Sınıf mücadelesinin ihtiyaçlarının ve araçlarının içeriğinin tartışılması, anlaşılması ve kavranması açısından, burjuva ve küçük burjuva ideolojik çizgilerle mücadele etmek önemli bir yerde durmaktadır. Popülizm de bu ideolojik hastalıklardan biridir. Güncel olarak birçok kesimi etkisi altına alan bu ideolojik illetle mücadele etmek, komünistler açısından önemlidir.
Öncelikle şunu belirtmekte fayda görüyoruz; popülizm ile mücadele, birkaç teorik tartışmaya hapsedilecek bir mücadele değildir. Komünistler açısından diğer burjuva ideolojik hastalıklarla mücadele gibi, KP içi ve dışında, sınıf çatışmasının her kesitinde sürdürülecek bir mücadeledir.
Zira devrimci hareketin baş belası olan popülizm, söylemleri ve ideolojisi geniş kitleler nezdinde kısmi de olsa bir karşılık bulmuş/bulmaktadır. Dolayısıyla popülizm eleştirisinin yapılması, ideolojik olarak mahkûm edilmesi görevlerimiz kapsamındadır. Bu bağlamda kısa yönleriyle de olsa, küçük burjuvazinin ideolojisi ve siyasetinin bir türü olan popülizmi bu sayımızda ele almayı devrimci sorumluk olarak görüyoruz.
Komünistler, popülizme karşı ideolojik mücadele yürütmelerindeki ana sebebin, geniş yığınların bu akımın siyasal etkisinden kurtulmasını hedefler. Elbette bu mücadeleyi yürütürken doğru yol ve yöntemlerle ideolojik ve teorik taşları yerine koymak gerekir. Tüm yanlış ideolojik akımlara karşı, ideolojik politik mücadele verdiğimiz gibi popülist siyasi ideolojik akıma karşıda bilimsel metotlarımızla mücadele vereceğiz. Yanlış yerde durarak, popülizme karşı mücadele etiklerini beyan eden akımları da yazımız içerisinde eleştirerek teorik savuruluşlarını ortaya koyarak işlemeye çalışacağız.
Popülist söylem ile devrimci ajitasyonun farkı
Popülist söylemler ile popülizmi, özellikle devrimci ajitasyonda aynı kefeye koyan anlayışlar meseleyi doğru ele almamaktadır. Devrimin stratejik programını, günlük politik sloganlarla tasavvur etmek, bunu kamuoyunda karşılık bulan özneler ya da politikalar üzerinden etkili kılmak popülizm değildir. Bu gibi anlayışlarla popülizmi ele almak, özellikle taktik siyaset, ajitasyon/propaganda sahasında devrimci sosyalist hareketin araçlarını daraltmak olur.
Bu yanlış ve hatalı anlayışların yanında bir başka yanlış daha var ki, bu da her köylü hareketinin popülist olarak görülmesidir. Bu düşünce tarzların tümü yanlıştır-hatalıdır. Latin Amerika’da gelişen her köylü hareketinin siyasal önderliği ve hareketin içeriği görünmeyerek harekete katılan köylü sınıfının üzerinde bir değerlendirmenin yapılıp bunların tümünün popülist olarak görünmesi tek yanlı olarak sonuçları ele alan bakış acısıdır. Nüfusun büyük çoğunluğunun köylülük olduğu ülkelerde, hareketin önderliği ve hareketin talepleri köylü sınıfına özgü olması şaşırılacak bir durum değildir. Dolayısıyla her hareketin kendi koşulları içinde değerlendirilmesi doğru olan metottur. Her dönemin kendi koşulları içinde ele alınarak siyasal ve politik özünün özgün özelikleriyle değerlendirilmeye tutulması bizi doğru sonuçlara götürecektir.
Genel olarak popülizm halkçılık söylemleri üzerinde kendisini gösterir, toplumda ezilen katmanların en derin yaralarına parmak basarak kendisini teorik ideolojik olarak yapılandırır. Kendi menfaati için sistemden doğan sorunların bir bölümünü kendi çıkarları için manipüle ederek gündeme getirir. Ancak sistemin köklü değişim eyleminde edilgendir, taleplerin pratiği sistem sınırlarındadır. Sistemin kitlelerde yarattığı tahribatın bir sonucu olarak baskı ve sömürü altında inleyen halkların dertlerine çözüm olacağı yaygarasını yapar, ama sistemi değiştirecek devrimci siyasetin bir parçası olacağı yerde, sistem içinde kendisine yer arar. Bu anlamıyla popülizm, komünist hareket içinde ideolojik çizgi olarak var olma potansiyeli ile tehlikeli bir ideolojik hastalık olduğu gibi, burjuva iktidarların kitleleri yanıltarak kendi politikalarına alan açmaları bağlamında da tehlikelidir.
