Tekçi paradigmaya dayalı “T.C.” egemenler sistemini, tüm hakimiyet kurumları ve anlayışının çağrıştırdığı kavramlardan daha boyutlu ve burjuva siyasetin doğasını bir arada ele almak gerekir. Burjuva siyaset sahasında, iktidar veya muhalefet rolü ile öne çıkan tüm aktörler, kendi bireysel niteliklerinin yansıra, sermaye sınıfının belirli bir kliğinin, ideolojik-politik-kültürel çizgisinin temsilcileri olarak görev alırlar.

Bu bakımdan, siyaset sahnesinde yer alan aktörler, aynı tornadan çıkmış insanlar değildirler ama, temsil ettikleri sınıfın ideolojik-iktisadi-siyasal hedefleriyle tayin edilen rollerle bir ortaklık görünümü verirler. Tekçi sultanın ana aktörü Erdoğan’ın iktidar gücü ile ortaya koyduğu tarz, sürecin ihtiyaçlarına göre sahaya sürülen bakan, bürokrat, askeri ve “sivil” idare amirlerinin ortaya koyduğu her anlayış ve girdikleri tüm ilişkiler, son tahlilde sermaye iktidarının genel ve dönemsel ihtiyaçlarına göre belirlediği siyasetin ayakları olarak yürümektedir.

Burjuva iktidarın niteliğine uygun siyasal aktörlerin görevlendirilmesi, burjuva egemenlik kurumu olan devletin buna göre yapılandırılması, burjuva egemenliğin, yani sermaye egemenliğinin muhtevası olarak işlemektedir. Burjuva egemenliğin en üst kurumu olan burjuva devlet yapılanması ve bu gücü esasta eline alan burjuva klik (yani burjuva iktidar) sermayenin çıkarlarını tesis ederken, salt görünen yüzüyle burjuva yönetsel aygıtlarla sınırlı bir mekanizma değildir.

Burjuva hukuk ile “meşruiyet” zemini oluşturulmuş aygıtların dışında, siyasal-iktisadi-yönetsel olarak, arka planda kapsamlı güç odaklarına dayanan illegal-kontra mekanizmalarla bir bütünlük olarak, burjuva egemenlik aracı olan devletin kapsamını izah etmek, yaşanan tarihsel örneklerin tecrübesidir. Burjuva demokrasi merkezleri olarak övünen devletlerde, iktidar süreçlerinin ihtiyacı olarak gündeme gelen gladyo örgütlenmeleri, gizli kontra çeteleri, uyuşturucu, kara para, spekülatif sermayeden beslenen mafya çeteleri ile kurulan organik ilişkiler ve bu ilişkiler içinde konum alan çeteci ilişkiler ve aktörleri burjuva egemenlik sistemin açık ve illegal niteliğiyle nasıl çalıştığını ele verir.

Tekçi zihniyete dayalı “T.C.” egemenler sisteminde bu nitelik daha farklı boyutlarda ve daha karanlık ilişkiler üzerinden süre gelmiştir. Yani Sedat Peker ifşalarıyla farklı boyutları ile geniş kamuoyuna yansıyan, Süleyman Soylu, Mehmet Ağar gibi öne çıkan kirli ilişkiler çarkının önceli, “T.C.” nin kuruluş felsefesine dayanmaktadır. Değişen sadece tarihsel sürece uygun aktörlerdir. Sürece göre yer değiştirme ekseninde, biçimsel farklılaşmalardır.

Tarihin her döneminde, toplumsal muhalefet ve bu toplumsal muhalefetin önderlik dinamiği olan ulusal-sosyal kurtuluş hareketinin devrimci, komünist önderliğini hedef alan devletler, gizli icraatlarını Özel Harp Daireleri, kontra çeteleri üzerinde gerçekleştirirler. Bu cinayet odaklarının rolü, devrimcileri, komünistleri, yurtseverleri katletme üzerinden belirlenirken, faşist iktidarın dönemsel ve stratejik politikaları gereği, ezilen ulus ve inançlara, sömürülen sınıfların dinamik gücüne karşı kitlesel katliamlar düzenlemişlerdir. Osmanlı döneminde Hamidiye Alayları, Ermeni Soykırımı’nda kullanılan çeteler, yine “T.C.”nin tekçi zihniyetinin hüküm sürdüğü süreçlerde, Dersim-Zilan vb. gibi Kürt katliamlarında, Maraş, Çorum, Sivas Alevi halkının kıyımdan geçirilmesinde ve 1977 1 Mayıs, Gazi, Ümraniye katliamlarında bu gibi “gizli çeteler” cinayet güçleri olarak kullanılmıştır.

