AKP-Erdoğan iktidarı nezdinde ceberut devletin örgütlü şiddeti dozunu artırarak devreye girmekte, buna paralel sivil uzantılar da halk kitlelerini kuşatmaktadır. Bu karşı-devrimci hamleye karşı devrimci bir hamle ile karşı koymak, karşı koyulan yerde durmadan atılan adımı ileri taşımak gereklidir. Kuşatma daralmakta ve bu sinsice olmaktadır. Nefes alma zorlaşmakta; mecal, derman, enerji gittikçe azalmaktadır. Karşı-devrimin topyekûn savaş ilanına karşı, topyekûn mücadele ile karşı koyuş kuşatmayı parçalayacak, nefes almayı kolaylaştıracak, enerji-moral depolayacaktır. Depolanan her enerji mücadeleye yeni bir soluk katacak, yeni bir adım daha attıracak, kuşatanları kuşatacaktır. Bu devrimci militan bir atılım anlamına gelmektedir. Süreç böyle bir duruşu gerekli kılmaktadır, “Yeni Türkiye” adı altında taş üstünde taş bırakmayan barbarlar karşısında daha azını değil
Görünen odur ki, faşizm üzerine kaygılı olan sınıf bilinçli ileri örgütlü öğeler dahi, yaklaşan tehlikenin ötesinde, yaklaşan felaketin dahi yeterince bilincinde değildir. ‘80 Askeri Faşist Cuntanın ayak seslerinin geldiğinin tespitini yapan ama buna karşı tedbir, buna uygun taktik, buna uygun mücadele yöntemi geliştiremeyen devrimci-komünist hareketin aldığı ağır darbeler, yaşadığı örgütsel yenilgiler, işkenceden geçirilen, katledilen, cezaevlerinde yıllarca yatan devrimci kitleler, dahası, bu noktada bilinçlendirilip örgütlenemeyen geniş halk yığınlarının en ağır şekilde sindirilmesi unutulmuşa benzemektedir.
Faşizm, keyfi uygulanan bir yönetim biçimi değildir. İçinde bulunulan ekonomik koşulların ürünüdür. Siyasal coğrafyamızda, geniş halk yığınlarının Ekonomik, demokratik, akademik, sosyal, siyasal hak ve taleplerinin karşılanamaması karşısında gündeme gelen tepkilerin denetime alınması için devletin tüm kurumlarının örgütlü bir güç olarak şiddet temelinde konumlanmasıdır. Burjuva anlamda da olsa demokratik devrimini yapamamış, ilkel sermaye birikimini tamamlayamadan emperyalizme bağımlı hale gelmiş bir devletin, kurulduğu andan itibaren, örgütlü zor gücünü kullanması ve bunun sürekli bir biçime bürünmesi ekonomisinden bağımsız değildir. Ekonomik olarak toplumun asgari istemlerine dahi cevap olamama, bu istemleri baskı altına almayı zorunlu kılar. Bu faşizm olarak sosyal yaşama yansırken, siyasal olarak da devlete karakterini veren ve devleti şekillendiren bir hal alır. Ve kurulduğu andan itibaren bu niteliğe sahip olan “TC” devleti, AKP-Erdoğan iktidarı eliyle yeniden yapılandırılırken, faşizm de yeniden ve daha koyu bir şekilde tahkim edilmeye, devlet terörü yeni biçimde örgütlenmeye, toplumsal tabanı da örülmeye çalışılmaktadır.
Faşizmin bu yeni biçimde ve daha koyu biçimde gündeme gelmesinin de nedenleri vardır ve ekonomiden, uluslararası gelişmelerden, siyasetten bağımsız değildir. Bunun emareleri uzun bir süredir tartışılmakta, devrimci kamuoyuna sunulmakta ve geniş halk kitlelerine derinden ve daha kapsamlı şekilde gelen bu tehlike karşısında örgütlenme ve mücadele çağrısı yapılmaktaydı.
