Dikkat çekilmesi gereken bir husus daha vardır ki bu iki büyük siyasi kampın her birinin kendi içlerinde de çeşitli kamplaşmalar ve klikleşmelerin varlığı gerçekliğidir. Bu kapsamda AKP içerisinde yer alan Türk hâkim sınıfları klikleri de iki büyük siyasi kampı oluşturmaktadır
Türkiye- Kuzey Kürdistan’da kamuoyunun gündeminde olan bir konu da son yıllardaki Türk hâkim sınıfları ve klikleri arasında gözle görülür çelişkilerdir.
Osmanlı’dan TC’ye egemen sömürücü sınıflar arasında bir yandan göreceli uyumluluk diğer yandan ise önemli ve ciddi düzeyde klik çatışmaları sürgit devam etmiştir. Bunun için komünist önder İbrahim Kaypakkaya yoldaş da TC’nin daha ilk süreçlerden itibaren iki büyük siyasi kampa bölündüğünü ifade etmişti. Nitekim bu iki büyük siyasi kampın ne tür hile ve entrikalar çevirdikleri artık ayan beyan ortadadır. TC’nin daha ilk kuruluş yıllarından itibaren özellikle hâkim- belirleyici klik olarak Kemalistlerin tek millet- tek dil- tek bayrak- güneş dil teorisi- üstün ırk vb anlayış ve politikaları üzerinden Türk tarih tezi ve Türkçü eğitim sistemi oluşturduklarını ifade edelim.
Türk ulus şovenizminin hükümdarlığı her alanda zorla hayata geçirildi
Türkiye-Kuzey Kürdistan’da başta Ermeniler, Kürtler ve diğer azınlık milliyetler ve Hıristiyanlar, Aleviler olmak üzere ezilen inanç gruplarına yönelik ırkçı faşist hegemonyacı ideolojik politikalar, adeta coğrafyayı inkâr- imha ve soykırımlar eşliğinde asimilasyonlar ile tekçi Türk ulus şovenizminin hükümranlığı her alanda zorla hayata geçirilmiştir. Faşist Türk hâkim sınıfları ve kliklerinden iki büyük siyasi kampa mensup kesimlerden kâh biri kâh öteki her daim ırkçı- tekçi- Sünni Türk ulus egemenlikçi ideolojik politik çizgisini başta eğitim sistemi olmak üzere her alanda uygulaya gelmiştir. Kuşkusuz bütün bunların arka planında emperyalist strateji ve politikalar da ayrılmaz parçaları olarak yer almaktaydı. Bugün de yaşananlar ve ortaya konulan teorik ve pratik politikalar, kesinlikle uluslararası emperyalist sermayenin yeni ihtiyaçlarına uygun olarak hem de açık bir şekilde yasaları da oluşturularak hayata geçirilmektedirler.
Ancak dikkat çekilmesi gereken bir husus daha vardır ki bu iki büyük siyasi kampın her birinin kendi içlerinde de çeşitli kamplaşmalar ve klikleşmelerin varlığı gerçekliğidir. Bu kapsamda AKP içerisinde yer alan Türk hâkim sınıfları klikleri de iki büyük siyasi kampı oluşturmaktadır. Çelişkisiz birlik yoktur ve karşılıklı çıkar temelleri üzerine geçici birliktelikler- koalisyonlar ve ortaklıklar söz konusudur.
Hakim Kemalist klikler, emperyalist sermayenin yeni ihtiyaçlarına göre tasfiye edildi
Bilindiği gibi özellikle 28 Şubat Post-modern darbesine kadar Erbakan’ın başını çektiği hükümetteki Saadet Partisi (SP) içerisinde de iki büyük siyasi kamp söz konusuydu. O dönem de emperyalizmin dünya genelinde ılımlı İslam eksenli egemenlik politikalarına uygun olarak SP içerisinde farklı cemaatleri teşkil eden A. Gül ve Erdoğan’ın başını çektiği göreceli uyumlu kliği destekleyerek ve palazlandırarak AKP’yi hükümete oturtmuştur. Özellikle TC devleti içerisinde güçlü ve köklü etkisiyle kurumsallaştırılan, hâkim Kemalist klikleri adım adım emperyalist sermayenin yeni ihtiyaçlarına uygun olarak tasfiye edip ya da tali plana iterek kendi içlerinde de çeşitli cemaatleri barındıran diğer hâkim klik olan AKP’yi ve sivil vesayeti güçlendirerek hükümete getirmiştir. Parlamento ve hükümetlerdeki on yıllardır parçalı ve dağınık durum karşısında AKP’yi başa getirerek siyasi istikrarı da bu yönüyle sağlamayı başarmıştır.