 Faşist iktidarın kirli-kontra elleri olarak ezilen ulus ve inançlara, işçi sınıfı ve halk güçlerinin mücadelesini bastırma amaçlarında tekçi-otoriter-faşist diktatörlük, savaş konseptini, sadece, “resmi” devlet organları ile yürütmemekte, devletin toplamının illegal bağlantısı olan “özel güçleri” de etkin kullanmaktadır. Bundan dolayı burjuva ve türevi gerici sınıfların egemenlik aygıtı olan devletin mekanizmalarını, salt görünen burjuva hukuk kapsamında değil, aynı zamanda burjuva siyasetin kirli-karanlık yüzü olan illegal-kontra, mafya çeteleri ile olan ilişkilerin organik bütünlüğü olarak tanımlamak gerekir.

Bundan hareketle, yaşanan kirli-karanlık durumu, “devlet-mafya-siyaset” ilişkisi olarak ortaya koymak, meseleyi yeterince doğru ortaya koymamaktadır. Çünkü somut durum bir ilişkiden öte, burjuva devletin kuruluş olarak “devlet-mafya-siyaset” örgüsünde tamamlanmaktadır. AKP-MHP diktatörlüğü döneminde, Peker’in ifşalarıyla, dönemin İçişleri Bakanı Soylu pratiğiyle bir kez daha ortaya çıkan, devletin-son tahlilde- iktidarın bu niteliğidir. Susurluk gibi, Erdoğan, Peker, Bahçeli, Çakıcı, Soylu ilişkisinde bir kez daha ortaya çıkan şudur; diktatörlük dediğimiz iktidar yapısı, sadece burjuva siyasal partilerden, devletin burjuva yasal güçlerinden oluşan bir yapı değildir. Sermaye iktidarı olarak, burjuva siyasal parti ayağı, devlet bürokrasisi ayağı ile birlikte, “T.C.”nin tarihinde tanık olduğumuz gibi, 12 Martlarda, Çorum, Maraş, Gazi’de, 1 Mayıs, Ankara Garı’nda tanık olduğumuz, kontra illegal yapılar ve mafya çeteleri ile organik ilişkide, iktidarın mimarisi biçimleniyor. AKP-MHP-Erdoğan tekçi sultası, bu çizginin devamıdır. Erdoğan ile kol kola muteber iş insanı olarak dolaşan Peker, bu niteliğin gücünden hareketle, sokakları kan gölüne çevirme tehdidi savurmaktaydı.

 Faşist iktidarın, yürütme, yasama, yargı ayaklarıyla otoriter rejimin aklıyla kuralsız hareketi, sadece tek kişinin diktatörlüğü ile sınırlı kalmaz, aynı zamanda devlet mekanizması içinde konumlanan aktörlerin bu tekçiliğe kuralsız uyumunu baz alan bir kadrolaşma ile birleşir. Tekçi çizgi, tüm bu kişilikleri bir arada tutan aktör olarak “tek adam”, otoriter yapının başındadır. Tekçi Erdoğan sultasının, faşist yönetim tarzı yanında, devlet bürokrasisini, kabine bileşenini, bakanlık dağılımını, yargı-ordu-polis emir komuta zincirini bu anlayışa uygun şekillendirmesi, bu durumun izahıdır.

Tüm bu bütünlük içinde, şöyle bir soru ile konumuza devam edelim. “Tek Adam Diktatörlüğü” ile daha kapsamlı örgütlenen “derin devlet” ağı, tekçi rejimin ana aktörü denetiminde “beye kul olmaya amade” kişiliklerle örgütlenmesine karşın, hangi dinamikler iç çatışmayı körüklemekte ve bir dönem öne çıkan aktör başka dönem neden tasfiye edilmektedir.

