Irkçı-şovenist ve Kürt düşmanlığı politikalarla derinleştirilen çatışmalar üzerinden; 1 Kasım seçimleriyle “çoğunlukçu” parlamento iradesiyle merkezileşen faşist Türk hâkim gericiliği, Kürt Ulusal Hareketi’nin mücadelesini tasfiye etme stratejisinin koşullarını süreç içinde olgunlaştırarak, ikili taktikle uygulayacaktır. Askeri operasyon ve kontra yönelimlerle, Kürt ulusunun devrimci dinamiğini imha etmek ve bunun akabinde “buzdolabındaki” “çözüm” sürecini devreye koyarak tasfiyeyi gerçekleştirmek, Türk devletinin merkezi siyaseti olacaktır. Bu aynı zamanda emperyalistlerin Kürt devrimci dinamiği özgülündeki siyasetine de hizmet edecektir.
7 Haziran sürecinden 1 Kasım seçimlerine kadar gelişmelerin onayladığı gerçek; devrimci savaşın, süreci devrimci tarzda dönüştürmeye muktedir gerçekliğidir
Ortadoğu ve Suriye üzerinde, ABD–AB’nin başını çektiği emperyalist blok ile Rusya’nın başını çektiği emperyalist blok arasında yaşanan dalaş ve çatışma, kendi içinde çözümsüzlükler üreterek devam ediyor. Her emperyalist blok ve dayandığı bölgesel gericilik, kendi stratejik çıkarları ekseninde bölgede rol alırken, emperyalist ve bölgedeki gerici devletlerin gerici çıkarları, bölgedeki bütün toplumsal gelişmelerde emperyalist yayılmacılığın siyasal çözümsüzlüğü olarak sosyal pratikte hayat bulmaktadır. Son olarak, Suriye özgülünde Rusya’nın askeri işgal ve müdahale ile yaptığı hamle, bölgenin “yeniden” paylaşımı ve dizaynı konusunda “yeni” bir sürecin başlangıcı olmuştur. Rusya’nın hamle üstünlüğünü ele geçirmesi olan bu gelişmenin akabinde, “siyasal çözüm” adı altında, emperyalist güçler ve bölgesel işbirlikçisi gericiliklerin de dâhil olduğu görüşmeler trafiği, gerici çatışmaların cereyan ettiği bir başka alan olmuştur. Bu görüşmeler trafiğinden biri olarak Viyana görüşmeleri de, emperyalist çatışmalar ve ittifak arayışları açısından tıkanan emperyalist çelişkiler de, çözümsüzlüğün tekrarından öte bir sonuç yaratamamıştır.
Emperyalist politik stratejilerin ve askeri (açık ya da gizli) operasyonların Ortadoğu’yu kan gölüne çevirdiği bir ortamda, bölgeyi kendi çıkarlarına göre dizayn etmeye çalışan emperyalist haydutlar ve işbirlikçi bölgesel devletler, Viyana görüşmeleriyle bir kez daha masa başında kartlarını oynadılar ve kurtlar sofrasına yatırdıkları Ortadoğu’da stratejik çıkarlarını korumaya-geliştirmeye çalıştılar. ABD, Rusya, Türkiye ve Suudi Arabistan devletlerinin katılımıyla başlayan daha sonra İran, Mısır, Almanya, Fransa, Katar gibi devletler başta olmak üzere 17 devletin Dışişleri Bakanlığı düzeyindeki katılımıyla “tamamlanan” Viyana görüşmeleri, ezilen halklara ve mazlum uluslara saldırıda ortaklaşma dışında, bir ortaklaşma yaratamadan dağıldı.
