Devlet denilen baskı mekanizması, ordu, yargı, anayasa ve bürokrasiyle sınırlı değildir. Bu resmileştirilmiş ve yasal statülerle korunmuş olan aynı zamanda prosedürlerle meşru kılınmış organizasyondur. Organizasyondur çünkü azınlığın iktidarı ancak kurumsal yapıların eş güdümlü faaliyetiyle güvenceye alınır. “Güvenlik” denilen kavram bura üzerine bina edilir. Baskının akılcıl kılınmasının bir basamağıdır. Devlet bu açıdan, kavramları, olguları, sınıf pozisyonuna uygun bir biçimde içerik verir. Azınlığın devleti değil de, halkın devleti, bürokrasinin ordusu değil de, halkın ordusu, ayrıcalıklı sınıfların yargısı değil de, demokrasinin yargısı… Bu nedenle kavramlar sınıfların emellerini, amaçlarını örtmek için bu biçimde dizayn edilir. Devlet bu açıdan büyük bir manipülasyon aygıtıdır da. Joseph Goebbels, Nazi Almanya’sının propaganda bakanlığını yaparken, azınlığın çıkarlarını, yoğun propagandalar ve devletin ideolojik aygıtlarıyla birlikte genel çıkarıymış gibi kabul ettirdi.

Kavramlar ve olgular bir sınıfın çıkarına göre biçim alırken, manipülasyon gerçeğin perdelenmesini görevini üstleniyordu. Kitlelerin çığırdan çıkmış faşist faaliyetleri bunun bir ürünüydü. Dolayısıyla devlet politik şiddet aygıtı olduğu kadar, politik şiddet yaratma aygıtıdır da. Bunu yaparken, her daim görülen şiddet aygıtlarını devreye koymaz. Çünkü bununla sınırlı hiçbir devlet yoktur. Bunun sebebi sınıf diktatörlüklerinin her bir şiddeti, görülen şiddet aygıtlarıyla devreye koyamamasıdır. Birinci neden bu iken, yine “illegal” yapılanmaların zorunlu bir ihtiyaç olmasından ileri gelir. Bu ihtiyaç, paramiliter güçlerin ve unsurların devletin organik bir bileşeni, özel kuvvetleri olarak sınıf diktatörlüklerinin güvencesi durumundadır. Bu her bir devlet için böyleyken, “T.C.” için de esas dayanaklardan biridir. Yani devlet denilen şiddet ve baskı aygıtı, görünen görünmeyen, dolaylı dolaysız, legal illegal parçaların bütünlüğünden meydana gelir. “T.C.” devleti Osmanlıdan günümüze, “illegal” şiddet aygıtlarıyla eş güdümlü olarak “yasallaşıtırılmış” şiddeti kimi zaman eş güdümlü, kimi zaman ise birbirinden bağımsız olarak devreye koymuştur.

Coğrafyamızdaki Tüm Katliamlar Devletin Teşviki ve Organizasyonun Bir Parçası Olarak Gerçekleşmiştir

Coğrafyamızdaki katliamlar ve tek tek gerçekleşen politik cinayetler, devlet ve onun bürokrasisinden bağımsız düşünülemez. Devreye giren her bir şiddet eylemi, istisnasız olarak politik saikler vasıtasıyla devreye girmiştir. Üretilen ideolojinin, ideolojik aygıtlarla oluşturulan bilincin, fail ya da failler vasıtasıyla cisimleşmesidir. “T.C.” devletinin tarihi irdelendiğinde, bu unsurlara biçilen anlam net bir şekilde görülür. Aydınlar, sanatçılar, gazeteciler ve farklı kimlikleri, inançları temsil eden öznelerin katliamı bu zeminde gündemleşmektedir. Ancak bu tip katliamlar her daim görünen şiddet aygıtlarının devreye girmesiyle oluşmaz. Çünkü devletin demokrasi, adalet ve eşitlik biçiminde ifade ettiği şeyin, akılcılığını yitirilme riski söz konusudur. Bu ön görünün bir sonucu olarak, “illegal” olana bu sorumluluk verilir. Sonuca ve katliama bu unsurlarla gidilmesi, düzmece bir senaryonun işlerlik kazandırılmasını ve suçun örtbas edilerek, tek bir kişiye yahut küçük grupların sorumluluğuymuş gibi sunulur. Bunun adı “faili meçhul” olarak tanımlanır.

