Yasa koyucuların, tek bayrak, tek dil, tek din ve tek milliyet anlayışlarıyla, tekçi zihniyetlerin sirayet ettiği toplumlarda ve günümüz dünyasında faşizmin akla zarar-ziyan saldırıları devam ediyor. Nereye baksanız doğanın ve onunla birlikte tüm canlıların var olma çabası artık doğal yaşamın getirdiği zorluklardan ziyade, insan denen varlığın yarattığı yıkımlarla mücadeleye dönüşmüş durumda. Mevcut sistem tarafından görünürlüğü silikleştirilen kadın ve onun üzerinden ezilen toplum gerçekliği önümüzde duruyor. Kimi zaman inceltilmiş eril söylemlerle ama daha çok da kabaca ve göstere göstere yapılan ve dillendirilen anlayışlara karşı koyuş ise kadın cinayetleriyle sonuçlanıyor. Son dönemde Çilem Doğan’ın kendisine şiddet uygulayan eşini öldürmesi ve akabinde verilen 15 yıllık hapis “cezası” yasa koyucuların taraflılığını bir kez daha göstermiştir. Çilem bugün kefaletle serbest kalmıştır ama kendisine yönelik tehditler de devam etmektedir. Bundan sonrasında bu toplumda Çilem’in yaşamını sürdürebilmesi nasıl mümkün olacaktır birlikte göreceğiz, ama tek bildiğimiz kolay olmayacaktır.
Tüm bu saldırılara karşı burjuva yasaların da kadını korumadığı yüzlerce kadın ölümüyle ortada iken, açık alanda mücadele eden kadın örgütlerinin tavır belirlemede ve yaşanan durumu değiştirmede çok belirleyici olamadığını görüyoruz. Kadın özgünlüğünde yaratılmak istenen ve verilmek istenen mesaj iyi okunmasına rağmen pratik karşı duruş ve mücadeleyi büyütmek, sokak ayağını örgütlemek ve anında etkin tavır almada yeterli olunamamaktadır. Burada anlatılandan mücadelenin inkârı anlaşılmamalıdır. Ancak örgütlü ve değiştirici bir ivme kazanma adına edilgen olduğunu görmek gerekiyor. Bu sistem içine sıkışmış çözümler nihai çözüm olarak görülemez. Kadın hareketlerinin an’da yaşanan haksızlıklara karşı yükselttiği talepleri desteklerken hedefi gözden kaçırmamalıyız.
Mesele düzenin değişimi için tüm baskılara karşı direk eyleme girilme meselesidir. Sistemin zoruna karşı zoru kuşanarak savaşın ön cephelerinde öncü kadının devrimle buluşmasıdır. Bu buluşmalar tarihten günümüze hepimizin bilgisi dâhilinde iken, güncelimizde somut halini Rojava’da ve Kuzey Kürdistan’da hendeklerin arkasında savaşan kadınlarda görüyoruz. Tarihimizde öncü kadınlarımızdan Yeter Koç, Perihan Çolak, Aycan Tato, Barbara Anna Kistler ve Berna Ünsal’da görüyoruz. Parti 3. Kongresinin formüle ettiği Sosyalist Halk Savaşı perspektifi ile yaratılan öncü kadının mirasının iyi kavranması bir görev olarak önümüzde duruyor.
Kadını güçlendirecek ve geliştirecek olan, kapitalizmin ve özel mülkiyetin yarattığı gerici ilişkiler ve kültüre karşı savaşın sıcak alanlarında, kendisiyle birlikte toplumu değiştirme cüreti ve feda ruhudur. Sınıfsal baskının gerçekliğini akılda tutarak tüm cephelerde var olma perspektifi ile donanan kadın özgür toplumu yaratabilir. Bugün için elzem olan Sosyalist Halk Savaşı’ndan anladığımızı sadece cephede savaş olarak sınırlandırmadan, toplumsal mücadelenin tüm alanlarında uygulayarak, öğrenip öğreterek yeni toplum ve insanı yaratma bilinciyle ele almaktır. Bütün zorbalıklara karşı kadının devrimci çıkışı tüm bozkırı tutuşturabilir. Ezilen emekçi halklara yönelik yürütülen saldırılara cevap olması adına, kadınlar olarak geleneksel davranış biçimlerimizi devrimcileştirerek kapsamlı bir değişim yaşamamız gerekiyor. Devrimci bir kültürle donanıp her alanda karşı koyuşu örgütlemeliyiz. Partisiyle buluşan kadın ısrarlı ve sürekliliği olan bir mücadele olan SHS ile özgür toplumu yaratacaktır.