Otoriter, faşist ya da “burjuva demokratik” burjuva iktidarların hem ideolojik hem de de stratejik, örgütsel, siyasal ve kuramsal olarak bir hedefi vardır. Bu hedefi gerçekleştirmek için popülist araçlara sarılırlar. Amaç ve hedefleri, sömürü düzeni iktidarıdır. Bu durum genel olarak onların temel karakterini belirlemektedir. Sistemin yarattığı ana toplumsal çelişkileri öteleyen, toplumsal güçler arasında kültürel-ulusal-sosyal yarılmalar yaratan siyasal gündemleri popülizme ederek, geniş yığınları kendi sistemine entegre etmeye çalışırlar. Kısacası, emekçilerin sorunlarını söylemde kullanarak, kendi istem ve hedeflerini gerçekleştirmek için halkın kulağına hoş gelen sloganları atarlar ve gönüllerinde yatan burjuva ruhlarını siyasal iktidara taşırlar.
Lenin yoldaş, tarım programı üzerinde Narondikleri eleştirildikten sonra, Marksist literatürde popülizm kelimesi yerini almıştır. Lenin yoldaş, devrimci hareket içinde ki popülist akımın küçük burjuva siyaseti olarak değerlendirmiştir. Bu konuda ideolojik ve politik tanım olarak Marksist bilimine katkı yaptığını da belirtmekte fayda var. Bizlerde Marksist hazineden perspektifimiz olan, o bilimsel düşün dünyasında ki bilgi birikimine dayanarak bugün ki popülist akımı tarif edeceğiz.
Marks döneminde bu tanım, Marksistler tarafında kapsamlı kullanılmamıştır, ancak Marks ve Engels anlayış olarak popülist anlayışları eleştirmiştir. Halkın duygularına seslenerek, emekçilerin kendi siyasal potasına çekmek isteyen veya kulağa hoş gelen sosyal pratikte bir anlamı olmayan halkçı görünen, siyasal düşünceleri savunan gruplarla siyasal hesaplaşma sürecini yaşamıştır. Devlet ve devrim teorisini iğdiş ederek halkçı görünen düşünceler dönemin koşulları içinde savunan siyasal akımlar vardı. İşçilerin emek harcadıkları fabrikaların hisse senetlerini çalıştıkları fabrikada satın alarak süreç içinde fabrika işletmesini eline geçirmelerini, böylece üretimin üzerinde işçilerin hâkim olmalarını savunan, kulağa hoş gelen popülist teoriler ta o dönemde bolca olmuştur. Marks, bu saçma düşünceleri şiddetle eleştirmiş, teorik zemini ile birlikte mahkûm etmiştir.
Ancak Marksist olarak geçinen küçük burjuva aydınları, popülizmin ideolojik karakterini görmeyerek, popülizmin sınıflar üstü konuşma/söylem tarzı olarak değerlendirmişlerdir. Peşinen söyleyelim ki, bu anlayış Marksist bilime aykırıdır. Liberal yazarlar, popülizmin sınıflar üstü politika uygulayan siyaset tarzı olarak değerlendirmeleri, proletarya ve burjuvazi arasındaki antagonist çelişki olan iki sınıf siyasetinden doğan politik farklılıkları silikleştirmeyi hedefledikleri bir gerçekliktir. Popülizm, bir sınıfının siyasetinin pratikteki uygulanması olduğu kadar ayrıca da bir ideolojiye tekabül etmektedir. Her politik tespit ve politik tespitin uygulamasında yol ve yöntemler bir sınıfın siyasetini yansıtır. Dolaysıyla her politika mutlaka her söylem tarzı bir sınıfın damgasını taşımaktadır. Sınıflar üstü hiçbir taktik politika ve hiçbir siyaset, hiçbir söylem tarzı mümkün değildir. Dolaysıyla popülizm belirli bir sınıfa tekabül etmektedir. Onun siyasetini yansıtmaktadır, genel olarak burjuva siyaset tarzıdır popülizm.
Halk ve sınıf katmanları içinde popülist yol ve yöntemler küçük burjuva siyaset tarzıdır. Burjuva siyaset tarzı olmasından dolayıdır ki, halkın duygularını, istemlerini, acılarını kendi çıkarları için kullanarak hedeflerine ulaşmak ister.