Gelinen aşamada bu çağrıların yeterli gelmediği, sürece cevap olmadığı ortadadır. AKP-Erdoğan iktidarı hem devrimci-komünist harekete musallat olan bu ataletli durumdan, hem burjuva egemen siyasetin müzmin muhalefetinden, hem de halk kitlelerinin tepkiler biriktirmesine rağmen örgütlü bir duruş sergileyememesinden hareketle hamle üstüne hamle yapmakta, yaşamı daha çok zapturapt altına alan düzenleme ve uygulamalar gündeme getirmektedir.
18 Haziran’da “Antik Çağdan 21. Yüzyıla Büyük İstanbul” etkinliğinde “cesur” olun sözleri AKP-Erdoğan iktidarının yalnızca Topbaş’a yapması gerekenler için bir yol verme olarak anlaşılmamalıdır. Öncesi olmakla birlikte piyasaya sürdüğü sivil faşist çetelere, yargı kurumlarına, bürokrasiye, polis ve askere de “yürü”melerinde daha cesur olmalarını telkin etmiştir. “Hassasiyet”, “refleks” gibi yaklaşımlarla derinleştirdiği kutuplaşmada “%50’yi zor tutuyorum” diyerek tehdit gücünü elinde tuttuğunu ifade eden Erdoğan, şimdi o bahsi geçen %50’ye cesur olun ve yürüyün demektedir.
Kuzey Kürdistan’da yürüttüğü katliamda teşhir olan uygulamalardan kaynaklı askere dokunulmazlık zırhının hazırlanması, bundan sonra sırf Kuzey Kürdistan’da değil, tüm Ülkede daha “cesur” adımların atılacağına işarettir. Ki, “dünü” aratır bir şekilde en küçüğünden en büyüğüne en basitinden en karmaşığına gündeme gelen demokratik bir eyleme istisnasız olarak gaz ve TOMA’larla müdahale etmesi, gözaltına alması, şiddet uygulaması polis tarafından uygulamaya sokulmuştur.
Yargıda yapmayı planladığı, gündeme ısıtıp ısıtıp getirdiği yeni düzenlemeler atılacak “cesur” adımların koruyucu kılıfı anlamına gelecektir. Yandaş yargı üzerinden -var olan “yargı”dan zaten bahsedilemezdi elbette- şimdi hukuksuzlukların daha rahat ve sorgulanamaz, hatta sorgulamaya çalışanların sorgulanacağı bir hale geleceği ortadadır. Her sorgulamanın “devletin birliği ve bütünlüğü” ile başlayan ve “hükümete darbe” ile biten iddianamelerin konusu olacağı su götürmezdir.
Sermayenin yeni birikim sürecindeki hamlesi: “Kayyum”lar
AKP-Erdoğan iktidarından nemalanan sermaye çevresi, ekonomik çıkarları gereği daha radikal adımların atılmasını, elde edilen rekabet gücünün daha güçlenmesini, rakip sermaye karşısındaki avantajlı bir pozisyonunu daha da güçlendirmek ve bu güç üzerinden sermaye birikimini geliştirmek istemektedir. Bu genel olarak tüm sermayenin yönelimi-eğilimidir. Fakat iktidara yeni oturmuş (Cumhuriyet tarihi baz alındığında DP iktidarını da sayabiliriz) AKP-Erdoğan iktidarı nezdinde vücut bulan sermaye, rekabet gücünü daha da arttırmak ve rakipleri karşısında birikimini ilerletmek arzusundadır. Bu arzuya, izlenen dış politikadan kaynaklı sıcak para akışının yavaşlaması, yabancı iştiraklerin geri dönmesi gibi ekonomiyi etkileyen sebepler, iç siyasette rakip sermayeye karşı devreye girmekte ve iktidarı daha hızlı, daha katı davranmaya yöneltmektedir.
