Bugünden düne eleştirel bakanların ekserisi geçmişe dönük bazı kusurlar ve bazı noksanlar tespit etmektedir. Bunların bir kısmı doğru olmakla birlikte, bir kısmı ise eksik ya da hatalıdır… Prensip olarak eleştirel bakış bilimsel tutum olarak doğru, değerli ve zorunludur da. İnceleyerek ve yeterince inceleyerek eleştirmek ise, değerli olmanın ötesinde devrimci sorumluluktur. Tarihsel tecrübe ve pratiğin tümüne hâkim olmak ne kadar zor ise, teoriye dört başı mamur bir hâkimiyet de o kadar zordur. Buna karşın, eleştiri silahı doğru ya da bilimsel olarak kullanılmak kaydıyla vazgeçilmezdir; gelişmenin yaşamsal silahıdır. Daha doğru ve doğruya en yakın sonuçlara ulaşmanın temel bir yöntemi eleştiri ve tartışmadır. Yapıcı zeminde, demokratik ve bilimsel normlara uygun biçimde işletilen tartışma-eleştiri mekanizması her süreçte ilerletici rol oynar ki, bu hiçbir zaman ötelenemez bir gereksinimdir…

Değerli makalelerin yazıldığı okuyucunun malumudur. Bu değerli yazılar içinde kimi noksanlıkların olması son derece normaldir. Hatta Marksist bilgi teorisi bakımından kaçınılmazdır. Tarihsel tecrübe ve teorinin kimi kusurlarına dönük yapıldığı gibi, bu değerli makalelere dönük de hatalar tespit etmek bilginin doğrulanması ve ilerletilmesi açısından ya da eksik bakış açısının giderilmesi açısından gereklidir. Mükemmel bir plan olamayacağı gibi, kusursuz bir düşünce de yoktur, olamaz…

Devrimci siyaset devrimin çıkarlarını eksen alır, devrimin çıkarları için yapılır. Siyaset bu rotadan kayarsa devrimci niteliğini silikleştirerek burjuva siyasete makas atmış olur. Siyasetin argüman ve kavramlarını sınıf karşılıkları temelinde kullanması da onun sınıfsal niteliğini belirler, aynı zamanda o nitelikten doğar. Yazı konumuz bağlamında pragmatizm önem kazanır. Pragmatizmin doğru anlaşılması ve açıklanması birçok siyaset ve teori sorununda doğrudan rol oynar. Pragmatizmden yola çıkarak, pragmatizm bağlamında şekillenen belli meseleler hakkında doğru yaklaşımın yakalanması mümkündür.

Özcesi, pragmatizm meselesinde bilginin tamamlanması veya eksikliğin giderilmesi teğet geçilemez bir ihtiyaçtır. Düşünceler, argüman ve kavramlar genel olarak sınıfsal nitelik taşır ve ondan soyutlandıklarında bağlamı dışında ele alınmış olurlar ki, bu tek yanlılıkla hatalara sürükleyen bir yaklaşım olur. Pragmatizm için de durum aynıdır. Nasıl ya da hangi pragmatizm sorusuna açıklık getirmek elzemdir. Dolayısıyla bu kavramı kullanırken, salt “pragmatizm” dersek, kavramın sınıfsal niteliği ve içeriğini belirleyen önemli ayrıntıyı ıskalamış ve genellemeci yaklaşmış oluruz. O halde doğru tabir olarak burjuva pragmatizmi demek en doğrusudur. İbare olarak “burjuva pragmatizmi” zorlama bir tarif değil, bilakis sınıf niteliğini belirleme açısından ilgili kavrama fevkalade bir anlam yükleyen isabetli bir tariftir. Bunun gibi, “devrimci pragmatizm” ifadesi de kavram açısından oldukça anlamlı bir ayrımı ifade eder ki, bu sınıfsal niteliği öne çıkarma bakımından zorunlu ve isabetlidir. Dolayısıyla, pragmatizmi, burjuva pragmatizm ve devrimci pragmatizm olarak ayırmak küçümsenemez değerde bir ayrım çizgisidir. Misal, “burjuva cumhuriyet” ile “Sosyalist cumhuriyet” temelden farklı içeriklerdir; biçimsel benzerliklerine karşın, özleri itibarıyla ayrı olgular ya da argümanlardır. Kısacası bu ayrımları yapmaksızın, ne pragmatizmi, ne de cumhuriyeti doğru tarif edebiliriz…

Sınıfın, Halkın ve Devrimin Çıkar ve Menfaatlerini Gözetmeyen Bir Devrimci, Bir Komünist Düşünülemez

