Yerel yönetimlerin kimler arasında nasıl dağılacağını belirleyecek olan seçim sandıklarının kurulmasına üç ay kaldı. Haklı olarak belediye ve muhtarlıklar şahsında seçimlerin kazanılmasına dönük çalışmalar da yoğunluk kazandı. Belediye başkan aday adayları belirlenip açıklanmaya başlandı. CHP önemli oranda belediye başkan aday adaylarını esasta açıklamış bulunurken, iktidar cephesi-ittifakı, özellikle İstanbul, Ankara başta olmak üzere, büyük şehir belediye başkan aday adaylarını belirlemede problem yaşamakta, kazanacak adaylar bulmakta sorunlu görülen bir durum resmetmektedir. İktidarın, İmamoğlu ve Yavaş gibi ilgili illerde ve hatta toplumda geniş karşılık bulan güçlü adaylar karşısında zorlandığı anlaşılmaktadır… İktidar da CHP de büyükşehir belediyeleri başta olmak üzere, genel belediye seçimlerini kazanmakta ısrarlı olup iddia ortaya koymaktadır. Erdoğan-AKP/MHP iktidarı önemli iç çatlaklar ve sorunlar yaşamaktadır ve ekonominin mutfağa yansıması ya da kitlelerin zamlarla-pahalılıkla dayanılmaz noktaya gelen yoksulluğu AKP/MHP güruhunun aleyhine toplumsal şartlar geliştirmiş durumdadır. Buna paralel CHP ise, kongredeki değişimle bir rüzgar yakalasa da, bu göreceli ve yetersiz kalmaktadır, dahası CHP içinde iç klik çatışmasının seyrettiği ve kazanların alttan alta kaynadığı gözlerden kaçmamaktadır… Karşı-devrim cephesindeki bu durum devrimci harekete ciddi olanak ve imkanlar sunmaktadır; tabi etkili kullanılması koşuluyla…

Komprador tekelci klikler başta olmak üzere, farklı ideolojik-siyasi perspektif ve niteliklerden devrimci sınıf güçleri ile demokratik Kürt ulusal hareketine kadar bütün politik aktörler seçimlerin kazanılmasına odaklanmıştır. Bir taraftan sınıf karşıtlığı ekseninde yaşanan cepheleşme belirginleşirken, diğer taraftan ortak sınıf dokusu taşıyan siyasi güçlerin aralarındaki ittifaklar biçimlenmektedir… Komprador tekelci klikler arasındaki bölünme esasta iki blok ya da iki ana ittifakta biçimlenirken, bir önceki seçimlerden farklı olarak bu kez seçimlere dağınık bir tabloyla girecekleri görülmektedir. Başta İyi Parti olmak üzere, Deva gibi bazı siyasi partilerin ittifak yapmaksızın tek başına seçimlere girme iradesi ortaya koymuş durumdadır…

Erdoğan-AKP iktidarı her kritik seçim öncesi çatışma ve savaş tercihini devreye sokması spekülatif olasılığı güçlendirmektedir

Diğer taraftan, devrimci sınıf ve halk güçleri ile Kürt ulusal hareketi ise, büyük oranda geniş demokratik bir ittifak ekseninde birleşmiş durumdadır. Ne var ki, bu sınıf ve halk güçleri de kimi dinamikleri bağlamında tam bir birlik ve hedeflenen kapsayıcı ittifakı sağlamış değildirler…

Tam da seçim tarihi yaklaşmışken, dikkat çekici biçimde, Türk milliyetçiliğini hortlatarak ırkçı-faşist dalgayı körükleyip kabartmaya yarayacak veya iktidarın manipüle ederek kullanması kesin olan, aynı zamanda toplumda iktidar lehine işlemek üzere sarsıcı etki yaratan sansasyonel askeri eylem esasta zamansız olarak gündeme geldi. Eylemin askeri açıdan son derece başarılı ve ciddi olduğu aşikar ama zamanlama açısından tartışmalı bir durum söz konusu ki, bu eylemi gerçekleştiren güç açısından değil fakat iktidar açısından bir muammadır. “Eylemin zamanlaması bir rastlantı mıdır, yoksa iktidarın seçimleri kazanma uğruna toplumu provoke etmek için planlı olarak zemin sunduğu bir gelişme midir”  sorusu spekülatif de olsa, yabana atılır bir tartışma değildir. Erdoğan-AKP iktidarının her kritik seçim öncesi çatışma ve savaş tercihini devreye sokması bu spekülatif olasılığı güçlendirmektedir…

