olarak kullanılması ve bunu sonucunda meydana gelen aile içi şiddet olayları, yeni kimlik arayışları, bu bağlamda hem kendisine ve hem de yakın çevresine zarar verecek çeşitli mafya gurupları ile ilişkilenmesi gibi birçok tuzağın girdabına düşmektedirler. Sorunun bu denli can yakıcı toplumsal bir sorun olduğu gerçeğini görmeyip, bireysel mesele olarak ele alan oldukça geniş bilinçsiz bir kesimin olduğu gerçeğinin de altını çizmek gerekir. Bu gerçeği gizleme çabaları, burjuva medyasında, basınında bolca pompalanmaktadır kamuoyuna. Amaç bellidir. Yaşatılan onca haksızlıkların, adaletsizliklerin sorumlusu olan iktidarları toplumsal öfkeden korumak, mevcut sömürü sisteminin devamını sağlamak içindir.  

Ekonomik ve siyasal krizler ve bunların yarattığı sonuçlardan kaynaklı, özellikle gençlerin karşı karşıya kaldıkları psikolojik sorunlara ilişkin pek çok araştırmalar yapılmış ve genel olarak hep aynı sonuçlara varılmıştır.

İşsiz kalan gençlerin genel olarak karşılaştığı psikolojik sorunlar şunlardır:

Kendilerine olan güvenlerini kaybetmeleri,

Algılanan yeterlilik ve öz yeterlilik düzeylerinde azalma meydana gelmesi,

Hayatta tatmin olma duygularının azalması,

Depresif duygularında artış meydana gelmesi,

Stres duygularının yükselmesi,

Genel sağlık durumlarında önemli bir düşüş yaşanması,

Umutsuzluk ve çaresizlik duygularına kapılmaları,

İçine kapanma ve yalnızlık duygusunu yoğun olarak hissetmeleri,

Kendilerine olan saygılarının zedelenmesi,

İntihar eğilimlerinin gözlenmesi vb.

İşsizliğin, yoksulluğun ve adaletsizliğin insanları nasıl a-sosyal davranışlara ittiğini bu araştırma sonuçları açık seçik göstermektedir. Bütün sömürü sistemleri boyunca söylene gelen bir gerçeğin ifadesidir bunlar. Sadece asosyalleşmek, kendi kendisine yabancılaşmak da değil, temel insani değerlere, kendi yakın çevresine ve tabi ki kendi öz insani değerlerine karşı “suç” işlemeye kadar götüren bir durumdur. Ama öte yandan aç kalan insanın hırsızlık yapması, bir suç mudur tartışılır. Asıl olan kişiyi bu duruma kimin, hangi olguların nasıl getirdiğidir. Yokluğun ve yoksulluğun toplumsal ilişkileri tehdit eden boyutu sadece bununla da sınırlı değil. En genel anlamıyla, insanların anlamlı bir hayat yaşamalarına imkân vermeyen, bunu sadece küçük bir azınlığa sunan boyutları söz konusudur. Bu durum karşısında, hayatı yeni yeni tanımaya çalışan gençlerin, gerçekçi olmayan hayaller kurmaları çok da şaşılacak bir durum değil. Kuşkusuz bu sadece gençlerin karşılaştığı bir durum değil. Ekonomik ve siyasal kriz toplumun diğer emekçi kesimlerini de aynı şekilde vuruyor. Ancak yazımızın ilgi alanı, genel olarak 15-24 yaş gurubu olarak görülen gençlik olunca, sözümüzü daha çok toplumun bu kesitine dair söylemek durumunda kalıyoruz. Yoksa toplumun diğer ezilen kesimlerinin bir eli yağda, bir eli balda değil.