Coğrafyamızda “aydınlatılmamış katliamlar” denilen şey, devletin kendi uzuvlarının teşhir olmamasını sağlama girişiminin parçasıdır. Fakat özgünlük şudur ki; devlet bunu araştıran, soruşturma açan bir izlenim vasıtasıyla kendi suçunu “münferit” olaylar derekesine indirgeyerek, hedefi şaşırtır. Bunu yaparken hem “faillerin aydınlatılması” hem de kendi inşa etmiş suçun güvenliğini sağlamayı eş güdümlü ilerletir. Bunun bir sonucu olarak, sınıflı yargı devreye girerek zaman aşımı, iyi hal ve çeşitli yasal düzenlemelerle kendi “faillerini” korur. Bu çok nadiren şu biçimde de gelişebilir; devletin planlaması dahilinde gerçekleşen herhangi x katliam ya da saldırı ulusal ve uluslararası arenada ilgili devletin aleyhinde gelişmelere vesile olacaksa, x katliamı yine bizatihi sınıflı yargıyla göstermelik prosedürlerle mahkûm edilir. Bunun iki nedeni bulunur, biri toplumsal alanda suçunu, tekil unsurlara yükleyerek gerçeği perdeleme, ikinci olarak da kamuoyunda meşruluğunu sağlamayı amaçlamaktadır. Yani en nihayetinde, her şey baştan aşağı bir kurmacanın parçası olarak sahaya sürülür. Faşist “T.C.” devleti bu noktada son derece ihtisaslaşmıştır. İhtisaslaşmanın yanı sıra en kapsamlı ve derin paramiliter güçler “T.C.”nin temel dayanağı durumundadır. Antikomünizm ekseninde açığa çıkan bu devlet yapılanmaları tarihsel ve toplumsal ilerleyişin parçası olarak kendi sürekli güncellemiştir. Bu kimi zaman kontrgerilla ve JİTEM olarak kodlanırken kimi zaman ise SADAT AŞ ve Ülkü Ocakları, “Halk Özel Harekât Dernekleri” gibi tanımlamalarla yasallaştırılır. Ama en nihayetinde içeriği ve niteliği devletle kurmuş olduğu bağla anlam kazanır. Merkezileşen ya da merkezileşmeyen bütün parçaları devletin uzantıları olarak esasta resmi ideolojinin ve üniter devletin çıkarları zemininde konumlandırılsa da bunun yanı sıra egemen olan kliklerin ihtiyaçlarına binaen de inşa edilirler.

AKP’ye bağlı onlarca paramiliter gücün bulunmasının bir yanı da bu ihtiyaçtan doğru hasıl olmaktadır. Bazı özgün dönemlerde “CHP’ye tahdit unsuru olarak” bu güçlerin devreye gireceği tanımladığımız özgünlüklerle ilişkilidir. Bu yapılanmaların çok çeşitli görevleri ve ihtiyaçlar doğrultusunda sorumlulukları vardır. Gelişmeler, koşullar ve dengeler pasif ya da aktif kılar. Bu sadece ulus sınırları içerisinde kalmakla da sınırlı kalmaz. Emperyalist güçler, ya bu unsurlarla iç içelik halindedir ya da kendi hiyerarşisine bağlı özgün örgütlenmeleri söz konusudur. Coğrafyamızda özelde, 70 yıllardan sonra ABD emperyalizmi kontra faaliyetler eksenin antikomünist milis gücünün ve bunun yeraltı örgütlerini aktif oluşturmuştur. Bu açıdan paramiliter güçlerin temel konumlanışı, gelişen ve gelişme olasılığı taşıyan dinamiklerin tasfiyesine kilitlidir.

Özetle tarif ettiğimiz bu genel tablo, dün olduğu gibi bugünde yeniden ve yeniden inşa edilerek güncellenmektedir. Bu gerçeğin ışığında istisnasız olarak coğrafyamızdaki toplu ve tekil tüm katliamlar devletin teşviki ve organizasyonun bir parçası olarak gerçekleşmiştir. Özü faşizme dayanmak suretiyle, tekçilik, milliyetçilik ve şovenizm biçimde boy verir. İrdelendiğinde görülecektir ki, aydınlardan sanatçılara, bilim insanlarından yazarlara gazetecilerden sendikacılara kadar gerçekleşen pusular, işkenceler, kaybetmeler, infazlar, fiili ve psikolojik şiddetin diğer biçimleri aynı meşrepten beslenmektedir. Sebahattin Alilerden Musa Anterlere, Turan Dursun’dan Uğur Mumculara, Bedreddin Cömert’e… Sayamadığımız nice katliamlar bu bağlamın parçasıdırlar. Kimlik, inanç, milliyet, politik duruş, sistem karşıtlığı vb. pozisyon alışlar, devletin pratik ve ideolojik konumlanışıyla örtüşmediğinden dolayı hedef alınırlar.

