Hegemonya stratejilerinin yarattığı bölgesel çatışmalar, savaşlar, kapitalist kriz, sömürü, işgal ve doğa yıkımı ile dünyayı esaret altına almaya çalışan emperyalist barbarlık, dünya çapında esas tehdittir. Bu somut durum, emperyalist kurumların başında duran burjuva aktörler tarafından da açıkça ifade edilmektedir. “Münih Güvenlik Konferansı” Başkanı Christoph Heusgen, konferansın yeni güvenlik raporunun (doğrusu emperyalist tekelci sermayenin güvenlik sorunlarına dair) önsözünde 2024 yılının dünyasını bekleyen gelişmeleri şöyle ifade ediyor. “Jeopolitik gerilimlerdeki artış ve ekonomik belirsizliklerin tetiklediği küresel siyasetteki düşüş, bu yıla damgasını vuracaktır.” Kuşkusuz bu ifade tarzı, emperyalist dünyanın uluslararası alanda yarattığı savaş ve yıkımın nedenlerini şifrelemekte, emperyalist paylaşım için sürdürülen tüm diplomatik-askeri stratejilerin konu olduğu platformları, ezilen-sömürülen halklara “çözüm” olarak sunmaktadır. Oysa konu açık ve nettir.

Bugün bölgesel düzlemde savaş ve çatışma hali almış ve dünyayı etkileyen jeopolitik gerilimlerin tek nedeni emperyalist hegemonya bu hegemonyanın yarattığı saldırganlıktır. Emperyalist güçler, süreci kendi lehine işletmek için, yaşanan hegemonya ve iktisadi krizini, belirli güçlerle “işbirliğiyle” yönetme yeteneklerini dahi yitirmişlerdir. Her emperyalist ve bölgesel güç, kendi stratejilerine alan açmak için hareket etmekte, birbirleri ile olan çelişkilerin bahane olduğu fay hatları üzerinden yol alarak sürdürdükleri “ortaklıklar” fiili olarak yaşanan çatışma ve savaş ortamında dinamitlenerek, yeni çatışma haline bürünmektedir. Çünkü Rusya ve Çin’in, emperyalist güçlerin uluslararası “düzeninin” kurallarını belirlemede bir aktör olarak yükselmesi ile birlikte, çok kutuplu emperyalist güçlerin dünyayı paylaşımı “yeni” sürece evrilmiş, emperyalist düzenin uluslararası kaidelerine bu keskin çatışma hali yön vermiştir. ABD-AB emperyalist güçlerinin dünyayı dizayn etme ve iktisadi-jeopolitik hâkimiyet kurma stratejileri, bu bağlamda karşı blok olan Rusya-Çin emperyalist güçlerinin duvarına çarpmış, kırılan bu fay hattının yarattığı güç yarılması, bölgesel iktidarları da kapsamına almıştır.

Emperyalist tekeller arasında yoğunlaşan rekabet ve bu rekabeti yoğunlaştıran güçlerden bir taraf olarak Rusya ve Çin’in temsil ettiği kamp, ABD-AB emperyalist kampı için, sadece iktisadi-jeopolitik stratejilerinin uygulanması alanını daraltmadı, aynı zamanda cereyan eden emperyalist savaş ve bölgesel çatışmalarla önemli hegemonya alanlarında geriletmeye neden oldu. ABD-AB emperyalizminin, NATO şemsiyesi altında öne çıkardığı “güvenlik” sorunlarının özeti budur. Emperyalist kutupların, temsil ettikleri tekelci sermaye çıkarlarını yeniden tesis etmek için karşılıklı konumlanarak aldıkları pozisyon, fiili savaşın yaşandığı alanlardan etkilediği dünya sathına, insana ve doğaya dair tüm değerleri yıkarak yol almaktadır. Ezilen ve sömürülen yığınların sosyal haklarını gasp etme, insan hakları, iklim sorunu başta olmak üzere ekolojik yıkım, nükleer savaş tehdidi, işgal ve ilhaklar, kitlesel göçe zorlanmalar, kitlesel sivil katliamları vb. gibi sonuçlarla, emperyalist güç odakları, hegemonya denklemini bu yıkıcı-talan edici sonuçları yaratarak sürdürmektedir.

