Ekonomik kriz koşullarını sermayeye rantla büyüme sahasına dönüştüren “TC” iktidarı, iç ve dış sahada sürdürdüğü savaş politikaları ile geride bıraktığı 2023 yılının ardından, 2024 yılı hedefleri olarak önüne koyduğu planlamalarla, savaş koşullarını uygulayacağı “yeni” bir döneme girmiş bulunuyor. Faşist iktidarın sömürü ve çatışma denkleminde şekillendirdiği bu politika, iktisadi ve siyasal düzlemde sermaye güçleri ve iktidarını tahkim ederken siyasal ve toplumsal dengeleri yeniden şekillendirmeyi amaçlamaktadır. 2023 yılı genel seçimlerinde almış olduğu sonucu (genel seçimin niteliği ve burjuva gericiliğin çirkefliği ilgili tarihsel süreçte birçok yönü ile gazetemizde değerlendirildiği gibi), AKP-MHP faşist iktidarı lehine kullanarak iç politik “dengeler” üzerine oynamakta, emekçi yığınlara fatura ettiği ekonomik krizi geliştirdiği savaş-şiddet politikaları ile birleştirmektedir.

Savaş, işgal, şiddet sömürü sarmalında halka dayatılan ekonomik-siyasal-ideolojik-kültürel kuşatmanın özeti, Erdoğan’ın beyanında “Türkiye yüzyılı yeni başlıyor”, Bahçeli’nin çaptan düşmüş bedeninin peltekleştirdiği dilinde “yeni yüzyılın kutlu hedefleriyle uyumlu davranmayanların akıbeti…” tehdidi ile Milli Savunma Bakanı Güler’in “Tarihin en başarılı dönemi… Terörle mücadelede elde edilen destansı başarılarla terör örgütünün hareket kabiliyetini bitirme noktasına getirdik” sözleri ile ortaya konulmaktadır. Savaş, rant, sıcak para spekülasyonu ile yaşanan ekonomik “gelişmeler”, ırkçı- cihatçı ideolojik-siyasal çizginin icraatları ile tarif edilen “gurur” tablosu, tarikat ve cemaatlerle kurulan direk ilişkiler, bir yanıyla burjuva çürümüşlüğü ifade ederken, esas olarak, ırkçı-cihatçı faşist iktidarın ezilenlere dayattığı savaşın niteliğini ortaya koymaktadır. AKP-MHP iktidar güruhunun dünya, bölge ve Türkiye-Kuzey Kürdistan’da, gerici sistemin sebebi olduğu çok boyutlu gerginlik, çatışma ve savaş koşullarına, sınıflar arasında yaşanacak muharebelere karşı alacağı savaş tutumunu ortaya koyuyor, “Yüzyıl hedefleri…”

Kürt ulusuna, komünist-sosyalist-devrimci güçlere, devrimci muhalif toplumsal dinamiklere karşı sürek avı tarzında sürdürülen saldırıların, işgal ve savaşların etkin olabilmesi için, iktidar silahlı güçlerin yanında ideolojik-siyasal ve “hukuksal” ayaklarda ördüğü politikalarla mevcut sürecini işletmektedir. Bunun için öncelikle, hukuk sisteminin, iktidar lehine sonuçlar yaratan kuralsızlıklar sistemi haline getirilmesi hedefine ulaşmak istemektedir. Burjuva muhalefet dahil, toplumsal dinamiklerin, devrimci savaş stratejisi baz alındığında sadece toplumsal muhalefet işlevi gören ekonomik-demokratik hak arama eylemlerinin dahi, burjuva yasalarda hareket sahası bulmaması için, burjuva hukuk anlayışını baştan aşağı “tek adam yönetimine” göre işlevlendirmektedir. Askeri ve yarı askeri darbelerle faşist niteliği keskin giyotin haline getirilmiş gerici yasalar ve hukuk, Anayasalarınca konunmuş sınırlar, “tek adam rejimi” baş aktörü Erdoğan tarafından, keyfi tutumlarla geçersiz kılınmakta, komprador tekelci işbirlikçi sermayenin çıkarlarına göre tekçi zihniyetin kuralları, “hukuksal” korumaya alınmaktadır. Tekelci sermayenin çıkarlarını, han-hanedanlık-sultanlık otoritesinde temsil eden AKP-MHP iktidar güruhu yetkili ağızlarının itiraf ettiği gibi, “hukuksal korunma burjuva ve devrimci muhalefet için geçerli değildir” beyanı, faşist “hukukun” pervasızlığını ortaya koymaktadır. Irkçı-cihatçı zihniyetin, kendisine kalkan haline getirdiği “terör” kapsamını genişleterek tüm meşru muhalefeti bu kapsama almakta ve geliştirdiği savaşla örgütlü muhalif odakları ve toplumsal potansiyeli hedef almaktadır. Bu durum devrimci meşru direnişlere karşı daha da kuralsızdır. İşgal ettiği Kürt coğrafyasında, gerillanın meşru direnişini, sivil halkı katlederek ve yaşam alanlarını yakıp yıkarak bombalaması, bu kuralsızlığa sadece bir örnektir. Yine, burjuva yasalar kapsamında, halkın iradesi ile seçilmiş milletvekili ve belediyelere soruşturma-tutuklama-kayyum yöntemiyle yapılan saldırı, faşist hukukun kuralsız işleyişini ortaya koymaktadır. Güncel olarak Can Atalay özgülünde AYM-Yargıtay arasında yaşanan süreç ve tekçi iktidarın yargı üzerinden baskı ile Can Atalay’ı rehin tutması, savaş koşullarına göre işletilen faşist hukukun işleyişidir. 

