Mesele devrim ile karşı-devrim arasında ise, tüm tercih tereddütsüz olarak devrim lehinedir. Mesele dost güçlerle bizler arasında ise, ideolojik mücadele zemininde ilkeli proleter siyasettin esas alınması kesin tavrımızdır. Mesele bizlerin iç sorunları kapsamında ise, iknaya dönük ideolojik mücadele zemininde birlik ruhuyla hareket etmek vazgeçilmez tutumumuzdur. Mesele kişisel olarak bizle kolektif arasında ise, demokratik merkeziyetçilik ilkesine sadık kalarak, demokratik mekanizmalar içinde ikna-eğitim, değiştirip dönüştürme metoduyla sorunları yoldaşlık hukuku içinde ideolojik mücadeleyle çözüp ilerlemek tek doğru tavırdır. Özetle ilkesel tavır, halkın birleştirilmesi, devrimin geliştirilerek zafere taşınması ve düşmanın her düzeyde geriletilerek yıkılması pratiğinde anlam bulur, bulmaktadır. Devrimin müttefikleri veya bileşenleriyle birleşip onları geliştirmek, karşı-devrimci güçleri zayıflatarak yenmek somut devrimin ve devrimci siyasetin temel prensibidir
Darbe girişiminden sonra veya darbenin bastırılmasından sonra ortaya çıkan politik atmosfer ırkçı Türk milliyetçiliği ekseninde köklü bir tekçiliği tetikleyerek geliştirdi. İktidarı muhalefetiyle tüm komprador tekelci hakim sınıf klikleri devletlerinin müdafaasında birleşerek, muazzam bir milliyetçilik hortlağı resmettiler. Kör toptancılıkla tüm dünyayı düşman ilan ettikleri gibi, Türk milliyetçiliği zemininde seyreden klasik tekçiliği kelimenin gerçek anlamıyla ortaya koyup katı bir tekçiliği egemen kıldılar. Geliştirilen ırkçı milliyetçilik ve bu zemindeki tekçilik, olağanüstü hal uygulanmasından çok daha tehlikeli bir zemin olarak öne çıkmaktadır. Evet, olağanüstü hal uygulamasıyla tamamen keyfiyete bağlanan faşist baskılar, tasfiyeler ve saldırganlıklar son derece ciddi olup koyu bir faşist dönemi ifade etmektedir. Fakat hortlayan ırkçı Türk milliyetçiliği ve pekişen tekçilik faşizmin toplardamarı olarak çok daha büyük bir tehdit oluşturmaktadır. Çünkü ırkçı milliyetçilik ve bu temeldeki tekçilik salt hakim sınıf iktidarlarıyla sınırlı kalan bir unsur ve gelişme değil, geniş kitleleri tesir altına alarak manipüle eden ve zehirleyen bir unsurdur. Kitlelerin tekçi ırkçı milliyetçi faşist zihniyetle zehirlenmesi, hâkim sınıf iktidarlarının işine gelip onlara yararken, öte taraftan devrimin tabanını köreltme-zayıflatma anlamına gelmektedir. Yani, geniş kitleler en azından belli bir çoğunlukta Türk hakim sınıfları ve iktidarına entegre edilmiş olmaktadır bu milliyetçilik zehriyle.
Bu zemin devrimci çalışma ve demokratik mücadeleler adına son derece zorlu şartlar ve kurumuş iklim yaratmakla kalmayıp, başta işçi sınıfı, Kürt ulusu ve Alevi toplumu olmakla birlikte tüm ötekileştirilmiş kesimlere karşı saldırganlıkların tırmanmasına da uygun bir zemin durumundadır. Elbette bahsi edilen bu kesimlere dönük kıyımlara varan büyük katliamlar, faşist baskılar zaten siyasi iktidarın politikası olarak aktüel, vahşi boyutlarda sürmekte, sürdürülmektedir. Fakat gelişen bu ırkçı Türk milliyetçiliği ve çok daha kapsamlı olarak vuku bulan faşist tekçilik şartlarında bu kıyım ve katliamların derinleşerek sürdürülmesini, en önemlisi de bu saldırganlığın kitlelere yayılması veya kitlelerce çok daha güçlü desteklenmesi itibarıyla çok daha büyük bir anlam ve önem kazanmaktadır.