7 Haziran seçimleri sonrası ortaya çıkan tablo karşısında panik havası yaşayan ve elde ettiği iktidarın yeteri kadar sağlam olmadığını düşünen AKP-Erdoğan kliğinin dozunu arttırarak yürüttüğü savaş her ne kadar 1 Kasım seçimlerinde hükümet olmasını sağlasa da, iktidar koltuğunun daha sağlam bir zemine oturması için daha baskıcı ve hâkimiyetini sağlamlaştırıcı tedbirler almayı zorunlu kılmıştır.
AKP-Erdoğan iktidarı nezdinde egemen olan tekelci burjuvazi ne pahasına olursa olsun iktidarda kalmak istemekte ve bunu varlık-yokluk düzleminde ele almaktadır. Gelişmelere bakıldığında haksız da değillerdir. İzledikleri dış politikadan, iç politikaya, ekonomik politikalardan birçok uygulama göstermektedir ki, sıkışmış durumdadırlar ve daha rahat hareket edecek bir ortam oluşturmak istemektedirler.
Yanına çekemediği Kürt kitlesine karşı kapsamlı saldırılar başlatması ve bunu MHP’ye taş çıkartırcasına milliyetçi temelde yapması, “barış-çözüm” aldatmacasıyla kandıramadığı Kürt halk kitlesinin yerine MHP kitlesini hedeflediğini göstermektedir. Temmuzun ikinci yarısıyla birlikte başlattığı katliam saldırıları karşısında MHP kitlesinin AKP’ye dönen yüzü de buna örnektir. Öyle ki, gelinen aşamada iç karışıklık yaşayan MHP, siyaset sahnesinde gerekli mi-gereksiz mi tartışmasının konusu olmaya da aday hale gelmiş durumdadır.
Sırf MHP değil, düzenin diğer partisi CHP de aynı sorunu yaşamakta, adına “demokrasi” dese de yaşadığı iç karışıklıklarla boğuşmaktadır. En son dokunulmazlık oylamasında ortaya koyduğu tavır dahi, yeniden yapılandırılan devletin bekası için AKP’den geri kalmayacağını göstermiştir. Burjuva siyasette rakiplerinin bu parçalı ve sorun yaşayan durumu AKP-Erdoğan iktidarını cesaretlendiren bir faktördür. Ve daha rahat hareket etmesine, adım atmasına, uygulamaları gündeme getirmesine cesaret kaynağı olabilmektedir.
Örgütlü zor gücünü katliamlar eşliğinde topyekûn seferberlikle Kuzey Kürdistan’dan başlatan AKP-Erdoğan iktidarı, savaş uçaklarıyla yerle bir ettiği yerleşim alanlarını aynı zamanda yeni rant alanı olarak ele almakta, savaşın ihtiyaçlarına göre bu yerleşim yerlerini inşa etmeyi hedeflemektedir. Türkiye-Kuzey Kürdistan halkları içinde en dinamik halk kitlesi olarak öne çıkan Kürt halkını katliamla, sürgünle, yasaklarla sindirmeyi hedefleyen faşist devlet, yeni bir adım olarak da “terör”e destek veriyorlar diyerek DBP elindeki belediyelere “kayyum” atamayı hedeflemektedir. Hem Kürt halkının örgütlenmesinde bir araç olan ve yaşadıkları alanlar üzerinde söz-yetki-karar sahibi olmalarına olanak tanıyan bu araçlar ortadan kaldırılmak istenmekte hem de rant kapısı olarak görülen bu belediyeler bu yerleşim alanlarının yeniden yapılanma sürecinde sermaye için rant kapısı durumuna getirilmek istenmektedir.