Karşıdevrim saflarında popülizmin ele alışı, kendi sınıf menfaatleri gereği, toplumu devlet asası ile zapturapt altına alma amaçlıdır. Bazen de ırkçı, milliyetçi, din tüccarlığı yoluyla kitlelerin duygularına hitap ederek halkı bu duyguların esaretinde yönetmek isterler.
Devrimci-komünist hareketin saflarında popülizm illeti, bir ideolojik çizgi olarak, devrimin sosyal-sınıfsal temel kolonları üzerinden yükselme yerine, küçük burjuva popülize olmuş çelişkiler üzerinden kendisini icra etmeye çalışır. Stratejik ve taktik siyasetini, toplumun ezilen esas ve temel sınıfları üzerinden icra edip, diğer toplumsal çelişkileri devrimci siyaset sahasına çekeceği yerde, güncel olarak öne çıkan çelişkilerin peşinden sürüklenip, sınıf çelişkilerini öteleyen bir siyasal çizgiye kayar.
Popülizm, toplumsal sınıfsal çelişkilerin burjuva metotla analizi üzerinden kendisini üretir!
Marksist literatür, her siyasal eğilimin toplumsal çelişkilerden beslendiğini bize göstermiştir. Bu tanım popülizm için de geçerlidir. Dünya genelinde popülist dalganın gelişmesi, toplumsal çelişkiler ve bu toplumsal çelişkilerin sentez yönteminden bağımsız ele alınamaz. Uluslararası alanda komünist hareketin yetersizlikleri, derinleşen ulusal/sosyal çelişkiler üzerinden küçük burjuva çizgilere alan bırakmıştır. Sınıf çelişkilerini görünür kılmamak için, burjuva ideolojik merkezlerin, sosyal-ekolojik çelişkileri popülize etmesi ve toplumsal muhalefetin bu çizgilere kaymasına “olanak” sunması, popülist dalganın gelişmesine zemin olmuştur.
İkincisi, toplumsal bilgi algısıdır. Açıklayacak olursak: Popülizmin gelişimini sağlayan nedenlerden biri de objektif koşullardır. Modern kapitalist dönem olarak belirtilen süreç, kapitalist rekabetin azgın sömürüsü sonucu, köylülüğün topraktan zorla koparıldığı köle gibi fabrikalarda çalıştırıldığı, emekçilerin tüm haklarından mahrum edildiği, meta ihracatıyla (günümüzde sermaye ihracı, meta ihracının önüne geçmiştir) geri kalmış ülkelerin sömürüldüğü dönemlerden geçerek günümüze geldi.
Emperyalist sermeyenin uluslararası tekelleşme dönemiyle, dünya “yeniden” bu güçler arasında paylaşım dalaşındadır. Sermayenin aşırı kar ve büyüme hırsı, dünya halkların büyük çoğunluğu yoksulluk ve açlık sınırına mahkûm etmiş. Gerici sermaye kendisini sürekli organize ederek, kitleleri üretim içerisinde yönetmeyi ve sömürmeyi başarmaktadır. Kapitalist sistemin sömürücü özü aynı kalmakla, sermayenin yaygınlaşması, merkezîleşerek faklı ekonomik modellerle sermaye birikimi yaratmaktadır. Sermeye tekellerinin aşırı rekabeti, dünya zenginlik kaynaklarının oluşan “yeni” emperyalist dengelere göre paylaşım dalaşı, çatışma ve savaş üretmektedir.
Yaratılan bölgesel savaşlar sonucu yoksulluk büyümektedir, yüz binlerce kişi doğduğu, büyüdüğü toprakları terk ederek, zorunlu olarak başka ülkelerde yaşam umudu aramaktadır. Gittikleri coğrafyalarda, sınıfsal baskının yanında, ulusal-etnik-kültürel baskılara maruz kalmaktadırlar. Bu durum emperyalizmin yarattığı sonuçtur. Ama burjuva iktidarlar, milliyetçiliği ve ırkçılığı kaşıyarak, savaş mağduru göçmenler üzerinden sağ popülist bir dalga geliştirmekte ve milliyetçi-faşist zihniyetler üzerinden toplumsal kamplaşma yaratılmaktadır. Yabancı düşmanlığı bu konuda başat sorundur. Amaç, savaşların nedenleri dahil, sınıfsal çelişkileri manipüle etmek, iktisadi-siyasal-askeri politikalarla yoksulluğun, açlığın sebebi olan sistem sorunlarını yerli-göçmen çatışması üzerinden açıklamak… Avrupa’da yükselen milliyetçi-sağcı çizgiler, popülize edilen aynı gerici argümanlarla, göçmenlerin Avrupa’ya ve yerleşmesine karşı emekçileri mobile etmektedir. Kitlelerin yoksulluk koşulları içinde yaşamaların sebeplerini göçmenlerin Avrupa’ya gelmelerine bağlamaktalar. Açlık ve yoksulluğun sebeplerini göçmenlerin olduğunu göstermekteler.