Emperyalist kampların, uluslararası düzeyde insan ve doğanın tüm değerlerini ve yaşam normlarını tasfiye etmesi, genel emperyalist tehlikedir. Ama her güç kendi çıkarlarını manipüle etmek için, karşıt gücü suçlu ilan etmekte, karşıt güce karşı oluşturduğu saldırı konseptine meşruluk kazandırmaya çalışmaktadır. Ukrayna’da sürmekte olan emperyalist savaşa, Finlandiya ve İsveç üyeliği ile genişlettiği NATO’yu fiili olarak sürmeye hazırlanan ABD-AB emperyalizmi, genel anlamda Çin-Rusya bloğuna karşı strateji geliştirmekte ve bölgesel dizaynı bunun üzerine yapmaktadır. Tek başına hegemonik güç olma hayalindeki ABD, kendisine biçtiği dünya liderliği hüviyetini, Çin ile Rusya’nın uluslararası emperyalist sistemde var olan pozisyonunu geriletme üzerine kurmakta ve bu emperyalist emelini, “Amerikan halkına doğrudan yarar sağlamak üzere yeniden süreci şekillendirme” çabası olarak ifade ederek, uluslararası saldırganlığına ABD iç kamuoyunda desteğe dönüştürmek istemektedir. ABD Başkan Yardımcısı Kamala Harris, bunu açıkça ifade etmektedir. “Amerika’nın çıkarları her şeyin üzerindedir” diyen Harris, “ABD’nin yaklaşımı, hayır işlerinin erdemlerine dayanmıyor. Biz mevcut yaklaşımımızı, stratejik çıkarlarımıza uygun olduğu için benimsiyoruz. Biz netiz: Yurt içinde güçlü değilsek, yurt dışında da olamayız…” ifadelerini kullanmaktadır. Harris’in ağzından, ABD emperyalizminin saldırganlığına dökülen inciler bununla sınırlı değil. Harris konuya ilişkin “Çin ile sorumlu bir rekabet, gerektiğinde çatışma ve Amerikan çıkarlarına hizmet ettiğinde de ortak eylem var. Pasifik ve Hint okyanuslarında barışı, güvenliği ve serbest ticaret akışını sağlamak için ortaklıklar ve ittifaklar kuruluyor. Afrika’da ise şu an yaşananların dünyanın geleceğini şekillendireceğine güveniliyor” sözleriyle ABD’nin yaklaşımını ortaya koymaktadır. Bu sözler, ABD emperyalizminin Uzak Doğu’dan Ukrayna’ya, Pasifik’ten Hint Okyanusu’na kadar, kurmak istediği hegemonyayı, dikta bir üslupla ortaya koymaktadır.

Somut olarak sözünü ettiğimiz bölgelerde çatışma ve gerilimin tırmandığı tarihsel kesitte, bir yandan NATO askeri gücü şemsiyesi altında emperyalist yayılmacılığın planlarını yapan ABD, öte taraftan Irak ve Suriye’deki askeri gücünü çekebileceği tartışmalarını yapması (Irak’ta ABD’nin ana güç olduğu koalisyon güçlerinin çekilme süreciyle ilgili çalışmalar yaptığını Irak Başbakanı Sudani açıklamıştı ve bu açıklama ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Ortagus tarafından doğrulanmıştı) bir paradoks olarak görülebilir. Ama gelişmeler ve planlamalar ele alındığında, özünde “askeri güç çekme” tartışması, ABD’nin yayılma stratejisinin bir ayağı olarak planlanmaktadır.

Ukrayna’daki savaştan sonra, İsrail’in Filistin’e yönelik saldırıları ve bu saldırılarda İsrail’in gerçekleştirdiği sivil katliamların, işgalin bölgede gerilimi arttırdığı ve İran, Lübnan, Suriye, Irak başta olmak üzere, savaşın bütün bölgeye yayılma tehlikesi taşıdığı bir ortamda, ABD’nin gündeme getirdiği “Asker çekme” tartışmalarını nasıl okumak gerekir.

 “Asker çekme” tartışmaları, ABD’nin emperyalist emellerinden vaz geçmesi değil, bölgesel stratejisinde bir hamledir!

Emperyalist güçler yayılmacılığının yarattığı ve birçok bölgeye yayılan çatışma ve savaşı yönetme, kontrol etme, bura üzerinden çıkarlarına geniş alanlar yaratmak için NATO’daki etkinliğini kullanarak AB emperyalistlerini Rusya ile açık bir çatışmaya sürükleme ve Çin’in ekonomik yükselişine karşı Hint ve Pasifik Okyanusu’nda konuşlanma, ABD’yi, emperyalist dünya liderliği amacıyla yeni girişimler yapmaya zorlamaktadır. Bunun için özellikle Ortadoğu ve Arap yarımadasında, yeni denklemler kurmaktadır. “Asker çekme” bilindiği gibi daha önce de gündeme gelmişti ve 2006 Baker Hamilton raporunda, “çekilmenin” ABD’nin bölgesel çıkarlarını koruyabilecek bölgesel güçlerin konumlandırılması şartına bağlamıştı. Ki Irak ve Suriye sahası özgülünde, “TC” ile Irak Bölgesel Yönetimi arasındaki ilişki ve işbirliği ile Kürt ulusunun devrimci gücü olan PKK’nin tasfiyesi planı, bu raporla ortaya konulmaktaydı. Aynı durum Suriye için de gündeme gelmişti ve Rusya ile pazarlık, İran’ın Suriye başta olmak üzere, bölgede varlığını temsil eden güçlerin geriletilmesi şartına bağlanmıştı. Askeri önceliğini İran’ın bölgesel gücünü geriletme, ekonomik önceliğini ise Çin’in yükselen-yayılan gücünü sınırlama üzerine kuran ABD, emperyalist dalaşın Ukrayna’daki savaşla yeni boyut kazanınca, bölgesel denklemleri yeniden kurmaya çalışmıştı.