Peker’in ifşa videoları ve Soylu-mafya-kara para-cihatçı çete ilişkisi (ki bu ilişkide Soylu ifşa edilse de meselenin merkezinde Erdoğan vardır) ile ortaya çıkan tablo, faşist iktidarın içinde yaşadığı bir çözülme ile bağlantılı olduğu açıktır. Tarihte de böyle olmuştur. 1987’de MİT raporu ile, Mehmet Ağar ve ekibinin organize suç örgütleri ile olan organik bağı teşhir edilmişti ve “Banker Bako” raporu ile yaşanan süreç, ANAP iktidarının çözülme süreciydi. Susurluk’ta buna benzer bir sürecin yaşandığı dönemdi. Yani hâkim sınıflar iktidarının siyasal-ekonomik kriz dönemlerinde, iç çatışmalarının derinleşmesi paralelinde, bu tür kirli ilişkiler ortaya dökülmektedir. AKP-Erdoğan-MHP diktatörlüğü, ekonomik ve siyasal krizle beraber, çok yoğun yaşanan yolsuzluk-hırsızlık faaliyetlerinin deşifre olmasıyla geniş yığınlarda önemli güç kaybı yaşamıştı ve bu güç kaybı iç çatışmaları derinleştirmişti.

Çünkü bu tür organik ilişkilerin hedefi, devrimci toplumsal dinamikleri ezme olsa da “birleşme” zeminleri ekonomik ranttır. İdeolojik siyasal bağlardan çok, mafya- kara para-spekülatif sermaye ağında, kirli çıkarların paylaşımına dayanır bu organik bağ. Bu ekonomik rant ilişki ağı, oluşan güç dengelerine göre her döneme göre yeniden paylaşıma ve organizasyona açıktır. Bu ekonomik çıkar ilişkilerinde yaşanan ayrışma, birbirini ezme, bazı kesimleri devre dışı bırakma, daha çok palazlanan kesimleri “denetim” altına alma, merkezi politika ile el değiştirme gibi çatışmaları körükleyen durumları su yüzüne çıkarır. Bunun somut karşılığı, karanlık odaklar arasında paylaşım savaşıdır. Erdoğan-Peker-Soylu denkleminde yaşanan ama Peker-Soylu çatışması olarak lanse edilen sürecin muhtevası budur.

AKP-MHP-Erdoğan güruhu, devlet-mafya-siyaset ilişkilerindeki faaliyetleri daha kurumsal hale getirmiştir!

Bugün iktidar içinde (burjuva muhalefetin siyasal aktörleri bu kirli ilişkilerden muaf değildir), devlet-mafya-kontra çeteler organik bağını, aynı faaliyetler ekseninde ve görev alan aktörlerin faaliyetleri olarak daha da kurumsallaşmış halini görüyoruz. Eski MİT müsteşarı Mehmet Eymür ve dönemin Bakanı Cemil Çiçek gibi, eski devlet içi aktörlerin ifade ettiği gibi, “90’larda bile bu kepazelik yoktu” demeleri, sadece klik çatışmasında taraf olmanın ifade tarzıdır. Öncelikle “90’larda” bir kepazeliğin olduğunu kabul etmeleri, kendi dönemlerindeki karanlık ilişkilerin itirafıdır. Bu karanlık geleneksel ilişkinin AKP-MHP süreciyle aldığı boyut farkı şudur: Birincisi, daha kurumsal yapmaları, ikincisi burjuva yasal sınırlar ağının kirli çete- mafya bağını koruyacak şekilde geliştirmeleridir.

Karanlık ilişkiler ortaya çıkmasına ve kara para, uyuşturucu ticareti, devletin içinde yer alan bakanların aile ve yandaş çevresi tarafından yapıldığı deşifre olmasına karşın, burjuva hukuk herhangi bir soruşturma açmamakta, tekçi Erdoğan sultasının denetiminde bir yasal süreç işletilmektedir. Göstermelikte olsa 90’lar sürecindeki soruşturmalar düşünüldüğünde, temelde tek bu ayrım söz konusudur. Diğer boyutu ile, 90’larda işlenen cinayetler, “faili meçhuller” bugün cihatçı çizgiyi de kendi içinde örgütlemiş çetelerin genel görevidir.