Bütün bu yoğun görüşme trafiğinin temel nedeni, emperyalist politikaların emperyalist güçler açısından yarattığı derin çözümsüzlüktür. Girdiği tüm coğrafyalarda kan ve katliam üzerinden egemenlik kurmaya çalışan emperyalist stratejiler, toplumsal gelişmelerin kahredici gerçeği karşısında çökmektedir. Emperyalist bloklar ve her emperyalist blokun gerici ittifak gücü olarak “stratejik ortağı” halinde konumlandırdığı bölgesel gericilikler arasında yaşanan dalaş ve çatışma ile emperyalist işgal altındaki bölgelerde derinleşen toplumsal çelişkiler ve bölgede direnç gösteren toplumsal dinamikler, “istikrar” kuramayan gerici egemenliklerin çözümsüzlüklerini derinleştirmiş, emperyalist stratejilerin çökmesine vesile olmuştur.
Ortadoğu’da çöken ABD-AB stratejisi ve inisiyatif geliştiren Rus emperyalizmi
Ortadoğu, Arap Yarımadası ve somut olarak Suriye üzerinde oynanan emperyalist oyunların başını bugüne kadar ABD-AB emperyalizmi çekmekteydi. Ve bir dönemin gerici siyaseti olarak çöken emperyalist strateji, ABD başta olmak üzere AB emperyalistlerinin hanesine yazıldı. Rusya’nın fiili askeri müdahalesiyle yaptığı hamle üstünlüğü, bütün bu gelişmelerin akabinde geldi. Ukrayna, Kafkaslar ve Ortadoğu’da Rusya’nın bir adım öne geçmesini yaratan müdahaleyi besleyen bir ayak da “çözümsüzlük” ekseninde kendini tekrar etmekten öteye gitmeyen bu askeri stratejilerdi. Şimdi Rusya’nın aktif rol aldığı süreçte, bölgede çıkarlar yeniden gözden geçiriliyor. Bölgenin “yeniden” dizaynı için, emperyalist stratejiler ve bu stratejilere uygun gerici ittifak güçler “yeniden” tanımlanıyor. Emperyalist blokların, “birlik” manüpilasyonunu örtemediği derin çatışma ve çelişkileri, koşullara ve çıkarlara göre, dizayn edilen bölgesel gerici ittifaklara göre “yeniden” biçimlendiriliyor.
Süreç biçimlendirilirken, görüşmeler ve fiili askeri müdahaleler içine çekilen devletler rastlantılar sonucu seçilmiyor tabii ki. Siyasal, ideolojik ve askeri güç olarak, emperyalist hegemonyanın sürecine ihtiyaç olarak gördüğü bölgedeki gerici güçler, bu süreçte egemenlik unsuru olarak iradeleştirilmek istenmektedir. Arap Yarımadası ve Ortadoğu’da, Sünni İslam ve milliyetçilik, “İhvan-ı Müslimin” projesi kapsamındaki bir egemenlik çizgisi, özellikle ABD’nin başını çektiği emperyalist blok çizgisidir. Sunni İslam’ın tarihsel güçlü kökleri olarak, Suudi Arabistan’ın, Arap milliyetçiliğinin köklü şekillenişi olarak Mısır’ın, yine bu iki çizginin güncel sentezi olarak faşist Türk hâkim sınıflarının sürecin içinde olmaları, sadece bölgenin dizayn edilmesinde fiili olarak konumlandırılan güç ya da “dinamik” bölge devletleri olmaları itibarıyla değildir. Bölgenin dizaynı konusunda, Sünni İslam-milliyetçilik çizgisinin ideolojik, siyasal ve askeri ayağının güçlü “dinamikleri” bu gerici devletler üzerinden şekillendiği için, emperyalizm bu gericilikler üzerinden esasta hegemonyasını tesis etmektedir. Yine Rusya’nın Esad ve İran merkezli gerici ittifakı, ümmetçilikle ulusal çizginin sentezi üzerinedir. Bu merkezli şekillendirilen hegemonya, diğer güçleri de potasına toplama siyasetiyle ete kemiğe büründürülmek istenmektedir. Türkiye, Suudi Arabistan, İran, Mısır, Rusya, ABD gerici güçleriyle, ikili, üçlü, dörtlü ön görüşmelerle 17 devletin katılımıyla “final” görüşmeleri “tamamlanan” Viyana süreci, bu mantıkla parçadan bütüne örgütlenmiştir.