“Vahşetle yönetme” stratejisinin tek başına yeterli sonuç alamayacağını hesaplayan faşist iktidar, ideolojik ve siyasal olarak başka ögeleri devreye koymaktadır. Ezilen toplumsal sınıf ve halk katmanları ile toplumsal bireyler arasındaki güveni ortadan kaldırmak, kutuplaşmalar ekseninde toplumda yarılmalar yaratmak ve özgüvenini yitirmiş, toplumu kaderci bireyler yığını haline getirmek, tiranlığın egemenliğini sürdürebilmesi için başvurduğu örgütlü tutumdur. Sınıf karşıtlığının keskinleştiği toplum gerçeğinde, ezilen sınıf bireyleri ve öncü güçleri arasındaki güven ilişkisini, ortak hareket kültürünü dinamitlemek, burjuva sınıf siyasetinin, proletaryanın sınıf bilincinin kitlelerle buluşmasını engellemenin başat yöntemlerindendir. Burjuva iktidar biçimlerinden olan faşist diktatörlük koşullarında, bu siyaset, şiddet ve ideolojik saldırılar bütünlüğünde daha keskin işletilir. Ezilen toplum bireyleri, etnik-kültürel-inançsal farklılıklar üzerinden birbirine düşman haline getirilerek, toplumsal güven ve irade yok edilmeye çalışılır. Toplumsal bir varlık olan bireyin, toplumsal ilişkiler içinde kimliğini tanımlaması yerine, toplumdan yalıtılmış, gerçekliğinden uzaklaştırılmış ve sistemin ideolojik kimliğiyle “donatılmış” bir kişi haline getirilerek, çürümüş bir toplum yaratma, gerici iktidarların stratejik siyasetidir.

“Dinci nesil yaratacağız” vaazı ile din istismarcılığı üzerinden devreye konulan ideolojik-kültürel saldırı, sistemin hegemonyasına uygun bir insan tipi yaratma siyasetidir. Toplumsal bireyler arasındaki karşılıklı insani güvenin yok edildiği, herkesin birbirinden şüphe duyduğu, çete kültürü ile birbirine zarar verdiği ve insanın araçsallaştırılarak birbirinin insani haklarına saygı duymadığı insan tipinin yaygınlaştığı toplum, faşist iktidar için en uygun formattır. Böyle bir toplumda itaat egemendir ve hakları zemininde örgütlü tutum alması zayıftır. Bu toplumsal doku üzerinden yaratılan “korku imparatorluğu”, sistemli sonuç almayı amaçlar. Bireyin kendi sınıf konumuna göre tutum almasını dinamitleyen bu ideolojik hegemonya saldırısı, şiddet ve baskı sarmalında, esasta toplumsal özgürlük mücadelesini tasfiye etmekle alanını genişletir. Amaç toplumsal bireylerden toplumun geneline yayılan ideolojik hegemonya ile ezilen sınıf ve halk katmanlarının, gerici iktidar sürecine direnç gösteren, nihayetinde toplumsal özgürleşmeyi siyasal perspektif haline getiren örgütlenmeler ve eylemleri tasfiye etmektir. Bu tasfiye sürecinin derinleştirilmesi ve sürdürülmesi, sadece baskı ve şiddetle sağlanacak denetimlere indirgenemez. İdeolojik ve kültürel olarak toplumsal varlık ve bu varlık içinde ait olduğu sınıfsal bilinç dinamitlendiği düzeyde, bireyin toplumsal gerçeklikle olan bağı kopar ve kendi sınıf bilinciyle buluşma yetisi zayıflar. Bu zemin, burjuva ve türevi gerici iktidarların kurguları ve yalanlarının kendisini toplumsal olarak üretme-yayma sahasıdır.