Ukrayna savaşı, ABD-AB emperyalistlerinin iç çatışmalarını öteleyerek NATO şemsiyesi ile yan yana gelmelerini sağladı. Finlandiya ve İsveç üyeliğiyle genişleyen uluslararası emperyalist savaş örgütü NATO, ABD’nin hedeflediği çizgiye çekilmişti. Rusya ile Çin’i çevrelemek için Ukrayna savaşında avantajlı konuma gelmeye çalışan ABD, ambargo ve abluka eşliğinde, Ortadoğu ve buradaki zenginlik kaynakları üzerindeki egemenlik çatışmasında Rusya ve Çin’i geriletmeyi planlıyordu. İsrail ile Arap ülkeleri, Arap ülkelerinin kendi aralarında ve “TC”-İsrail-Körfez Arap Ülkeleri arasında sağlanmaya çalışılan “normalleşme” bu hedefliydi.

Ama bölgesel siyasi-askeri-iktisadi gelişmeler, hegemonya güçlerinin planlarıyla uyumlu gelişmemektedir. Emperyalist karşıt blokların, bölgesel iktidarların, ulusal-sosyal dinamik güçlerin karşılıklı aldığı askeri-siyasal pozisyon, çatışmaları farklı boyutlara everdiği gibi, kurulmaya çalışılan emperyalist ve bölgesel güçler denklemlerinde de önemli yarılmalar yaratmaktadır. 7 Ekim’de başlayan Gazze savaşı, akabinde İsrail’in Filistin ulusuna karşı başlattığı, kitlesel sivil kıyım eşliğinde boyutlandırdığı işgal, “normalleşme” planlarını dondurmakla kalmadı, İsrail ve ABD’ye dönük bölgede önemli bir tepki oluşturdu. Lübnan Hizbullah’ı, Irak, Suriye ve Yemen’deki Husiler öne çıkarak, bölgedeki İsrail ve ABD karşıtlığını, İran’ın öncülüğünde “direniş” çağrılarıyla örgütlediler. Ukrayna ve Gazze’de yaşanan savaşın, bölgede yarattığı etkilerin ABD çıkarlarına zarar vermemesi için, ABD-AB emperyalist bloku yeni planlamalara bu gelişmeler üzerinden girişmiş bulunmaktadırlar.

NATO’nun pekiştirilmesi ve Avrupa emperyalist güçlerinin NATO savaş örgütü özgülünde ABD’nin belirleyiciliğinde “birleşmesi”, Ukrayna savaşının “kazanımı…” Ama Ukrayna savaşının yıpratıcı sonuçları, ABD-AB bloğunu farklı arayışlara itmektedir. Bir yandan Rusya ile “uzlaşma” manevrası dillendirilirken, diğer yandan askeri harcamalara yapılan devasa bütçelerle, NATO askeri gücünün fiili harekete geçirilmesi planları yapılmakta, yayılma trendinde olan emperyalist savaşa göre hazırlık yapılmaktadır. Bir yandan İsrail’in Filistin’e yönelik işgal ve katliamı desteklenirken, diğer yandan İsrail’in “aşırılıkları” “eleştirilerek “, “iki devletli çözüm” projesi, çelişki ve çatışmaların derinleştiği bu kesitte yeniden canlandırıldı. ABD Dışişleri Başkanı Blinken’in, “Filistin devletine yol açılması, İran’ı izole etmenin en iyi yolu” açıklaması, ABD’nin son giriştiği manevraların özetidir.

