Kapitalist-emperyalist sistemin içine düştüğü ekonomik ve siyasal krizin yol açtığı yoksulluktan, işsizlikten dolayı geniş yığınlardaki hoşnutsuzluk her geçen gün artıyor. Başta Türkiye-Kuzey Kürdistan halkları olmak üzere dünya halkları derin bir huzursuzluk içinde deviniyor. Bugün dünyanın farklı coğrafyalarında esas olarak kendiliğinden gelişen kitle hareketleri tam da bu gerçeğe işaret ediyor. Emperyalistler arası çelişkiler keskinleştikçe saflaşmalar da belirginleşmekte. Emperyalist blokların başını, ABD, Avrupa Birliği, Çin ve Rusya çekmektedir. Japonya önemli emperyalist bir güç olarak ABD’ye daha yakın durmaktadır. Sonuçta gelinen aşamada emperyalist kapitalist sistem iki kutup olarak; ABD, Avrupa Birliği bir blok, Çin ve Rusya’nın başını çektiği diğer blok arasında, kıyasıya bir çatışmanın devam ettiğine tanık oluyoruz.
Kapitalist dünyanın yirminci yüz yıl boyunca başlıca hedefi, SSCB’yi yıkmak, yeni devrimlerin önünü kesmek ve dünya pazarına hakim olmaktı. SSCB’nin dünya halkları ve işçi sınıfı içinde kazandığı yüksek prestiji ve giderek genişleyen etkisini zayıflatıp, gelişme doğrultusunu tersine çevirmek üzere kapitalizmin tüm güçlerinin “birleşik bir seferberliğini” gerçekleştirmeye koyuldu. Truman Doktrini ve Marshall Planı NATO’nun kuruluşu, Bağdat Paktı-CENTO ve Yeşil Kuşak Projesi bu strateji kapsamında gündeme geldi. Savaş sonrası yirmi yıllık dönemde kapitalist ekonomik büyüme nispeten hızlı gerçekleşti. Tekeller, teknik bilimsel gelişmelerin sağladığı olanakları kullanarak eski ve bilinen hammadde kaynaklarının yanı sıra henüz açıkça keşfedilememiş kaynakları da denetimlerine almak için kıyasıya rekabet içinde oldular. Makine ve kimya sanayinde, demiryolu ve deniz ulaşımında daha ileri adımlar atıldı. Bağımlı ülkelere sermaye ihracı arttı. Bu ülkelerde kapitalist gelişme hız kazandı. Sermaye ihracı açısından altyapının, ulaşım ve iletişimin gelişmişlik derecesi de önem taşıyordu. Üretim ve dolaşım maliyetlerinin teknolojik gelişme ile dolaysız ilişkisi, sermaye ihraç alanlarının belirlenmesinde giderek artan şekilde rol oynadı. Büyük kapitalist güçlerin bağımlı ülkelerin pazarıyla yetinmeyerek birbirlerinin pazarına da sermaye ihraç etmeleri, ikinci dünya savaşı sonrası on yıllarda artış gösterdi.
Birkaç emperyalist ülke, toplam dünya ihracat-ithalatının büyük bir bölümünü denetiminde tutuyor: 2020 yılı itibariyle Çin 2 trilyon 591 milyar dolar, ABD 1 trilyon 431milyar, Almanya 1 trilyon 380 milyar, Rusya 331 milyar dolar tutarında ihracat yapmıştır. Aynı yıl için yüksek teknoloji ürünleri ihracatında Çin 654 milyar dolarla ilk sırada yer alırken, Almanya 210 milyar dolarla ikinci, Güney Kore 193 milyar dolarla üçüncü, ABD 156 milyar dolarla dördüncü, Rusya 10,2 milyar dolarla 29’uncu sırada yer almıştır. Amerikan dergisi Forbes’in 2021 yılı verilerine göre, dünya imalat sanayi üretiminde Çin 3 trilyon 868 milyar dolar ile ilk sıraya yer alıyor. Onu 2 trilyon 308 milyar dolar ile ABD izliyor. Japonya üç, Almanya dördüncü sırada. Rusya ise 212 milyar dolarlık imalat ile 11. sırada bulunuyor.
Pazarlar Rekabetinin Sertleşmesi, Uluslararası Siyasi Askeri Politikalara Da Yansıdı. İki Büyük Nükleer Güç Karşılıklı Olarak Silahlanmaya Hız Verdi.
Militarizm tüm kapitalist ülkelerde güç kazandı. Silah sanayi kapitalist ekonominin güçlendirici sektörlerinden biri haline geldi. 2022 yılı ilk çeyreğinde 1 trilyon 100 milyar dolarlık kesimi NATO üyesi ülkelere ait olmak üzere, dünya genelinde askeri harcamalara ayrılan miktar 1 trilyon 900 milyar dolara yükseldi. 70’i aşkın ülkede 800 civarında askeri üssü bulunan ve kendisinden sonra gelen 7 büyük devletin toplamından daha fazla kaynağı silahlanmaya ayıran Amerikan emperyalizmi, Asya-Pasifik, Ortadoğu, Afrika, Balkanlar ve Doğu Avrupa bölgesinde egemen güç olma politikası doğrultusunda artan şekilde daha ileri düzeyde silahlanırken, işbirlikçilerini de silahlanmaya teşvik etti.