Komünistler pragmatist olabilir mi? Yukarıda yaptığımız pragmatizm açılımı aslen yeterli olup sağlam bir yanıttır. Pragmatizmin Türkçedeki karşılığı faydacılıktır. O halde daha somut yanıt vermek için soruyu şöyle sormak mümkün: Komünistler “faydacı” olabilir mi? Burjuva faydacılık anlamında, yani “amaca giden her yol mubahtır” biçimindeki nihilist ilkesiz faydacılık açısından. Hayır, komünistler bu türden faydacılar değildir, olamazlar da… Fakat komünistler kesinlikle devrimci faydacılardır. İlke ve amaçlara bağlı, yani araçla amacın uygunluğunu itina ile gözeten devrimci faydacılık biçimini yadsımazlar. Hatalı eleştiri ve suçlamalar karşısında; ‘‘Biz devrimci faydacılarız‘‘ derken haklıydı Mao. Lenin gibi büyük öğretmenlerde ve Komintern’de de bu türden faydacılık vardı. Bu minvalde ki faydacılığı benimseyip uyguluyorlardı. Sınıfın, halkın ve devrimin çıkar ve menfaatlerini gözetmeyen, enternasyonalist proletaryanın çıkarlarını önde tutmayan bir devrimci, bir komünist düşünülemez…

Bugün özellikle ulusal mesele ya da tarihteki ulusal isyanlar ve komünistlerin bunlara dönük yaklaşımı konusunda yürütülen eleştirilerin bir yanı, dolaylı ya da direk olarak devrimci faydacılığa ve bunun benimsenip uygulanmasına dayanmaktadır… 

“Sosyalist anavatanın savunulması” tezi, devrimci pragmatizmin bir yansıması olarak değerlendirilebilir. Ki, bu tezin devrimci pragmatizmden güçlü bir destek aldığı söylenebilir. “Sosyalist anavatan savunusu”, burjuva emperyalist-kapitalist kutba ve bu kutbun sosyalist kampı kuşatarak yıkmaya dönük giriştiği saldırılara karşı, sosyalist kutbun savunularak himaye edilmesi anlamında tamamen doğru olup, devrimci pragmatizmin bir yansıması olarak savunulması şart ve gerekli olan devrimci savdır. Dünya proletaryası ve halklarına ve ezilen mazlum uluslarına ilham kaynağı olması, onların mücadelelerine moral ve maddi destek vermesi, devrimler lehine olan şartları beslemesi ve nihayetinde bir kutbu temsil ederek tüm işçi sınıfı ve halkların ortak değeri olarak yükselmesi vb. bakımından isabetli bir tezdir. Proletarya enternasyonalizmi ilkesine de uygundur. Biraz daha geniş açıklamak için, “bu tez nasıl ve hangi şartlarda yanlış, nasıl ve hangi şartlarda doğrudur?” sorusuyla devam edelim.

Dediğimiz gibi, temeli “sosyalist anavatanın savunulması” zemininde devrimci faydacılığa dayanan bu faydacılık esas olarak doğrudur. Lakin sosyalist anavatanın savunulması, diğer ülke-ulus devrimlerini feda ve heba etme zemininde mutlak tabiilik şartıyla ele alındığında sorunlu ve yanlıştır. Buna karşın, diğer ulus-ülke devrimlerini feda etmeye dayanmayan, tersine bu devrimlerin lehine olup onların gelişmesine, güçlenmesine, dayanaklara sahip olmasına ve somut devrimin lehine evrensel koşulları elverişli hale getirerek pekiştiren zeminde uygulandığında ise, tamamen doğrudur. Unutulamaz ki, sosyalist kampın olduğu koşullarda diğer ülke devrimleri, ulusal ve sınıfsal kurtuluş hareketleri çok daha güçlüydü, sosyalist kamptan alınan motivasyonlar devrimler daha aktüel ve kuvvetli bir eğilim taşıyordu… Sosyalist kampın çöküşü ise, bu devrimler aleyhine olan koşulları egemen kılarak bir geri çekilme eğilimini güçlendiriyordu… İlgili tezin ele alınması veya uygulanmasında hatalı olan bir yan, “Sosyalist anavatan” olarak tarif edilen (ve somutta da öyle olan) Sovyetler Birliği‘nin yegâne merkez, anavatan olarak tekleştirilmesi ve diğer devrimlerle ilişkisinin tek taraflı olarak Sovyetler Birliği ekseninde ele alınması, “ana-yavru” ayrışımı veya bilinciyle diğer devrimler karşısında imtiyazlı ve üstün görülmesi, bu kavrayışa bağlı olarak diğer ülke devrimlerinin ikincil plana atılarak Sovyetler Birliği’ne tabi ele alınmasıdır… Ki, Mao yoldaşın, bu ele alışa karşı çıkarak “hem birlik, hem bağımsızlık” ilkesini ileri sürüp savunması ve aynı zeminde Stalin yoldaşın Sovyetler Birliği’ni merkeze koyarak diğer ülke devrimlerini ona tabi ele alması hatasına karşı, kendi ülke (Çin) devrimini gerçekleştirmesi bu hatayı yalın biçimde ortaya koymaktadır… Kısacası, sosyalist anavatan savunusu genel olarak doğru olmakla birlikte, kimi yanlarıyla tek taraflı yorumlanarak hatalı uygulandığı söylenebilir. İlke ve siyasetin doğru olması ayrı ama onun uygulanması daha ayrıdır. Sosyalist anavatan savunusu da, genel içeriği doğru, kaygısı devrimci iken, katı merkeziyetçi tarzda uygulanması hatalıdır; bir dizi hatalar barındırıp koşullanmıştır.