Fakat AKP-Erdoğan iktidarının gündeme getirdiği “kayyum” atamalarını sırf Kürt belediyeleriyle sınırlı tutmak eksik olacaktır. Kayyum atamaları sermaye birikimi için izlenen politik yönelimlerden birisidir. Zamanında komprador Türk burjuvazisinin palazlanma adına gayrimüslimlerin malına-mülküne-sermayesine el koyması gibi, bugün de AKP-Erdoğan iktidarı çevresine kümelenmiş sermaye çevresinin sermaye birikimine hizmet etmektedir. O dönemle tek farkı, bugün “kayyum” adı altında yasal düzenlemeyle hukuksal bir kimlik kazandırılmış olmasıdır. “Paralel”le mücadele adı altında Gülen Cemaati’ne yakın basın ve sermayeye “kayyum” atayarak ele geçiren AKP-Erdoğan iktidarının, şimdi Kürt belediyelerine atayacağı ”kayyum”larla sınırlı kalacağı sanılmamalıdır. Rant kapısı olarak ele alınan diğer belediyelere de çeşitli gerekçelerle kayyum atayacağı, dahası diğer sermaye çevrelerine de “kayyum”lar atayarak sermaye birikimine hız vermeye çalışacağı ortadadır. Bunu ne kadar başarır bu ayrı bir konu, fakat sermaye birikimi için ne gerekiyorsa yapmaya çalışacaktır. TÜSİAD ve benzeri çevrelerden “kayyum”lara ilişkin yürütülen eleştiriler bu minvalde ele alınmalıdır.
Daha üst boyutta mücadele dayatılmaktadır, cevabımız militan devrimci duruşla “kabulümüzdür” olmalı
Tüm bunlar ve daha sıralanamayan benzeri politik ve ekonomik uygulama ve düzenlemeler dahi ele alındığında, AKP-Erdoğan iktidarının kendisine ayak bağı olarak gördüğü parlamentoyu işlevsiz kılacak adımlar atması(dokunulmazlıkların kaldırılması, Meclis iç tüzüğünün yeniden ele alınması, hükümeti-bakanları işlevsiz duruma getirmesi, komisyonları işlevsizleşmeleri, gensoruların anlamsızlaşmaları…), yargıda yeni düzenlemelere gitmesi, ordu-askere dokunulmazlık girişimleri, kayyum atamaları, memurlara ilişkin yeni düzenlemeler vb. karşısında egemen sınıfların diğer kesimlerinden gelecek tepkilerden korkmamaktadır. Korktuğu halk kitleleridir. Halk kitlelerinin tepkileri, örgütlü tepkileridir. Halk kitlelerinin örgütlü gücüdür.
Hem Topbaş nezdinde gündeme getirip sarf ettiği “Cesur olun” telkini, hem de sonrasında sanat ve spor çevresine verdiği iftar yemeğinde sarf ettiği “Milletimizin tüm gücüyle ve samimiyetiyle yanınızda olduğunu göreceksiniz” sözleri AKP-Erdoğan iktidarının başlattığı yeni hamlenin işareti olarak okunmalıdır.
Yani, AKP-Erdoğan iktidarının siyasi görüşüne, politik yönelimine, uygulamalarına uymayan, itiraz eden en küçük bir eylem, İslami referansların eleştirdiği her bir hareket ve görünüş, seküler yaşamın her bir biçimi karşısında “cesur” adımlar atılacak, kadınlar sokak ortasında katledilecek, öğrenciler-gençler okullarından uzaklaştırılacak, memurlar “yandaş” olmadıklarından işlerinden atılacak, sanatçılar İslami dini motifleri, kişilikleri daha çok işleyecek, polis “kuş” uçurtmayacak, asker OHAL’in tüm olanaklarını daha rahat kullanacak, DKÖ’ler “terör yuvaları olarak kapatılacak, devrimci basın üzerindeki baskı daha artacak, sesleri kısılan devrimci-ilerici aydın, yazar, akademisyen ve sanatçılar kökten susturulacak… Ve en önemlisi de, “mahalle baskısı”yla kitleler denetim altına alınacaktır. Evlerinde tutulan %50’nin hazır kıtaları olan eli sopalılar bu iş için hazır beklemektedirler. Polisin ve ordunun yetişemediği yerlere bunlar yetişecektir.
