Dünyanın tüm ezilen ve sömürülenleri için tarihsel anlamı ve önemi büyük, işçi sınıfının; “Birlik Mücadele ve Dayanışma Günü” olan 1 Mayıs’ı karşılarken, enternasyonal proletaryanın bilinciyle “Bütün Ülkelerin İşçileri ve Ezilenleri Birleşiniz!” sloganı ile bu tarihsel günü anlamlandırıyoruz.

Uzun çalışma koşullarına karşı işçilerin günlük çalışma sürelerinin düşürülmesine yönelik, büyük bedeller pahasına yürütülen mücadeleler ve kazanılan hakların ürünüdür 1 Mayıs. Dünya genelinde her yıl “işçi bayramı” olarak kutlanan 1 Mayıs, aslında işçilerin sorun ve taleplerini gündeme taşıyan, enternasyonalist bir ruhla, birlik, mücadele ve zafer sloganı ile işçi sınıfı ve tüm ezilenlerin “dayanışma-mücadele” günü olarak anlamlıdır, tarihsel birikimimizdir. 

İlk kez 1856 yılında Avusturalya’nın Melbourne kentinde taş duvar ustaları ve inşaat işçileri uzun çalışma saatlerine karşı çalışma saatlerinin 8 saate düşürülmesi talebinde bulunarak iş bırakıp, 21 Nisan 1856’da Melbourne Üniversitesi’nden Parlamento Evi’ne kadar bir yürüyüş gerçekleştirdiler. Avusturalyalı işçilerin ardından ABD’de ki işçiler de aynı taleplerle iş bırakıp eyleme geçtiler. 1880’li yıllardan sonra dünyanın pek çok ülkesinde aynı talepler doğrultusunda kitlesel grevler yaygınlaşmaya başladı. 1889’da Milletlerarası İşçi Kardeşliği Teşkilatı Paris Kongresi’nde yılın bir gününü işçilerin ortak bayramı ve mücadele günü olarak ilan edilmesi kararını aldı. ABD’li sendikacıların önerisi üzerine o günün “1 Mayıs” olması kararı alındı ve o günden bugüne, 1 Mayıs işçi sınıfının ve ezilen dünya halklarının “birlik, mücadele ve zafer” günü olarak kutlana geldi.

1 Mayıs dünya halklarının birliği, dayanışması ve mücadelesinin somut simgesidir!

Kapitalist–emperyalist sistemin, ezilen ve sömürülen yoksul emekçi halkların, taciz ve tecavüze uğrayan, katledilen, ikinci sınıf insan yerine konulan kadınların, yok sayılıp birbirine düşman edilen farklı inançların, sömürgeleştirilen yoksul bıraktırılmış ulusların vb. üzerindeki vahşeti, sömürüyü anlatmaya gerek var mı? Bu vahşeti, sömürüyü dünyanın tüm ezilen emekçileri olarak iliklerimize kadar her gün, her saat yaşamaktayız. Bizim meselemiz bire bir yaşadıklarımızı birbirimize anlatmak değil, bir avuç kan emicinin hizmetine “mahkûm” edilmiş olan biz emekçilerin, kanımızı emen bu vampir sistemden nasıl kurtulacağımız meselesidir.

2024 1 Mayıs’ına girerken de amacımız 1 Mayıs’ın güncellenmesi, onun birlik, dayanışma ve mücadele ruhuna uygun hareket edilmesidir. Gelinen aşamada, ödenmiş büyük bedellerle yaratılan sosyalist ve halk demokrasisi kalelerinin içten ve dıştan ideolojik, siyasi ve askeri saldırılar sonucu bir bir yıkılışları her ne kadar dünya halkları üzerinde bir moral bozukluğu yaratmış olsa da İnsanlık adına yaşanmış tüm tecrübeler insanlığın geleceğine ışık tutmaya, sosyalizmi ve insanlığın altınçağı olacak olan komünizmi inşa etmemize devam ediyor. Yengiler de yenilgiler de sınıf mücadelesinin bir gerçeğidir. Komünistler-devrimciler bu gerçeklerden dersler çıkartarak, yürüyüşlerine devam ederler. 1 Mayıs’ da bu yürüyüşte önemli bir yer tutmaktadır. Çünkü o, dünya halklarının birliği, dayanışması ve mücadelesinin somut simgesidir. Soyut olarak ele alınacak herhangi bir gün değil, sınıfın somut eylem kılavuzudur.

