Devrim ile karşı-devrimin amansız mücadelesi tarih boyunca istisnasız olarak eşitsiz koşullarda gelişmiştir. Karşı devrim güçleri, kazanmak için her türlü yönteme başvurmuş, her yolu mübah saymış, devrim güçlerine karşı elindeki tüm araçları ve egemen olmanın getirmiş olduğu tüm olanakları sınırsızca kullanmıştır. Yeri gelmiş doğrudan zor araçlarını ve kaba kuvveti fütursuzca devreye koymuş, yeri gelmiş en ince, özel ve sinsi yöntemlerle savaşmıştır. Tabii her dönemin kendine has özellikleri dolayısıyla da kendine özgü savaşı yürütüş biçimleri olmuştur. Hem önceki dönemin tecrübelerine dayanarak hem de teknik- teknolojik gelişmelerin sağlamış olduğu avantajlardan yararlanarak, savaşlar yeni biçimler almış, yeni taktik-tarz ve stratejiler geliştirilmiştir.

Bugün de devrim ile karşı devrim güçleri arasında yaşanan savaş tamamen ve düne göre daha çok eşitsiz koşullarda gerçekleşmektedir. Bilimsel-teknik gelişmelerin çok hızlı ilerlediği ve her bir ilerlemenin en başta savaş alanlarına yansıdığı günümüzde, devletlerin elinde muazzam bir savaş kapasitesi oluşmuştur. Başta emperyalist ülkeler olmak üzere tüm dünyada silahlanma yarışı kıyasıya sürmekte, devletler “savaş ekonomileri” uygulamaya koymaktadırlar. Savaş bütçelerine milyarlarca dolar ayrılmakta, yeni bir dünya savaşına tam hız hazırlıklar yapılmaktadır. Yalnız, yapılan hazırlıklar ve silahlanmalar sadece bir dünya savaşına ya da devletler arası savaşlara hazırlık olarak kalmayıp aynı zamanda işçi sınıfı, emekçi ve ezilen halklar ile onların öncü kuvvetlerine karşı da yapılmaktadır. Dünyaya egemen olanlar, kapitalist emperyalist sistem için esas tehlikenin sömürülen, ezilen, baskı altına alınan halk yığınlarının isyanı ve başka bir dünya arayışı olduğunu çok iyi bilmektedirler. Bu nedenle kitleler tarafından nerede bir karşı koyuş ya da karşı koyuş olasılığı varsa orada devletin tüm kurumlarıyla devasa savaş aygıtı devrededir.

Faşist “TC” devleti de, devrimci, sosyalist ve komünistlere karşı on yıllardır sürdürdüğü savaşı son yıllarla birlikte yeni bir boyuta taşımış tüm gücünü ve imkanlarını seferber ederek, tasfiye amaçlı saldırılarına hız vermiştir. Kitlelerin hoşnutsuzluğunun ve öfkesinin devletin bekasını tehdit edecek bir başkaldırıya ve örgütlenmeye dönüştürülmesini engellemenin yolunun kitlelerin öncü güçlerini yok etmekten geçtiğinin bilincinde olarak saldırılarını yoğunlaştırmıştır-yoğunlaştırmaktır. Özellikle son 7- 8 yıldır aktif olarak devreye koymuş olduğu yeni savaş konseptiyle, başta gerilla güçleri olmak üzere silahlı devrimci güçlere karşı istihbarat ve teknik ağırlıklı bir savaş geliştirmiş, gerilla güçlerine karşı yenilediği hava gücünü etkin kullanarak üstün gelmeye çalışmıştır. Türk devleti bu süreçte yalnızca teknik ağırlıklı saldırılarla gerilla güçlerine yönelmemiş, aynı zamanda tüm mücadele alanları karşısında saldırılarına çok yönlü olarak yeni boyutlar kazandırmıştır. Bu süreçte, ajanlaştırma faaliyetlerinden tutalım da, hapishanelerdeki devrimci tutsaklara yönelik sistematik saldırılara, sokak ortasında insanları kaçırmalara, devrimci çalışmalar içerisinde olan kişilerin tek tek tespit edilip tehdit ve şantajlarla yıldırmayı hedeflemeye, en ufak bir tepkinin dahi yıllarca tutukluluğa gerekçe yapılmasına, kitleleri demorilize etme hedefli şişirilerek yayınlanan dağda ve şehirde gerçekleştirilen asker-polis operasyon görüntülerine, İHA-SİHA reklamlarına, devletin resmi-gayri resmi savaş güçleriyle yerleşim yerlerinin kuşatılmasına ve kentsel dönüşüm adı altında yürürlüğe konan yeni planlarla şehirlerin yeniden imar edilerek buraların olası ayaklanmalara karşı denetim-kuşatma altına alınmasına ve uyguladıkları daha bir çok savaş yöntemine şahit olduk.