Gelişmeler, devrimcilere, sosyalistlere ve halk kitlelerine daha üst boyutta ve daha aktif mücadele yürütmeyi dayatmaktadır. Ya bu mücadele kabul edilerek ona uygun bir duruş sergilenecektir, ya da 1980 Askeri Faşist Cuntası’nın devrimci harekette ve toplumda yarattığı sonuçların benzeri sonuçlardan daha ağırını yaşatacak sonuçları bugünden kabullenip sessizce beklenecektir. Başka da bir seçim şansı yoktur. Ve kimseyi teğet geçmeyecektir.
Maoist komünistler, yaklaşan felaketin bilinci doğrultusunda cesur, militan adımlar atmalıdır. Halk kitlelerinin ayağa kaldırılması elbette zor bir iştir, fakat imkânsız değildir. Mevzu bahis olan kitlelerin kendi yaşamıdır ve bu yaşamı bekleyen tehlikeleri onlara anlatmak, bıkmadan usanmadan tekrar tekrar anlatmak ve kitleleri bu tehlikeler karşısında bir araya getirip mücadele etmelerini sağlamak militan devrimcilerin asli görevi, varlık nedenidir. AKP-Erdoğan iktidarı, devlet, kendini halk kitlelerine 24 saatin her saniyesini doldurarak anlatmakta, halk kitlelerini manipüle ederek bilinçlerini bulandırmakta-uyuşturmakta ve örgütlemeye çalışmaktadır. Maoist komünistlerin, karşı-devrimin bu çabasından daha azını yapması beklenmemelidir. Aksine her yönüyle AKP-Erdoğan iktidarının, devletin bu çabası engellenerek devrimci-komünistlere daha çok olanak yaratılmalıdır. Onlar halkın demokratik siyaset yapmasını engelliyorsa neden onlar da engellenmesin, seçilmiş halk temsilcileri yerel yönetimlerden alıkonuluyorsa, neden onlar da alıkonulmasın, “teröre” destek veriyor denerek yapılan tüm uygulamalar karşısında “karşı-devrimci terör”e destek veriyorlarsa neden cevap verilmesin, “mahalle baskısı” uygulayanlara neden “devrimci otorite” ile cevap olunmasın, polis terörüne neden “devrimci dayanışma” ile “birleşik mücadele” ile cevap verilmesin, ki ılımlı İslamcısı, Ergenekoncusu, ulusalcısı, milliyetçisi ortaklaşmış saldırıyor, neden her bir yerelde, semtte, ilçede halkların devrimci öncülerinin ortaklaşması sağlanarak militan mücadele yürütülmesin ki…
Devlet ve sivil uzantılarının her bir yerdeki terörünü her yerde teşhir etmek, buna karşı militan tepki koymak, bunu örgütlemek ve bunu sürekli kılmak halk kitlelerine güven ve cesaret verecektir.
AKP-Erdoğan iktidarı nezdinde ceberut devletin örgütlü şiddeti dozunu artırarak devreye girmekte, buna paralel sivil uzantılar da halk kitlelerini kuşatmaktadır. Bu karşı-devrimci hamleye karşı devrimci bir hamle ile karşı koymak, karşı koyulan yerde durmadan atılan adımı ileri taşımak gereklidir. Kuşatma daralmakta ve bu sinsice olmaktadır. Nefes alma zorlaşmakta; mecal, derman, enerji gittikçe azalmaktadır. Karşı-devrimin topyekûn savaş ilanına karşı, topyekûn mücadele ile karşı koyuş kuşatmayı parçalayacak, nefes almayı kolaylaştıracak, enerji-moral depolayacaktır. Depolanan her enerji mücadeleye yeni bir soluk katacak, yeni bir adım daha attıracak, kuşatanları kuşatacaktır. Bu devrimci militan bir atılım anlamına gelmektedir. Süreç böyle bir duruşu gerekli kılmaktadır, “Yeni Türkiye” adı altında taş üstünde taş bırakmayan barbarlar karşısında daha azını değil.