Katliam Öncesi ve Sonrası Gelişmeler Hrant’ın Devletin Gözetiminde Katledildiğini Ortaya Koymaktadır

19 Ocak 2007’de yazarı olduğu Agos gazetesinin kapısında katledilen Ermeni yazar Hrant Dink’in katledilmesi tam da bu konsepte gelişmiştir. Agos gazetesinde yazdığı bir yazı dolayısıyla “Türklüğe hakaret” suçlamasıyla karşı karşıya kalmış ve hapis cezası verilmişti. Yazılan yazının akabinde şoven ve milliyetçi protestolar gerçekleşmiş, burjuva basında hedef göstermişti. Uzun süre tehditler ve çeşitli biçimlerde baskı altında kalan Hrant Dink, tehditler dolayısıyla savcılığa başvurmuş fakat herhangi bir geri dönüş alamamıştı. Tüm gelişmeler devam ederken, Hrant Dink, 19 Ocak 2007’de Ogün Samast tarafından suikaste uğrayarak katledilmişti. Katliamdan sonra gözaltına alınan Ogün Samast, Yasin Hayal, Erhan Tuncel, Ahmet İskender ve Ersin Yolcu katliamın arkasında yer alan planlayıcılar olduğu ilk etapta açığa çıktı. Daha sonraki süreçlerde ise Jandarma istihbarattan, MİT İstihbarata ve Emniyet İstihbarata kadar devlet görevlileri dosyada yer edindi. Sürdürülen yargılamada sonuç olarak Ogün Samast’a 18 yaşını doldurmadığı gerekçesiyle makul bir ceza verildi. Diğer faillerde farklı cezalar aldı. Verilen cezalar örgüt bağlantısını yok sayarak gerçekleşti. Yanı sırada dosyada İstanbul, Trabzon ve Samsun İl Emniyet Müdürlükleri ve Jandarmanın yanı sıra MİT’in elinde bilgiler olduğu açığa çıktı. Ve gerçeğe aykırı belgeler düzenlendiği, koruma ve operasyonların yapılmadığı gibi bilgiler süreç ilerledikçe gün yüzüne çıkmış oldu. Agos Gazetesi Genel Yayın Müdürü Hrant Dink’in katledilmesine giden süreç ve gelişmelerin özeti kısaca bu şekilde gelişti. Katliam öncesi ve sonrası gelişmeler Hrant’ın devletin gözetiminde ve bilgisiyle katledildiğini ortaya koymaktadır. Faillerden birinin Büyük Birlik Partili olması, diğerinin polis muhbiri olması ve bununla birlikte yerel istihbaratların sürecin içinde yer edinmesi, bu katliamın devletin bizatihi yönlendirmesi ve bilgisiyle gerçekleştiğini tüm çıplaklığıyla ortaya koymaktadır.

Ermeni ulusuna mensup olan ve gençlik sürecinde bir dönem hareketimiz içerisinde de yer alan Hrant Dink, bir yazının içeriğiyle sadece hedefe oturtulmamıştır. Hrant Dink’in kişisel yaşamı ve Türk egemenlik sistemi ve resmi tarihiyle açık çatışma yürütmesi onun katledilmesinin dayanaklarını oluşturmaktadır. Her süreçte olduğu gibi faşizm ideolojik ve siyasi dayanaklarına yönelik gerçekleşen eleştiri ve muhalefeti bastırmayı, tasfiye etmeyi varlığının teminatı olarak görür. Bu perspektiften bakabilen her insan Hrant’ın katledilmesinin münferit ve kendiliğinden gerçekleşen ir cinayet olmadığını görür.  

Coğrafyamızda azınlık inanç ve milliyetlere yönelik yağmacı ve talancı planlamalar ve organize edilen sistemli asimilasyona dayalı politikaların dayandığı ideolojik zemin faşizmdir. Yani Hrant Dink’in katledilmesi, bu motivasyondan bağımsız değildir. Göstermelik yargılamalar, gerçeğin perdelenmesi görevini görür. Daha ötesini değil. Bu açıdan Ogün Samast’ın 18 yaşından küçük olması özel bir tercih ve öngörüyle ele alınmıştır. Bırakılması ise tamda bu ön görüye binaen gelişmiştir.