Ölümsüzleşenlerimize dahi savaş açıp, aslında Onlardan, onların ölü bedenlerinden dahi ne derece korktuklarını yaptıklarıyla ilan ettiklerini gördük. Kimsesizler mezarlığında unutturulmak istenmeleri, mezarlarının hedef alınması, törenlerinin yasaklanması, şehit ailelerine yapılan zulümle düşman kendi özüne uygun davranmıştır. Ölümsüzleşenlerimizin yarattığı değerlere, onların ideallerine bağlılığın, her yıl dönümünde onları anmanın dahi yaratacağı etkiden kendi sonlarını görmüşler ve gerçekleri gizleyerek “bitirdik” söylemleriyle çelişmek istememişlerdir. Kavgada ölümsüzleşenlerimize yapılan saldırılardan/saygısızlıktan dahi karşımızdaki düşmanın nasıl bir düşman olduğunu ve sürecin zorluklarını anlamak zor değildir.

Tüm bu saldırılar karşısında ideolojik sağlamlık ve kararlılık sergilemek, moral üstünlüğünü elde tutmak/yitirmemek ve devrim ideasında ısrarcı olmak hayati önemdedir. Düşman en çokta ideolojik kırılma yaratarak, devrimci değerlerin aşınmasını ve devrime olan inancın zayıflatılmasını hedefleyerek hakın devrime olan inancını, devrimcilere olan güvenini zayıflatmaya, halk ile devrimci güçler arasındaki bağı koparmaya ve örgütlü devrimci güçlere darbe vurmaya çalışmaktadır.

Evet ezilenin ezenle olan bu kavgası, bu savaş, eşitsiz bir savaş olarak devam ediyor, düşman kendisine tahdit olarak gördüğü her kesime karşı her türlü kirli yöntemle ve olanaklarla büyük bir savaş yürütmektedir. Devrimci ve komünist güçlerin dün olduğu gibi bugün de düşmanın olanaklarına sahip olmadığı açıktır, bununla beraber düşmanın kullanmış olduğu kirli yöntemleri kullanamayacağı da nettir. Halkların kurtuluşunu amaç edinmiş ve bu uğruda hiç bir bedeli ödemekten kaçınmayan devrimci güçler, karşısında savaştıkları halk düşmanları gibi olamazlar, onlara benzeyemezler, onlar gibi olamaz, onlar gibi davranamazlar. Devrimci savaşın kendisine özgü ilkeleri ve kuralları vardır. Devrimcilerin yürüttükleri savaşta düşmanını her yönüyle tanıması ve onun yöntemlerine karşı kendisini yenilemesi gerekirken ona benzemesi gerekmez. Koşullar her ne kadar devrimci güçlerin aleyhine ve savaş bu koşullar altında yürütülmek zorunda olsa da  devrimci güçler koşullara yön verebilir, kendi lehine gelişmeler kaydedebilirler. “Bir asker, savaşı kazanmaya çabalarken, maddi koşulların koyduğu sınırları aşamaz. Ne var ki bu sınırlar içinde zafere ulaşabilir ve bunun için çaba göstermesi gerekir” der Mao yoldaş. Burada temel sorun öncelikle var olan koşulları kavramak ve kavradıktan sonra bu koşulları aşmak için tüm benliğinle mücadeleye atılmaktır. Sovyet, Çin, Vietnam ve 20. yüzyıla damgasına vuran devrimler ve ulusal kurtuluş mücadeleleri devasa olanaklara sahip karşı- devrim güçlerine karşı yürütülmüş ve zafer kazanmışsa tamda bu gerçekliğin sonucu olmuştur.

Bir savaşa stratejik, taktik, çevresel koşullar, teknik teknolojik güç, komuta, ideoloji, örgütlenme gibi bir çok faktör etki eder. Bu faktörlerin tümü birden savaşın gidişatını tayin ederken, esas tayin edici ve belirleyici faktör ise bunların hepsini değerlendiren/kullanan insan ve ideolojidir. Dün nasıl savaştık ve kazandıysak, bugünde aynı şekilde insanın bilinçli dinamik rolünü yaratıcı biçimde açığa çıkararak ve ideolojik üstünlüğümüzden aldığımız güçle kazanacağız, bu kesindir.

Bilinmelidir ki düşmanın kendisini güçlü ve yenilmez sunmak için yürüttüğü her türlü propagandası yenilmeye mahkumdur. On yıllardan beri nasıl “bitirdik-bitiriyoruz” naraları boşa düşürüldüyse bugünde aynı “bitirdik-bitiriyoruz” safsataları devrimci savaşın ısrarlı yürütülüşü ile boşa düşürülmüştür. “Yerli ve milli” teknolojileri de, paralı profesyonel orduları da, psikolojik savaş yöntemleri de istenilen sonucu vermemiştir. Zaten vermesi de mümkün değildir, çünkü tüm bunlara karşı güçlü bir karşı koyuş, irade savaşı verilmiş ve verilmekte, yeni biçimde taktikler yaratılmış ve yaratılmaktadır. Haklıya ve haklılığa dayanan, gücünü halktan alan hiç bir mücadele bitmez, bitirilemez, yenilgiye de uğratılamaz. Tarih bunun hem tanığıdır, hem de bunu anlatır.