Kısaca, ABD bugün Irak ve Suriye’den askeri gücünü çekme tartışmasını, bölgede pozisyonunu güçlendirmek ve dayanaklarını genişletmek için kullanıyor. İlk ayağı bu iken, Rusya ve Çin’e karşı bir hamlenin mantığı gereği, Irak, Suriye, Lübnan, Yemen gibi ana coğrafyalar başta olmak üzere, İran’ın bölgede olan varlığını geriletmek istiyor. İran destekli Şii milis güçlerinin tasfiyesi planı, Rojava ile Esad yönetimi arasında uzlaşmanın sağlanması ve Suriye Demokratik Güçlerinin Suriye ordusuna katılması projesi (bu konularda Rusya’nın ve Rusya tavrına bağlı olarak Esad rejiminin direncini kırmak pek olanaklı olmasa da), İsrail-Filistin işgalinde, Gazze’de HAMAS başta olmak üzere, ulusal direnişçi çizgide duran güçlerin etki gücünün kırılması ilk planı olarak öne çıkıyor. ABD Başkan Yardımcısı Harris, bunu açıkça beyan ediyor. İsrail-Filistin savaşında, İsrail’in işgalci konumunu güçlendirecek şekilde, “İsrail’in güvenliğini ve rehinelerin serbest bırakılmasını sağlayacak, insani krizi çözecek ve Filistinlilerin güvenlik, onur, özgürlük ve kendi kaderini tayin hakkından faydalanabilecekleri şekilde Gazze’nin Hamas tarafından kontrol edilmemesini mümkün kılacak bir yol ABD’nin ‘çözüm’ planıdır. Yani plan, İsrail’in işgalci konumu ve güvenliğini derinleştirecek bir plan. Bunun için Filistin ulusal direnişinin etkisizleştirilmesi, emperyalist “çözümlerle”, Filistin’de ABD ve İsrail’in üzerinde yürüyeceği bir “müttefik” çizginin örgütlenmesi hedefleniyor.

ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, ABD’nin hegemonya projesini, “demokratik çözüm” sosuyla böyle sunuyor. “Filistin Yönetimi’nde iyileştirmeler yapılması ve Yönetim’in orada iktidar olması gerektiğine dair inancımızı çok açık bir şekilde ifade ettik. Kanaatimce iki devletli çözüm olmadan o bölgede ne İsrail halkı ne de Filistinliler ve Gazze halkı için barış ve güvenlik söz konusu olabilir. Bundan vazgeçemeyiz… Biz, İran’ın ve onun vekillerinin saldırganlığına karşı koymak, gerilimi önlemek ve bölgesel bütünleşmeyi artırmak için de çaba gösteriyoruz. Neredeyse tüm Arap ülkeleri artık ilişkileri normalleştirmek için İsrail’i entegre etmeyi ve İsrail’in kendini daha güvende hissetmesi için güvenlik taahhütleri ve teminatları sunmayı samimi bir şekilde arzuluyor. Ben de İsrail’in güvenliğini de temin edecek bir Filistin devletinin kurulması yönünde ilerlemeye her zamankinden daha acil bir ihtiyacın olduğunu düşünüyorum.” Filistin’e işgal ve katliamlarla giydirilmeye çalışılan kölelik elbisesinin tarifi bu. “İki Devletli Çözüm” safsatası ile direniş cephesi parçalanacak, parçalanan bu bileşende İsrail ve ABD’ye entegre edilen güçlerle, İsrail-Arap Körfez ülkeleri ile bir “normalleşme” yaratılacak ve İran başta olmak üzere, bölgede direnç gösteren güçler geriletilecek. ABD cephesinde senaryo budur. Bu senaryo içine alınan güçlerin birbirleriyle olan ilişkileri, bölge üzerindeki çıkar planları, önümüzdeki süreçte nasıl bir “uzlaşıya”, nasıl bir çatışmaya dönüşeceği, gelişmelerin vereceği cevaptır. Ama kurulmaya çalışılan konsorsiyum içinde, gerici çıkarların çatışması esas yöndür ve bu çıkar dalaşı bölgede yeni istikrarsızlıklar yaratacaktır.

“TC”-Irak görüşmesi ile bölgede planlanan “ortak” hareket, emperyalist güçlerin denkleminde gündeme gelmektedir!

“TC” iktidarının bölge siyaseti, ABD-AB emperyalist bloğu ile Rusya-Çin bloğu arasındaki güç dengeleri üzerinden kendi iktisadi-politik çıkarlarına alan açma üzerine oturuyor. Ve askeri olarak, bu ilişkilenmeden elde edebildiği avantajlarla, esasta Kürt Ulusunun tüm demokratik-askeri-politik kazanımlarını tasfiye etmek istiyor. Kürt coğrafyasında gerçekleştirdiği işgal sahasını genişletmek ve inkâr-imha zihniyeti ile askeri operasyon, sivil katliamlar, Kürt yerleşkelerinin yıkılması saldırılarıyla bu süreci pratik sahada icra ediyor/ etmeye çalışıyor. Ama sürecin planladığı gibi gitmediği bir gerçek. Hem Kürt ulusunun devrimci önderliğinin, Rojava ve güneyde gerilla gücü ile kurduğu direniş barikatı, hem Rusya ve ABD’nin başını çektiği emperyalist güçlerin bölgesel çıkarlarını zedeleyen askeri pratiklere getirdiği sınırlama, “TC”yi kanlı bir patinaj içinde bırakmış durumda. Tam da bu kesitte, Rusya’ya uzattığı elini geri çekmeden, ABD’nin bölge üzerindeki planlamalarının bir parçası olmak istemektedir. Bu ikili durum, “TC” iktidarı sultanı Erdoğan için bir bataklık. Ama AKP-MHP iktidar bloğu, bu ilişkilenmeler içinde siyaset senaryolarını üretmeye devam ediyor.