Rusya’nın fiili askeri müdahalesiyle hamle üstünlüğünü ele geçirdiği süreçte, emperyalist güçlerin ve bölgesel gericiliklerin “uzlaştığı” ana noktalar, kaygıları ve korkuları olmuştur. “Esad giderse yerine daha radikal bir güç gelir”, “Esad’tan önce bölgede daha tehlikeli olan güçler tasfiye edilmelidir” (mevcut durumda DAİŞ gericiliği hedef güç olarak ifade edilse de, esasta tasfiye edilmesi gereken güç bu gerici-bağnaz örgütle sınırlı değildir. Kürt Ulusal Hareketi merkezli devrimci zeminde duran sosyal ve ulusal dinamiklerin tasfiye edilmesi, bu planın çok tartışılmayan ön ayaklarından biridir) yaklaşımı “ortaklaştıkları” temel noktadır. Bu tali sayılabilecek “uzlaşı” dışında emperyalist güçler ve gerici bölge devletleri tam bir çatışma ve dalaş halindedir. Özünde emperyalist yayılmacılık, gerici güçleri tasfiye etmeyi değil, denetiminde hegemonyası için kullanabileceği bir güç konumuna getirmek istemektedir. Güncel bir örnek olarak, bugün “bitirilmesi” gereken güç olarak askeri operasyonlarla hedefe alınan DAİŞ, sürecin farklı bir kesitinde, emperyalist hegemonyanın bir parçası olarak, ezilen halklara ve mazlum uluslara karşı konumlandırılabilinir. Emperyalizmin temel ilkesi, gerici çıkarlarının tarihsel konjonktürüdür. Sermayenin genel çıkarları, en etkin nasıl güce dönüşüyorsa, ona göre özgünlükler şekillendiriliyor. Yani gericilik insani değerler başta olmak üzere, rekabette, egemenlikte ilkesizdir ve kuralsızdır. Bu anlamıyla bugün çatıştığı ya da ittifak halinde olduğu tüm gerici güçler emperyalist hegemonyanın sosyal zeminidir.
Emperyalizmin ve gericiliğin üzerinde stratejiler belirlediği temel güçler, bölgede var olan gericilikler değildir. Ki bu gibi gericiliklerle, sürecin herhangi bir kesitinde “uzlaşabilir.” Emperyalist stratejilerin temel yönelimi, ulusal ve sosyal dinamiklerdir. Ortadoğu özgülünde Rojava-Kobanê direniş çizgisinin, PYD-PKK politik örgütsel duruşunun, emperyalistlerin “terbiye” edilmesi gereken güç olarak ele alınıp ilişkilerin bu zeminde organize etmesi, bu mantıklarının gereğidir. KDP ile ittifakında, bölgede etkili olamayan ABD’nin YPG’ye silah yardımı, bu oyunun parçasıdır. Yine Rusya’nın, PYD’yi Esad’la “uzlaştırma” çalışmaları, bu oyunun farklı boyutudur. Emperyalist bloklar başta olmak üzere bölgesel gericilikler, “terbiye” edilmiş Kürt dinamiğini kendi tarafına çekmek istemektedir. Bu sorun, hem emperyalist bloklar arasında hem emperyalist bloklarla Kürt ilerici siyasal çizgisi arasında hem de bölge gericilikleriyle Kürtler arasında derin bir çatışma konusudur. Burada tayin edici olan Kürt siyasal önderliklerinin duruşudur tabii ki. Emperyalistlerin askeri-teknik donanım “yardımı” ve “ittifak” siyaseti; “terbiye” edilmiş Kürt ulusunun dinamik rolüyle bölgeyi dizayn etme çabasıdır. Bunun pratik anlamı, politik diplomasi ile ya da askeri güçle, Rojava çizgisinin ve Kobanê direniş ruhunun, emperyalizme yönelmesi muhtemel olan dinamiğinin tasfiyesidir. Kürt ulusunun önderlik çizgisinin, bu oyunu devrimci savaş ve politik diplomasi çizgisiyle boşa çıkarması, kendi kaderini tayin etme hakkını vazgeçilmez politika olarak belirlemesi, devrimci ve komünist güçlerle geliştirdiği-geliştireceği ilerici, devrimci duruşun güçlü mevzisi olacaktır.