Kapitalist-emperyalist sistemin yarattığı genel bir durum olmakla birlikte, büyük krizler döneminde işsizliğin artığı dönemlerde çok daha yüksek düzeylere çıktığını biliriz. Bu durumdan en çok etkilenen toplumsal gurupların başında gençler gelmektedir. Ekonomik sıkıntıların yanı sıra, sosyal statü ve ilişki çerçevesinde de sorunlar yaşamaktadır. İşsizliğin ve yoksulluğun yarattığı gencin hayatındaki belirsizlik, onu sosyal çevresinden ve sosyal aktivitelerde bulunmaktan uzaklaştırır. Kendisine olan güvenini kaybeden genç bireyin, yaşamında psikolojik ve fiziksel değişimler baş göstermeye başlar ve bu durum onun yaşam sevincini yitirmesine, daha da beteri intiharlara kadar sürükler. Ve nihayetinde, son zamanlarda özellikle gençler arasında bu türden vakaların hızla artış gösterdiğine ne yazık ki tanık olmaktayız.

Türkiye-Kuzey Kürdistan’da yapılan çeşitli araştırma ve anket sonuçlarına göre, gençlerin büyük bir kesimi sağlık, eğitim, ev ve kentsel koşullar; risk, güvenlik, katılımcı kültür ve ilişkiler, barınma, işsizlik gibi yaşamı doğrudan etkileyen pek çok konuda endişeli olduklarını ortaya koyuyor. Ve yine özellikle son dönemlerde yukarıdaki nedenlerle birlikte artan faşist baskılardan kaynaklı olarak gençlerin önemli bir kesimi ülkeden ayrılmak istiyor. Görüldüğü gibi bütün bu sorunlar, aslında ülkenin içinde bulunduğu sosyal, siyasal ve ekonomik sorunlardan ayrı olarak ele alınacak sorunlar değildir. Doğrudan araştırma sonuçlarına yansıyan bir üniversite öğrencisinin dediklerini buraya aktarmak meselenin özünü anlamak için yeterlidir diye düşünüyoruz. Şöyle diyor:

“Nerede kalayım şimdi ben? Geldim buraya okumaya, derslerime mi bakayım kalacak yer mi arayayım? Ev tutsam kendi başıma nasıl kalacağım, hadi tuttum kirayı nasıl ödeyeceğim, hadi ödedim karnımı nasıl doyuracağım.”

Hâkim Sınıflar Kendisine Hizmet Edecek Kölelere İhtiyacı Vardır

Bu sorun öğrencinin sorunu olarak ele alınabilir mi. Elbette ki hayır. Beton sevdalısı bu faşist iktidar yol, köprü, AVM yapmakla övünürken, öğrencilerin rahatlıkla kalabilecekleri yurtları yapamaz mı? Daha doğrusu bu onun görevi değil mi. Ama hayır, bunu yapmaz. Amaç gençlerin, gerici yobaz tarikatların kucağına itilmesidir. Gençler KYK yurtlarında değil, tarikatların özel yurtlarında kalsınlar diye özel bir çaba göstermektedir iktidar. Böylece hem gençler ideolojik olarak zehirleyecekler ve hem de tarikatlar büyük vurgunlar vuracaklar. Yani sermayelerine sermaye katacaklar. Demek ki bütün mesele, sömürü çarkının hâkim sınıflar lehine döndürülmesi meselesidir. Bu çark döndürülürken, bugün olduğu gibi, yani krizlerin yaşandığı/ yaşatıldığı dönemlerde, çarkın dişlileri biz emekçileri biraz daha fazlaca hırpalamaktadır. Bu sömürü sistemi değişmedikçe, bizler açısından değişen fazlaca bir şey olmaz. En fazla, boğazımızdan bir lokma yerine iki veya tersi, iki lokma yerine bir lokma geçer hepsi bu. Hâkim sınıflar tümden biz emekçileri yok etmek istemeyecektir. Bu onun da işine gelmez. Çünkü kendisine hizmet edecek kölelere ihtiyacı vardır.