İsrail-Filistin savaşında, Filistin lehine işgalci İsrail’e karşı hamaset çığlıkları atan Erdoğan, İsrail ile tüm ticari-askeri ilişkilerini sürdürmektedir. İsrail iç pazarına gıda ve tekstil, silah üretimine hammadde, sanayisine enerji ve yakıt temin etmek için, “TC” devletinin tüm bölgesel olanaklarını, İsrail’den yana harekete geçirmektedir. İsrail’in Filistin’deki sivil katliamlarını timsah gözyaşlarına dönüştüren takiyeci Erdoğan, kendi düzenlediği Ankara seçim mitinginde, “İsrail ile olan tüm ticari ilişkileri kesin” pankartına tahammül etmemekte ve kendi tabanından gelen bu meşru tepkiyi, polis zoruyla bastırmaktadır. İsrail ile sürdürülen ilişkiler, İsveç’in NATO üyeliğinin önündeki “şerh” engelini kaldırması, AKP-MHP iktidar bloğunun tekçi aktörü Erdoğan’ın ABD ortaklığına bağlı olmak istemesinin adımları. Şimdi bu kirli pazarlık ve tavizlerde karşılık bekliyor. Pazarlık esas olarak Kürtlerin, tüm bölgesel ulusal demokratik hakları ve askeri-politik-örgütsel (PKK’nin) niteliğinin tasfiye edilmesi. Erdoğan, bu görüşmeyi, F-35 yerine, F-16 paketine dahil olma şeklinde açıklasa da (ki planladığı savaş düzeyi için bu da bir neden), esas neden Kürt ulusunun devrimci gücüne karşı sürdürdüğü işgal ve savaşta, fiili bölgesel bir güç yaratmak.

Bağdat yönetimi ile görüşme yapılmadan önce, MİT başkanı İbrahim Kalın, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın başını çektiği bir heyetle Washington kaldırımlarına yapılan çıkarma, ABD emperyalizminin stratejik çıkarlarına beyan edilen “bağlılığın” izahı. Ki “ABD’den Ankara’ya, Türkiye-ABD Stratejik Mekanizmalar” oluşturma görüşmeleri, bu süreci örgütlemeye dönük.

ABD yetkilileri “TC” ile ilişkilerinden beklediklerini daha “cesur” ifade etmekteler ve son altı ay periyodunda iki ülke arasında İstihbarat-bürokrasi-iktidar üçgeninde süren görüşmelerin ilişkilerde yarattığı “iyileştirmeden” son derece memnunlar. ABD bölgesel stratejisi için “TC”yi yanına çekmek istiyor. ABD, Rusya ve Çin bloğu ve bunun bölgedeki fiili ayağı olan İran’ın gücüyle ciddi bir hesaplaşma sürecini, bölge çıkarı için ana halka olarak alıyor. Bunun için oluşturabileceği tüm fırsatları kullanmak istiyor. ABD’nin mümessili olduğu (Rusya emperyalizminin rolünü de hatırlatıyoruz) tüm savaş ve çatışmaları manipüle ederek, kendisine entegre edebildiği bölgesel iktidarlar ve güçler üzerinden Afrika, Orta Asya, Ortadoğu, Kafkasya, Asya-Pasifik iş birliğini geliştirmek, Çin’in ekonomik, Rusya’nın askeri olarak öne çıkan gücünü geriletmeye dönük fırsatlar yaratmak, tüm bu askeri-ekonomik saldırganlığında NATO’yu genişletmeye paralel, askeri-teknik güç olarak ileri teknolojiye göre donatmak, ABD-AB emperyalist bloğunun stratejik yöneliminin yakın dönem planları olarak öne çıkmaktadır. İşte “TC”, ABD için tam da burada değer kazanan bir “ortak.” NATO ve İsrail konusunda ABD’ye uyumlu adımlar atan “TC” ile ilişki zeminini, geniş bölge sahasına yaymak istiyor. 