AKP-Erdoğan-MHP tekçi sultasının bu kurumsal ele alışı, son tahlilde iç çatışmaları ortadan kaldırmamaktadır. Bunun iki nedeni vardır. Birincisi, devletin yapısı içinde güç olma, devlet inisiyatifini kendi amaçlarına uygun kullanma iken, ikincisi, bu çete odakları içinde ekonomik-politik ağın yeşerttiği çelişkilerdir. Yani pastadan pay kapma çatışmaları. 1987 MİT raporuyla başlayan süreçte yine aynı hesaplaşmanın sonucuydu.

Bugüne benzerliği nedeniyle bu hesaplaşmayı kısaca hatırlatmak faydalı olacaktır.

Banker Bako, bazı özel ve kamu bankalarından yüklü miktarda çektiği sermayenin arkasından, eski-yeni MİT elemanları, devlet bürokratları ve burjuva siyaset aktörleri ve mafya reisleri çıkmıştı. Ki bu deşifrasyon, MİT içindeki kliklerin çatışması sonucu, Mehmet Eymür’ün başını çektiği kliğin raporu ile olmuştu. Bu durumu besleyen ve ortaya çıkaran mevcut rejimin ekonomik-politik niteliğidir. Ki 80’li yıllarda geçilen iktisadi rejimin özelliği ve Kürt ulusuna, devrimci-sosyalist-komünist güçlere, ezilen Alevi inancına karşı geliştirilen savaşın farklılaşan özellikleri, bu kirli ilişkilere geçmişten farklı bir boyut kazandırmaktaydı.

Neo-liberal kapitalist sürecin finansal serbestleşme hali, kolay sermaye kazanımına teşvik eden, rantiyeden beslenen bir iktisadi yapıyı güçlendirmiştir. “İhracata dayalı büyümenin”, hayali ihracat, spekülatif sermaye ile canlandırılmaya çalışılan ekonomi, kara para, mafya denetimindeki sermayeye ekonomi içinde alan açmıştır. Ardı sıra kurulan bankalar, sadece bankerleri yaratmakla kalmamış, ortadaki büyük rantın etrafında burjuva siyaseti, devlet bürokrasisini, mafya ve çeteleri ortak paydada buluşturmuştur. Mehmet Ağar, Eymür, Çiller, İbrahim Şahin bu organik bağın sonucu olarak öne çıkmışlardır.

Mesela Susurluk, bu ilişkilerin nedeni değil sonucudur. Kaza olmadan bu çeteler içinde çatışma su yüzüne çıkmıştı ve “kaza” sadece bu durumu geniş kamuoyuna mal etti. 80’lerde başlayan finansal serbestleşme, 89’larda daha da derinleşmiş, özel bankalar, kur faiz denkleminde büyük sermaye gittikçe palazlanmaktaydı. Bu köklü değişim, sermayeye önemli rant sahaları yaratırken, reel ekonomi çöküşe gidiyordu ve ekonomik kriz derinleşiyordu. Derinleşen ekonomik krizin sosyal karşılığı, ezilen ve sömürülen yığınların muhalefetinin gelişmesidir. Kürt Ulusal hareketinin mücadelesi, devrimci ve komünist hareketlerin mücadele sahasındaki dirençleri, kamu emekçileri başta olmak üzere, 12 Eylül AFC’sinden sıyrılan işçi sınıfının ekonomik-demokratik hak arama eylemleri, iktidarda ekonomik krizle birlikte siyasal krizi de büyütmekteydi.

“TC” iktidarı, “faili meçhul” cinayetler, Köy yakmalar, gerilla alanlarındaki yerleşim yerlerini boşaltmalar, şehirlerde en ufak toplumsal muhalefeti katliam ve baskılarla bastırmaya çalışmalar ekseninde gelişen savaş konseptini bu kesitte devreye koymuştu. Bu savaş konseptinin en önemli özelliği, Jandarma ve Polis teşkilatında kurulan “özel savaş” birimleridir. Bu gayrı nizami harp dairelerine, çeteler, mafyalar entegre edildi ve kuralsızca cinayetler işlendi. Ama tüm bunlar burjuva siyasal iktidarın tıkanmışlıklarını aşmaya yetmedi ve ekonomik krizler, yolsuzluk, hırsızlıklarla art arda skandalların patlamasını tetikledi. Toplumsal muhalefet bu süreçte dinamik rol oynadı. Fakat önderlik düzeyi nedeniyle bu toplumsal muhalefet, 28 Şubat süreci ile devletin “yeniden yapılanması” ile başlayan iktidar yönelimini kıramadı. Eski burjuva siyasal aktörlerin siyaset sahnesinden çekilmesi ve AKP’nin uluslararası burjuva laboratuvarlarda hazırlanıp sahaya sürülmesi, bu sürecin ürünüdür. Derinleşen toplumsal çelişkileri, devrimin özneleri köklü alt üst oluşlara göre çözemezse, gerici burjuva sınıf, kendisini bu çelişkiler üzerinden yeniden yapılandırır. Meselenin özü budur.