Bugün darbe sonrası iktidar ve burjuva muhalefetinin geçici de olsa birliğiyle çok daha üst düzeyde pekiştirilen faşist tekçilik ve tırmandırılan ırkçı Türk milliyetçiliğinin önemli bir arka planı vardır. Bu arka planı objektif olarak okumak devrimci politika açısından elzemdir. Nedir görülmesi gereken? Komprador tekelci iktidar ve burjuva muhalefet kliklerinin tümünü bir araya getiren, ”birleştiren” gerçeklik, darbe girişimi sonrası devlet kurumlarında yaşanan boşluk ya da zayıflama durumudur. Sınıf devletleri kaygısında ortaklaşan iktidar ve muhalefet, aralarındaki iktidar dalaşı dahil tüm çelişkileri erteleyip geride tutarak devletin korunup sürdürülmesinde birleşmektedirler. Onları bir araya getiren sınıf devletleri ve sistemlerinin bekasına dair ortak sınıf kaygısı ve aynı sınıf dokusudur. Burada çıkarılması gereken sonuçlar, bir; mevcut koşullarda faşist tekçilik ve ırkçı Türk milliyetçiliğinin bir tehdit olarak gelişmesi ve iki; devletin kurumlarındaki boşluk nedeniyle ciddi düzeyde zayıflıklar taşıması gerçeğidir. Ki, tekçilik ve ırkçı milliyetçiliğin geliştirilmesiyle, yani iktidarı muhalefetiyle birlikte hareket etmeleri tamamen devletteki bu zayıflığın giderilmesi içindir.
Yeni bir siyasi sürecin doğması kaçınılmazdır
HDP’nin bu tablo dışında olduğu ve tutulduğunun da altını çizelim. HDP’ye gerici bir tecrit uygulanmakta, adeta hedef haline getirilmektedir. HDP mevcut durumda tek muhalefet partisi olarak mecliste bulunmakta, fiilen ana muhalefet görevi üstlenmektedir. CHP’nin kısmi veya göstermelik itirazları iki yüzlülüktür. CHP devletin ve iktidarın korunması görevini asıl görev olarak üstlenip bundan kopmamakta, HDP’ye uygulanan ırkçı-faşist ayrımcılıkla uygulanan tecrit politikasına dönük eleştirilerini de bu zeminde tutmaktadır. Ne var ki, burjuva iktidar ve muhalefetin bu gerici ittifakı ya da ırkçı milliyetçilikte ifade bulan fiili koalisyonu kalıcı değil, geçicidir. Sermaye ve sermaye guruplarının karakteri siyasi alanda geçici birlikleri ihtiva etse de bunlar arasındaki çelişki-çatışma esastır. Bu sermayenin doğası gereğidir. Geçici şartlar geride kaldığında sermaye ve gruplarının iktidar dalaşına girmesi kaçınılmazdır. Dolayısıyla Erdoğan/AKP iktidarı ile diğer burjuva klikler arasında yaşanan bu geçici birliktelik yıkılarak çatışmaya dönmek zorundadır, dönecektir de. Özellikle iktidarın yaşadığı zayıflıklar, CHP gibi burjuva kliklerin devlette daha fazla söz hakkı elde etme ve iktidarı ele geçirme yönündeki çabaları yoğunlaştırıp, iktidar iştahını geliştirecektir, geliştirmiştir. Buradan yeni bir siyasi sürecin doğacağı kesin denilecek kadar kaçınılmazdır. Erdoğan/AKP güruhu tek başına devlet kurumlarını işletecek durumda değildir. Devlet adeta bir kaos ve kriz içinde olup güvenli zemine sahip değildir. Erdoğan/AKP muhalefete muhtaçtır ve bu süreç CHP’nin inisiyatif kazanmasına uygun zemin sunmaktadır. Siyasi gelecek CHP’nin iktidar ortağı olmasına müsait şartlar barındırmaktadır. En azından bir erken seçim ve fiili koalisyonun seçimlerle hukuksal zemine oturtulması mümkün görülmektedir. Yeni bir siyasi sürecin gelişmesinden kastımız budur. Elbette buradan proletarya ve halklarımız lehine olduğu gibi, Kürt ulusu ve diğer azınlıklar lehine bir şey çıkmayacaktır. Komprador tekelci sınıfların kendi devletlerini sağlamlaştırma veya iktidarlarını devam ettirerek tüm halklara azgın bir baskı diktatörlüğü uygulamadan öteye bir şey çıkmayacaktır. Fakat yaşadıkları zayıflık-dağınıklık ve yaşamaları kaçınılmaz olan, hatta şiddetlenerek gündeme gelmesi muhtemel olan aralarındaki iktidar dalaşı devrimci mücadele ve Kürt ulusal hareketinin yararlanabileceği bir zemin sunacaktır. Bunlar arasındaki çelişki ve çatlaktan yararlanma politikası devrimci siyasetin görev alanıdır. Özellikle devletin kriz içinde olup ciddi düzeyde zayıflıklar gösterdiği bu şartların devrimci politika açısından değerlendirilmesi çok daha el verişli bir durum sunmaktadır. Kısacası içinden geçilen süreçte madalyonun iki yüzü de açıkça ortadadır. Hangi yüzü öne gelecek sorusu devrimci güçlerin süreci nasıl ele alıp hangi düzeyde müdahalede bulunabileceklerine bağlıdır. Ya gericilik katmerleşerek pekişecek ya da devrimci kazanımlar sağlanarak sınıf mücadelesi ilerleyecektir. Ama bu gelişmelerden hangisinin egemen olacağı kesinlikle bir rastlantı meselesi değildir, olmayacaktır da…