Öte taraftan, devrimci faydacılık, sınıf hareketleri/devrimleri ile ulusal burjuva hareketleri/mücadeleleri arasında yapılan tercihte de etkili oluyor/ görülüyordu. Ulusal hareketin desteklenmesi zemininde cereyan eden tartışmada, mesele sınıf devrimi açısından ele alınıyordu. Devrimi ilerletmesi veya geriletmesine bağlı olarak mevcut ulusal hareketin desteklenmesi ya da desteklenmemesi kararlaştırılıyordu… Ulusal hareketlerin demokratik muhtevası desteklenirken, burjuva milliyetçi karakteri ve burjuva milliyetçi imtiyazlara oturan yanı desteklenmiyordu. Devrimin çıkarları esas alınıyordu ve devrimci sınıf çıkarları ile özünde burjuva olan ulusal hareketler ve burjuva milliyetçi çıkarlar buna tabi kılınıyordu. Elbette, komünistler sınıf devrimi ile ulusal burjuva devrim tercihinde sınıf devrimi ve çıkarlarını tercih ederler. Bundan daha anlaşılır bir şey yoktur… Bu, Ulusların Kendi Kaderini Tayin Etme Hakkı ilkesine de aykırı değildir. Muhtelif ulusun bu hakkı bakidir, kayıtsız-şartsız ve tartışmasızdır. Lütfedilen bir şey olmadığı gibi, ulus olmanın, dolayısıyla ulusun kendiliğinden tabii hakkıdır. Komünistlerin bu konudaki tutumu net ve sulandırılamaz biçimde berraktır. Finlandiya örneği bunun en yalın kanıtıdır… Lakin bu hakkın tanınması ayrı bir şey, muhtelif ulusun bu hakkı kullanması daha ayrı şeydir ve şartlara bağlıdır. Dolayısıyla ayrılma hakkını kullanmasıyla bu hakka sahip olması iki ayrı şey olarak ayrıca değerlendirilir. Kısacası ilgili hakkın tanınması genel bir prensiptir ama bu hakkın desteklenmesi ise, somut şartlara tabidir. Ki, kullanılan hakkın somutta desteklenmemesi, onun karşısına fiziki engeller çıkarmak, karşısına dikilerek ona karşı mücadele etmek anlamına da gelmez.

Devrim çıkarlarının dikkate alınıp önde tutulduğu bu sorunda da çıplak biçimde görülür. Bu yanlış mıdır? Kanaatimce değil. Zira komünistler çağın en devrimci sınıfı olan proletaryayı, bu bağlamda sınıf orijinli proleter devrimleri esas alır, buna karşın ulusal hareket ve mücadeleleri proleter dünya devriminin birer parçası/yedeği olarak ele alırlar. Dahası, özünde burjuva olan ve ulusal burjuva önderlik altında gelişen ulusal hareketlerin, sınıfsal ve ideolojik nitelikleri ve kırılganlıkları nedeniyle ve özellikle de çağımızda; bu hareketlerin son tahlilde emperyalist burjuvaziyle ilişkilere girip gerçek bir kurtuluş ve bağımsızlık misyonu oynayamayacakları, dolayısıyla ulusal sorunların esasta komünistlerin önderliğinde, UKKTH ilkesi/bağımsız devletlerini kurma hakkı başta olmak üzere, ulusların tam hak eşitliği ve yerinde yönetim modeliyle kendi kendini yönetme hakkını ön gören ve belli parametrelere oturan geniş demokratik özerklik temelinde biçimlenen sosyalist çözüm perspektifiyle gerçek çözüme kavuşturulacakları bir gerçektir. Ki komünistlerin genel yaklaşımı böyle özetlenebilir. Buradan hareketle, komünistlerin ulusal hareketlere nispeten proleter sınıf devrimlerini esas alması biçiminde tezahür eden devrimci faydacılık yanlış değil, doğrudur.