Son zamanlarda ifade edilen “Hrant Dink’in öldürmesinde FETÖ rol üstlendi” yaygarası AKP ve devleti aklamaya yönelik bir girişimdir. Esas yanı gölgelemek, suçları kendi alanının dışına itmek üzerine kurulu devreye koyulan bilinçli çarpıtma ve aklama girişimidir. Gerçekleşen bu katliam şunu da tekrardan teyit etmiştir. Devlet iktidarda olanla sınırlı değildir. Burjuva muhalefetiyle bir bütündür. 14 yıl önce helikopter kazasında yaşamını yitiren, Büyük Birlik Partisi kurucusu ve ilk genel başkanı Muhsin Yazıcıoğlu’nun, “Devletimiz için büyük bedeller ödemiş bir partiyiz” sözleri, devletin görünenle sınırlı olmadığı ve paramiliter güçlerin bu burjuva partiler vasıtasıyla yasallaştırılmasının sağlandığının beyanıdır. Yasin Hayal’in BBP üyesi olması bu açıdan tesadüf olmayıp faşizmin, parçalardan merkeze, yerelden genele örgütlenme modellerinin dışa vurumudur. Faşist “T.C.” tarihi bu dolaylı ilişkilenmelerin sonucu olarak seçercesine birçok katliamı dahil etmiştir. Ermeni bir gazetecinin katledilmesi Türk- İslam sentezli ideolojik kodun göstergesi, soykırımın tekil mecralarda “münferit ellerle” sürdürülmesidir. Bu ideolojik dayanaklar devletin varlığını bina ettiği ve bir bütünlükler toplamını oluşturmaktadır. Dolaysıyla bunların ayrı durması aynı amaç ve hedeflerini gölgelemez.

Faşist Keyfiyet ve Faşist Katliamlara Karşı İstikrarlı Direnç Oluşturmak Şarttır

İçerisinden geçtiğimiz çökertme ve tasfiyeci konsept buna eklenen açık faşist “T.C.” devletinin yeniden yapılanma sürecinin birer parçasıdır. Bu konseptin bir parçası olarak Sivas Katliamı failleri tahliye edilirken, eş güdümlü olarak zaman aşımının devreye girmesi, Bahçelievler Katliamı faili Haluk Kırcı’nın bırakılması, Bahçeli’nin kadim dostu Çakıcı’nın affı ve son olarak da Ogün Samast’ın tahliye edilmesi ve birçok faşist unsurun salıverilmesi, önünün açılması ve ortak hareket edilmesi bu konseptin bir parçası olarak görülmelidir. Bu ve benzer birçok gelişmenin işaret ettiği nokta ise AKP-MHP koalisyonun bütün faşist unsurları bünyesinde toplayarak, devrimci, komünist, Kürt, Ermeni, Yahudi ve Rum karşıtlığını tek merkezden, en militan güçlerle birlikte organize etmekte oluşudur… Tüm bu gelişmeler ve faşizmin niteliği karşısında kitlesel temelde, tepkiler örgütleme ve meşruluk zemininde hareket etme kazanımları yaratabilir. Gelişen olaylara karşı gelişecek meşru eylemler, faşist keyfiyeti sınırlandırır. Büyük tepkiler, büyük kitlesel eylemler ve fiili meşru zemine dayalı devrimci mücadeleler kazanımları sağlar. Faşizmin bazı süreçlerde geri atması, zorunlu olarak çeşitli haklar tanıması ve sürekliliği sağlanmış eylemler karşısında taviz vermek zorunda kalması mücadelelerle inşa edilir. Kitlesel öfke, kitlesel örgütlü karşı koyuşa döndürülmek zorundadır. Cumartesi Anneleri’nin istikralı eylemliliğe dayalı seferberliği, faşist kuşatma içerisinde kazanımla sonuçlandı. Bu açıdan faşist keyfiyet ve faşist katliamlara karşı istikrarlı direnç oluşturmak şarttır. Sivas Katliamı faillerinin serbest bırakılmasının akabinde, sürekliliği sağlanmış ve meşruluğu esas almış tepkiler örgütlenebilseydi, Ogün Samast tahliye edilmezdi. Bu açıdan faşizmle yönetilen ülkelerde en küçük kazanımın büyük emekler ve bedellerle ödendiği gerçeğini unutmamak ve bu gerçekliğe göre mevzilenmek bir zorunluluktur.

Önceki İçerik“T.C.”nin Yargı Organları Arasında Yaşanan Kriz, Burjuva Klik ve Güç Odaklarının Çatışmasıdır!
Sonraki İçerikTürkiye- Kuzey Kürdistan’da Derinleşen Ekonomik Krizin Gençlik Üzerindeki Etkileri Üzerine