İnkâr, İmha, Talan ve Soykırım, Türk Devletinin Kürt Politikasının Özüdür
Bölgede model ülke ve “Osmanlıcı” yayılmacılığın süreçteki gücü olma hevesiyle, ABD’nin verdiği role uygun davranan “TC”, gelinen aşamada, ABD’nin Rusya karşısındaki diplomatik manevralarını dahi “anlamadan”, “BOP” projesinin rolleriyle hareket etmektedir. Suudi Arabistan ve Katarla beraber, “eski” Suriye politikasında ısrar eden bu üçlü, “İslamcı muhaliflerin”, askeri bakımdan desteklenmesini çıkarlarının korunması için esas görmektedirler. ABD bu üçlü bloka monte ettiği KDP gerçekliğine çok güvenmiyor. Aynı şekilde Türk gerici hâkim sınıfları da bu bileşene güvenmiyor. Çünkü gerici çıkarların temelsiz birlikteliğidir bu. ABD bu temelsizliğe dâhildir. Suudi Arabistan’ın İran karşıtlığı üzerinden şekillenen Suriye karşıtlığı, yarın Rusya’nın daha ileri hamleleriyle, Rusya lehine değişebilir. Katar, kıymeti olmayan bir güç. KDP, Kürt aşiretlerini dahi bir dinamik olarak harekete geçirememekte, “paralı lejyonerler” gibi davranmaktadır.
Bütün bunlar ele alındığında, Türk devleti, bölgedeki saldırganlığını, kendi askeri gücüyle göstermeyi gerekli görmektedir. Son dönemde merkezileştirdiği “PYD’de DAİŞ gibi terörist bir örgüttür” siyaseti, iki yönlü sonuç alma hamlesidir. PYD’ye müdahale ile hem Suriye’de askeri güçle rol oynama ama esas olarak Rojava devrimini tasfiye etme hem de kendisi için “risk” gördüğü Kürt ulusal direnişini, o alanda boğmayı amaçlamaktadır. Viyana görüşmelerinde, ısrarla bu konuyu öne çıkarma çabasının temelinde, Kuzey Kürdistan’da başlattığı katliam ve imha seferlerini, Kobanê ve Rojava sahasına yaymaktır.
Viyana’da kurulan kurtlar sofrasında, Türk devletinin Esad konusundaki “itirazları”, ABD’nin “itiraz” sınırları kadardır. Türk devletinin masada esas kabul ettirmek istediği, Rojava’ya askeri müdahaledir. “Müttefiklerimizin PYD ile işbirliğini doğru bulmuyoruz. Türkiye’nin terör örgütü olarak kabul ettiği PYD’nin bölgede çözümün bir parçası olarak sunulması tarafımızdan kabul görmemektedir. ABD ve Rusya müttefik güçlerimiz olarak PYD’ye silah yardımında bulunması tarafımızdan onaylanamaz. Göç dalgası ve sınırlarımızın PKK, PYD ve DAİŞ hâkimiyetinden kurtarılması için, Cerablus-Azez hattında güvenli bölge, olmazsa olmaz ihtiyacımızdır.” Anlayış olarak böyle formüle edilen Türk devletinin bölge siyaseti, gazetemiz sayfalarında daha öncede değerlendirilen, aynı siyasetin tekrarıdır. Ana hedefi, PYD ve PKK önderliğindeki Kürt Ulusal Hareketi’dir. DAİŞ söylemi manüpilasyondur. Değil Fırat’ın batı yakası, DAİŞ, Türkiye-Kuzey Kürdistan sahasında “uyuyan” hücreler olarak konumlandırılmış durumdadır. Kuzey Kürdistan’dan Fırat’ın batı yakasına Mezopotamya coğrafyasında, inkâr edilen ve imha edilmek istenen, Kürt ulusudur.