Popülizm, gelişmesinin diğer bir etmeni sübjektif koşulardır. Dünya genelinde 1990 sonrası devrimci ve komünist hareketlerin gerilediği bir süreç olmuştur. Kapitalist sistem tüm gerici araçlarla devrimci hareketi teslim almaya yönelmiştir. Siyasal ve ideolojik olarak radikal kurumları ezmeye ve teslim almak üzere büyük projeler çerçevesinde savaş açmıştır. Devrimin önderlerini katlederek, zindanlarda rehin tutarak, kitleleri öndersiz bırakarak, devrimci ve komünist saflarda önemli zayıflamaların oluşmasına neden olmuştur. Bu durum devrimci-sosyalist-komünist partilerin kitleler üzerinde siyasal etkisinin zayıflamasını yaratmıştır. Önderlik zayıflığı, kitlelerin siyasal politik bilincindeki yetersizlik, popülist çizginin yeşerme zemini olmuştur. Yani objektif ve sübjektif koşullar popülist çizgilerin maddi temelini oluşturmaktadır. Daha net ifade edersek, devrimci durumun zayıf olduğu dönemlerde, “kurtarıcılar” popülist söylemlerle kitlelere umut olmak üzere sosyalistler ve devrimcilerin saflarında siyasal sahneye çıkarlar. Bu durum, emperyalist sistemin, devrimci kurum ve önderlerine yönelik vurduğu darbelerden daha büyüktür. Çünkü popülistlerin ilerleyen yıllar içerisinde içi hava ile dolu bir balondan ibaret olduğu anlaşıldığında, kitlelerde daha büyük yıkım ve güven kırılması yaşayacaktır. Dünya komünist hareketin tecrübelerinde bu deneyler mevcuttur.
Kapitalizme “alternatif”, “üçüncü yol sosyalistleri” ve popülizm!
Farklı koşullar içinde kendisini var eden popülistler, tarım sorununun esas olduğu dönemde, köylü hareketlerin temsilcisi olarak görünüyordu. Nesnel koşulların ortaya çıkardığı belirlemeler, tarım sorununu üzerinde köylü hareketi aleyhine bir gelişme vardı. Devletin uyguladığı ekonomik kararlara köylüleri tarım dışına itiliyordu, Amerika’da kurulan Halkın Hareketi, Rusya’da Narodnikler köylü talepleri söylemleri kullanarak popülizm bataklığı içinde itildiler-boğuldular.
Daha sonraki süreçlerde popülizmin siyasi ideolojik söylem tarzı Latin Amerika coğrafyasına kaydı, farklı ülkelerde “sosyalizm” popülitesi üzerinden, birçok burjuva-küçük burjuva çizgiler iktidara geldi. Bir nevi Latin Amerika ülkeleri popülizmin deneme laboratuvarı olmuştur. Örneğin, Arjantin’de “komünizmle kapitalizm arasında bir ‘üçüncü yol’” kampanyası sürdüren Juan Domingo Peron, popülist söylemlerle kitlelerin yüzde 56 oylarına alarak 1946’da iktidara geldi. Demiryolları, ulusal banka ve dış ticaretin önemli bir bölümünü millîleştirdi. Devletçilik ekonomi programını uyguladı. Latin Amerika Federasyonu’nun kurulması programında yer aldı. Yani, dünya genelinde adım adım uygulanan kapitalist neo-liberal ekonomi politikalarına alternatif olarak; devletçi refahçı, kalkınmacı odaklı iktisadı programın uygulamasını vadederek, petrol gelirlerini kısmi yoksullara dağıtması devletin kaynaklarını yoksullara dağıtmayı popülere etmiştir.
Kapitalist sermaye sahiplerine dokunmayan kısmi oranda gelir vergisini yasal yürürlüğe koyan Peron hükümeti, uzun süre yoksulların yanında kalması ve bunu bir sistem haline getirmesi mümkün değildi. Daha sonrası süreçlerde, Peron popülizmini devam ettiren başka popülistler Latin Amerika ülkelerinde hükümete geldiler. Latin Amerika’nın belirli ülkelerinde 1930’lar ve 1950’ler arasında ortaya çıkan bu çizgiler; Hugo Chávez, Néstor Kirchner ve Cristina Fernández, Rafael Correa, Evo Morales ve Lula da Silvalarca temsil edildi.