Kuşkusuz bunun için bölgedeki bazı dengelerin yeniden dizayn edilmesi gerekiyor. ABD’nin Suriye ve Irak’ta askeri varlığını gözden geçirdiği bir kesitte, “TC” iyi bir jandarma olabilir. Eğer İran’a karşı denklemine aldığı bölgesel iktidarları “uzlaştırırsa”, bu sadece İran’ı geriletmeye yetmez, aynı zamanda Kafkasya’dan Rusya’nın nüfuzunu geriletebilir. Erdoğan’ın Avrasya koridoru ile ABD’nin Rusya’ya karşı bu hamlesi politik olarak uyuşuyor. Ama esasta ABD ile “TC” arasında derin çatışma nedenleri var. ABD’nin Suriye Demokratik Güçlerine verdiği destek, “TC” iktidarının başından beri Kürt ulusunu imha planında takoz rolü görüyor. Karşılıklı “tavizlerle” bunun nereye evrileceğini önümüzdeki süreç cevaplayacak. Ama ilk görünen, Kürt devrimci ulusal önderliği olan PKK’ye bölgesel bir operasyonun yapılması, “uzlaşı” başlığı…

“TC” Kuzey Kürdistan başta olmak üzere, dört parçada işgal ve savaşla Kürt sorunu karşısındaki saldırganlığını ana halka alan bir “bölgesel uzlaşı” koparmak istiyor. Fırat’ın doğusundaki özerk yapıyı tasfiye etme, batıdan güneye, Kürt gerillasının konuşlandığı üsleri etkisiz kılma… İşgalci iştah, bölgesel dengelerde ana aktör olma, planın bir diğer parçası. Rusya’nın da sıcak baktığı, SDG ile Esad’ı “barıştırma hamlesinin önüne geçmek ve Esad rejimini de Rojava’ya askeri müdahalede bulunmasını sağlamak için, Erdoğan Şam ile daha önceden el sıkışmak istemektedir. Rusya’nın kurduğu dörtlü masada, “TC”nin işgal ettiği bölgelerden çekilme şartından dolayı, Esad ile el sıkışma gündemi tıkanmıştı. Şimdi Erdoğan güçler “dengesini” lehine kullanarak, bunun zeminini yokluyor. Ki Erdoğan Mısır ziyaretinde, Cumhurbaşkanı Abdulfettah El Sisi’den bu konuda arabuluculuk rolü istemişti. Ama “TC” işgalci konumunda geri adım atmadığı bir kesitte, Esad-Erdoğan ilişki hattının kurulması olanaklı değil. Bütün bu çatışma nedeni olan başlıklardan bir diğer önemlisi, Fırat’ın doğusu… Erdoğan, ideolojik-siyasal-askeri ortakları olan IŞİD cihatçı çetelerinin tutulduğu hapishane ve kampların kontrolünü almak istiyor. SDG’yi tasfiye edip, cihatçı çetelerin ana güç olduğu Özgür Suriye Ordusu’nu bölgede hakim kılmak, bu kapsamdaki hevesidir. Kısa başlıklarla verdiğimiz bu başlıklar, “TC” ile ABD arasında ipleri her an koparan sorunlar olarak duruyor. Çatışmalı durum bununla sınırlı değil, Rusya emperyalist bloğunun, İran, Lübnan, Yemen (Husiler), Suriye ve Irak üzerinden yapacağı karşı hamle, bu çatışmalara farklı boyutlar kazandırma, oluşturulmaya çalışılan bazı “uzlaşma” masalarını devirme potansiyeli taşımaktadır.

Tüm bu çelişkiler ve “uzlaşma” çabaları içinde, “TC” iktidarı AKP-MHP güruhu, Kürt ulusuna karşı başlattığı işgal ve katliamları, bölge derinliğine yaymak için, Suriye ve Irak ile ortak bölgesel bir savaş konsepti yaratmak istiyor. “TC”nin bu saldırganlığına yol veren, yazımız içinde analiz etmeye çalıştığımız, ABD’nin, bölge üzerinde gerçekleştirmek istediği hamledir. Erdoğan NATO’nun genişlemesi konusunda kurduğu ittifaktan, minnet duygusu olarak “terörle mücadele” stratejisi adı altında Kürt ulusunu imha etmek için tüm kapıları zorluyor. Washington görüşmesinden sonra Erbil Ve Bağdat’a harcanan mesainin özü bu. Dışişleri, Genelkurmay, MİT kurmaylarının çıkarması ile Washington-Bağdat-Erbil-Ankara hattındaki trafik, kanlı bölgesel planların ürünüdür.

“TC” inkâr ve imha siyaseti ile Kürt coğrafyasındaki işgali iç bölgelere doğru yaymak istiyor!