Tekçi iktidarın sistemli yönelimi olan bu tarzla, toplumsal gerçeklerde yanılsamalar yaratması, burjuva siyasetin temel davranışıdır. AKP-MHP iktidar güruhu, bu siyasal sürecin bir devamı olarak işlemekte ama belirli özgünlüklerle sürecini ilerletmektedir. Örgütlü olarak yalan üretme ve bu yalanlara toplumda karşılık yaratma, planlı bir siyaset olarak ele alınmaktadır. Yalan siyaseti, esasta yapılan yolsuzlukları, hırsızlıkları, kirli ilişkileri, işlenen savaş suçlarını gizlemeye-inkâr etmeye dönük değildir. Bir ayağı bu olsa da, asıl olarak toplumsal dejenerasyonu derinleştirerek, ezilenlerin örgütlenme ve direnme hakkını ortadan kaldıran sosyolojik bir doku yaratmaktır. Yani, tekçi iktidar, örgütlü yalan makinası olarak işlemektedir. Burjuva devlet, kendi sınıf iktidarı için “özele mahsus sırları kapsayan, toplumsal çelişkilere göre devreye konan” yalan ve spekülatif bilgileri topluma yayarak kendisini üretir. Bu kesitte “dış düşmana” karşı imal edilen yalanlar olduğu gibi, örgütlü-örgütsüz toplumda bu gerici saldırının hedefidir. AKP-MHP iktidarı, bu konuda tam bir yalan imalat merkezi gibi işlemektedir. İktidar kliğinin tekçi aktörü Erdoğan’ın, rejim adına var olan arzusuna göre bütün yalanlar biçimlendirilmektedir. Ezilen sınıf ve halk katmanlarının, tarihsel deneyimleri ile olguları kendi sınıf akıllarıyla anlamlandırıp tutum almalarını ortadan kaldırmak için, dini argümanlar dahil, ırkçı-milliyetçi söylemlerle dizayn edilen ideolojik-kültürel saldırılarla, toplumsal gerçeğin anlaşılması manipüle edilmektedir. “Nas”a uydurulan ekonomi, işgal ve katliamlarla konulan “yüzyılın hedefi”, hırsızlığa, talana, kara para ilişkisine maske edilen “kalkınma-büyüme” projeleri, dil sürçmesi olarak beyan edilmemekte, örgütlü yalan kurgusu olarak ortaya konmaktadır.

Savaş ekonomisiyle topluma dayatılan ağır faturaları, hukuksuzlukla korunan örgütlü yalanlar, yaratılmaya çalışılan korku iklimi ile birleştirilerek, iktidar her süreçte kamplaşmalar ekseninde yarattığı toplumsal yarılma üzerinden kendi politikasını üretmektedir. Dikkat edilirse, faşist iktidar, ekonomik kriz koşullarını, sürdürdüğü gerici savaşı, burjuva seçimleri, gelişen toplumsal muhalefete karşı uyguladığı terörü, devrimci güçleri tasfiye planı, burjuva klikler arasında derinleşen çatışmaları, bu yöntemle etkisiz kılmaya çalışmaktadır. Faşist hukuk ve örgütlü yalan ile egemenlik aracı olan devlet aygıtını zor ve askeri ögelerle baştan aşağı tahkim etmesi, “yüz yılın atılımının” özetidir. Almanya doğumlu Yahudi kökenli Amerikalı siyaset bilimci Hannah Arendt’in işaret ettiği gibi, (bunları burjuvaziye nasihat name olarak okumak gerekir) “hukuk düzeni bozulduğunda, yasalar uygulanmadığında ya da bir günden diğerine değiştirildiğinde kanunsuzlukla karşı karşıyayız demektir. Bu anarşinin hüküm sürdüğü anlamına gelmez. Çünkü düzen zor aygıtı aracılığıyla ayakta tutulabilir ama sonuç totaliter rejimlerden tanıdığımız gibi, devlet aygıtının tümüyle kriminalize edilmesi olur…” “TC” egemenler sisteminin tüm iktidarları gibi, AKP-MHP diktatörlüğünün uyuşturucu-kara para-mafya denkleminde ifade bulan niteliği, yolsuzluk-sahtecilik-talancılık alanlarında attığı cirit, kontra güçler ve çetelerle kol kola sürdürdüğü savaş, bunun tanımıdır ve “hedef yüzyılın” yol haritasıdır.

“TC” İktidarının Ekonomik Krizi Yönetme Tarzı, “Hedef Yüzyıl” Projesinin Bir Ayağıdır!