Aynı bağlamda 1990’da Venezüella’da gelişen ‘sol’ popülizm, İMF reçetelerine karşı ekonomini özeleştirilmesine karşı toplumsal eşitsizlikleri ve ekonomik dağılımdaki eşitsizliği azaltmak için devlet teşvikli ekonomiği politikayı ön planda tutarak, kapitalizmi geliştirdi. Venezüella’nın efsanevi sol liderlerinden Chavez dönemi Latin Amerika ülkelerinde, düzen sınırları içinde “sol-sosyalist” popülist partilerin gelişmesinde etkileyici olmuştur. Üstte Latin Amerika ülkelerinde verdiğimiz örneklerde ortaya çıkan diğer bir gerçeklik ise eşitlik, ekonomik adalet, üçüncü yol gibi söylemleri popülize etme üzerinde geniş yığınları etkileyerek iktidara gelmişlerdir. İktidara hâkim olunmasıyla kendi yandaşlarını devletin kurumlarına yerleştirdiler. Gelinen aşamada esasında tekçi yönetimle kitleler üzerinde diktatörlük uyguladılar.
Ayrıca Latin Amerika ülkelerinde özelleştirmeye karşı, kapitalist kalkınma modeli olan “Kamu İktisadı Ekonomik İktisadı” politikasını, “sosyalizm” olarak deklere etmişlerdir. Bu Latin Amerika’ya özgü bir popülizmdi, oradaki sosyolojik şekillenme ve toplumsal ekonomik çelişkiler popülizme, devletçilik, ulusalcılık fırsatları sunuyordu. Her dönem nesnel çelişkileri kullanarak farklı politik söylemleri kullanmışlardır.
Kısacası: Dünya genelinde popülist akımın gelişmesi ve halkın önemli bir kesimini etki altına alması, halkçı görünmeleri ve toplumun en yoksul kesiminin yaralarına parmak basmaları sonucu halkın bir bölümünü yanına çekmeleri mümkün olabilmiştir. Bunun sonucu olarak Latin Amerika ülkelerinde halkçı olarak görünen “üçüncü yolcular”, kitlelerin oylarını alarak seçimlerle iktidara gelmişlerdir. Ama kurdukları tüm hükümetler, neo-liberal iktisadın uygulayıcısı olmuştur.
Gerici iktidarların elinde kirli bir silah olarak popülizm!
Türkiye’nin kısa tarihine baktığımızda Bülent Ecevit’in ilk çıkışını hepimiz hatırlarız. Faşist kurumsal merkezlerden topluma, “kurtarıcı” kahraman olarak gökten indirilmişti “Karaoğlan.” Bu figür popülist söylemlerle kitlelere sunulmuştu. 1970 sonrası CHP’nin en yüksek oy aldığı dönemdi. Bunu nasıl başardılar? Elbette ki, “Karaoğlan” profili ile kitlelere umut olarak sundukları bu burjuva aktörle. “Toprak işleyenin, su kullananındır…” söylemini geniş halk kitlelerinde taban buldu. Yoksul ve topraksızlara bu şiarlar hoş geliyordu.
Bu sözlerin bir başka tanımı ise “Toprak reformu” idi. Kulağa hoş gelen ve işçi ve köylünün yarasına temas eden Bülent Ecevit’in, zamanla gerçek yüzü çıktığına da hep beraber tanıklık ettik. Yüzde yetmiş civarında köylü ve çoğunun da topraksız olanlara, “Toprak işleyenin su kullananındır…” demek büyük bir hamle olarak görüldü. “TC”nin sosyal-iktisadi krizine “çözüm” olarak üretilen bu söylem, kitleleri etkilemiş dönemin CHP’sini hükümete taşımıştır.
Uzun süredir iktidarı elinde tutan R.T. Erdoğan, söylemleri keza geçmiş dönemine benzer hatta aynı popülist söylemlerden besleniyor. Mağduriyet üzerinde ve İslam dinini kullanarak popülist söylemlerle kitlesini kendi yanında tutabilmiştir. Açlık ve yoksulluk içinde olan, sayısı küçümsenmeyen önemli bir kitlenin desteği halen yanında olması “İslam dinin lideri, kurtarıcı…” olarak bir bölüm kitleler tarafında göründüğü bir gerçekliktir.