Bu nedenlerle veya bu şartları dikkate alarak sosyalist ve devrimci güçler halk kitleleri içinde Türk milliyetçiliğine, ırkçı milliyetçiliğe karşı kesin bir mücadele yürütmeli, hortlayan bu milliyetçiğin etkisini kırmalı-kırmaya çalışmalı ve faşist tekçiliğe karşı ciddi bir savaşım vermek durumundadır. Bu mücadele ırkçı Türk milliyetçiliği ve tekçiliğine olduğu kadar gerici savaş karşıtı bir muhtevaya da sahip olmalıdır. Çünkü Erdoğan güruhunun sergilediği gerici savaş saldırganlığı ırkçı-faşist milliyetçilik ve tekçilik mantalitesinden bağımsız olmayıp, kronikleşmiş emperyalist gerici savaşlar mekaniğinde piyon olarak rol almak da bu nitelikten bağımsız gelişmemektedir. Dolayısıyla gerici savaşlara, ırkçı milliyetçiliğe ve tekçiliğe karşı mücadele de birleşik bir mücadele olarak örülmek durumundadır. Birleşik mücadelede ihtiyaç olarak öne çıkan diğer geçerli alan da demokratik-devrimci-sosyalist tüm halk güçlerinin bu mücadeleye dahil edilmesi olacaktır, olmak durumundadır.
Ortak mücadelenin geliştirilmesi yaşamsal bir görevdir
Politik olarak bu siyaset yürütülmeden, yani gerici savaş karşıtlığı ve bu zeminde keskin olarak hortlayan ırkçı Türk milliyetçiliği ve kandaş sınıf kliklerinin görselde de ortaya koyduğu keskin tekçiliğe karşı mücadele yürütmeden gelişen sürecin ihtiyaçlarına yanıt verilemez, faşist gelişme geriletilemez, daha da önemlisi devrimin diğer çalışmaları sağlıklı olarak yürütülemezler. Özellikle işçi sınıfının harekete geçirilmesi, yani adeta unutulmuş olan işçi sınıfının örgütlenerek harekete geçirilmesi bu süreçte önemsenmesi gereken çalışma alanıdır. Öte taraftan demokratik ve devrimci güçlerin ortak mücadelesinin geliştirilmesi veya pratikleştirilmesinde Kürt ulusal hareketiyle ortak mücadelelerin sergilenmesi önemli bir yer ve role sahiptir. Bu konuda atılmış olan somut adımlar önemsenerek geliştirilip genişletilmeli, ciddi bir mücadele cephesine vardırılmalıdır.
Böylesine önemli tarihsel süreçlerde tüm demokratik güçlerin ortak mücadelesini geliştirmede ısrar etmek devrim lehine olup devrimci siyasetin es geçemeyeceği görevdir. Fakat bütün bunları mümkün ve anlamlı kılan gerçek unutulmamalıdır. Yani sosyalist hareket kendi sorun ve yetmezliklerine eğilip onları asgari düzeyde aşıp nispeten yeterli güç durumuna gelmeden bütün bu görev ve sorumluluklarda rol oynayamaz. Dahası sürecin ve gelişmelerin kuyruğunda kalmaktan, hatta objektif olarak güç olana yedeklenmekten kurtulamaz. Elbette belirleyici güç durumunda olmamak veya yeterli güce sahip olmamak, süreç ve sürecin görev ve sorumlulukları karşısında kayıtsız kalmamızı gerektirmez. Bilakis ilke ve anlayışlarımız temelinde öngördüğümüz tüm ortak mücadelelerde yer almalı, bu mücadelelerin geliştirilmesinde ısrarcı olmalı, devrimci kazanımlar uğruna her türden demokratik-devrimci mücadelenin gelişmesini benimseyen çizgide durmalı, ilerlemeliyiz. Unutmamamız gereken şu ki, bu görev ve sorumlulukları yürütürken kendi örgütsel durum ve gücümüzü geliştirmeye de mutlak biçimde eğilmeliyiz. Bu görev alanı atlayamayacağımız husustur ve diğer görev ve sorumluluklarımızın en etkili biçimde yerine getirilmesinin ön şartıdır. Kendi örgütsel durum ve gücümüzü geliştirmeden sürecin sorumluluklarını yeterince üstlenemez, devrimci mücadele cephesinde belirleyici ya da etkin duruma gelemeyiz. Süreç ve gelişmelerin arkasından sürüklenen ya da ortak mücadele zemininde atıl bir güç olma durumuna düşmemek için örgütsel yapımızı sıkı ve disiplinli bir çalışmayla tahkim etmeli, sorunlarımızı geride bırakan dinamik bir yetenek sergilemek durumundayız.