Kürt milletvekillerinin yeniden Erdoğan’a (ve hatta Bahçeli‘ye de) çağrıda bulunarak “aziz olun” çözüm getirin mealinde konuşmalar yapıp onları adres göstermesi de zamanlama açısından başka bir anlam taşır ki, burada bir kırılmadan bahsetmek mümkündür. DEM Parti üzerindeki muhtemel baskı-basınç ve linçi önlemek için siyaseten bu dili tercih etmiş olabilir. Ancak, Kürt ulusal hareketinin genel eğilimi açısından bakıldığında bu çözüm çağrısının genel bir eğilim olduğu da inkâr edilemez. Bu siyasetin-stratejinin doğruluğu-yanlışlığı ayrı bir tartışmayken, Erdoğan-AKP/MHP iktidarına bu denli bonkör bir kredinin açılması anlaşılır olamaz. Siyaseten de hatalı bir eğilimdir bu. Zira seçimler kapıdayken bu faşist iktidar güruhuna olumlu anlamda bir aktörlük yükleyerek azizleştirilmeleri öyle ya da böyle bu güruhun değirmenine su taşır… 

Bu tabloyu yorumlayarak kimi sonuçlar çıkarmak ve/veya bu tablodan hareketle bazı öngörülerde bulunmak mümkündür. 

Öncelikle; “siyasette bir gün bile büyük bir zamandır” sözünden hareketle, yukarıda çerçevelediğimiz tablonun önümüzdeki üç aylık zaman zarfında birçok değişkenlik göstermesi olasıdır ki, bu olasılık göz ardı edilemez. Örneğin, mevcut ittifaklarda ve seçimlere bağımsız girme tavırlarında bazı geri adımların veya bazı değişikliklerin gündeme gelmesi sürpriz olmayacaktır. Zira, burjuva siyaset sahnesinin bencil çıkarlara dayalı pazarlıklarla, geçişler ve transferlerle malul olduğu aşikardır. Bunun gibi, burjuva ahlak ve bencil çıkara dayalı egemenlik hırsı vb. “olmaz” denileni mümkün kılarak beklenmedik gelişmelere tanıklık yapabilir. Burjuva siyaset zemini kaygan ve yoz olmakla birlikte, skandallarla, entrikalarla, ilkesizliklerle, bencil çıkar ilişkileri ve gerici uzlaşmalarla ünlüdür. Dolayısıyla, mevcut ittifakların dağılarak farklı rotalara girilmesi ve ittifakların sil-baştan, yeniden biçimlenmesi gibi gelişmeler de gerçekleşebilir şeylerdir vb. öte taraftan, devrimci sınıf ve halk güçleri cephesinde de kimi gelişme ve değişimlerin yaşanması olasılık olarak yadsınamaz…

Olasılıklar birçok değişkeni, sürprizi, yeni tablo ve gelişmeleri dikkate almayı gerektirse de, sürece dair yapılacak tahlil-tespit ve çıkarsamaları mevcut durum veya tablo üzerinden yorumlamak daha somut ve gerçekçi olacaktır…

Erdoğan ve iktidar güruhu seçimleri kazanmak için toplumdaki kutuplaşmayı derinleştirecektir