Öyle ise ne yapmalı, bütün bu baskı, sömürü girdabından nasıl kurtulabiliriz. Meselenin bir yanı sorunu ortaya koymak iken, asıl olanı ise ondan kurtulmak ve yerine halkın lehine olanı inşa edebilmektir. Marksist dünya görüşü, ezilen dünya halklarının içinde çırpındıkları maddi ve manevi tüm baskılardan kurtulmanın çıkış yolunu sosyal bir devrim olarak gösteriyor. Genç kuşakların yaşamı ve geleceği için bu köhnemiş düzeni yıkmak için örgütlenip mücadele etmekten başka hiçbir çıkış yolu yoktur. Siz bakmayın, “Marksizmin demode olduğu”nu göndere çeken yalanlara, genç kuşakların ve toplumun ezilen kesimlerinin yaşadıkları sorunları üreten bataklığın kapitalist sömürü ve soygun sistemi olduğunu gün gün hissettikleri yer kendi yaşamlardır zaten. Dolayısıyla bu soygun sistemi olan kapitalist- emperyalist sistemle çelişkisi olan tüm gençlerin kendileri olabilmek için, bireyselciliğe değil, toplumcu ve devrimci düşünce ve eyleme ihtiyaçları var. Yaşamı gençler kadar tüm işçi ve emekçilere cehennem kılan, burjuvazinin cennetini yıkıp yerine herkes için eğitimin, sağlığın, barınmanın, tedavinin iletişim-haberleşme ve seyahatin temel insan hakkı olduğunu garanti eden sosyalist bir sistemin kurulması mücadelesine katılmadan   güvenli bir özgürlüğü garanti eden hiçbir toplum biçimi yoktur. Bu soygun sisteminin ürettiği dayanılmaz şartlar altında intiharı, kaçışı, düşünmek, sistemin yarattığı ölüm ve çürüme odakları kanalları olan mafya çetelerinde hiçleşmek yerine, özellikle İşçi emekçi kitlelerin gençliğinin sahip olması gereken öz yönelim, bu sistemi ortadan kaldırmak için işçi ve emekçi sınıfın mücadelesiyle birleşmesi, örgütlenmesi ve mücadeleye girmesidir. Bunu gerçekleştirmek için zaman kaybetmek kendi geleceğinden kaybetmektir.

İki temel sınıfa bölünmüş olan kapitalist toplumda, gençliği tek başına ayrı bir sınıf olarak elbette ki değerlendiremeyiz. Gençlik, mevcut sınıf ve toplumsal katmanların tümünde var olan belli bir yaş gurubunu oluşturur. Kendi sınıfının tarihsel rolünü bilinçlice reddedenlerin dışındaki gençler son tahlilde kendi sınıf veya katmanlarının konumlanışına göre şekillenirler. Yani, işçi ise, ideolojik gıdasını işçi sınıfında alır. Burjuva sınıfına mensupsa, bir burjuva gibi davranır. Sonuçta insanlar, düşündükleri gibi yaşamaz, yaşadıkları gibi düşünürler. Gençler; “ancak ve ancak, dünyayı değiştirme potansiyeline sahip proletaryanın enternasyonalist devrimci çizgisini benimsemeleri durumunda güçlü ve kalıcı bir gençlik hareketi yaratabilirler.” Bunun için gerekli olan tek şey, dünya gerçekliğinin farkına varmak, bugünün sorunlarını ve çelişkilerini anlamak, genç olarak değil, gençlik olarak kendi gücünü görmek; örgütlenmek ve her türlü baskıya, aşağılanmaya, zulme ve eşitsizliğe karşı kararlıca mücadele etmektir. Bundan başka yaşamda kalmanın, bu cehennem yaşam koşularını ortadan kaldırmanın hiçbir yolu yöntemi yoktur! 

Önceki İçerikDevletler ve Failler Bağlamında “Meçhul” Yoktur!
Sonraki İçerik“T.C.” 29 Ekim’de 100. Yılını Kutlarken, Sınıf Tavrımız Üzerine!