Öteden beri farklı cemaat ve tarikatları bir araya getirerek teşkil ettirilen AKP içerisinde ilk süreçlerde sergilenen göreceli- geçici uyumluluğa paralel olarak son yıllarda özellikle Gülen cemaati ile Erdoğan’ın teşkil ettiği cemaat arası çeşitli konu ve düzeylerde göreceli çelişkiyi de açığa çıkardı. Bu düzlemde birkaç yıl önce Gülen cemaatine yakınlığı ile bilinen H. Gülerce “Devlet Alevileri yedi yıldır oyalıyor, ayıptır günahtır’’ diyerek çelişkili bir durumun olduğunu yansıtıyordu. Aynı şekilde bu yıl içerisinde Taksim Gezi Parkı’nda Haziran ayaklanmasıyla başlayan direniş karşısında AKP içerisinde farklı tonda sesler çıkmıştı. Ve yine daha yakın süreçte Gülen cemaatinden Bülent Arınç ile Erdoğan arasında açık bir şekilde kamuoyuna yapılan farklı açıklamalar ve eleştiriler de iki cemaat arası çelişkinin daha net olduğunu gösteriyordu. Sorun, kızlı erkekli öğrenci evi olarak kamuoyuna yansıyan AKP’ nin yine bir ‘’terbiye’’ operasyonundan ibarettir. Gülen cemaatine yakınlığıyla bilinen Zaman Gazetesi’nin Erdoğan’ın parti içi bir toplantıda kızlı erkekli öğrenci evlerinin denetlenmesini gündeme getirdiğini yayınlamasıyla tartışma başlamıştır. Arınç ise bu habere asparagas diyerek dertlerinin öğrenci evleriyle ilgili değil yurtlarla ilgili olduğunu açıklamıştır. Fakat Erdoğan sözlerinin arkasında olduğunu ve öğrenci evlerine hükümet olarak müdahil olduklarını ve valiliklere talimat verdiğini beyan etmiştir. Birbirini yalanlayan ya da boşa düşüren bu farklı açıklamalar karşısında Gülen cemaatinden Arınç ‘benim yıpranmamam, hiçe sayılmamam lazım’ diyerek açıkça çelişkisini dile getirmiştir.
Gülen cemaati 12 Eylül askeri faşist cuntasının desteğiyle güçlendi
Her ne kadar tam bir kapışma ve kopuşu gerçekleştirmeseler de karşılıklı olarak sularını ısıttıkları görülüyor. En son dershaneler üzerinden yapılan tartışmalar da bu çelişkili durumu yeniden açığa çıkarmıştır. Nitekim kamuoyuna yansıyarak oldukça geniş tartışmalara vesile olan dershaneler meselesi de dâhil birçok konuda bizzat Gülen, önce sert bir tavır sergilemiş fakat çok geçmeden ‘asıl şamarı biz yiyoruz’ diyerek her zamanki üslubuyla etkisi altındaki tüm kitlesine ‘sabır’ çağrısı yaparak yumuşak tarzla serzenişte bulunmuştur. Bu çelişkili ortaklık ve yumuşama durumunu aynı şekilde bu olayların yaşanmasının hemen akabindeki Bakanlar Kurulu toplantısından sonra bizzat Arınç, dershaneler konusunun taraflarıyla görüşmeler yapılarak durumun yeniden değerlendirileceği beyanıyla gösteriyordu.
Bilindiği gibi Gülen cemaati özellikle 12 Eylül askeri faşist cuntasından bu yana iyice palazlandırılmış ve güçlendirilerek devlet içerisindeki etkisi günden güne hissedilecek derecede arttırılmıştır. ABD emperyalizmin dünya genelinde özellikle 2000’li yıllardan itibaren ılımlı İslam eksenli neo liberal politikalarının gereği olarak Gülen cemaati eliyle emniyet teşkilatı, dershaneler vb üzerinden toplumda etkili kurumsallaşmalar yaratılmıştır. Işık vb dershaneler vasıtasıyla Türkiye- Kuzey Kürdistan’da toplumun önemli bir kesimini oluşturan öğrenci ve gençlik içerisinde köklü ve temelli cemaat örgütlenmesine gidildiği ve bu yönlü güçlü kurumsallaşmaların oluşturulduğu bir gerçektir. ABD’nin başını çektiği uluslararası emperyalist sermaye bu temelde gerek dünyanın yüzlerce-160 ülkede- ülkesinde gerekse Türkiye- Kuzey Kürdistan’da öğrenci ve gençlik içerisinde Sünni Türk İslam eksenli okullar, dershaneler, yardım kuruluşları vd örgütlenmeler için hem finans hem de çeşitli projeler ve politikalarla desteklenerek Gülen cemaati önemli bir güç haline getirilmiştir. Bu temelde CIA önderliğinde Gülen cemaati stratejik eğitim misyonerliğiyle egemenlik kurma projelerini hayata geçirmiş oluyorlardı. Konumuz dışına çıkmadan özellikle Türkiye- Kuzey Kürdistan’da emniyet teşkilatı, dershaneler, camiler, valilik ve kaymakamlıklar, hâkim ve savcılıklar, devletin diğer önemli kurumları, medya, yardım kuruluşları ve çeşitli örgütlenmelerle önemli ve güçlü bir örgütlenme ağı oluşturulmuştur.