Seçim sürecinin, seçime katılarak sürece dahil olan iktidar bloğu dışındaki diğer güçler açısından eşit ve demokratik şartlarda gelişmesinin tasavvur edilemeyeceği sabittir. Bunun da ötesinde, sürecin burjuva “olağan” koşullardan çok daha ağır şartlarda, çatışmalı, saldırgan ve her bakımdan olağan dışı şartlar altında biçimleneceği anlaşılmaktadır. Yani, bir önceki seçim sürecinden çok daha ağır bir süreç yaşanacaktır… “Şehit” edebiyatıyla kan üzerine siyaset yapma ve vatan-millet-bayrak çığırtkanlığıyla ırkçı-milliyetçiliğin paravan edilip sömürülmesi ve bundan nemalanma stratejisi belirgin biçimde öne çıkarılacaktır. Erdoğan ve iktidar güruhunun seçimleri kesin kazanma hedefiyle ve her şey pahasına kazanma hırsıyla plan ve politika belirlediği görülmektedir ki, bu, hem ağır baskı ve saldırıları gündeme getirecektir, hem de manipülasyon ve demagoji maharetiyle kitleleri arkasına almakla birlikte, toplumdaki kutuplaşmayı derinleştirerek diğer burjuva kliğin ve adaylarının etkisiz hale getirilmesi için kullanılacaktır…

Buna ek olarak; uygulamada olan “Akşener” oyunu derinleştirilerek karşıt burjuva kliğin ittifak cephesi zayıflatılacak, mümkünse bu kliğin içine dönük komplo ve entrikalarla onun dağıtılarak güçten düşürülmesi siyaseti benimsenecek veya uygulanacaktır. Aynı zamanda kendi ittifak çevresi komplo, şantaj, satın alama gibi yöntemlerle denetime alınıp tarikat ve cemaatlerle iyice büyütülüp sıkılaştırılacaktır. Akşener faktörünü mevcut ittifakının gizli bileşeni veya ittifakın zımni ortağı olarak kendi gücüne dahil etmeyi ihmal etmeyecektir. Komprador klikler arasındaki dengeyi lehine çevirmek için her türlü pervasızlığa başvuracak, her oyunu kurup uygulayacaktır… Devrimci sınıf ve halk güçlerine dönük ise, burjuva klik ve karşıtlarına uyguladığı baskı ve saldırıların daha katmerlisini uygulayarak sindirmeye veya çalışamaz duruma getirerek etkisizleştirme politikası izleyecektir. Burada olasılık da olsa, izlemesi muhtemel olan en önemli strateji-siyaset, Kürt ulusal hareketine dönük bazı mesajların verilerek onlarda bir iyimserlik ve beklentinin yaratılması hilesiyle Kürt oylarını manipüle edip arkasına alma taktiği olacaktır… Ancak bunun zayıf bir olasılık olduğu söylenebilir. Daha çok, baskı, saldırı ve sindirme siyasetinin uygulanacağı söylenebilir. Çünkü, çatışmalı bir iklim yaratarak geniş kitleler üzerinde büyük bir korkunun yaratılarak kitlelerin sindirilmesi hedeflenmektedir. Toplumun terörize edilerek kontrol edilmesi esas siyaset ve taktik olacaktır… Lakin, böyle de olsa, Kürtlere dönük belli mesajlarla yanılsama yaratıp yedeklemelerini sağlamayı da ihmal etmeyebilir. Kürt siyasi partisinin parlamentodaki mevcut açıklamaları bu olasılığı besleyen zemindir. Unutmamak gerekir ki, seçimlere daha üç aylık bir zaman var ki, bu zaman mevcut askeri eylemin kitlelerde yarattığı etkiyi dindirerek yeni bir rotaya sokmak için yeterlidir…

Komprador tekelci kliklerle girilecek bir ittifak, doğrudan bir ilke sorunu olarak mevcut demokratik-devrimci ittifakı baltalayan gelişme olacaktır