Devrimci hareket ve popülizm
Birkaç kısa sözümüzde Devrimci hareket(ler) içerisinde popülist anlayışlara değinmek istiyoruz. Bu soruna kısaca değinmezsek yazımızın eksik kalacağını düşünüyoruz. Zira devrimci teorinin ve pratiğin arasında uçurumun açıldığı günümüzde ve devrimci hareketin zayıflandığı süreçlerde burjuva ideolojilerin çeşitli biçimleri, devrimci ve sosyalist hareket içinde kendisine zemin bulabilmektedir. Devrimci hareket içinde bu küçük burjuva ideolojik siyasetin teşhir ve tecrit edilmesi görevlerimiz arasındadır. Bunu bu çerçevede bilince çıkarmasak, değişik biçimde bu akımın kulvarında yüzmüş olacağız.
Popülizmin, devrimci hareket içinde burjuva ideolojinin bir yansıması olduğunu yazımız içerisinde belirttik. Devrimci hareket için tehlikeli olan sosyalist mücadelenin önünde engel oluşturan burjuva ideolojisinin yansıması olan popülizmin, gerçek niyetlerini ortaya çıkarılmadan kitlelerin devrimci mücadele içinde örgütlenmesi mümkün değildir.
Her kurum her örgüt içinde popülistlerin çıkması veya kurumların belirli dönemlerde popülist etkiden kalarak popülizmin araçlarına başvurmaları sürekli tarihte görünmüştür. Bu durum tek tek ülkelerin devrimine özgü olmayan her ülkenin devrimci hareket içinde yaşanan bir durumdur. Bundandır ki, sosyalist devrimizin başından sonuna kadar ortaya çıkmaları olasılıktır, mümkündür. Bizler, olağan görmezsek bile, sınıf mücadelesinin kurumlar ve örgütler içinde ki yansıması gereği, belirli dönemlerde popülizm kendisini kurumlar içinde etkin biçimde gösterecektir. Lenin yoldaşın, popülizm dışsal bir olgu olarak görmesi, küçük burjuvazinin sosyalist kurumlara dışarda yansıması sonucu olduğunu göstermektedir. Örgütlerin, kadroların önemli kesimi işçi sınıfının ideolojik dokusuyla birleşmemesi, küçük burjuva ideolojinin etkisi altında olmaları, popülist eğilimlerin kurum içine var olmasının bir ayağıdır.
Bugün devrimci hareket içerisinde bu akım oldukça yer edinmiş, bazen gündemi belirleyecek duruma gelmişler. Medyanın bütün alanları başta olmak üzere, meydanlarda da popülist sloganlar atarak, önlerine koydukları küçük hedeflere ulaşmaktır tek amaçları. Her tarihsel koşullarda olduğu gibi bugün açısından da kendi iktidarları için ne gerekiyorsa o siyaseti savunmaktalar. İlke, kural popülizmde yoktur. Pragmatist ve Makyavellist siyasete sahiptirler. Dün savunduğu bugün reddedebiliyorlar, bugün savunmadığını yarın çok rahatlıklar savunurlar. Çünkü popülistler için kitleleri ne kadar etkisi altına alacağı halkçı görüneceği önemlidir. Demokrasi özgürlükler platformu içinde küçük iktidarına kavuşmak için çok özgürlükçü çokça halkçı görünmektedirler.
Dolaysıyla, en temel özelliği, toplumun başat çelişkisinde kaynaklanan sorunların bir kısmını kendi çıkarları için kullanmaları, esas çelişkiyi görmemeleridir. Onların esas yanılgısı nesnel gerçekliği görmemeleri, sübjektif niyetlerini nesnellik yerine koymalarıdır. Aslında bunların cahil ya da geri olduklarından kaynaklı değildir bu durum. Kesinlikle de öyle anlaşılmamalıdır. Onların davranış biçimlerin bozuk oluşu, sınıf karakterleri gereğidir. Gerici burjuva devlet aygıtının, şiddetle ancak yıkılacağını asla ve asla söylemde dahi ağızlarına almazlar. Sınıf bilinçli proletaryanın tarihsel rolü ve günümüzdeki görevlerinin yerine getirilmesi hiçbir popülist siyasetçide görmek mümkün değildir.
Daha iyi anlaşılması için bir örneklendirme yaparsak yerinde olacağını düşünüyoruz. Devrimci hareket içinde popülist düşünceler ve söylemler daha fazla seçim sürecinde kullanıldığı görebiliyoruz. Her birey seçme ve seçilme hakkına sahiptir. Bu hakkını nasıl kullanacağı savunduğu siyasi ve politik düşüncenin pratikte yansıması olarak kullanır. Kitlelerin geri eğilimi sonucu popülistler seçimlerde bireyin oy kullanmasına çok anlam yüklerler. Buradaki hedef ve planları, ezilenlerin oylarının alınması için, ”her birey seçme hakkına sahiptir ve eşittir, oylarınızı kullanın, sistemi bunların başına yıkalım” gibi popülist sloganlar ortalıkta uçuşur. Ancak sistem tekelci burjuvazinin sistemidir. Kapitalist sistem içinde seçimler devletin sivil aygıtlarını yeniden tesis ettirmek, devletin sivil aygıtlarıyla halkın öfkesini törpülemek olduğunu asla belirtmezler.