AKP iktidarı süreci, devlet-mafya-siyaset organik bağının yeniden yapılandırılması sürecidir!

AKP, devletin yukarda izah etmeye çalıştığımız niteliğini, iktisadi-siyasal rejim olarak, baştan aşağı yeniden yapılandırdı. Yeni yasal ve hukuki idari sistem değişikliği ile, emekçilere tarihin en kapsamlı saldırısını gerçekleştirirken, sermayeye yeni kan akıtan finans sistemi ile büyük sermayenin daha da palazlanmasını sağladı. “Değişim” sloganı ile gerçekleştirdiği sermayenin kapsamlı çıkarlarına göre bir yapılandırma idi. Onlar açısından burjuva hukuk nazarında dahi “demokratik” bir devlet değil, neo-liberal piyasa kurallarına göre dizaynıydı. Bundan dolayı, devlet mekanizmasında bulunan ve AKP sürecine direnç göstermeyen her aktör, aynı faaliyetleri daha kapsamlı sürdürdü. Dolayısıyla, faşist devlet yapısı dediğimiz, görünürdeki kurumlarının yanında “derin devlet” olarak popülerleşmiş yapı yeniden organize edildi.

Ağar’ın 87 yılından bu yana, emniyet müdürü, siyasetçi, “saygın iş adamı” merdivenlerinden yükselen kariyeri bunun sadece bir örneği. AKP iktidarının mimarisine, geçmişin geleneği olarak eklemlenmiş bu şahsiyet, Erdoğan, Soylu, Albayrak vb. gibi şahsiyetlerle bu niteliğin yapılanması boyutunu ortaya koymaktadır. Yukarda da izah etmeye çalıştığımız gibi, geçmişten farklı olarak, belirli “yasal” zırhlarla, AKP sürecinde daha açık hareket etmektedirler. Geçmişte Mafya babası olarak teşhir olan Alaattin Çakıcı’nın devlet koruması ile hapisten çıkması, Sedat Peker’in “saygın iş adamı” unvanı alması, Soylu’nun, Erdoğan’ın SADAT projesinde, sınır dışı operasyonlarda, kabine toplantılarında, mafya-cihatçı çete reisleri ile sakınmadan görüntü vermeleri, bu dizaynın sonuçlarıdır.

“Hukuki” ve iktisadi zor gücüyle “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” olan tek adam diktatörlüğü, geçiş ve kurumsallaşma aşamasıyla bu gibi karanlık organizasyonlara önemli roller vermiştir. Ekonomik ve siyasal sistemde aks değişimi olarak şekillenen tekçi diktatörlük, İran başta olmak üzere Arap şeyhlikleriyle kara para trafiğini kurumsal olarak denetlemeye başlamıştır. Kamu İhale Yasası’nda yaptığı değişikliklerle, özellikle Katar merkezli kara paranın çekim merkezi olmuş, bu yasa ile kara para aklama merkezi haline gelmiştir. Bu durumu Erdoğan çok yalın özetlemişti. “Bürokratik oligarşiye karşı mücadele ediyoruz!”   Açıkça şunu ifade etmekteydi Erdoğan. Nizamı değiştiriyoruz ve buna bağlı olarak güç ve sermaye ilişkilerini yeniden yapılandırıyoruz. Kendi yandaş sermayesini palazlandırması, yürütme-yasama-yargı ayağından basın yayına, militarist güçlerden çetelere kadar tekçi zihniyete göre yapılandırması, bu sürecin politik yönelimidir.

