Dünyadaki ekonomik kriz sonucunda birinci emperyalist savaşın çanları çalındığında, Osmanlı yönetim sisteminde İttihat ve Terakki örgütünün de yönetimi ele geçirdiği zamandır. Bu gerici emperyalist savaş da, milyonlarca insanın ölümüne vesile olmakla kalmadı, tüm dünyanın açık ve zorla yeniden paylaşımının ilk kapsamlı süreci oldu. Özellikle Asya, Afrika ve Ortadoğu’da cetvel çizimi sınırlara hapsedilmiş, yeni yeni uluslar tanımlanırken ezen-ezilen, sömüren-sömürülen çelişmesinin çözümünü tarihsel görev olarak alan işçi sınıfı da, bu köhnemiş binlerce yıllık mülkiyet sisteminin gelişme kapısını kapatarak 1917 Ekim Devrimi’yle tarihe müdahale etti.

Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda Osmanlı İmparatoru yenildi. Osmanlı içerisinde önemli görevler edinen İttihat ve Terakki Cemiyeti içerisinde yer alan paşaların Anadolu’da bir Türk devleti kurma projesi içerisine girdiklerine tanıklık ederiz. Bu proje çerçevesinde Türk İslam sentezi argümanı, kurulacak devletin niteliğine işaret ediyordu.

“Kurtuluş Savaşı”nın baş aktörü M. Kemal ve ekibi, Anadolu’daki diğer ulus ve azınlıklara öncelikle demokrasi sözü verdi. Anadolu’da kurulacak, devlet sınırları içersin de yaşayanların tümü kardeşçe, birlikte yaşama konusunda Türk ve Müslüman olmayan halklara teminat verdiler.

Daha sonraki süreçte tek dil, tek milliyet, tek inanç ideolojik kotlarını yasallaştırarak, nitekim “Kurtuluş Savaşı” olarak bilinen süreç, 29 Ekim 1923‘de Türkiye Cumhuriyeti’ni ilan edilmesi ile son bulur. Ki, bu cumhuriyetin ilanı, uluslararası güçlerin verdikleri tapu idi. Cumhuriyetin ilanı ile başlayan ulus devlet zihniyeti, faşist fikirlerle donanan Ziya Gökalp’ın tekçi zihniyeti çizgisinde Türk ve Müslüman olmayanları lokma lokma yemeye başladılar.

Kürt Ulusunun Demokratik Hakları Ellerinden Zorla Alındı

Böylece Cumhuriyetin kilometre taşlarını döşemeye koyuldular. 1921 Anayasası ile diğer ulus inançları bir arada tutan Kemalistler, uluslararası güçler tarafından cumhuriyet tanındıktan sonra, 1924 Anayasası’nı yürürlüğe koydular. Bu yasayla, Türk ırkı dışında her kesimi Türkleştirme, Türk ve Müslüman olmayanları belirli planlar çerçevesinde soykırımdan geçirmeyi hedeflediler. Çünkü önlerinde soykırımdan geçirilmiş Ermenilerin henüz kurumamış kanlarıyla başarılmış bir tecrübe vardı… Şark Islah Planı ile işaretlenen hedef bu kez Kürtlerdi. Kürt ulusunun demokratik hakları ellerinden zorla alındı ve Kürdistan dört parçaya bölündü. Böylece fiili olarak ilhak edildi.

Tek ulus, tek milliyet zihniyeti hâkim hale getirildi. Kurtuluş savaşı esnasında verilen tüm vaatler inkâr edilmişti Kemalistler tarafında. Sünni İslam bayrağı altında yaşamak zorunda bırakılmıştı Kürt ulusu.

Sünni İslam’ı kabul etmeyenlerin “katli vaciptir” düşüncesi tam anlamıyla ta o vakitler hâkim hale gelmiştir.

Nitekim yukarıda kısaca vurguladığımız soykırımcı zihniyet sadece Kürt, Ermeni, Alevi-Kızılbaş, Pontus vs. düşmanlığı gütmüyordu. Bakü’den Anadolu’ya gelen Komünist Hareketi’n temsilcisi, Mustafa Suphi ve yoldaşlarını bir plan dâhilinde Karadeniz sularında katlettiler. Komünist siyasete sempati besleyenler, Kemalistler tarafında saf dışı bırakılmış, geri kalanlar ise tutuklanmıştır. Üstte belirtiğimiz saldırılar Cumhuriyetin kurulmasının öncesi ve sonrasından bugüne kadar çok boyutlu biçimler alarak sürdü/sürüyor.