Yerel yönetimlerle halkın kendi sorunlarını kısmi çözme istemi, kaşıkla alınan demokratik ve ekonomik haklar, kepçeyle sisteme verilmesidir. Devlet sistemi yerel sivil aygıtlarla kendini sürdürmektedir. Bu gerçeklik görünmeden, yerel bölgesel yönetimlere fazla misyon yüklemek, yerel yönetimlerin kazanmasıyla emekçilerin kurtulacağı gibi bir algı yaratmak popülistlerin en güçlü araçları olmuştur. Sermaye sistemi yıkılmadan, sistemin seçimle sandık başına giderek oylarını kullanmakla, sistemin yıkılmayacağı konusunda komünistler nettir. Burada popülistler, devlet ve devrim gerçekliğini es geçmekte, ezilen halkın seçimlerde oy kullanarak kendilerinin iktidara gelmeleri için sahtekarca baş vurdukları bir taktik propaganda olarak kullanmaktadırlar. Marksist devrim teorisini reddeden, halkın oylarını almak uğruna balondan ibaret popülist söylemlerle, kitleleri kandırarak seçimlerin kurtuluş olacağını algısını gelişmektedirler.
Popülizmin en belirici özeliği; küçük burjuvazinin karakteri gereği asalak olmasıdır, ezilen yoksul halkın emeğinin üzerinde yükselme sistematik yaşamı, emekçilerin, yoldaşların, arkadaşların kısacası demokrasi hareketin emeği üzerinde hedef ve çıkarlarına ulaşmak istemesidir. En belirgin özeliği kolektif emeğini gasp etmek ve çökertmektir. Kolektif bir başarının olduğu kurumların emeğinin dahi kendi çabası sonucu olduğunu söyler. Kolektif bir kazanımı dahi kendisine mal ederek büyük bedeller sonucunda kazanılan emeğe çökerler. Propaganda argümanlarında, “Biz” olarak başlasalar da esasında bencil, kendi çıkarını bütün emekçilerin çıkarın üstünde tutarlar.
Esasen sıcak sudan soğuk suya elini koyamamış, ancak demokrasi cephesinde kendisi olmadan hiçbir faaliyetin ve kazanımın olmayacağı, dolaysıyla kendi yanında tuttuğu kişilerin sürekli alkış çalarak onun alkışlayanların çoğunluk olduğunu, kurum içinde alınan kararların kendileri lehine alınması gerektiğini sürekli ısrar ederler ve ayak diretirler.
Kurumlarda kolektif iradenin olmazsa olmazı, yani devlet aygıtına karşı örgütlü bir gücün olmazsa bu büyük devinimlerin başarıya ulaşamayacaktır. Tarihte bireylerin rolü hep olmuştur, bunu inkâr edemeyiz ancak o bireyler dahi kolektif bir çalışma sonucunda fikirlerine ideolojik-siyasal-örgütsel devrimci misyon yüklemişlerdir. Devrimci mücadele geliştikçe bu kişilerin ömürleri de azaldığını, azalacağını görmek-söylemek mümkün. Çünkü popülistler devrimci dalganın inişli çıkışlı dönemlerini iyi izler ve takip ederler. Ne zaman ortaya çıkacaklarını bilirler.
Dikkat edilecek olursak komünist partilerin nihai zaferleri; proletarya başta olmak üzere geniş yığınları örgütleme iradesinin oluşturduğu devrimci güçle olmuştur. Gelişim ve siyasal iktidar yine kitlelerin örgütlü devrimci zorunun eseridir. Komünist partinin rolü önderliktir. 17 Ekim 1917’de dünyayı sarsan Sovyet Emekçilerin Sosyalist Devrim, keza Çin’de Mao yoldaş önderliğinde başlatılan uzun yürüyüş ve ulaşılan Çin devrimi zaferi, bu konuda bizler açısından yeterince öğreticidir.