Ne var ki, yetersizliklerimiz vb. vesilesiyle somut adımlar atmaktan, siyasi sürecin öne sürdüğü görev ve sorumlulukların yerine getirilmesinden veya buna dair politikalar geliştirip ortak mücadelelerin geliştirilmesinden geri duramayız. Tersine siyasi süreç ve gelişmelerin öne sürdüğü görevleri omuzlamaktan sakınamaz, sürecin devrimci gelişmeler zemininde yürütülmesi için devrimci güçlerin ortak mücadelelerini geliştirme ısrarımızdan vazgeçemeyiz. Özellikle devletin paçavraya döndüğü günün şartlarında tüm demokratik ve devrimci kuvvetlerin birleştirilerek devrimci mücadele cephesinin pratikleştirilmesi yaşamsal değerde bir görev olarak önümüzde durmaktadır.
Devrimci güçler halkın ve devrimin çıkarları doğrultusunda birleşmelidir
Süreci ayrıntılara feda eden tartışmalarla ele almak büyük hata, siyasi bir yanılgıdır. Mesele devrim meselesi ise, devrimin çıkarları veya devrimci gelişmenin sağlanmasına dönük kaygı esastır. İlkeler meselesinde sıkı durmakla birlikte, siyaset alanında tavizkar ve esnek politikaların benimsenerek ortak mücadelelerde buluşmak devrim lehine olan tarihsel tutum veya sorumluluktur. Taktikte neden taviz verildi sorusundan daha önemli ve hayati olan ilkede neden taviz verildi sorusudur. Dost güçlere neden ödün verildi sorusundan çok daha tartışmasız bir öneme sahip olan, düşmana karşı mücadelenin neden geliştirilmediği ya da faşist tırmanışa karşı ortak devrimci mücadele neden geliştirilmedi sorusudur. Dost olan halk güçleriyle ortaklaşma tavrında inciden inceye yürütülen eleştiriler öncelikle düşmana karşı mücadelede gösterilen yetersizlikleri aynı titizlikle sorgulamak durumundadır. Bunlardan hangisinin esas alındığı, devrimci siyaset ile devrim mantığından uzak dar gurupçu sığ siyasetin ayrım çizgisini ortaya koyar.
Mesele devrim ile karşı-devrim arasında ise, tüm tercih tereddütsüz olarak devrim lehinedir. Mesele dost güçlerle bizler arasında ise, ideolojik mücadele zemininde ilkeli proleter siyasettin esas alınması kesin tavrımızdır. Mesele bizlerin iç sorunları kapsamında ise, iknaya dönük ideolojik mücadele zemininde birlik ruhuyla hareket etmek vazgeçilmez tutumumuzdur. Mesele kişisel olarak bizle kolektif arasında ise, demokratik merkeziyetçilik ilkesine sadık kalarak, demokratik mekanizmalar içinde ikna-eğitim, değiştirip dönüştürme metoduyla sorunları yoldaşlık hukuku içinde ideolojik mücadeleyle çözüp ilerlemek tek doğru tavırdır. Özetle ilkesel tavır, halkın birleştirilmesi, devrimin geliştirilerek zafere taşınması ve düşmanın her düzeyde geriletilerek yıkılması pratiğinde anlam bulur, bulmaktadır. Devrimin müttefikleri veya bileşenleriyle birleşip onları geliştirmek, karşı-devrimci güçleri zayıflatarak yenmek somut devrimin ve devrimci siyasetin temel prensibidir.
Gerici sınıflar klik çıkarlarını bir kenara bırakarak devletin bekası üzerinde birleşmekte, halk düşmanı faşist bir diktatörlük tahkim etmektedirler. Devrimci güçler de halkların ve devrimin çıkarları ekseninde birleşerek sınıf iktidarlarına yürümek durumundadır. Gerici sınıfların ortak sınıf çıkarlarında başardığı birliği, kendi sınıf çıkarları ekseninde devrimci güçler de başarmak durumundadır. Aksi halde düşmanın yenilgiye uğratılması ve sosyalizmin kurulması iddiaları bir hayal olarak kalacağı gibi, söylem olmaktan öteye de geçmeyecektir.