Mali sermayenin yaşadığı derin ekonomik-siyasal krizler onu kaçınılmaz olarak faşizme götürür; bu deneyimlenmiş bir gerçekliktir. Kapitalizmin 1929 krizlerinin yarattığı faşizm, esasta ulusal tekelci sermayeye dayanırken, günümüzde bu biçim “ulusal” tekelci sermayenin, uluslararası tekelleşmiş emperyalist sermayenin tayin ediciliğinde kurduğu ilişkiye dayanmaktadır. Yani, AKP-MHP faşist diktatörlüğü, sadece Türk komprador işbirlikçi tekelci sermayeyle sınırlı değil, bu sermayeyi tahakküm altında tutan uluslararası tekelci emperyalist sermayeyle var olan organik bağın tayin ettiği faşist diktatörlüktür. Yani neo liberal kapitalist paradigmanın yaşadığı kriz, organik bağ içinde “TC” ekonomisini de krize sürüklemektedir ve “TC” ekonomisinin yapısal krizleriyle birleşerek derinleşmektedir.

Neo-liberalizm, sermayenin uluslararası tekelleşme boyutu ile ekonomik-sosyal-kültürel hegemonyanın ABD emperyalizminin tayin ediciliğinde başlayan bir süreçti. Emperyalist ekonomiyi sarsan finansal (altyapısal anlamda reel) krizlerden sonra, yalnızca ekonomik olarak değil, siyasi-kültürel-ideolojik olarak da çözülmeye başladı. Yeni emperyalist ve bölgesel aktörlerin güç kazanması ile değişen ekonomik kaynak ve güç dengeleri, “kurala dayalı düzen” safsatasını çökertti.

Neo liberalizm sadece sömürülen yığınlara dayattığı yoksullaşma, açlık, artan sömürü ile sosyal-sınıfsal çelişkileri derinleştirmekle kalmadı, aynı zamanda tekelci sermaye için verimliliğini de yitirdi. Kriz semptomları ardı arkası gelince, neo liberal kriz yönetme modeli de tekelci sermayeye yeterli alan yaratamadı ve alanlar bulmaya çalışan sermaye fazlası artık işlemeyen düzlemde yapılandırılmış alanların direnci ile karşılaşıyordu. Emperyalist sermayenin yayılma-büyüme-merkezileşme alanında bazı coğrafya zenginlikleri üzerinde savaşlara başvururken, bir dönem üzerinde yürüdüğü iktidar biçimlerini tasfiye etmesi (Tunus, Mısır, Libya, Irak vb. örnekler gibi), tamda yukarda sözünü ettiğimiz direnci tasfiye etme nedenlidir.

Kapitalist kriz, devrimci bir müdahale ile çözülmediğinde, kapitalizm “yıkım-yeniden yapılandırma” yönetimiyle, yani çevrimlerle “aşar”. Bu aşma nihai çözüm değil, yeni kriz koşullarının “dengelenmesidir” sadece. Ve kapitalist krizin çevrimsel ilerleyişi, tekelci sermayenin daha da merkezileşme trendinde olur. Yayılma- büyüme denklemi bozulmuş olan sermaye, yıkarak ve yeniden yapılandırarak pazarları, zenginlik kaynaklarını denetimi altına almak için hareket eder. Bunu olanaklı kılacak olan, yeni birikim olanakları yaratacak olan sanayiler, teknolojiler, bölgeler, “ideolojiler”, siyasal biçimler, derinleşen çatışmaların sebebi olduğu savaşlar, askeri stratejiler, burjuva devlet mekanizmasının içinde öne çıkar. Askeri-sınai finans kolları ile kayıt dışı kaynaklarla, burjuva devlet arasındaki ilişki derinleşir ve süreç olarak faşizm, her bir coğrafya iktidarının iktisadi yapısına göre devlet niteliği olarak şekillenir. Süreç bazında AKP-MHP iktidarı faşizmini, bu kesitte tarif etmek gerekmektedir. Yine emperyalist hegemonya ve iktisadi krizinin neden olduğu emperyalist savaşlar akabinde, kapitalizmin metropolleri olarak ifade edilen burjuva devlet yapısındaki otoriterleşmeleri, bu iktisadi-siyasal zemin üzerinden analiz etmek durumundayız. Bugün AKP-MHP faşist iktidarının, askeri işgal, sabotaj, suikastlar, etnik temizlik, kitlesel kıyım biçiminde sürdürdüğü savaş, bu iktisadi yapı üzerinden inşa olan faşist niteliğin icraatlarıdır. “TC” devlet niteliğinde faşizmin sürekliliği meselesi de, bu kapsamda açıklık kazanmaktadır.