Böylelikle emperyalizm kumandalı ve destekli AKP ve dinci bloğun İslamcı- maneviyatçı dindar nesil yetiştirme perspektifiyle AKP eliyle dindar ve kindar nesil için epey yol kat edilmiş oluyordu. Geçmişten bu yana haremlik selamlığın devamı olarak İslamcı terbiye operasyonları ve politikaları ile kız ve erkek yurtlarının ayrıştırılması girişimi başlatılıyordu. Aynı şekilde Kuran kursların ile kreşlerde dini eğitim geliştirilmek isteniyor, zorunlu din dersleri ile Ilımlı İslam bayrağı üzerinden egemenlik daha da pekiştirilmeye çalışılıyordu. Diğer yandan Türkiye- Kuzey Kürdistan’da toplumun tepkisini zayıflatmak ve artık sürdürülemez- devam ettirilemez olan ırkçı- faşist ‘’Andımız’’ kaldırılıyordu. Yerine ılımlı politik İslam ikame ediliyordu.
AKP her geçen gün Gülen cemaatinin güçlü etkisini hissetti
Gülen cemaatinin güçlü etkisini her geçen gün daha fazla hisseden sadece toplumun her tabakadan çeşitli kesimleri değil aynı zamanda Türk devletindeki hâkim klikler ve bunun da en başında gelen hükümette ve AKP’deki hâkim güç olan Erdoğan kliğide. Özellikle devlet kurumlarında örgütlenmesi ve kadrolaşarak kurumsallaşmasını iyice pekiştiren Gülen cemaatinden inceden inceye kaygılanan ve buna karşı AKP içerisinde başta olmak üzere ordu, MİT, Anayasa ve Yargıtay, valilik ve kaymakamlıklar, hâkim ve savcılıklar başta olmak üzere devletin temel kurumlarında ve medya alanı gibi örgütlenmelere ve kadrolaşmaya ağırlık vermesi de bu kaygının ve çelişkinin ürünüydü. Devletin önemli temel kurumlarının en başındakileri yasal düzenlemelerle bizzat kendisine bağlıyordu. Bu temelde MİT müsteşarı Hakan Fidan üzerinden emniyet teşkilatı içerisinde etkisini güçlendirmeye çalışsa da Gülen cemaati kolay yutulur lokma olmadığını bizzat H. Fidan’ın itibarını zayıflatmak için harekete geçerek göstermiştir. Ancak mevcut durumda Erdoğan hâkim yön ve daha belirleyici unsur ve cemaat olarak konumunu sürdürüyordu. Özellikle AKP hükümetinin başında ve başbakan olmasının da avantajıyla Erdoğan ipleri kimseye kaptırmamaya özel önem göstermektedir. Nitekim bunu Bülent Arınç ile en son yaşadıkları polemik ve çelişkide göstermiş ve başbakan olarak kendisinin esasta tek yetkili ve belirleyici sıfata sahip olduğunu çok net bir şekilde vurgulamıştır.
Erdoğan ile Gülen cemaati arasındaki çelişki çatışmalara gebedir
Erdoğan ve Gülen cemaati arasındaki çelişki ve çatışmanın bir diğer önemli noktası ise aslında derin devlete kimin hâkim olacağı ya da tam hâkimiyet kuracağıyla ilgilidir. Aynı paralelde her ikisinin de derdi ve aralarındaki çelişki, son tahlilde devlete ve devletin temel kurumları başta olmak üzere kurumlarına sahip olma ve belirleyici konuma gelerek buralarda kurumsallaşmalar yaratarak devamlılıklarını sağlama çekişmesidir. Bu noktada AKP içinde ve bunun dışında genel olarak AKP-Erdoğan ve Gülen Cemaati arasındaki muhafazakar koalisyon çatırdıyor mu? diye sorulabilir. Erdoğan’ın devlet içerisinde devlet ile Gülen’in paralel iktidarından rahatsız olduğu tartışma götürmez. Özellikle Erdoğan’ın uzun süredir savunduğu ve hayata geçirmek istediği başkanlık sistemindeki ısrarı, anayasa tartışmaları ve önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde çelişkiler ve çekişmeler daha da ayyuka çıkacak gibi görünmektedir. Ve yine mevcut objektif koşullardaki durum ve gelişmeler, önümüzdeki süreçlerde bu cemaatler arası çekişmelerin çeşitli biçimlerde kılıçlar çekilerek karşılıklı olarak yıpratma ve zayıflatma operasyonlarına sahne olacağına işaret etmektedir. Bu noktada önemle altını çizelim ki yine burjuva feodal medya özel olarak yer tutacaktır.