İktidar cephesi Erdoğan güdümlü olarak seçimler sürecinde bu zeminde sahne alırken, CHP de boş durmayacaktır. CHP ittifak arayışı ve girişimlerini ısrarla sürdürecektir ki, bundan başka bir şansı da yoktur. Mevcut firelerin dışında kalan eski ortaklarıyla esasta bir ittifak kuracaktır. Özellikle Kürt siyasi partisiyle ilişkilerini daha açık biçimde geliştirip ittifak kurmaktan sakınmayacaktır. Zira Kürt siyasi partisiyle ittifak kurmadan seçimlerde ciddi bir varlık göstermesi düşünülemez. En azından elindeki bazı büyük şehir belediyelerini kaybetmesi kaçınılmaz olacaktır. Dolayısıyla önümüzdeki süreç, CHP’nin Kürt siyasi partisiyle daha açık ilişkilere girerek ittifak anlaşması için çaba harcayacağı söylenebilir. Kürt oyların kazanılması seçimlerde önemli bir avantaj olacaktır. CHP’nin Kürt oylarını alması seçimlerde elindeki belediyeleri korumasına yol açabilir. Erdoğan-AKP’nin bu oyları alması durumunda ise, CHP’nin elindekileri yitirmesine yol açmakla birlikte, Erdoğan-AKP’nin ciddi bir seçim kazanımı elde etmesiyle sonuçlanacaktır. Kürtler yine kilit rol oynarken hem CHP’nin hem de AKP’nin muhtaç olarak dolaylı pazarlıklara girişeceği güç olacaktır…

Kürt siyasi partisinin (DEM Parti‘nin) CHP ya da AKP ile açık ittifaka girmesi, fiilen devrimci sınıf ve halk güçlerinin ittifakında da ciddi sorun ve sonuçlara yol açacaktır. Dolayısıyla, mevcut devrimci demokratik ittifakın “kaderi” de bir bakıma Kürt siyasi partisinin izleyeceği ittifak tutumuna bağlı biçimlenecektir. Uzak görülen bir olasılık da olsa, iktidar veya diğer komprador klikle girilecek bir ittifak ilişkisi mevcut devrimci güçler ittifakı tarafından desteklenmeyeceği gibi, kabul de görmeyecektir. Yani, komprador tekelci kliklerle girilecek bir ittifak, doğrudan bir ilke sorunu olarak mevcut demokratik-devrimci ittifakı baltalayan gelişme olacaktır. Bir taraftan devrimci sınıf ittifakını sürdürmek, diğer taraftan CHP veya herhangi bir komprador tekelci sınıf kliğiyle açık olmasa bile zımni ittifak-anlaşmalar sürdürmek siyasi etik açısından sorunluyken, bu burjuva ilişkinin devrimci sınıf güçlerince kabul edilmesi beklenemez. En azından sosyalist güçler açısından bu durum ve ilişki bir ilke meselesi olarak kabul edilemez… Yalnız bu en kötümser olasılık olarak tamamen bir varsayımdır! Dolayısıyla mevcut ittifak ve ilişkilerin aynı kararlılıkla sürdürülmesinde hiçbir tereddüt gösterilemez-gösterilmemelidir. Komünistler somut olay ve olguları esas alır bunlar üzerine siyaset kurarlar; gerçekleşmemiş ve subjektif önyargılara veya subjektif yorumlara bağlı siyaset geliştirmezler…