Israrla bunu yeniden ifade etmemiz, AKP-MHP iktidar kliğinin, burjuva muhalefet kliğin, daha da önemlisi “TC” devlet niteliğini kavramayan yaklaşımların, İktidar kliği karşısında burjuva klik muhalefetine yedeklenmesi, tekçi faşist hukukun karşısında, burjuva devlet Anayasalcılığına sarılması yanılgılarına parmak basmaktır. Temsil ettikleri sermaye tekelleri farklı olsa da, burjuva egemenlik biçiminde bazı nüans farkları olsa da, her burjuva klik, hükümet ya da iktidar olduğunda, emperyalist ve komprador işbirlikçi tekelci sermayenin yönetimi olacaktır. Siyasal süreç bağlamında, iktidarda olan burjuva kliğe ve onun faşist iktidarına esasta yönelmek, diğer burjuva kliklerle mücadeleyi ötelemez. Ki siyasal süreç okunduğunda, tüm bu burjuva klikler, ezilen ve sömürülen halkımıza karşı sürdürülen saldırılarda, işgal ve imhaya dayalı Kürt ulusuna karşı sürdürülen savaşta birleşmekteler.

“Yeni” Ekonomi Programı Sermayenin Büyüme Hedeflerini İçermektedir!

İşçi sınıfının, yoksul halkın, kamu emekçilerinin, emeklilerin talepleri ve ihtiyaçlarını hiç dikkate almayan iktidar, talanı, rantı, ağır sömürü koşullarını, açlık sınırında yığınların “yaşamasını” dayatan, çerçevesi Orta Vadeli Program ve 12. Kalkınma Planı olan sermaye programıyla ekonomik süreci işlemeye başladı.

Hemen bu programın ardından, köprü-otoyol-ulaşım ücretleri, tekel ürünleri başta olmak üzere, her tüketim ürününe zamlar ardı ardına geldi. Yeni asgari ücret, daha emekçilerin cebine girmeden, yüksek enflasyon karşısında eridi. Asgari ücret bile açlık sınırının altındadır. Ki asgari ücretin, ekonomik verilere dayanmayan “gelecek enflasyonun düşük olacağı bazı”, iktidarın emekçilere olan düşmanlığını bir kez daha beyan etmektedir. Emekli maaşlarının asgari ücret altında tutulması, sefaletin bir başka tanımıdır.

Emekçilere dayatılan bu sefalet koşullarının aksine, işveren desteklerinin arttırılması, kamu kaynaklarıyla düşük maliyetli kredi olanakları, halkın değerlerinin sermayeye sunulmasıdır. “Hiçbir zaman sermaye ayrımcılığı ve düşmanlığı yapmadık, destek asil görevimizdir” diyen Erdoğan, aynı zamanda faşist iktidarının siyasal-ideolojik-sınıfsal niteliğini itiraf etmiştir. Ki Mehmet Şimşek’in bunu “muazzam teşviklerle” birleştirmesi, 12. Kalkınma Planı’nın muhtevasını açıklamaktadır. Kemer sıkma ve ücretlerin baskı altına alınması ile “yeni” ekonomik süreç başlatan Şimşek yönetimi, emperyalist tekellerin uluslararası kurumları olan Moody’s, Goldman Sachs gibi finans kuruluşlarının da övgüsünü alıyor. Kemer sıkma politikası, yüksek faiz, büyük teşvikler ve ucuz iş gücü ortamı, emperyalist ve komprador tekelci sermayeye yeni büyüme olanakları sunuyor ve AKP-MHP iktidarı, kara para ve rantiye sermayeye ek olarak, emperyalist sermayenin ekonomik alana akmasını sağlamaya çalışıyor.

Şimşek’in değişim vaazıyla kastettiği, sermayeye ekonomide sınırsız alan açma iktisadi yapılanmasıdır. Ki sermayenin lehine, ekonomiyi, bürokrasinin direk siyasal müdahalesi ile yöneten tek adam sultası, kriz koşullarında yandaş sermaye guruplarının palazlanmasına muazzam olanaklar yaratmış, seçim vb. süreçlerde, işsizliği, enflasyonu baskı altına alma hayali ile faiz ve döviz kurları üzerinden oynamıştı. Yeni ekonomi yönetimi, enflasyonu düşürme formülü olarak, piyasadaki para miktarını azaltmakla, Merkez Bankası faizlerini arttırarak kredi talebini kısmakla, gelirler politikasında ücretler üzerinde baskı uygulayarak, maliye bütçe politikasında daraltıcı önlemler ve vergilerin arttırılması gibi başlıklar üzerinden formüle ediliyor. Neo liberal ekonomik mantığa göre, bütçe daralması demek, yatırımların yaygınlığının daralıp, belirli tekeller üzerinden ekonomik yatırımları sürdürmektir.