Dünya toplam silah satışının dörtte birini elinde tutan ABD, 2017-2021 döneminde dünyadaki toplam silah ihracatının % 39’unu gerçekleştirdi. Onu %19 ile Rusya; %11 ile Fransa, onları da Çin ve Almanya izliyor. Silah ithalatı 2017-2021 döneminde, Avrupa’da %19 oranında artış gösterdi. İngiltere, Norveç ve Hollanda Avrupa’nın en fazla ithalat yapan ülkeleri oldular. Katar, petro-dolar ve turizm gelirleriyle sağladığı muazzam olanaklardan yararlanarak silah ithalatında yüzde 227’lik bir artışla dünyanın en büyük silah ithalatçıları arasında 6. sıraya yükseldi
ABD’nin 2021 yılı için silahlanmaya ayırdığı kaynak 778 milyar dolardır. Onu, 252 milyar dolar ile Çin izliyor. Olaf Scholz hükümeti, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısını fırsat sayarak silahlanma için 100 milyar euro ek kaynak oluşturacaklarını açıkladı. Almanya bu “özel fonla” birlikte askeri harcamalar için kaynağı 171 milyara çıkararak ABD ve Çin’den sonra silahlanmaya en çok para ayıran üçüncü ülke durumuna yükseldi. ABD’den 35 adet F-35 savaş uçağının alınması için girişimler başlatıldı ve Almanya’nın NATO ordularına mali katkısının %2’ye çıkarılması kararlaştırıldı. 73 milyar dolarla Hindistan, 61,7 milyar dolar ile Rusya ve yine 45 ila 60 milyar dolar arasında değişen miktardaki paylarıyla İngiltere, Suudi Arabistan, İsrail, Fransa, İtalya, İspanya, Hollanda, Polonya, Türkiye, Japonya ve G. Kore silahlanmaya daha fazla kaynak ayırdılar. Kullanılmaları durumunda dünya nüfusunun ve organik yaşamın denebilir ki tümüyle yıkımına yetecek miktar ve güçte nükleer silah üretilmiştir. ABD ve Rusya en fazla nükleer savaş başlığına sahip iki ülkedir. ABD ateşlenmeye hazır 1800, Rusya 1625 savaş başlığına sahipken, depolanmış savaş başlıklarıyla birlikte ABD 5550, Rusya 6255 nükleer savaş başlığını elinde tutuyor. Çin’in ise 350 nükleer başlığı bulunuyor. Birbirleriyle rekabet içindeki emperyalist güçler, pazarda “aslan payı”nı kapmak için boğazlaşmaya dek tüm araç ve yöntemleri kullanırlar. Sermaye ihracı, mali bağımlılık, askeri politikalar bunlar arasındadır. Dünyadaki bu gelişmeler emperyalist güçler arasındaki çelişki ve çatışmaların arttığını ve daha da artacağını göstermektedir. Daralan pazarlar emperyalist güçlerin çatışma nedenlerinin başında geliyor. Muazzam düzeyde artan silahlanma, darbeler, bölgesel çatışmalar, stratejik durumdaki kimi bölge ve ülkelere her türlü silah, araç gereç, asker yığmalar gibi yeni bir emperyalist dünya savaşının taşlarının döşendiğini bize gösteriyor.
Savaş Ve İktisadi Krizlerin Sonuçları Ezilen Yığınları Fatura Ediliyor!
Tüm bu gelişmelere bakıldığında, günümüzde bölgesel savaşlar üzerinden sürdürülen emperyalist savaşlar ve emperyalist bloklar arası pazar çatışması, bir hegemonya yarışına dönüşmüş bulunuyor. Bu güç yarışında ezilen halklara yönelik sözbirliği içinde olan egemenler, muhalefetsiz bir yolda ilerlemek istiyorlar. Uluslararası alanda sömürü, baskı, saldırı ve ilhaklar son dönemlerde giderek artmış ve katmerli boyutlara tırmanmıştır. Emperyalist devletler ve onların güdümündeki gerici devletlerin, tüm ezilen sınıflar ve toplumlar üzerindeki saldırı furyası, had safhaya ulaşmış durumda. Öyle ki, uluslararası hakim sistem bir taraftan mevcut sorunların bedelini giderek ezilen yığınlara ve mazlum uluslara daha fazla yüklerken diğer taraftan saldırılarını da daha acımasız ve daha şiddetli boyutlara tırmandırmış durumdadır. Savaşlar, Kâr hırsı, hegemonya kavgası, jeo-stratejik emeller, emperyalistleri ve onların güdümündeki devletleri; halklara ve mazlum uluslara karşı daha saldırgan, daha acımasız kılmıştır. Bunun sonucu günümüzde birtakım ülkeler doğrudan askeri saldırılara, işgallere maruz kalmıştır. İşgal altındaki topraklarda yapılan saldırı ve katliamlarla kitleler daha açıktan hedef alınır duruma gelmişlerdir. Ve bu saldırılar sonucu kitlesel katliamlara, soykırımlara yol açmaktadır. Bu minvalde ezilen yığınlar hedef alınmaktadır.
Emperyalist güçlerin belirlediği her politika, ekonomik ve siyasal olarak sorunlar yumağı olarak karşımıza çıkmaktadır. Ve bu politikaların en ağır faturaları, yine ezilen ve sömürülen toplumsal sınıf ve katmanlara ödetilmektedir. Emperyalistlerin kapsamlı savaş ve ekonomik saldırılarına karşın, süreç toplumsal muhalefetin gelişimini mayalamaktadır. Faşist iktidar, iktisadi-siyasal-sosyal saldırılarla, yaşadığı büyük çözülme ve gerilemeyi durduramayacak ve gelişen kitle hareketleri devrimci bit çizgide merkezileştikçe, kazanan ezilen ve sömürülen işçi sınıfı ve ezilen halklar olacaktır.