14 Mart’ta Ankara ve Bağdat gerici kurmaylığının ortak bildirisinin özeti şudur: İki ülke arasında “terörle mücadele”, ticaret, tarım, enerji, su, sağlık ve ulaştırma alanında bakanlar düzeyinde kurulan örgütlenmeler üzerinden eşgüdümlü, sonuç alıcı ortak çalışma. Bildiride ticaret vb. kalemler üzerinden yapılan anlaşma, meselenin manipülasyonu ki bu alanlarda zaten sürmekte olan bir ilişki var. İnsan eti yiyen ve insan kanı içen aktörlerin asıl maksadını “ortaklık” bildirisinden aktaralım: Taraflar PKK’nın Türkiye ve Irak için güvenlik tehdidi teşkil ettiğinin altını çizmişler ve söz konusu örgütün Irak topraklarında mevcudiyet göstermesinin Irak Anayasası’nı ihlal ettiği anlamına geldiğini kayda geçirmişlerdir. Türkiye, Irak Ulusal Güvenlik Konseyi tarafından PKK’nın Irak’ta yasaklı bir örgüt olduğu yönünde alınan kararı memnuniyetle karşılamıştır. Taraflar, Irak topraklarını kullanarak Türkiye’yi hedef alan örgüt ve uzantılarına yönelik alınması gereken önlemler konusunu istişare etmişlerdir.”

“TC” her askeri işgali, “terörle mücadele” adı altında, Suriye’den Irak’a 30-40 km derinliğinde sınır boyunca bir koridor oluşturma hedefi ile gerçekleştiriyor. Burada oluşturduğu “tampon bölge”yi, PKK önderliğindeki Kürt gerillası ve Rojava’ya karşı bir askeri üs alanı olarak kullanmak amacında. Çünkü elindeki teknoloji ile 30-40 km’ye ilaveten 60 km civarında bir askeri etki yaratma olanağı sağlıyor ve gerilla üslerini bu yöntemle vurmayı amaçlıyor. Ki 2019’dan beri “Pençe-Kilit” ismiyle kodladığı operasyonlar ve askeri üslenmelerle, istediğine ulaşamadı. Son gerilla eylemleriyle bu üslerde hezimet yaşadı. Bu hezimetten çıkış projesi, yeniden “tampon bölge.” Ama bunu “TC” kendi başına yapacak askeri-politik güce sahip değildir. Öncelikle emperyalist efendilerin icazeti ( ki Rusya ve ABD’nin icazet kriteri, devrimci Kürt Ulusal hareketini korumaya yönelik değil, bölgesel stratejileri açısından taşıdığı risktir) ve bölgesel güçlerle oluşturacağı bir “uzlaşı” gereklidir. Bölgedeki gerici güçler, birbirlerine karşı bazı kartları kullanarak bu “uzlaşıyı” sağlamaya çalışıyor. ABD’nin de işine gelen kanlı masa tarafları, “ortaklaştıkları” maddeleri, stratejik askeri-politik mahiyette ele alıyor. Nisan ayında planlanan Erdoğan’ın Bağdat “çıkarması”, bu görüşmeyi stratejik düzeye taşınması hedefleniyor.

Kürt Ulusal Önderliği PKK’ye karşı planlanan kanlı savaşın, bölgesel ilk ayakları oluşturulmaya çalışılıyor. Askeri teknoloji (SİHA), MİT ve Erbil ağında örülen istihbarat, lojistik destek, “TC” ordusuna bölgede bir hareket sahası yaratsa da gerillaya karşı sonuç alamadı. Çünkü gerilla işgal ve operasyonlara karşı önemli stratejiler geliştirdi. Bu kuşatma operasyonlarına karşın, güney sahasında PKK etkinliğini arttırdı. KDP’yi önemli düzeyde Kürt gerillasına karşı yanına çeken “TC”, PKK’nin artan etkisini öne sürerek, KYB’yi de yanına çekmek istiyor. PKK’nin, Irak, KDP ve KYB için tehlike olduğu ve ortak olan bölgesel çıkarlarımıza zarar verdiği anlayışını öne çıkararak, hem Kürtler arasında bir çatışma ortamı yaratıyor hem de Kürt ulusuna karşı başlattığı savaşa KDP’nin (Özellikle KDP’nin kendi ulusuna karşı işlediği suç, ayrı bir analiz konusu) yanı sıra KYB’yi de ortak etmek istiyor. Çeşitli tarihlerde yaşanan KDP ihanetini tecrübe etmeyen her Kürt örgütlenmesi, ulusuna ve bölgeye büyük zararlar vereceği açıktır. KDP, işgalci “TC” güçlerinin Kürt ulusuna karşı sürdürdüğü savaşın daha boyutlu jandarması mı olacak, yoksa “bu kadar yeter” diyerek direnç mi gösterecek, masadaki kirli pazarlıklara bağlı. Ama her halükarda Erdoğan tekçiliği, Kürt ulusunu boğma savaşına Kürdü tetikçi yapmak arzusundadır.