Sermayenin büyümesi, ekonominin emperyalist tekellerin arpalığı haline gelmesi açısından tutarlı bir yol haritası. Burjuva ekonomi açısından tutarlılık, işçi sınıfı başta olmak üzere, geniş halk yığınları için bir refah düzeyi yaratacağı anlamına gelmez. Bu ekonomik politika ile hedeflenen enflasyon oranlarına düşülmeyeceği gibi, çalışma yaşamındaki kölelik koşulları, artan işsizlik, geniş halk yığınlarını açlık sınırına mahkûm eden politikaların devamı ve derinleşmesi ekseninde ekonomi yol alacaktır. İktidar, ekonomi dışı zor müdahalelerle, sermaye birikimine yeni olanaklar yaratmakta ve bunun ezilen-sömürülen toplumsal halk güçleri açısından karşılığı, işsizlik, yoksulluk ve açlıktır.

Irkçı ve Cihatçı Paradigma, Tekçi Egemenlik Aklının Siyasal Çizgisidir!

“TC” iktidarının egemenlik aracı olan devletin zor ve ideolojik aygıtlarının, baştan aşağı şiddet unsurlarına göre tahkimi, özellikle açık faşizm koşullarının temel siyasetidir. İktidar toplumsal dinamiklere, devrimci ve komünist öncü güçlere, Kürt ulusu ve gerilla güçlerine karşı sürdürdüğü savaş stratejisine göre biçimlendirdiği devlet kurumlarını, “yüz yılın hedefleri” kapsamında yeniden ele almakta ve askeri güvenlik politikalarıyla bu kurumsallaşmayı derinleştirmektedir. Son gerilla eylemleri sonrası yapılan “güvenlik” toplantısında ele alınan temel konu bu olmuştur. Savaşa göre tahkim edilmiş devletin tüm organlarındaki savaş zafiyetleri masaya yatırılmış ve teknik-askeri-siyasal-ideolojik kapsamda bu zafiyetleri giderme politikaları tartışılmıştır. Süreci ideolojik-kültürel boyutu ile diyanet, “eğitim” kurumları, yandaş medya vb. kurumların yapılanması üzerinden yapan iktidar, askeri zor kurumlarını da buna göre dizayn etmektedir. Ordunun donanımı, MİT’in siyasal süreçteki rolünün arttırılması, polis teşkilatındaki yapılanmalar, alenice paramiliter örgütlenme, iktidarın bu yönlü adımlarıydı. Her gelişen savaş süreci, bir sürecin ortaya çıkardığı savaş düzeyini aşmayı gerektirir ilkesinden hareket eden faşist diktatörlük, yeni bir savaş düzeyini ezilenlere dayatmakta ve buna göre stratejiler belirlemektedir.

“TC” iktidarı savaş politikalarını, “cumhuriyetin” kuruluş felsefesi olan tekçilik üzerinden inşa ederken, ırkçı- Sünni İslam paradigmasını, güncel ihtiyaçlarına göre “yeniden” üretmektedir. Irkçı-cihadist paradigma mevcut tekçi zihniyetin ana ideolojik niteliği olduğu kadar, organik ilişki ile bu ideolojik güçler savaş güçleridir. Kürdistan coğrafyasında sürdürdüğü askeri işgal ve savaşta, cihatçı çeteleri katliam failleri olarak, iktidarın savaş güçleridir.

Yine “Milli İrade Platformu” adı altında iktidarın bu zihniyetine göre örgütlenmiş kurumlarının “Filistin’e destek, İsrail’e lanet” mitinginde, hilafet çağrılarının yapılması, HÜDA-PAR’ın Batman eyleminde cihat sloganlarının atılması, İstanbul mitinginde Hilafet çağrısı yapan birine yumruk atan bir gencin tutuklanması, İktidar-cihat organik bağın açıklamaktadır. Koç üniversitesinde Kürt-Alevi bir öğrenciye yapılan işkence, Kaymakam-İmam sürtüşmesi vb. gibi olaylarda, iktidar kanadının bu olayları destekleyen tutumları, aynı ırkçı-cihatçı çizgiden beslenmektedir. Gerçekte ise faşist iktidarın Filistin işgali ve gerçekleştirdiği sivil katliamlarda İsrail’e tutum alma diye bir dertleri de yok, Filistin’i destekleme diye bir politikaları da yok. Ticari, askeri, diplomatik olarak İsrail’le kol kola olan iktidar ve yandaş çevresi, Filistin üzerinde oluşan toplumsal hassasiyetleri, kendi ideolojik-siyasal hedeflerine araç olarak kullanmaktadır. CHP’nin başını çektiği burjuva muhalefet, iç ve dış politikada (Kürdistan’da süren işgal ve İsveç’in NATO üyeliğinde aldığı destekleyici tutumla), esasta iktidarla aynı kulvarda hareket etmektedir. Laiklik direncini dahi kendi sınıf çizgisinde ortaya koyamayan CHP, Zafer Partisi’nin ırkçı siyaseti çizgisinde “muhalefet” sürdürmektedir. Bunun anlamı açıktır. Devlet içindeki burjuva klik çatışmalarından, mevcut faşist rejim aşılmaz. Neo liberal kapitalist düzenin farklı burjuva klikler düzleminde temsilcisi olan burjuva muhalefetle iktidar kliği arasındaki çatışmadan, kısmi olarak toplumsal rahatlama değil, faşizm sürecinin derinleşmesi çıkar. Bir egemenlik anlayışı olan faşizmin, hangi burjuva klik iktidarında, nasıl biçim aldığı meselesinden öte, bir devlet niteliği olarak ortaya konulması esas olandır.