Komünistlerin Tavrı Ezilen Ulustan Yana Olup, Ezen Ulus Burjuvazisine Karşı Kararlı Bir Savaşım Yürütmekte İfade Bulur

Ulusal hareketlerin demokratik muhtevası oranında desteklenmesi ama burjuva milliyetçi muhtevasının desteklenmemesi doğru tutumdur. Çünkü ulus burjuvazisinin ya da ulusal hareket önderliğinin burjuva milliyetçi imtiyazlar veya bencil burjuva çıkarlar elde etme uğruna yürüttüğü mücadelenin desteklenmesi, en hafifiyle o burjuvaziye ya da bencil çıkarlarına yedeklenmek anlamına gelir. Komünistlerin böyle bir görevi yoktur, olamaz da. Aksi taktirde, komünist-devrimci sınıf mücadelesini bırakıp, ulusal mücadele yürütmeleri gerekir. Onların görevi ulusçuluğa indirgenemez, enternasyonalist proletaryanın görevi burjuva imtiyazları koruyup desteklemek değildir. Çünkü bu, varlık gerekçelerine terstir. Komünistlerin ulusal mücadeleleri desteklemesi, ezen ulusa-ulus burjuvazisine karşı verilen mücadele bağlamında doğru ve geçerlidir. Ulusal baskı ve zulme yönelen ulusal mücadele haklı ve meşru olması yönüyle desteklenir. Ama proleter devrim ile ulusal mücadele ikileminde geçerli değildir. Kanaatimizce karıştırılan nokta tam da budur. Komünistlerin bu ikilem karşısındaki tavrı, ulusal hareketten yana değil, proleter sınıf devriminden yanadır. Mesele, bu çerçevenin dışına çıkıp, ezen ulus ile ezilen ulus arasında biçimlendiğinde ise, elbette komünistlerin tavrı ezilen ulustan yana olup, ezen ulus burjuvazisine karşı kararlı bir savaşım yürütmekte ifade bulur.

Şu açık ki, her ulusal hareket desteklenmez, desteklenemez. Ulusal hareketin özünde bir pazar sorunu olduğu Marksist bir doğrudur. Pazarı sömürme hakkının elde edilmesi kavgası son tahlilde burjuva bir kavgadır. Pazarı gasp ve ilhak-işgal edilen, sömürgeleştirilen bir ulusun kendi pazarına sahip olması onun burjuva demokratik bir hakkıdır. Pazarına sahip çıkma ve bu bağlamda işgal-ilhaka karşı savaşmak veya sömürgeci güce karşı mücadele etmek haklı, meşru ve demokratik bir tutumdur. Bu tutum desteklenir. Ancak, onun pazarı kendisinin sömürmesi istemine destek verilmez. Komünistler, ulus burjuvazisinin pazarı sömürme hakkını elde etmesi için onu desteklemez. Neyi destekler? Ulusal baskı, zulme, işgal-ilhak ve sömürgeci saldırganlığa yönelen mücadelesini, bağımsızlıkçı ya da ulusal demokratik haklar uğruna mücadelesini destekler. Dahası, emperyalist devlet veya güçle ilişkiler içinde bulunan, aynı zamanda komünist ve devrimci sınıf mücadelesi ve güçlerine karşı pozitif-dostane tutuma sahip olmayıp aksine düşmanca tutum alan vb. nitelikteki bir ulusal hareketin desteklenemeyeceği aşikârdır. Kısacası, her ulusal hareketin desteklenemeyeceği açık iken, ulusal hareketin demokratik muhtevasının desteklenmesi doğru ve Marksist bir tutumdur. 