Ankara-Erbil-Süleymaniye-Bağdat “ittifakı”, öngörülen planlama dahilinde gelişirse, buradan ABD’de kendisine vazife çıkaracaktır. KDP-KYP arasındaki sorunların “çözümü”, KYB’nin İran’dan uzaklaşmasını yaratabilir. Erdoğan, KDP’ye “Talabani ile sorunlarınızı çözün” derken, ABD’nin diliyle telkinde bulunmaktadır. Ki, Kerkük, Musul, Şengal’de IŞİD’e karşı savaş sürecinde bölgede önemli aktör haline gelen Haşd’uş Şaabi’ye karşı, Erdoğan’ın “terör örgütü” nitelemesinden, tutum değiştirerek, “işbirliğine girilecek güç” statüsüne çekmesi, ABD’nin planı olarak işlemektedir. Strateji, bölge iktidarlarını yan yana getirecek ortak bir “düşman” ve oluşturulan bu konsept üzerinden İran’ın hareket alanının daraltılması.

Bugün “TC”nin, ABD’nin planıyla kurduğu masada Irak yönetimi yer alsa da, planlanan savaşın aktörü olma konusunda, kendi içinde bazı direnç noktaları da barındırmaktadır. Rusya ve ABD’nin başını çektiği emperyalist kutupların karşılıklı hamleleri Bağdat yönetiminin kararını belirleyeceği gibi, “TC”nin elinde tuttuğu hile kartlarının da sonucu etkileyen rolü olacaktır. “Sınır güvenliği, terörle mücadele” gibi algılarla, ticari-iktisadi ilişkiler, basınç unsuru haline getiriliyor. Kerkük-Yumurtalık boru hattı, Fırat ve Dicle su “paylaşımı”, Basra El-Faw Limanı’ndan Bağdat-Musul hattından Türkiye’ye geçiş projesi olan “Kalkınma Yolu” vb. gibi ticari-lojistik gündemler, “TC”nin elindeki kartlardır. 

“TC”nin elindeki bu kartlar, ABD’nin bölge planında almaya çalıştığı konumla bir pazarlık gücü olsa da, KDP ve Irak yönetiminin, “tampon bölge” projesinde “TC”nin yanında durmayacağı aşikâr. Zaten Erdoğan “tampon bölge” pazarlığı üzerinden, PKK’ye karşı geliştireceği savaşa “ortak” yaratmak istiyor. Ortak bir mutabakat bile, Erdoğan için işgali derinleştirme bahanesi olacak. Erdoğan’ın planlanan Nisan sonu Bağdat ziyaretinde, tüm bu hedefler “stratejik” bir “ortaklığa” evrilecek mi sorusu, mevcut çelişkili durum içinde belirsiz. Ama “ittifak” planlanan güçler, kendi içinde kutuplu ve siyaseti kırılgan. Bu gün çatışmaya neden olan çelişkiler, daha büyük bir fay hattı olarak kırılabilir. 

Gerici güçler arasındaki çelişki ve dalaş bir yana, “TC”, PKK önderliğindeki Kürt gerillasına karşı sürdürdüğü işgal ve saldırıları genişletmenin planlarını yapıyor. Erdoğan’ın sınır boylarında ordu komutanlarıyla gerçekleştirdiği görüşmenin gündemi bu. Ama Kürt gerillası buna uygun konumlanmış durumda. İşgal ve havadan saldırılara karşı, büyük bu sahayı tutma stratejisi ile yayılan Gerilla, SİHA’lara karşı geliştirdiği önlemlerle, taktiksel üstünlüğünü eline alacaktır. Ki son “TC” ordusunun geçici üslerine yapılan etkili saldırılar, SİHA’ları düşürme dahil verilen önemli zayiatlar, yeniden örgütlenen bu taktiksel üstünlüğü ortaya çıkarıyor. “TC” ordusunun işgal ve işgali yayma planları, hem kurulmaya çalışılan bölgesel savaş konsepti bağlamında, hem de Kürt gerillasına karşı iştahlanan “zafer” açısından bir çıkışı değil, bir bataklığı ifade ediyor. Ezilen Kürt ulusunun coğrafyasında, güneşin nerden battığı değil, güneşin nerden doğacağı önemlidir. Haklı ve meşru olanlar, en koyu karanlığı güneşin doğuşu gibi aydınlatacaklardır.

İşgal ve ilhaklarla Kürt ulusuna dayatılan, tarihsel kölelik zincirlerine yeni halkalar eklemektir. Proletarya başta olmak üzere, ezilen-sömürülen halkların, Proletaryanın öncü müfrezesinin buna kayıtsız kalması düşünülemez. Kürt ulusuna uygulanan milli zulme, işgal ve ilhaka, katliam ve kıyımlara karşı, Kürt ulusunun meşru mücadelesinin-direnişinin yanındayız.

Önceki İçerikBurjuva Partilere Kaptırılmış Kitlelerin Yeniden Kazanılması ve Devrimci Tarzın Diriltilmesi
Sonraki İçerikKapitalist Yıkımın Bir Ayağı Olarak “İş Cinayetleri” ve “TC” Ekonomisindeki Panoraması Üzerine-1