İdeolojik-Siyasal Çizgideki Tüm Bu Yapılanmalar, Kuralsız Biçimde Sürdürülen Savaşı Boyutlandırma Amaçlıdır!

Neo liberal kapitalist sistemin Türkiye-Kuzey Kürdistan’daki iktisadi-siyasal temsilcileri, talana, yağmaya, sömürüye hız verdikçe, ezilen ve sömürülen halka karşı geliştirdikleri savaşta da kuralsızlaşıyorlar, burjuva hukuku dahi, kuralsız savaşa göre yok sayıyorlar. Yargıtay üzerinden Can Atalay’ın tutsak bırakılması bunun ilanıdır. Hakim sınıflar arasında bu konuda bir gerilim hattı olsa da (ki bu gerilim hatları iktidar bloğu içine de uzanmaktadır), tekçi diktatörlük, “beka” kaygıları ile bu süreci mevcutta yönetebilmektedir. Devletin içindeki burjuva klik ve siyasal aktörler arasındaki gerilim hatları baz alındığında, özellikle mevcut siyasal” dengelerden “kaynaklı, yerel ve genel seçimlerde burjuva güçler arasında “ittifakların” zorunlu hale geldiği koşullarda, bu gerilim hatlarını iktidarın ne kadar yönetebileceği bir sorudur. Ama bu gerilim hatlarının ciddi krizler yaratacağı, siyasal ve ekonomik olarak sermayenin programının icrasında, bu çelişki ve gerilim hatlarının çatışmalar yaratacağı, önümüzdeki sürecin niteliği olacaktır. Devlet egemenliği ve İktidar bloğundaki bu güç çatışmalarının alacağı düzey ve yaşanacak iktidar dalaşı, son tahlilde burjuva kliklerin sürecidir. Bu çatışmalardan ezilenlerin lehine bir sonuç çıkmaz. Ki ezilenlere karşı sürdürülen savaşta, tüm bu klikler ortak paydada buluşmakta, egemenlik aracı olan gerici devletin “beka” meselesi ve sermayenin çıkarları konusunda, sınıf niteliklerinden dolayı ortaklaşmaktadırlar. Devrimci, komünist, sosyalist öncüler açısından bu zeminde tek tayin edici olan siyaset, burjuva klikler arasındaki çatışmalardan devrimci savaş lehine faydalanacak taktik siyaset belirleme meselesidir.

Egemenler, talanı ve sömürüyü derinleştirirken, toplumsal devrimci dinamikleri, devrimci mücadelenin öncülerini, toplumsal potansiyel ve devrimci savaş gücüyle tasfiye ederek, sermayeye pürüzsüz bir alan yaratma çabasındadır. Faşist iktidar tüm uygulamalarıyla bunu yaratmaya çalışmaktadır. Bütün işçi direnişlerini, hak arama eylemlerini “terör” kapsamına alarak pervasızca bastırmayı bir siyasal çizgi olarak ortaya koyuyor. Özel Tekstil, Agrobay işçilerinin ekonomik hak arama eylemine yapılan saldırı, iktidarın tüm hak arama eylemlerine karşı geliştirdiği kuralsız saldırının bir ayağıdır. Dikmeceliler toprakları hakkında, yürütmeyi durdurma kararına rağmen, “acele kamulaştırma” kapsamında, kendi hukukunu tanımayarak, halkın topraklarına el koyuyor. “Rezerv alanı, acele kamulaştırma” gibi kararnamelerle, köylünün, mahalle sakinlerinin topraklarına ve yerleşim alanlarına el koyma, münferit bir uygulama değil, iktidarın ekonomik politikasının bir ürünüdür. Kayyumla el koyma ve yönetme iktidarın siyasal tarzıdır.

Hapishanelerde, devrimci, komünist, yurtsever tutsaklara karşı geliştirilen baskı ve infaz yakmalar, tüm toplumu teslim almaya dönük geliştirilen siyasetin parçasıdır. Ekonomik-demokratik hak arama ve aydınların, devrimci sosyalist öncülerin toplumu aydınlatmaya dönük en meşru çalışması, “terör” delili olarak yargılamalara konulması, yaratılmaya çalışılan kuşatmayı tarif eder.