Ayrılma hakkının kayıtsız şartsız tanınması, ezen ulus burjuvazisinin milli baskısına karşı mücadele etmesi ve sömürgeci, işgal-ilhakçı saldırganlığa yönelen mücadelesi demokratik muhteva olarak desteklenmesi gereken iken, bu, ulusal hareketin her niteliğiyle, her somut durumda ve tüm muhtevasıyla desteklenmesi anlamına gelmez. Demokratik ve devrimci nitelikteki ulusal hareket desteklenirken, koyu gerici ve karşı-devrimci nitelikteki ulusal hareket desteklenmez. Emperyalizmle iş birliği içinde olup komünist ve devrimcilere düşmanca saldıran ve onların örgütlenmesine engel olup zor kullanan ulusal hareket desteklenemez. Eğer ulusal hareket olarak değerlendirileceklerse örneğin, (bizce değildirler, siyasal İslamcı şeriatçı dinci hareketlerdir), ne Hamas, ne El-Kaide, ne de başka koyu gerici, şeriatçı ve faşist siyasal İslamcı hareketler desteklenemez. Çünkü onlar dünya gericiliğinin/bu gericiliğin belli güçlerinin dolaylı-dolaysız birer piyonu, komünistlerin, devrimcilerin ve halkların azılı düşmanlarıdır. Bugün ulusal hareketlerin genel ekseriyetle emperyalist burjuvazinin kışkırtması ve aleti haline gelmiş olan gerici gerçekliği yok sayılamaz bir realitedir. Ulusal hareket yaftasıyla bunların mutlak biçimde desteklenmesi proleter sınıf perspektifinin yitirilmesidir…

Değişim ve Gelişim Süreci Yalnızca Nicel Değil, Nitel Gelişmeler De Kaydeder

Kafa karışıklığının asıl sebeplerinden biri, ulusal isyan ve hareketleri tarihsel koşullar bağlamından koparılarak ele alınmasının yol açtığı yanılgıdır. Dünün emperyalist dünya sistemi ve bu sistem güçlerinin örgütlülüğü ve nüfuzu, sistemin gelişme düzeyi vb. bugünden çok daha farklı özellikler barındırmaktadır. Sömürgecilik, işgal-ilhakçı saldırganlık dünden farklı olarak yeni şartlarda biçimlenirken, emperyalist güçlerin nüfuz ve tahakküm, talan, sömürü biçimleri de farklılıklar taşımaktadır. Emperyalist gericiliğin ulusal sorun ve hareketlerle ilişkileri de yeni koşullara göre biçimlenip dünden farklılıklar göstermektedir. Çok uluslu uluslararası tekellerin tahakküm ve merkezileşmesi dünden farklı bir gelişmeyi ifade ederken, bu zeminde dünün ulusal isyanlarıyla bugünün ulusal hareketleri farklı koşullarda biçimlenmektedir. Dün bağımsız ve bağımsızlıkçı ulusal hareketler realitesi koşullara bağlı olarak güçlü ve olanaklı iken bugün aynı durumda değil, aynı koşullara ve olanaklara sahip değildir. Dünün ulusal hareketleri ve dinci hareketleri de, bugünün ulusal ve dinci hareketleriyle aynı niteliği taşımamaktadır. Tarihsel şartları dikkate almayan mekanik çıkarsamayla, “dünün Şeyh Sait İsyanı nasıl olumlanıyor ise, bugün Hamas da olumlanıp desteklenmelidir” denmektedir. Bu, tarihsel koşulları ve koşullara bağlı gelişen siyasal biçimlenişleri teğet geçen temel bir yanılgıdır. Değişim ve gelişim süreci yalnızca nicel değil, nitel gelişmeler de kaydeder. Her şey andaki niteliğiyle ele alınır. Görelilik her süreçteki doğru için geçerli olup işler. Bilgi de, siyasette ve bu zemindeki tutumlar da gelişim yasasına tabi olarak değişirler. Dünün Mısırlı tüccarları ve genel olarak burjuvazi demokratik, ilerici rol oynuyordu! Bugün burjuvazi gericileşti. Ticaret burjuvazisini temsil eden tacirler, tefeci-tüccar ve burjuvazi dünkü gibi aynı mıdır, aynı rolü oynamakta mı, oynayabilmekte midir? Özellikle de, belli biçimde iktidarlaşıp egemen sınıf olarak örgütlenmiş olan siyasal İslamcı şeriatçı faşist hareketlerin dünün lokal hareketleriyle bir tutulması bir yanılgıdır… Özcesi, dün ile bugünün kendine has gerçekler temelinde ayrı olarak değerlendirilmesi gelişme yasasının gereği olarak şarttır. Eskinin tecrübelerini dokunmadan günümüze uyarlamak dogmatizmin kaba biçimidir.

Önceki İçerik“Yeni Yüzyılın Kutlu Hedefleri”, Ezilenlere Karşı Geliştirilen Sömürü ve Savaş Konseptinin Yapılandırılmasıdır!
Sonraki İçerikKadının Kendine Güveninin Tesisi Mücadeledir