Güç birliği

Demokratik partilerin, sendikaların ve diğer kitle örgütlerinin bir araya gelerek,  Güç Birliği’ne varmış olmaları güzel ve ileri bir adımdır. Bu güç birliği, egemen sınıfların darbe ve Kürt direnişi karşısında oluşturdukları geçici birlik karşısında ortaya çıkan ciddi bir direniş odağı ve bir moral kaynağı olarak görünüyor. Eğer bu Güç Birliği, atıl kalmaz da tutarlı bir demokrasi mücadelesi yürütürse, egemen sınıflar arasındaki geçici birlik, çok daha derinlikli bir şekilde parçalanmaya ve dalaşa dönüşebilir. 

Şu anda, ufukta, Kürtlerle uzlaşmaya yönelik bir gelişme görünmüyor. Hem egemen sınıfların kendi aralarında kurdukları geçici birlik,  hem de Kürt direnişinin kan kaybı, böylesi bir uzlaşmaya imkân vermiyor. Bu, Kürdistan’daki savaşın süreceği, Türkiye’deki siyasal ortamın durulmayacağı anlamına geliyor. Son askeri darbe, sömürgedeki savaşın bir sonucudur. En sağlam ekonomiler dahi sömürge savaşının çok yönlü yıkıcı etkilerinden kendilerini kurtaramıyorlar. 

Kurulan Güç Birliği, Kürtlerin ulusal haklarını, Türkiye ve Kuzey Kürdistan’daki demokrasi mücadelesini tutarlı bir şekilde savunduğu ve bunun kavgasını verdiği müddetçe, egemen sınıfların karşısında ciddi bir güç olabilir; aksi, parçalanma demektir.

Güç Birliği’nin içinde, savaşan komünistlerin bir bölümü yok. Çünkü bunların legal planda örgütlü bir güçleri, bir partileri yok. Zamanın beherinde İbrahim, “Bizde, yararlanabileceğimiz bir parlamento yok,” demiş. 12 Mart diktasının karanlığında söylenen bu söz, o günden bu yana hükmünü sürdürüyor. O zamanki komünistlerin günümüzdeki izleyicileri, legal dünyadaki dağınık güçleri, bir parti çatısı altında toparlamaya cesaret edemiyorlar. Sınıf mücadelesinin legal ayağı bulunmuyor. Mücadele, o günden beri tek ayakla yürüyor. 1978’de Halk Savaşı ile ilgili yazdığım yazının ikinci bölümü, legal imkânları sonuna kadar kullanmaya, legal bir parti kurup, parlamento kürsüsünden yararlanmaya dairdi. Yazıyı Partizan Dergisi’nde yayınlamadılar. Tabi kayboldu. Bu sorunu, o günden bu yana arkadaşlarla sürekli tartıştım, makalelerimde dile getirdim. Tek bacakla yürümeye alıştıkları için hiç ciddiye almadılar. Legal alandaki dağınık güçlerini, çatısı altında toparlayacak bir legal partinin kurulmasına, parlamentoya girmesine yanaşmıyorlar ama belediye seçimlerinde, gösterdikleri adaylara da parti arıyorlar. Parti olarak ahıra girmeyiz diyorlar. Bir yönüyle haklılar. Benim gibi köylü kökenli oldukları ve ahıra çok girip çıktıkları için yılmışlar ahırdan.  Pire, koku, böğürtü, kaşıntı, burun akıntısı, mikroorganizmalar… Ahır alerjisi. 

‘Bir Sol Çocukluk Hastalığı’na benzemiyor bu. Komediyi andırıyor, ‘Bir Deli’nin Hatıra Defteri’ni ya da. Tek perdelik, tek kişilik. Kolay bir oyun. Oynana oynana alışkanlık halini aldığı için bundan sonra da sanırım oynanır. Seyirciler de memnun, egemen sınıflar da. Özellikle egemen sınıflar, savaşan komünistlerin bu oyunu sürekli oynamalarını istiyorlar. Legal imkânlardan en geniş bir şekilde yararlanmanın en etkin aracının parti olduğunu çok iyi biliyorlar çünkü. 32 yıllık Kürt direnişinin tecrübesi, onlara bu yakıcı gerçeği döne döne dayattı. 

Önceki İçerikHortlatılan ırkçı-milliyetçi tekçilik ve devrimci fırsatlara gebe süreç!
Sonraki İçerikSüreç ve görevlerimiz