Örgütsel-ideolojik-siyasal çalışma ve mücadelede, komünistler açısından tayin edici olan ilkeleridir. Her burjuva ideolojik çizgi ile ilkeleri ile mücadele ederler. Tüm ilkelerin kendisini sınadığı, denetlediği ve denetlendiği irade, ideolojik çizgide birleşmiş kolektif iradedir. Komünistler, kolektif iradeyi demokratik merkeziyetçilik ilkesine göre irade ve eylem birliğini güçlü kılarlar. Kolektif kararlar sonucunda iş bölümünü yaparlar, böyle başlarlar demokrasi mücadelesinin büyütmeye. Kolektif tartışmayla ortaya çıkan kolektif görev bölümünü her birey kendi özülüğünde ve kendi nitelik cesaret ve bilgisiyle bu görevi yerine getirir. Doğaldır ki, görevlerin yerine getirmesinde her birey farklı yerlerde konumlanır farklı işlerde meşgul olur. Her bireyin gerçekleştiği görevler sonucu bir nevi “toplumsal üretim” oluşturulur. Her bireyin kendi emeğini içine katan görevler sonucu maddi kazanımlar oluşur. Bu maddi kazanımlar bir kişiye ait değildir! Aksine her taraftarın, sempatizanın kadrosunun emeği sonucu bunlar ortaya çıkar. Popülistler, bu gerçeği görmez, kendilerinin figürünün sonucu olduğunu yansıtırlar. Bireyci egoist davranarak kolektif emeği kariyerleri için gasp ederler.
Popülist akımın en belirgin özelliklerden bir diğeri ise halk iradesinin tek temsilcileri olduğunu yansıtılmaları ve söylemeleridir. Kendileri dışında asla hiçbir kesimin halkın temsilciler olduğunu ola bileceğini inkâr ederler. Kurum içinde de aynı manevralara sahipler, geniş kitlelerin temsilcisi ve sözcüsü olduğunu anlatırlar. Kendilerinin tek yanılmaz kesim görürler.
Popülistler, sınıf mücadelesi yerine toplum, yurttaş, üstekiler, alttakiler, mikro, makro vs. kelimeleri kullanarak sınıf mücadelesini silikleştirirler. Proletarya ile burjuvazi aynı kefeye koyarlar, bunların yerine alttakiler ile üstekiler, mikro, makro gibi tanımlamaya girerek, sınıf mücadelesinin hedeflerini kapsamını zayıflatırlar. Küçük burjuvazi ile proletarya arasında ki sınıf farklılıklarını inkâr ederler. Kullandıkları söylem sınıf mücadelesini manipüle eden, halkı kutuplaştıran söylem tarzıdır. Proletarya burjuvazi yerine alttakiler, üsttekiler gibi sınıfları birbirinde ayrıştırmayan davranışı göstererek, aynı sınıfa mensup emekçileri birbirine karşı kutuplaşmaktadır. Yanı söylemi sınıf farklılıkları ele almamaktadır.
Sonuç olarak yazımıza nokta koyarken; Popülistleri var eden nesnel gelişmeleri üstte yazımızın içeresinde değindik. Bu nesnel gelişmeleri kullanan popülistler siyasi amaçlarını gerçekleştirirler. Objektif durumu sürekli kendi dar çıkarları için kullanırlar.
Popülistlerin devrimci mücadele içinde yeri ve objektif olarak oynadığı rolün devrimci harekete karşı oynadıkları misyonudur. Üstte belirtiğimiz popülistlerin tarihteki rolü, devrimci kitlelerin devrimci öfkesini düzen sınırı içine çarçur ederek, sosyal toplumsal patlamaları engellemektedirler. Latin Amerika’da, iktidara gelen “sol” popülistler devrimci yolda yürüyen geniş kitleleri kandırarak, devletçi, millici, orta yolcu yöntemlerle kitlelerin sisteme karşı hoşnutsuzluğunu düzen sınırları içinde eritmişlerdir.
Devrimci kurumlar içinde boy veren popülizmde aynı göreve taliptir. Kitlelerin devrimci öfkesini kendi çıkarları için kullanarak hedeflerine ulaşmaları için onların temsilcileri olduğunu, kurtarıcı oldukları yalanlarıyla kitlelerin devrimci militan enerjisini kendi siyasal potasında eritmişlerdir. Devlet iktidarının yıkılarak halkın iktidarının kurulması önünde engel oluşturan popülistler, düzen sınırları içinde sistemin belirli yönlerinin tamir edilmesini amacındalar. Devletin zorla yıkılarak yerine proletaryanın iktidarının kurulmasını istemezler. Her dönem pratikte farklı kılıflara bürünen popülistler, sosyalist mücadele içinde farklı biçimlere bürünerek sınıf mücadelesi içinde görüneceklerdir. Dolaysıyla burjuva ideolojisine karşı sürekli uyanıklığımızı koruyalım, teşhir ve tecrit edelim.