CHP’nin seçimlerde hezimet yaşaması, buna karşın Erdoğan AKP’sinin sahte bir zafer daha kazanması olasıdır. Çünkü Erdoğan-Bahçeli liderliğindeki AKP/MHP koalisyonu açık faşizmden ve faşizmin tipik argümanlarından olan ırkçı-milliyetçilik ile din sömürüsünden ya da bunlar üzerinden geliştirdiği demagoji ile toplumsal kitlelerin manipüle edilmesi ve kontrol altına alınmasından beslenmektedir. Ve bu yolla korku imparatorluğu denilen barbar bir egemenliği tesis ederek, her türlü hedefine zor-şiddet ve devlet terörü vasıtasıyla ulaşmaktadır. Dahası, bu iktidar, iktidar uğruna başvurduğu baskı, tutuklama, hukuksuzluk, komplo, provokasyon, suikast ve faşist saldırıları sadece devrimci sınıf ve halk güçlerine karşı değil, rakibi olan diğer burjuva siyasi partilere ve karşıtı olan kliğe de uygulamaktadır. Üyelerini bizzat atadığı Anayasa Mahkemesi başta olmak üzere, muhalefet eden, eleştiren gazeteci, aydın, yazar ve her nitelikten muhalif dinamiklerin hepsini susturmak için hapse atmaktan, linç edilmelerinden ve faşist saldırıların hedefi haline getirmekten sakınmamaktadır. Son örneği, CHP genel başkanına dönük ve bizzat hedef haline getirilmesi suretiyle, Erdoğan ve Bahçeli tarafından yapılan açıklamalardır… Kısası, CHP’nin iç durumu ile siyasi gelişmelerin yanı sıra, Erdoğan sultasının devlet olanakları başta olmak üzere, hile ve hırsızlığa, komplo ve provokasyona ve katliamcı baskılara başvurması gibi şartlar dikkate alındığında, bu sahte zafer mümkün görünmektedir. Bu da CHP’ye “deli gömleği” giydirilerek etkisizleştirilip seçimlerde hezimetle karşılaşacağını koşullar. CHP iktidarın oyunlarına düşmeme noktasında gösterdiği tavır her bakımdan yetersizdir. Zira, toplumsal kitle hareketini geliştirmeden, sokaklara inmeden, yani sokaklara inmekten özellikle imtina eden, bu ısrarından vazgeçmeden iktidarın faşist baskılarıyla baş etmesi mümkün değildir, olmayacaktır. Bunun CHP’yi ve CHP kimliğini aştığı ise ayrı bir gerçektir. O halde, (bir bakıma CHP’yi de “kurtaracak” olan) tek olasılık devrimci alternatiftir…

Seçimler özgülünde olmak kaydıyla, faşist saldırı dalgasını kıracak ya da faşist sultayı sarsacak olan tek kuvvet, ciddi oy potansiyeli bulunan Kürtlerin tavrı ile devrimci sınıf güçlerinin ortaya koyacağı tavır ve en azından seçimlerde sergileyecekleri ittifak politikası olacaktır. Bu cephenin ben-merkezci, dar bencil hesap ve egemenci anlayışlardan uzak durarak genel devrimci cephenin çıkarlarını önceleyen kaygıyla hareket etmesi elzemdir. Buna koşut, komprador tekelci sınıf kliklerinin ayrıt edilmeksizin (ama baş tehdit ve tehlikeyi de dikkatten kaçırmamak kaydıyla), her kanadıyla etkili bir siyasal teşhire tabi tutulması zorunludur. Bunu zayıflatan ve hatta burjuva kliklerle ilişki ve ittifaklar kuran yaklaşımlar net biçimde mahkum edilerek yadsınmalıdır…

Mevcut pratiğimizin de kanıtladığı gibi, ittifak politikasındaki ısrarımızı sonuna kadar sürdürmek temel tutumumuz olacaktır 