Tam da bu tarihsel kesitte mafya-çete-kara para ağları yeniden yapılandırıldı. Bir dönem bu Gülen cemaati vasıtası ile yapılırken, “darbeye” varan iç çatışmalar sonucunda, bu Soylu’nun denetimine sunulan bazı devlet bürokrasisi odaklarıyla sürdürüldü. Devlet-mafya-siyaset denklemindeki bu organik bağ arasındaki tüm ilişkileri ortaya koymak olanaklı değildir. Ama su yüzüne çıkan çatışmalar, bu ortaklaşmanın verilerini ortaya koymaktadır. Soylu-Albayrak arasındaki çatışma, Peker-Çakıcı sürtüşmesi, Bodrum Yalıkavak Marina’sı özgülünde güç odağı olarak yeniden gündeme gelen Mehmet Ağar vb. örneklerde görüldüğü gibi, yapılandırma süreci kendi içinde belirli çatışmaları körüklemekte ve her çatışma ile iktidar bu sahayı yeniden paylaşım ekseninde yapılandırmaya çalışmaktadır.

Üzerinde kavga edilen ve paylaşılan pasta uluslararası ayaklarıyla devasa bir pastadır. “TC” ekonomisine yoğun olarak giren Azerbaycan sermayesi, Kolombiya’ya kokain hattı, Suriye başta olmak üzere Ortadoğu’ya silah ticareti ve Suriye’nin kaynaklarının çalınması, Katar ve İran’dan akan kara para ağı ve iç ekonomik sahada finans sermayesi envanteri olarak dolaşan, kaynağı muamma sermaye… Tüm bu devasa ekonomik-siyasal ilişkiler ağı, bir veya bir kaç mafya çetesiyle kurulan ilişki üzerinden açıklanamaz. Bu direk iktidarın niteliğini tayin eden, rejimin yol haritasını işleten bir süreçtir. Erdoğan şürekâsı, dışardan bu para trafiğiyle, içerde kamu ihaleleri, arazi-inşaat rantı ile oluşan havuzdan beslenmekte ve bu havuzu kendi siyasal amaçlarına göre her döneme uygun yapılandırmaktadır.

Ama yaşanan siyasal ve ekonomik süreçle, bu havuzun bazı ayakları çöktü. Ekonomik kriz içerdeki para kaynaklarında çözülme yarattı. Para kaynakları kesilince, Erdoğan’ın kurduğu hegemonya kırılmaya başladı. Kamu kaynakları ve emekçinin emeğiyle sağlanan devasa gelirlerle beslenen bazı sermaye grupları, bu kriz halinde kopmaya başladı ve buda iç çatışmaları tetikledi. Bu somut duruma ilaveten; tekçi diktatörlüğün mimarı Erdoğan, kendisine risk olarak gördüğü, kurumsal yapılanmasını zaafa uğratan bazı gelişmeler üzerinden, şartlarını oluşturarak usulüne uygun bir dizayn hareketi başlatmıştır. Bunlar kabaca şöyle sıralanabilir.

a-) Yolsuzluk, hırsızlık, mafya-çete ilişkileri ile toplumda teşhir olmuş tek adam diktatörlüğünü kurtarmak için, yapı içinde “günah” keçisi olarak birilerinin “feda” edilmesi gerekmektedir. Bu yolsuzluk-hırsızlık-mafya çeteleriyle “mücadele” maskesiyle sürdürülüp, özünde bir aktörün tasfiye edilerek, yerine başka aktörün konulması ile işleyen bir süreçtir.

b-) Bu kirli ilişkileri bir arada tutan, devasa düzeydeki ekonomik rantı paylaşımdır. Bu paylaşımda bir kesimin daha çok nemalanması, ekonomik ve siyasal olarak güç odağı haline gelmesi, iç çatışmayı tetikleyen bir duruma evrilmektedir. Yani bir grubun veya onu temsil eden kişinin, “tek adam”a karşı güç olmaya başlama trendi, iktidarında içinde bulunduğu bu kirli ilişkilerde bazı kesimleri hedef haline getirmektedir.

c-) İç ve dış politikada yaşanan bazı değişiklikler, bir politik sürecin aktörü olarak öne çıkanların yerine, başka aktörlerin getirilmesi, işleyen bu tasfiye sürecinin bir başka ayağıdır.

Soylu ve ekibinin frenlenmesi, tüm bu ilişkilerin yarattığı nedenlerin sonucudur!