Tüm bu genel saldırılar kapsamında, devrimci, komünist öncü güçlere, örgütlü devrimci savaş güçlerine, Kürt Ulusal Hareketi önderliği ve gerillasına, askeri işgal ve operasyonlarla geliştirilen savaş, “TC” iktidarının nihai hedefine ulaşma gayretidir. Askeri teknik olanaklar, İHA ve SİHA donanımına karşın, gerillanın hareket kabiliyeti yaratarak, “TC” ordusunu ardı ardına vurması, son geliştirilen askeri teknik olanaklarla, gericiliğin elde ettiği taktiksel üstünlüğe vurulmuş ağır bir darbedir. Mesele ölen birkaç asker meselesi değil, bu taktiksel “üstünlüğün” gerilla tarafından etkili vurulmasıdır. Acil olarak tüm kurmaylarla “güvenlik toplantısının” yapılması bunun telaşıdır. İktidar savaşa göre kendisini “yapılandırıyor” derken, bunun yeni bir şey olduğunu söylemiyoruz. Bu zaten “TC” devlet egemenliğinde bir sürekliliği arz eder. Ama askeri, siyasal, iç ve dış politikada gelişen “dengelere” göre, savaş çizgisinde kendisini yapılandırma siyaseti de bir sürekliliktir. “Yeni yüz yıl hedefleri” bunu ifade etmektedir.

Faşizm, bu hedeflerini pürüzsüz uygulayabilir mi? Bu sorunun cevabı iki biçimiyle olumsuzdur. Öncelikle objektif olarak, süreç hakim sınıfların istediği gibi gelişmeyecektir. Ekonomik kriz ve bu krizi sermayeye büyüme olanağı olarak sunan gerici iktidarın politikaları, toplumu açlık sınırında yaşamaya mahkûm etmektedir. Artan yoksulluk, işsizlik, sınıf çelişkilerini, nesnel olarak derinleştirecektir. Akabinde, savaş çizgisine göre dizayn edilen tüm egemenlik kurumları ve bunun baş mimarı tekçi zihniyetin toplum üstünde estirdiği terör, anti demokratik uygulamalar, geniş toplumsal kesimleri mağdur etmektedir ve toplumun demokrasi-özgürlük talebi eksenindeki hoşnutsuzluğu daha aktif konuma gelecektir.

Bu nesnel durum üzerinden, devrimci, sosyalist, komünist güçlerin konumlanışı, sürece devrimci cevaplar verecektir. Ezilen ve sömürülen halka açılan savaş derinleşirken, burjuva çizgi ve anlayışlarla keskin hesaplaşarak, ezilen sınıf ve halk katmanlarının örgütlü gücü, kurasız ekonomik-siyasal saldırıları bertaraf edecek tek alternatif güçtür. Kendi hukukunu tanımayan bir hukuksuzluk ve kuralsız geliştirilen savaş karşısında, devrimci, komünist öznelerin hareket hukuku, burjuva yasal sınırlar değil, devrimci meşru zemindir. 

Meşru mücadele zemini, meşru haklı taleplerle, toplumu örgütleyen devrimci dinamiktir. “Kentsel dönüşüm-rezerv alanı” olarak gerçekleşen talana karşı, yoksullaştırmaya ve dayatılan açlık koşullarına karşı, kaşınan ırkçılığa karşı, fabrikalardaki ağır çalışma koşulları ve emeğe uygulanan düşük ücrete karşı, doğa yıkımına karşı vb. bütün bunları birleştirecek ve toplumun direk yaşam hakkını gasp eden ekonomik-siyasal saldırılar, uygun araçlarla ezilen halkı birleştirme koşulunu doğuruyor.

Devrimci ve komünist öncülerin, bu sürece dair kapsamlı taktik ve stratejik konumlanışı, kuşkusuz farklı bir analiz konusu. Özet başlıklarla birkaç vurgu yaptık. Talan ve yoksullaştırmaya karşı, savaşa karşı, yaşanan önemli direnişler, devrim için savaşanların yükselen sesleridir, tüm kuşatmaya karşın devrim diyen güçlerin itirazıdır. Faşist iktidar “kutlu hedeflerle” yoksulluk ve savaş dayatıyor. Sokağın, fabrikaların, aniflerin, dağların direnişiyle bu savaşa cevap olmak, devrimci, komünist öznelerin sadece devrimci caydırıcı gücü değil, hedeflenen özgür dünyayı yaratma perspektifidir.

Önceki İçerikEkonomik Kriz ve Emperyalist Savaşlar Bağlamında Maliyeti Karşılayan Kimler?
Sonraki İçerikBurjuva Pragmatizmine Karşı Devrimci Pragmatizm, Halkın Çıkarlarını Gözetmektir