Şurada tarihsel bir olgunun altını çizerek belirtmek isteriz ki, Türk Cumhuriyetinin kurulmasının tam bağımsızlık koşulları içinde gerçekleştiği söylemleri gerçeklerle bağdaşmayan, uydurulan hikâyelerden ibarettir.

Dış Güçler Çekilirken, Dış Ülkelere Siyasal ve Ekonomik Bağımlılık Şartıyla Çekilmişlerdir

Bilindiği gibi Kemalist hareket savaş içindeyken İngiliz ve Fransız kapitalist devletlerle anlaşmış, bu devletlerin desteğini alarak, Türkiye’de işgal sona erdirilmiştir. Anlatılan “zafer” hikâyelerin tümü gerçek dışıdır, tamamen yalandan bir tarihtir. Anadolu topraklarında kapitalist devletlerle yapılan antlaşmalar sonucu Türkiye’yi işgal eden devletler geri çekilmiştir. Ancak dış güçler çekilirken, dış ülkelere siyasal ve ekonomik bağımlılık şartıyla çekilmişlerdir. Türkiye’nin sömürge yapısı, yarı sömürge biçimine dönüşmüştür.

Cumhuriyeti, yoksul emekçi ve köylülerin savaşarak kazanıldığı gibi safsatalarla, kitlelerin geri duygularını okşamaktadırlar. Yoksul, mazlum halkların savaştıkları doğru ancak onlara önderlik eden işbirlikçi sınıfın savaş esnasında emperyalistlerin güdümüne girdikleri artık ayyuka çıkmıştır. Dikkat edilirse, Cumhuriyetin kurulmasında yer alanlara bakarsak; Pantürkizm ideolojisini savunanlar, ümmetçiler (Panislamcılar), Batı yanlıları, bir kısmı ise Osmanlıcılar, çok az kısmı ise ulusalcılar ve toprak ağalarıdır. Türk devleti elinde bulunduranlar bunlardı. Cumhuriyeti ilan edenler işte belirtiğimiz sınıf katmanlardır. Türk ulusunun dışında farklı milliyetleri, farklı inançları yok sayan, İttihat Terakkici’lerin zihniyeti, Cumhuriyetin kurulmasının ana temelini oluşturdu.

Cumhuriyetin kurulmasından sonraki süreçlerde görüldüğü gibi, başta Kürt ulusunun ve farklı milliyetlerin “Kendi Kaderinin Tayin Hakkı”nı yok sayarak, zorla egemen devletin çizdiği sınırların içinde yaşanmasını dayatılmıştır. Katliama uğrayan ulus ve milliyetler, yaşadıkları topraklardan sürgün edilmiş, toprakları zorla ilhak edilmiştir. Cumhuriyetin ilanına kadar uzanan süreç de ırkçı, söven köşe taşlarıyla, Türk cumhuriyetin kurulmasının ana kolonlarını oluşturmuştur. Yani, Rum, Süryani, Ermeni milliyetlerini soykırıma uğratan, Kürt Ulusunun ulusal haklarını reddedenler, işçi ve köylüleri azgınca sömürenler 29 Ekim 1923 de TBMM’de cumhuriyeti ilan etmişlerdir.

Tarihin akışı içinde faşist ırkçı kadrolar değişmiş, ancak Türk Devleti’nin ırkçı zihniyeti bugüne kadar süre gelmiştir. Bilinçli, planlı yapılan soykırım ve katliamlar halen devam ediyor. Ne yazık ki, resmi ideolojinin sonucu, geniş kitlelerin gerçeği görmesinde sis perdesi hakikatin önünü perdelemiştir. Maalesef Cumhuriyetin kurulmasına hayranlık besleyen geniş bir kitle var olduğu bir gerçekliktir.

Türkçü, Sünni İslamcı eksenli kurulan Türk Cumhuriyetinin ırkçı milliyetçi resmi ideolojisinin tasavvuru olan Cumhuriyet Bayramını, Anadolu’nun faklı yerlerinde, kentlerinde devlet törenleriyle 100 yıldır coşkuyla kutlanıyor. Cumhuriyetin 100. yılı kutlanırken hâkim sınıfların farklı kanatları, ulusalcılar, küçük burjuvazi bu kutlamaları övgüyle selamlayacaklar, sahip çıkacaklardır. Özelikle Kemalist ideolojinin siyasal etkisinde kurtulamayanlar, ulusal damarları kabaracağı kesindir. Üst üste demeç vererek, ‘Türk Cumhuriyeti’nin kuruluşunun korunması, vatan, millet, antiemperyalist benzeri söylemleri tekrarlayacaklar. Kitleleri milliyetçi, şovenist anlayışına ortak edeceklerdir. Bu kaçınılmaz…