Soylu’nun bazı görevlerden azlettirilmesi, seçim sürecinden önce kararlaştırılmış bir meseledir. Seçim atmosferinde bir iç çatışmayı göze alamayan iktidar bloğu, daha yumuşak bir geçişle bu süreci işletmek istemekteydi. Soylu’nun milletvekilliği koruma zırhına kavuşturulması dahi bu planın bir parçasıdır. Çünkü yukarıda açıkladığımız başlıklar kapsamında, Soylu, rant ilişkilerinden ciddi anlamda palazlanmış, siyasal güç odağı haline gelmiş ama aynı zamanda mafya, hırsızlık, yolsuzluk, uyuşturucu trafiği pratiği ile teşhir olmuş bir aktör haline gelmişti. Erdoğan’ın bu karanlık ilişkilerdeki rolünü bildiğinden, açık bir çatışma hali ile tasfiyesi, iktidar için daha büyük sıkıntılara neden olacaktı. Bütün bu temel nedenlerden dolayı, daha yumuşak geçişle bu süreç işletildi. Önce bakanlık görevinden geri çektirilmesi, ardından emniyette, devlet bürokrasisinde, ekonomik rant sahalarındaki yandaşlarına bir bir el çektirilmesi, bu yumuşak geçisin pratikleriydi. Bu tasfiye hareketinin POLSAN’a kadar uzatılması, iktidarın bir dizayn operasyonu ile, kapsamlı bir ekip değişikliğine gidişinin özetidir.

Tek tek Soylu’nun rol aldığı yerlerden kadroları ile birlikte tasfiye edilmesini detaylandırmadan, meselenin özünü ortaya koymak yeterlidir. Mehmet Ağar pratiğinde görüldüğü gibi, Soylu bazı devlet organlarından kadroları ile birlikte tasfiye edilirken, açık ve illegal niteliği ile, devletin içinde rolsüz bırakılacağı tartışmalı bir meseledir. Çünkü, Soylu, karanlık-kirli ilişkileri ile hala iktidarın içinde konumlanmaktadır ve geri planda bazı görevler aldığı muhtemeldir. Bu sürecin açık çatışma halinden öte, bir “uzlaşı” ile gerçekleşmesi, bu tespitin doğruluğunu güçlendirmektedir.

Yani yaşanan, bir dönemin kirli-karanlık-kontra ilişkilerinden kopma değil, yer ve görev sahası değiştirme çalışmasıdır. İktidar, açık ve gizli boyutları ile, bir dizayn hareketi çekmektedir. Aktörler değişse de devlet-mafya-kontra denklemindeki organik bağ korunarak-hatta güçlendirilerek- bir dizayn hareketi gerçekleştirilmektedir. Yapılan dizayn hareketi, resmi ve gayrı resmi ekonomik kaynakların paylaşımı ekseninde, ezilen ve sömürülen halkımıza karşı geliştirilen savaş halinin kontra-cihatçı çetelerle sürdürülmesi merkezlidir. HÜDA-PAR gibi, dinci gericilikle kurulan ittifak, cihatçı savaş çetelerinin organize edilmesinin “yasal” dayanağıdır.

Bu çürümüş rejimin çürüyen görüntüsüdür. Çürümeyi yaratan faşist iktidarın, kendi çürümüşlüklerini tasfiye etmesini beklemek, gerçeğe karşı en büyük yalandır. Çürümüşlük, burjuva sınıf ve onun siyasal aktörlerinin genel niteliğidir. Ezilenlerin haklı davasına karşı, tüm burjuva cephe, bu kirli ilişkileriyle kirli bir savaş sürdürmektedirler. Soylu gibi aktörleri merkez alarak burjuva devletin bu niteliğini es geçmek, tali yönler üzerinden politika üretmektir. Kontra-mafya-çete organik bağı ile burjuva devlet çürümüştür.

Önceki İçerikCHP Değişimle Meşgulken Erdoğan Sultası ‘‘İslam Cumhuriyeti” İlanına Doğru Yol Almaktadır!
Sonraki İçerikMKP: Ezilen Halkların ve Ulusların İşgal ve İlhaklara, Dayatılan Kölece Boyunduruğa İsyanı ve Direnişi Haktır, Görevdir, Meşrudur!