En son süreçte gündemi meşgul eden dershaneler sorununda bu iki kamp arasında çeşitli çelişkilerin olduğu ve özellikle Erdoğan cemaati ve ekibinin hâkimiyet kurma politikalarının hayata geçirildiği su götürmez bir gerçekliktir. Bu hususta AKP içerisinde başını Erdoğan’ın çektiği kadrolar ve kurumsallaşmanın özellikle Gülen cemaatine yönelik üstünlük sağlama- tabii ki Gülen cemaatini zayıflatma- operasyonu olarak da kavramak gerekir. Yoksa her iki gerici hâkim klik de halk kitlelerini ve bu kapsamdaki öğrenci gençliği ve kamu emekçilerinin çıkarlarını düşündükleri için değil tamamen hâkimiyet kurma için cebelleştikleri içindir. Ancak her iki gerici klik de bütün halk kitlelerini daha fazla arkasına alarak birbirlerine üstünlük sağlama peşindedirler de. Devletin diğer birçok temel kurumlarında olduğu gibi Erdoğan’ın başını çektiği ve ana yönünü teşkil ettiği AKP içindeki hâkim Erdoğan cemaat kliği eğitim kurumu ve dershanelerde de mevcut yasal olanakların ve inisiyatifin avantajıyla daha belirleyici konumdadır. Fakat Gülen cemaatini de incitmeden süreci atlatmak istemektedirler. Nitekim Erdoğan ‘’Gülen cemaati ne dediler de yapmadım’’ diyerek günah çıkarmak istemiştir.
Sorun dershanelerin kapatılması tartışmasına indirgenemez
Dershanelerin kapatılması, kaldırılması ya da özel okullara veya akademilere çevrilmesi üzerine yürütülen tartışmalar da özellikle sorunun gerici ve faşist devlet sisteminden kaynaklandığını vurgulayalım. Buna ilişkin toplum içerisinde çeşitli düzeylerde tartışmalar ve yaklaşımlar söz konusudur. Ancak sorunu, salt eğitim sistemi ve bunun da içerisinde sadece dershaneler noktasına sıkıştıramaz ve kavrayamayız. Bütünsel açıdan baktığımız da problem tam da emperyalizme stratejik bağımlılık koşulları kapsamında faşist Türk devletinin tekçi- ezberci- kaderci- mekanik- sorgulamayan- araştırmayan ve incelemeyen- itaatkâr gençlik ve toplum yaratma düzleminde yatmaktadır. Bu durumu, toplumu hücrelerine kadar bölen ve ötekileştiren tekçi- Sünni Türk ulus devletçi sisteminden ayrı düşünemeyiz. Bu temelden hareketledir ki her türlü bilimsellikten uzak ezberci eğitim sistemi ve bunun üzerinde gelişen ve aslında tam da öğrencilere kazandırılması gereken eğitim ve öğretim sistemi, niteliğinden oldukça uzak ve temelden ters bütünlüklü gerici ve ırkçı-faşist sistem ve uygulamalar hayata geçirilmektedir. Özel mülkiyet çıkarları ve kar hırsıyla yaşamı ve geleceği karartılan öğrenci gençliğin kurtuluşu tam da Poli-Teknik eğitim ve öğretim sisteminde mümkündür. Bunun için proletarya başta olmak üzere yiğit öğrenci gençliğin ve halk kitlelerinin kararlı devrim ve sosyalizm mücadelesi şarttır. İşçi sınıfı başta olmak üzere emekçilerin iktidarıyla ancak Poli-Teknik eğitim ve öğretim sistemi hayata geçirilebilir. Bizzat öğrencilerin eğitim ve öğretim sürecine katılımlarıyla eğitim ve öğretim somut- nesnel ve güncel olarak bilimsel bilgiler üzerinden eğitim sistemi icra edilebilir ve hem teorik hem de pratik olarak doğru ve bilimsel düzlemde yetiştirilmeleri ve uygun meslekler edinilerek halka ve emeğin kurtuluşuna doğru yürünebilir.