Uluslararası tekelci sermaye, bir yandan yeni pazarlar için birbirleriyle dalaşırlarken, öte yandan ve esas olarak da dünya halklarına karşı bir araya gelerek, sınıfsal dostluk ve kardeşlikleri çerçevesinde, ezilen halklara dönük katliam, kıyım ve yıkımlarını acımasızca sürdürmektedirler. Bizler açısından bu, şaşılacak bir durum değildir. Onların arasındaki çelişki iktidarda kalma ve daha büyük karlar elde etme kavgasının kaçınılmaz bir sonucudur. Büyük tekellerin, küçükleri yuttuğu veya birleşerek sermayelerini daha da büyüterek çok daha geniş pazarlara hükmettikleri, sadece işçi sınıfı ve ezilen halkları sömürmekle yetinmeyip, doğayı da talan ettikleri bir emperyalist sistem gerçeğiyle karşı karşıyayız.

Dünya bugün inanılmaz bir hızla değişimlerin yaşandığı tarihsel bir dönemden geçmektedir. Bir yandan teknolojik ve dijital gelişmeler, bir yandan en yüksek düzeyde silahlanma, öte yandan sermayenin aşırı derecede yoğunlaştığı ve bir avuç sermaye sahibinin bütün dünyaya hükmeder hale geldiği, üretimin mevcut gelişmelere göre yeniden yapılandırıldığı, bölgesel savaşların aralıksız devam ettirildiği bir tarihsel süreçteyiz. Bunca gelişmeler karşısında gerek ülkemizde ve gerekse dünya genelinde komünistlerin rollerini yeterince oynayamadıklarının da altını çizelim. Bunda, tasfiyeci sürecin önemli etkilerinin olduğunu açıkça ifade etmek gerekir. Özellikle uluslararası komünist hareketin tabiri caizse dikenli sorunları ve problemlerini es geçmemek gerekir. Özellikle Mao Zedung’un fizikken aramızdan ayrılışından bu yana, uluslararası komünist hareket içinde ideolojik ve siyasi gerilemelerin yaşandığı, Marksizm-Leninizm’in başarısızlığa uğradığını ve artık modası geçmiş olduğunu, proletaryanın edindiği tüm tecrübelerin sorgulanması gerektiğini söyleyenlerin nasıl bir tehlike oluşturduklarını görmemezlikten ve tek tek komünist partilerinin bütün bu olup bitenlerden etkilenmediklerini iddia edemeyiz.

Bu tasfiyeci eğilim, proletarya diktatörlüğü tecrübelerini yadsır ve Stalin’i uluslararası proletaryanın önderi olma safından ihraç etmeye çalışır. Öncü müfreze bir partinin gerekliliği ve proletarya diktatörlüğüne ilişkin temel Leninist tezlere saldırır. Mao yoldaşın şu uyarıcı sözleri unutulmuş gibidir. “Görüşümce iki ‘kılıç’ vardır. Biri Lenin’in, diğeri Stalin’in; Stalin’in kılıcı bir kere elden bırakılıp, bir yana atıldıktan sonra, bu kapı bir kere açıldıktan sonra, artık Leninizm de bir yana atılmış demektir” der Mao yoldaş. Saldırıların boyutu elbette ki bunlarla sınırlı değil. Ancak tasfiyeci sürecin etkilerini göstermek açısından önemlidir.

Kuşkusuz Marksizm bir doğma değildir. En açık ifadesiyle somut şartların somut tahlili ve bir eylem kılavuzudur. Düşünce de dâhil, her şey değişir dönüşür. Doğal olarak, Marksist eleştiri anlayışını terk etmemek gerekir, ancak bu bilimsel yaklaşımlar, yeni şartların ortaya çıkmasını bahane ederek, Marksizm’in temel ilkelerini, onun “yaratıcı bir tarzda geliştirilmesi” yaftası altında, reddetmek için kullanılmamalıdırlar.

Aralıksız olarak bölgesel savaşların sürdürüldüğünün altını çizdik. Sömürü, talan ve pazar dalaşları temelinde sürdürülen bu emperyalist savaşlar, giderek bir üçüncü dünya savaşına evrilme eğilimi de göstermektedir. Enternasyonalist proletaryanın ve ezilen dünya halklarının bu gidişata karşı devrimci savaşlarla karşı koymaları, süreci dünya halklarının lehine çevirmeleri gerekir. Devrimci savaşlar, bir yandan emperyalist haksız savaşları önlerken ama esas olarak da bir veya birkaç bölgede, ülkede devrimi gerçekleştirerek emperyalizmin en zayıf halkalarından kopuşu, sosyalizmin inşasına vesile olurlar. “Ya devrimler, savaşı önler ya da savaşlar devrime yol açar” ifadesi bunu anlamlandırmaktadır. Tam da bu noktada, zaman zaman tartışma konusu olan, “devrim mi esas akım, savaş mı?” ikilemine düşmemek gerektiğini de belirtmiş olalım. Çünkü bu ikilem, proletaryanın önüne yanlış görevler koymakta ve Kautskyci anlayışlara sürüklenme tehlikesi yaratmaktadır. “Dünya alanına yayılan çatışmaların en çok yoğun olduğu alanlara bakılarak, bunların devrim hareketleri mi yoksa emperyalist dalaşımın yol açtığı çatışmalar mı olduğu belirlenebilir. Bu anlamda emperyalistler arası çatışmaların yoğunluğunu belirtmek için ‘savaş esas akım’ denilebilir. Ancak bu kavram, genellikle böyle bir somutluğu ifade etmek için değil, sınıf iş birliğine varan, başka politikalarla tamamlanarak sunulmaktadır.” Bu anlayışın en belirgin savunucusunun Kautsky olduğu, onun düşüncelerinde görürüz.