Değişen koşulları iyi analiz ederek, karşımızdaki düşmanı tüm yönleriyle tanıyarak, kendi yetmezliklerimizin farkında ve onları aşma gayretinde olarak devrimci savaş yeni ve güne uygun bir tarzda geliştirilmektedir-geliştirilecektir. MLM ideolojimizin sarsılmaz gücünün, halk yığınlarıyla bütünleşmiş Komünist Parti’mizin, fedakarlık ve cüreti kuşanmış militanların yenemeyeceği hiç bir gerici kuvvetin olmadığını bilmek gerekiyor. Devrim mücadelesi bugüne kadar en zor şatlar altında, büyük özverilerle gelişti ve gelişmeye devam ediyor. Hiçbir devrim kolay olmamış, olamaz da, küçükten büyüğe, nicel birikimlerden nitel gelişmelere sıçramalarla gerçekleşir değişim eylemi.

Bugün tüm dünyada emperyalist kapitalizmin yaşadığı sistem krizi, kendisini Türkiye- Kuzey Kürdistan’da da yakıcı bir biçimde hissettirmektedir. Hakim sınıfların yarattıkları krizin tüm yükünü işçi sınıfı ve emekçi- ezilen halk kitlelerinin sırtına yüklemesi sonucu geniş kitleler sürekli derinleşen bir yoksulluk ve açlık cenderesi içerisine hapsedilmiştir. En ufak bir hak talebi baskı, işkence ve tutuklamayla sonuçlanmakta olup, toplum çok yönlü bir kuşatma altına alınmış durumdadır. Ama tüm bunlara rağmen işçi sınıfının, kadınların, LGBTİ+’ların, geniş emekçi yığınların, Kürt ulusunun, ezilen inançların mücadelesi engellenememektedir, aksine mücadele gelişmekte ve yayılmakta-yaygınlaşmaktadır.

Tüm bu nesnel koşullara; toplumu kuşatan ve bunaltan gelişmelere, parça parça ve birbirinden bağımsız kendiliğinden gelişen direniş ve mücadelelere baktığımızda sürecin devrimci güçler lehine gelişme sağladığını, kitlelerle buluşmak için devrimci güçlere alan açtığını söyleyebiliriz. Düşmanın devrimci güçler ile kitlelerin bağını koparmayı amaçladığı bir dönemde böylesi gelişmeleri değerlendirerek, çeşitlendireceğimiz kitle çalışmalarıyla politikalarımızı kitlelerle buluşturup maddi bir güce çevirerek düşmanın bu amacını boşa düşürebiliriz. Aynı zamanda bu süreç, hakkını arayan, doğasını savunan emekçi halk kitlelerine dönük devletin askeri, polisi, jandarması, bekçisi ile gerçekleştirdiği doğrudan saldırılar, halkların, devlet güçlerinin kimin ve neyin korumalığını üstlendiğini görmesi açısından önemli olmuştur. Bu durum devrimci savaşın zorunluluğunu kitlelere kavratabilmek açısından önemli bir avantajdır. İçerisinden geçmekte olduğumuz bu süreçte devrimci militan ve kitlesel bir mücadelenin geliştirilmesinin zemini vardır, bu zemin gittikçe kuvvetlenmektedir.

Burada esas görev halkın örgütlü devrimci güçlerine, bizlere düşmektedir. Karşımızdaki düşmanı küçümsemeden ama aynı zamanda düşmanın gücünü olduğundan fazla abartmadan, kendimizin, halk kitlelerinin ve devrimci savaşımın gücünün bilincinde olarak Parti ve devrim görevlerine sıkı sıkıya bağlı kalarak mücadeleyi ileriye taşıma hedefinde ısrarcı olunmalıdır. Savaş stratejimiz olan Sosyalist Halk Savaşı Stratejisini;

* her bir yerelde ve her bir eylemde taktik zenginliklerle geliştirdiğimiz,

* tüm çalışmalarımızı stratejik yönelimimize uygun duruma kavuşturduğumuz ve stratejinin hizmetine sunduğumuz,

* kurtuluşları için kitleleri Sosyalist Halk Savaşına dahil ettiğimiz müddetçe faşizmin tasfiye saldırıları boşa düşürülmeye devam edilecektir.

Devrimci savaşımın uzun erimli ve zorlu bir süreç olduğunu unutmadan, karamsarlığa kapılmadan sürecin karşımıza çıkardığı engelleri bir bir aşma cesaretini gösterebilmeliyiz. Karşı devrim güçlerine karşı savaşımı tek bir biçime hapsetmeden, düşmanı tüm alanlarda yenilgiye uğratmayı esas almalıyız. Partinin ve devrimin bizden beklediği budur.

Savaşımız, uzun ve zor ama bir o kadar anlamlı, bir o kadar kudretlidir ve zaferi kesindir.

Bu yazı ilk olarak Sosyalist Halk Savaşı Gazetesi’nin Ocak 2024 son sayısında yayımlanmıştır.

Önceki İçerikKBDH: Faşizme ve erkek egemenliğine karşı isyanı büyüt, kadın devrimine yürü!
Sonraki İçerikMKP: Newroz’un isyan ruhunu kuşanalım, devrimci mücadeleyi yükseltelim!