Sosyalist güçler mevcut gelişmeleri izleyerek, somut gelişmelere bağlı olarak yeniden pozisyon alıp siyaset geliştirmesi genel bir olasılık olarak geçerlidir. Bu siyaset esasta devrimci sınıf güçlerinin birincil alındığı ve mümkün olan tüm demokratik güçlerin dahil edildiği-olduğu bir ittifak ilişkisi olarak biçimlenir. Ki, mevcut ittifakın devam ettirilmesi ve dışarda kalan devrimci güçlerin de dahil edilerek geliştirilmesi doğru olandır. Fakat muhtemel gelişmelere göre yeni siyaset geliştirip pozisyon belirlemek de somut bir mesele olarak hesaba katılmak durumundadır. Siyaset somut durum üzerinden sürdürülmeli, buna uygun biçimlenmelidir!… Sosyalistlerin, ittifaktan bağımsız olarak ve ittifak tartışmasını bir yana koyarak, ittifak olsun ya da olmasın fark etmeksizin, kendi çalışmalarını sıkı ele alıp yoğun tempo eşliğinde yürüterek güçlendirmesi ve hatta seçimlere yalnız girecekmiş gibi hazırlanması, yani kendi çalışmalarını hızlandırarak onlar üzerinde yoğunlaşması önem taşımaktadır. Bizler kendi güçlerimizi tahkim ederek harekete geçirdiğimizde ve çalışmalarımızı somut kazanımlar temelinde derinleştirdiğimizde, bu, hem mevcut ittifakımızı güçlendirecektir ve hem de olası bir durumda kendi gücümüze dayanarak seçimlerde kazanımlar elde etmemizi hazırlanmış olacaktır… Burjuva sınıf siyasi partileriyle ilişkilenme ve ittifak kurmaya meyilli olan bir ittifak bileşeni şartlarında, kırılmaların, kaymaların ve ilkesizliklerin gündeme gelmesi mümkündür ve bu olasılık dikkate alınmak durumundadır. Özellikle kimi seçimler somutunda maruz kaldığımız negatif tecrübeler veya dostlarımızın ittifak kültürü ve anlayışına sığmayan geçmiş ve hatta mevcut kimi yaklaşımları dikkate alındığında, “yoğurdu üfleyerek yememiz” gerekli hale gelmektedir… Tekrar edelim; bütün bu olasılıkları dikkate alıp her ihtimali hesaplayarak hazırlıklı olmamız asla ittifak konusunda tereddütlü olduğumuz anlamına gelmez. Bilakis, mevcut pratiğimizin de kanıtladığı gibi, ittifak politikasındaki ısrarımızı sonuna kadar sürdürmek temel tutumumuz olacaktır. İttifak anlayışımızı ilkeler temelinde sürdüreceğimizden hiçbir kuşku duyulmamalı ama her şeye rağmen ittifak diyeceğimiz de düşünülmemelidir!…

Belli ilkelerde net olup, bu ilkeler ekseninde hareket edildiğinde genellikle kazanımların elde edildiği ve edileceği denenmiş bir tecrübe olarak bir gerçektir. Kendi gücümüze dayandığımızda veya ona güvendiğimizde başarılar ve kazanımlar elde ettiğimiz pratiğin şahitliğiyle sabittir. Kuşkusuz ki, ittifakları, ittifak güçlerini öteleme gibi bir politikamız olamaz. Lakin gerektiğinde de kendi gücümüze yaslanarak politika geliştirip pratikleştirmekten geri duramayız-durmamalıyız. Bize rağmen ittifakların bozulması-dağılması mümkün olabilir. Bu durumda bizlerin yapacağı tek şey vardır; gücümüze güvenerek siyasetimizi bu güçle pratiğe dökmektir. Özcesi, muhtemel gelişmeleri ve en kötü olasılığı hesaba katarak planlamalar yapmak, hazır ve hazırlıklı olmak genel bir doğrudur. Bundan özel bir anlam çıkarılmamalıdır… İttifakla kazanmayı hedeflemeli, gerektiğinde ise ittifaksız kazanmayı bilincimize kazımalıyız. Net ve açık söylüyoruz ve tartışılması yersizdir ki, bizler ittifak politikasından geri adım atmış değiliz, atmadık, atmayız. Fakat ilkesiz, anti-demokratik ve egemenci tutum gibi ittifak anlayışına sığmayan dayatmalar uygulandığında veya bizlere rağmen ittifak dağıldığında ya da dağılmasının şartları hasıl olduğunda, bizlerin mümkün olan ittifaklarla, geçerliliğini sürdüren ittifak güçleriyle ortak zeminde ve gerektiğinde de bağımsız gücümüzle seçimlere girme tavrı geliştirmekten daha demokratik bir hakkımız olamaz. Kaldı ki, ittifakın bozulmasına rağmen, bozulmayacak ittifak güçlerimiz, bileşenlerimiz mevcuttur. Onlarla ittifak halinde yürümemizin ve seçimlere girmemizin önünde hiçbir engel ve bizlerden kaynaklanan bir sorun yoktur, olmayacaktır da…