Örneğin; “emperyalist sistemle yarışma”, “barışçı geçiş” ya da ulusal kurtuluş hareketlerini, emperyalistleri kızdıran, bunalımları arttırarak savaş tehlikesi yaratan hareketler olarak değerlendirildiği için, bu mücadelelerden vaz geçilmesini öneren, ya da, “savaş(ın) esas akım” olarak görüldüğü durumlar için, aralarındaki sınıf ilişkileri ve çelişkileri hesaba katılmaksızın, “barışı savunan bütün güçlerin ortak barış cephesi” gibi pek çok sınıf işbirliğine varan tezlerin temelinde sözünü ettiğimiz “savaş mı, devrim mi esas akım” tezi yatmaktadır. Bu tez aynı zamanda strateji ile taktiği de birbirine karıştırmakta, birini diğerinin, öbürünü berikinin yerine koyabilmektedir. Bunun basit bir teorik hata veya karışıklık olmadığının, aslında proleter enternasyonalizminin reddi, sınıf işbirlikçi bir tez olduğunun altını çizelim.

Emperyalistlerin haksız pazar savaşlarına karşı, dünya proletaryası ve ezilen halklarının haklı savaşları kaçınılmazdır, meşrudur!

Türkiye-Kuzey Kürdistan coğrafyasında, 1 Mayıs ilk kez 1923 yılında İstanbul’da “emek ve dayanışma günü” olarak kutlandı. 1924 yılında ise, mevcut hükümet kitlesel kutlamaları yasakladı. 1935’de ise, ücretsiz tatil günü olarak kabul edildi ve özünden saptırılarak “bahar ve çiçek bayramı” olarak lanse edildi. İşçi sınıfının büyük direnişleri ve mücadeleleri sonucu 2009 yılında resmî tatil günü olarak kabul edildi. Gelinen aşamada, her ne kadar resmî tatil günü olarak kabul edilse de özüne uygun kutlamalar çeşitli bahane ve gerekçelerle engellenmekte ve yasaklanmaktadır. İşsizliğin tavan yaptığı, sendikalaşmanın mumla arandığı, iş cinayetlerinin “kader” sayıldığı günümüz ortamında, Türk-İslam sentezli faşist diktatörlük, gelişen her türlü devrimci- demokratik ve ulusal mücadeleyi bastırmak için, elinden geleni ardına koymamakta ve giderek ülkeyi karanlık bir şeriat rejimine doğru sürüklemektedir. Ancak, tarihin akışını geriye döndürmenin mümkün olamayacağını anlamayacak kadar da zır cahildirler. İktidarlarını korumak adına kurdukları korku imparatorluğunun böyle devam etmeyeceğini anladıkça, daha çok pervasızlaşmakta, halka olan düşmanlıklarını arttırarak devam ettirmektedirler. Onların pervasızca artan düşmanlıkları karşısında, Türkiye- Kuzey Kürdistan proletaryası ve ezilen emekçileri, kısa, orta ve uzun vadeli hak talepleri için kendi sınıf öncülerinin önderliğinde birleşip örgütlenmeleri tek kurtuluş yoludur. Kuşkusuz bu, sınıfın kendi kendisini örgütlemesi anlamına gelmez. Sınıfı örgütleyecek olan onun öncü müfrezesidir. Öncünün, bunca yaşanmışlıklara rağmen, hala sınıfla gerçek anlamda buluşamamış olması, devrimin can alıcı sorunu olarak güncelliğini korumaktadır.

Emperyalistlerin haksız pazar savaşlarına karşı, dünya proletaryası ve ezilen halklarının haklı savaşları kaçınılmaz bir durumdur. Çünkü sömüren ve sömürülenler oldukça, sınıf kavgaları da hız kesmeden devam edecektir. Ezilen ve sömürülen emekçilerin yarattıkları değerler üzerine çöreklenen bir avuç sermaye sınıfı, iktidarını korumaya çalışırken, dünyanın yoksul ezilen halkları, “üreten ve yaratan biz olduğumuza göre, yöneten de biz olmalıyız” diyerek, sömürüsüz, talansız ve savaşsız bir dünyanın yaratılması mücadelesini veriyorlar. Bunun için, başta proletarya olmak üzere, dünyanın yoksul ezilen halklarının kendi sınıf partileri içinde ve proletarya enternasyonalizmi çatısı altında örgütlenmeye her zamankinden daha çok ihtiyaçları var. İçinde bulunduğumuz ağır tarihsel koşullar ve emperyalist haydutların bölgesel ve vekâlet savaşlarıyla dünyayı kan gölüne çevirdikleri bu süreçte, 1 MAYIS’ı birlik ve mücadele ruhuyla kuşanarak, sınıf savaşımı perspektifiyle ele almak idealimiz olmalıdır.