Gerici Egemeneler, Toplumun Değer Yargısı Olan İnanç Meselesini Hep Sömürerek İktidarlarını Sağlamlaştırdılar

Lakin komünistlerin de bu tarihsel süreci, yani Cumhuriyetin gerçek yüzünü aşikâr, deşifre etme gibi görev ve sorumlukları olmasına rağmen bunu başaramadılar. Sosyalist ve komünistler, ‘Türk Devleti’nin, kutsal olmadığını, bu devleti yönetenlerin vatanları olmadığını, dinlerin dahi olmadığını anlata bilselerdi, bugün bu kutlamalar çok cılız geçeceğine inanıyoruz. İktidardaki gerici egemeneler, “Vatan-Millet” diyerek halkları bu safsatalarıyla kandırdılar. Kuruluşundan günümüze kadarki süreçte toplumun değer yargısı olan inanç meselesini hep sömürerek iktidarlarını sağlamlaştırdılar.

Sınıf bilinçli kesim için, her yıl kutlanan Cumhuriyet Bayramı, ezilen yoksul emekçilerin ve milli baskı altında inleyen ulus/milliyetlerin ve değişik inançların bayramı olmadığını bir kez daha beyan ediyoruz.

Ulus-devlet ekseninde tekçi milliyetçi zihniyetin sonucu kurulan, bugüne kadar yüzlerce katliam planlayan ve kırımlara imza atan büyük Türk burjuvazisinin ta kendisidir. Dolayısıyla bu yüzüncü yıl kutlamaları biz emekçilerin değildir-olamazda.

Türk Cumhuriyeti’nin ilan etmesi ile başlayan soykırımlar: 1925 Şeyh Said katliamı, 1928-1930 Ağrı-Zilan katliamı, 1937-38 Dersim soykırımıdır. Yakın tarihimizde ise durum değişmediğini görmekteyiz: Maraş, Sivas, 19 Aralık Cezaevleri katliamı, Roboski, Ankara Gar katliamı vs.

24 Ocak Kararları İle Ülkeyi Dış Sermayeye Peş Keş Çektirenler, Cumhuriyetin Yüzüncü Yılını Kutlayanların Ta Kendileri

Kemalist ideolojinin siyasette yansıması, ırkçılık, milliyetçilik, İslamcılık, Türkçülük olarak ideolojik genlerini kısaca ortaya koymaya çalıştık. Bu genlerin pratikte, milli baskı ve sınıfsal baskının vahşice uygulanması olduğunu da söyledik. 1980 Askeri faşist darbenin temelinde kuruluşundaki kotlara ait olduğunu, o temeller üzerinde darbe gerçekleştiğini belirttik. Eylül darbesi ve sonrasında 24 Ocak kararları ile ülkeyi dış sermayeye peş keş çektirenler, bugün cumhuriyetin yüzüncü yılını kutlayanların ta kendileri olduğunu da belirtmekte fayda var.

Bilinmelidir ki, ezilen yoksul halklarımızın bilinçli kesimi, iktidarda ve muhalefette olan burjuva kliklerini unutmuş değildir. 1990-94 yılları arasında Kürdistan ve Dersim’de yaşananlara tanıklık etmiştir. Yüzlerce devrimci, yurtsever ve sivil insanların gözaltında kaybedilmesine hep beraber tanıklık ettik. Cumhuriyetin kuruluşunda tamda bu zihniyet üzerinde kurulduğunu hatırlatmak isteriz.

Çokça, “Laik devlet…” safsatalarına dem vurarak, değişik inançlardan olanları karşı karşıya getirmekten öte bir şey değildir.

Kısaca laiklik, Türkiye’de olup olmadığına bakalım: Türkiye geneline baktığımızda, 89,817 caminin var olduğunu diyanet açıklamaktadır. Bütün bu camilerin imarı ve içindeki giderlerin tümü Diyanetin kendi iç dinamikleriyle karşılanmadığını hepimiz biliyoruz. Peki, bu seksen dokuz bin, sekiz yüz on yedi caminin giderlerini kim karşılıyor? Elbette devlet. Madem böyle ise nasıl bu ülkeye ya da kuruluşuna, “Laik” diye biliriz? Laiklik, devlet ile inanç meselesinin birbirinden ayrışması olarak tarif edilir. İnanan ve inanmayanlara eşit mesafede duran bir devlet, laik olarak tarif edilir.