Bütün bunlar ne anlama gelir? Kaypakkaya orijinli güçler ve Sosyalistler olarak güçlerimizi birleştirip, en geniş tabanımızı harekete geçirerek sağlam ve ilkeli bir sınıf tavrıyla seçimler sürecini etkili biçimde omuzlamaya hazırlanmamızın gerekliliği anlamına gelir. İdeolojik-siyasi-örgütsel çıkar ve kazanımlarımızı göz ardı etmeyen, tersinden önemseyen bir tutum içinde olmamız gerektiği anlamına gelir. Önem vermemiz gereken ilk eğilim ve pratik tutum bu olmalıdır… Biz kazanırken devrimci cephe, devrimci cephe kazanırken biz kazanıyoruz bilinciyle hareket etmeliyiz. Bu zeminde en geniş devrimci sınıf ve halk güçleriyle ittifaklar kurup, karşı-devrimci sınıf güçlerine karşı, devrimci demokratik sınıf cephesinin kazanımlarını genel bir tutum olarak benimsemeli, buna uygun siyaset ve yönelimler içinde olmalıyız…

Benim” kazanmam değil, “bizim” kazanmamız şarttır, devrimcidir

İttifak önemli oranda gerçekleşmiş, devam etmektedir. Bunu önemsemeli, korumalı, geliştirerek ilerletmeli ve ittifaka dahil olmamış devrimci sınıf güçlerinin dahil edilmesine dönük çaba göstermeliyiz. Saygıdeğer çalışma ve etkinlikler ortaya koymakta, ciddi siyasetler geliştirip pratikleştirmekteyiz. Geniş yelpazede sergilediğimiz taktire değer bu emeğimizi daha özel hedef ve somut kazanımlarımıza yoğunlaştırmalıyız. Gelinen aşamada iç hazırlık ve çalışmalarımızın planlanmasına yoğunlaşmalıyız. Mevcut durumda, seçimlere dönük kurumsal süreçlerimizi iyi örerek örgütsel kazanımlarımızı büyütmenin somut siyaset ve taktiklerini geliştirmeye eğilmeliyiz. Kurumsal bilinç ve sorumluluğu geliştirerek kolektifimizin güçlü bir pratik ortaya koymasına odaklanmalıyız. Bu, en üstten en alta kadar örgütsel güçlerimizin birliğini sıkılaştırmayı ve bu örgütsel tutum içinde geniş kitlelere gitmeyi gerektirir. Her yoldaşın bilinci, düşmana karşı beslenen devrimci öfke ve mücadele tavrını seçimler sürecinde en güçlü biçimde ortaya koyarak kurumsal kazanımlarımızı büyütme biçiminde cereyan etmelidir. Kişisel ve bencil hiçbir hesap, hiçbir çıkar ve hiçbir kişisel kaygı kurumsal menfaatin üstünde olmamalı, olamaz. “Ben” değil, “biz” bilinci devrimci tutum ve bilinçtir. “Ben’le” değil, “biz’le” birleşmeli, kolektif çıkarları üstte tutmalıyız. “Benim” kazanmam değil, “bizim” kazanmamız şarttır, devrimcidir.

Geniş anlamda “bizim” kazanmamız değerlidir. Lakin dar anlamda bizim de kazanmamız anlamlı olup komünisttir. Mücadelenin rengi proleter devrimci karakter tarafından belirlenmeden, diğer ilerlemeler palyatif ve geçici olmaya mahkumdur. Bizim kazanmamız bu bakımdan hayati önemdedir…

Devrimci sınıf savaşımına has alternatif mücadele niteliğinin demokratik alandan devrimci tarz ve biçimlere kadar tutarlı biçimde hayata geçirilerek pratikleştirilmesi bütün sorunların yegane çözüm metodudur. Bütün mücadele süreçlerinin işaret ettiği tek gerçek budur. Yerel seçimlerin kazanılması bu gerçeğin sadece küçük bir parçası ya da ona hizmet eden taktiksel bir biçimidir… 

Önceki İçerikHalkın Günlüğü 36. sayı çıktı
Sonraki İçerikMKP dava tutsakları tüm hak ihlallerine karşı 15 günlük açlık grevine başladı