Sınıf düşmanlarımızın, “sosyalizm çöktü”, “komünizm bir hayaldir” propagandalarına karşı, sınırsız ve sınıfsız bir dünyanın mümkün olduğu ve olacağı idealimize odaklanmak ve bu uğurda kavgayı yükseltmek durumundayız. Onların yalan-yanlış söylemlerine karşın, bizler, onların korkulu rüyaları olmaya devam etmeliyiz. Yüzyıllardır ensemizde boza pişiren sömürücü asalak sınıfların saraylarını başlarına yıkmak için Sosyalist Halk Savaşı’ında ısrarcı olmalıyız. Dolayısıyla, komünistler, emperyalistler ve onların yerli işbirlikçilerinin halklara yaşattıkları zulmün, yokluğun ve yoksulluğun önünü almak ve proletarya iktidarını kurmak için kitlelerin sınıf öfkesini örgütlemeyi ve sınıf düşmanlarına karşı seferber etmeyi birincil politikaları olarak ele almalılar.

Çelişkilerin alabildiğine yoğunlaştığı bugün ki dünyamızda, devrim için bir yandan büyük imkânlar ortaya çıkartırken, öte yandan yeni engeller ve bu engellerin aşılması için yeni görevler de önümüze koymaktadır. Ne engeller sadece dünün engelleridir ne de görevler sadece dünün görevleridir. Devrim kitap sayfaları arasına sıkıştırılan bir olgu değildir. Devrim, somut şartların somut tahlili ile mümkündür. Doğal olarak gelişmeleri anlamadan ve onları bilimsel diyalektik dünya görüşü süzgecinden geçirmeden, yarınları fethetmek olanaklı değildir. Bugün buna, her zamankinden daha çok ihtiyacın olduğu ise açık bir gerçek.

Birlik-mücadele-zafer şiarı ile; yaşasın 1 Mayıs

1 Mayıs, işçi sınıfı ve emekçilerin, ezilen sömürülen, öteki görülen her sosyal, siyasal ve kültürel kesimle bu sömürü ve zülüm sistemine karşı birleşmiş halkın mücadelesi ve dünyanın öteki tüm parçalarındaki işçi ve emekçi kardeşleriyle bu mücadele zemininde dayanışmasıdır. 1 Mayıs bu tarihsel ve siyasal niteliğiyle yaşatıldığı için bugüne geldi ve bugünde, bu içeriğine uygun ele alınıp karşılanacaktır. Bunun yol ve yöntemi de yine bu sayının başka sayfalarında tanımlanmış, tarif edilmiştir. Sosyalist kimlik, sınıf bilinci ve örgütsel tutum, tarifi yapılmış bu faaliyetleri üreten ve yaratanların sabrı adabında gerçekleştirmek ve 1 Mayıs günü meydanlarda bu emeğinin karşılığını almaktır! Bu tarihsel günler boyunca mücadeleye armağan edilen on binlerce sınıf kardeşimizin hatıratı ve bıraktıkları deneyim, bugünü sınıf azmiyle karşılamaya yeter sebeptir. Bugünün görevlerini kararlılıkla uygulayan ve içeriğini bilinçle dolduracak olan, günün sonunu hep coşku ve güvenle yaşayacak olandır.

Emperyalistlerin ve onların yerli işbirlikçilerinin, dünya halklarına yönelik ağır saldırılarının sistemli bir şekilde devam ettiği bu süreçte, bulunduğumuz her alanda 1 Mayıs günü ellerimizde proletaryanın kızıl bayrakları ve dillerimizde sınıfsal öfkemizi haykıran sloganlarla 1 Mayıs alanlarına gürül gürül akmalı ve yeri göğü sarsmalıyız.

Tüm yoldaşlar, tüm emekçiler, tüm ezilenler gün 1 Mayıs mücadele günüdür, gün mücadele proletarya ve tüm ezilenlerin özgürleşme ütopyası günüdür…

Önceki İçerikHer Gün 8 Mart, Her An ve Her Yerde Mücadele
Sonraki İçerik52. Kuruluş ve Mücadele Yılı Vesilesiyle; Kaypakkaya Mimarlığının Komünist Eseri Olarak Tarih Sahnesine Çıkan Partimizi Coşkuyla Selamlıyoruz!