Peki, hiç kendinize sordunuz mu? Ülkemizin her köşe başında bir camiye karşın, bilim merkezleri olan kaç tane üniversite var? Biz söyleyelim, devletin verilerine dayanarak biz söyleyelim; ‘20 Eylül 2023 tarihi itibariyle, Türkiye’de 208 üniversite bulunmaktadır… Bunlardan 129’u devlet üniversitesi, 75’i vakıflar üniversitesidir…’

Buradan da anlaşılacağı gibi Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kuruluşu ne bağımsızdır ne de laiktir.

Güneş Dil Teorisi’nden oluşan safsata, koca yüz yılı doldurmuş bulunmaktayız. Mümkünü var mı? Bilinmez ama velakin, bir toplum kalkmış bu kadar suç işleyen bir sistemi açlık pahasına savunuyor. Ölüm sınırına yaklaşan bir toplum, sarayın yaşamasını savunuyor olması tuhaf olsa gerek!

Kurtuluş, Şanlı 17 Ekim Devrimi’nin İzinde Yürüyerek Çağın Devrimini Kazanmakla Ancak Muzaffer Kılınacaktır

Irkçılık ve tek din hâkimiyetin övgüleriyle koca asrı doldurmaları kuşkusuz ki, burjuvazi için başarı olarak görmek gerekir. Bizler açısından da başarısız bir durum olarak değerlendirmekten çekinmemiz gerekir. Marks, “Din toplumların afyonudur…” tespiti, tamda bu durumu doğrulamaktadır. Yüz yıl boyunca bütün bu afyondan ibaret olan, toplumu uyuşturan anlayış ve eğitimden sonra mevcut durum sanırsam aynada daha güzel görülmektedir.

Milyonlarca işsizi, açlık sınırında olan dindar insanları sistem örgütlemiş, bu kesimler “Saray Rejimini isteriz” diyorlar da başka bir şey demiyorlar. ‘Dış güçlere’ karşı ölümüne savundukları bir gerçek. Lakin sarayın kendisi dış güçten ibaret olduğunu düşünden yoksun hale gelmiş bir toplum var karşımızda.

Son yirmi yıldır iktidarda olan AKP-Saray rejimi, kuruluş kotlarına aykırı bazı çıkışları olmuş gibi görünse de esasen geçmişin devamıdır dersek yanılmamış olacağız. Dünyadaki dengeler değişiyor, hızlı gelişen teknoloji ile birlikte, savaşların hız kazandığını görmekteyiz. Geçmişte emperyalist-kapitalist devletler, geri kalmış ve az gelişmiş devletleri kendilerine bağlı olarak savaşlarda farklı konumlandırdığını biliyoruz. Lakin şimdi birçok devlet, kendisi fiili savaşta olmasına rağmen hiçbir askerini savaş alanına sürmediğini görüyoruz. Vekâlet savaşları olarak adlandırmaları ise dönemin savaş sınanmasıdır. Gerici büyük Türk burjuvazinin iktidardaki sınıf da bu eksende yürüdüğünü, bölgede kendisine düşen görevleri yerine getirdiğini görmekteyiz. Dönem dönem sınır dışı operasyonlar, darbeler, katliamlarla kendi iradesiymiş gibi bir siyasal hava yaratsa da bunun böyle olmadığını her kesim tarafından biliniyor. Kitleleri yönetmek ve idare etmek için buna ihtiyaç duymaktadır. Çünkü ekonomik ve siyasal krizin karşısında kitleler ayağa kalkmasın diye manipüle edilmektedirler. Kısacası şöyle toparlaya biliriz: Türk İslam sentezi, Güneş Dil Teorisi, liberal İslamcılık, “Bir Türk dünyaya bedeldir” gibi teorik düşüncelerle geniş halk kitleleri zehirlendirilmiştir.

Sonuç olarak diyoruz ki: Çeşitli milliyetlerden emekçi halkımız şunu bilmelidir ki, kurtuluş yolumuz 29 Ekim değildir. Tek kurtuluşumuz, şanlı 17 Ekim Devrimi’nin izinde yürüyerek çağın devrimini kazanmakla ancak muzaffer kılınacaktır.

Önceki İçerikTürkiye- Kuzey Kürdistan’da Derinleşen Ekonomik Krizin Gençlik Üzerindeki Etkileri Üzerine
Sonraki İçerikParlamentodan Yararlanma Parlamentarizm midir?