ABD, Türk devletinin imha yönelimini mevcutta onaylamamaktadır. Bunun nedeni Kürtlerin ulus olma hakkına duyduğu saygı değildir. Rusya’nın askeri yayılmacılığı karşısında dinamik olarak yanına çekmek istediği PYD’yi bir biçimle “koz” olarak tutmak isteyen ABD’nin, “terbiyeli” Kürt siyaseti gereği, Türk devletinin askeri yönelimlerine sessiz kalması, olasılıklar dâhilindedir. Yine Esad’la PYD’yi aynı mevzide ortaklaştırmaya çalışan Rusya iradesi, Türk devletinin askeri “seferlerine” engel teşkil eden olgulardır.
Bölgede emperyalist stratejilerin dışında hamle yapma şansı olmayan faşist Türk devleti, belirli yoklamalarla, Kürt ulusu nazarında şekillendirdiği imhacı, inkârcı, katliamcı siyasetini denemiştir. YPG mevzilerine yapılan askeri müdahaleler, bunun açık örneğidir. Kuzey Kürdistan Rojava hattını askeri operasyonlarla teslim alma, Türk devletinin pembe rüyasıdır. Bu rüya, merkezileşmiş, tekleşmiş bir siyasal erkle daha kolay gerçekleştirilebilinir. Askeri alan dâhil, demokratik zeminde hareket eden tüm kurumları, içte sindirme, yayılmacı bir siyasetle sınır hattının dışında seferlere çıkma, güncel olarak yaşadığı yönetememe “krizine de” “çözüm” olacaktı. Somut olarak 1 Kasım seçimlerinde doğan sonuç; hile ve anti demokratik seçim koşullarının yanında devreye konulan bu “iç” ve “dış” siyasetin ürünüdür. “Yüce” Türk ulusunun bekası ve bölgesel çıkarları için”, “bayrak”, “vatan” gibi kutsal değerlerimizi tehdit eden tüm güçler bertaraf edilmelidir siyaseti, bölgede ve Kuzey Kürdistan’da, Kürt Ulusal Hareketi başta olmak üzere, devrimci ve sosyalistleri imha etme seferlerine dönüşmüştür.
Gelişmeler Birleşik Sosyalist Kürdistan bayrağının zeminini güçlendirmiştir
Bu ırkçı-şovenist ve Kürt düşmanlığı politikalarla derinleştirilen çatışmalar üzerinden; 1 Kasım seçimleriyle “çoğunlukçu” parlamento iradesiyle merkezileşen faşist Türk hâkim gericiliği, Kürt Ulusal Hareketi’nin mücadelesini tasfiye etme stratejisinin koşullarını süreç içinde olgunlaştırarak, ikili taktikle uygulayacaktır. Askeri operasyon ve kontra yönelimlerle, Kürt ulusunun devrimci dinamiğini imha etmek ve bunun akabinde “buzdolabındaki” “çözüm” sürecini devreye koyarak tasfiyeyi gerçekleştirmek, Türk devletinin merkezi siyaseti olacaktır. Bu aynı zamanda emperyalistlerin Kürt devrimci dinamiği özgülündeki siyasetine de hizmet edecektir.
7 Haziran sürecinden 1 Kasım seçimlerine kadar gelişmelerin onayladığı gerçek; devrimci savaşın, süreci devrimci tarzda dönüştürmeye muktedir gerçekliğidir. Tarihsel gelişmeler, dört parçada Kürt ulusunun tarihsel haksızlıkları parçalayıp birleşmesini davet ediyor. Emperyalist ve bölgesel gericiliklerin karşısına, Birleşik Sosyalist Kürdistan bayrağının, Rojava’nın güncellenmesini davet ediyor. Türk devletinin tüm gerici planlarını bozmak, bu bayrağın iradesiyle mevzilerde durmaktan geçer. Devrimci ve komünistlerin, Kürt ulusunu boğma seferlerine karşı gericiliğin geliştirdiği özel savaş konseptinde destek taburu olmaktan çıkıp süreci ileriye taşıyan bir özne halinde konumlanmaları, sadece Kürt ulusunun bağımsızlığı için değil, sosyal kurtuluş mücadelesinin de görevlerini icra edecektir.