Emperyalist kapitalist dünya gericiliği bunalım ve kaoslar sistemi olması dolayısıyla kaçınılmaz olarak rekabet ve savaştan beslenir. Özgün karakteri ve kendine içkin işleyişi savaşları, işgali ve sömürgeciliği doğurur. Sermaye birikiminin garantörü, sürekliliği sağlanmış artı emeğin gaspına ve boyunduruk altına alınan ulusların ve ülkelerin sömürülmesine dayalı gerçekleşir. Durmaksızın yürütülen bölgesel ve ulusal işgaller buraya dayanır. Ülke, bölge ve en nihayetinde dünya pazarına hâkim olunmak istemesinin yegâne sebebi sürekli büyüme, sermayesini artırma, dolayısıyla yer altı ve yerüstü kaynaklarını gaspını zorunlu kılar. Bu özellikleri dolayısıyla durmaksızın hareket halindedir. Merkezileşmiş tekeller marifetiyle bu yönelim dünyanın her köşesine kadar nüfuz eder. İşgal edilmedik, kontrol altına alınmadık ve bağımlı hale getirilmedik hiç bir toprak parçası, bölge ve alan bırakılmaz. Emperyalist kapitalist sistemin bu işleyişi, çelişkilerden muaf değildir. Tek merkezi güç olunması burada esas hedefken, rakiplerinin alt edilmesi zorunluluktur. Rekabetin ve merkezi güç olmanın ön koşulu ise askeri, ekonomik ve siyasal üstünlüğe dayanır. Rekabet halinde olan emperyalist bloklar müttefiksiz yapamayacağı gibi, sömürge ve yarı sömürge ülkeleri kendi cephesinde konumlandırır. Rekabet içerisinde olduğu gücün ise saha hâkimiyetini zayıflatır, manevra alanını daraltarak, siyasal ve ekonomik hâkimiyetini tasfiye etmeye çalışır. Çünkü verili koşullarda her an savaşlar günceldir. Bu sebeple rekabet içerisinde emperyalist bloklar konumlanışını ve hazırlıklarını bu gerçeğe göre şekillendirmek zorundadır. Birinci ve ikinci dünya savaşları dünyanın yeniden paylaşımına dair zorunlu olarak gündeme gelen politikaların eseridir. Rekabetin, bloklar arası çelişkinin ürünüdür. Savaşımın dünya savaşına dönüşmesinin maddi zemini siyasal, ekonomik, askeri otoritenin her yönüyle tesis edilmesi hedefinden kaynaklıdır. Bu açıdan emperyalist bloklar arasındaki savaşım bir tarihin talihsizliği değil, burjuva sınıfın karakteristik özelliğin yansımasıdır. Mülke, emeğin gaspına, sermayeye dayalıdır.

21 yy dünyası emperyalist kapitalist dünya sisteminin her yönüyle çığırından çıktığı yüzyıldır. Kendi tarihinin ve sınıfın devamcısı olduğu gibi geleceğin en yıkıcı özelliklerini taşıyan siyasal bir sistemle karşı karşıyayız. Şu üzerinden atlanmaz bir olgudur: Dünyamızda ki her bir gelişme bu sınıfın dolaylı dolaysız müdahalesiyle gelişmektedir. Hiç bir bölgesel savaş, hiç bir işgal ve hiç bir iktidar değişimi kendiliğinden gerçekleşmez. Ya emperyalistler çıkarları için yaptığı hamlelerle yeni gelişmelere sebep olurlar ya da emperyalist kapitalist sömürüye karşı ayağa kalkan işçi ve emekçiler dünyanın çehresini değiştirirler. İktidar değişiminden savaşlara, oradan bölgesel krizlere ve her bir coğrafyada boy veren alt üst oluşların sebepleri emperyalizmin karakteristik özelliği olan saldırganlık, yayılma ve merkezi otorite olma özelliğinden ileri gelir. Emperyalizmin genel özellikleri kavranılmadan aktüel olan gelişmeleri yorumlamak mümkün değildir. Bugün ki gelişmelerin, savaşların, işgallerin bölgesel denklemde gelişen çatışmaların anlaşılması emperyalist blokların hedeflerinin kavranılmasından geçer. Geride bırakılan bir yıllık zaman dilimi emperyalist planlamalardan bağımsız değildir. Güncel olarak boy veren gelişmeler ABD hegemonyasının karşısında konumlanan Rusya- Çin emperyalist bloğu arasında açığa çıkan çelişkiler ve bu çelişkilerin ekonomik, askeri ve siyasal gelişmelere damga vurduğu kaçınılmaz bir gerçeklik olarak açığa çıkmaktadır. Bu gerçeklik ekseninde vuku bulan hegemonik savaşım bölgesel düzlemdeki gelişmeleri yeniden ve yeniden biçimlenmesinde rol oynamaktadır.

2023’e Sınıfın Konumlanışından Bakmak

İçerisinden geçilen süreç iki emperyalist güç olan Çin-Rusya ve ABD-AB bloğu arasında hegemonya savaşımının derin izlerini taşımaktadır. Bloklar arası çatışma farklı vesilelerle açığa çıkmış, saflaşma boyutlanmış ve bu güçler kapsamlı bir saldırganlık için hazırlık gerçekleştirirken, bu hazırlığı dünya savaşımının bir parçası olarak okumak objektif bir değerlendirme olur. Ortadoğu’da, Kafkasya’da, Asya’da ve Afrika’da çeşitli biçimlerde yaşanan iktidar değişimleri ve siyasal buhranların dönüp dolaştığı yer tamda bu derinleşen saflaşmanın yansımalarıdır. Kuşatılmış olan dünya uçurum kıyısındadır. Küçük bir azınlığın politik çıkarları ve bu çıkarlar ekseninde devreye koyulan politikalar uzun vadeli hedeflerin birer uzantısıdır. Genel politik gelişmeler savunmanın ve beklemenin geride bırakıldığı saldırının ve mevzi elde etmenin ön plana çıktığını göstermektedir. Emperyalist bloklar nükleer denemelerden, teknolojik yarışa, askeri harcamalara ve silahlanmaya kadar birçok noktada savaş hazırlığı içerisindedir.

Çin ve ABD arasında boy veren ve ABD’nin Çin teknolojisine karşı başlatmış olduğu kapsamlı yaptırımlar, Almanya’nın son yıllarda hızla askeri alana dönük harcamaları ve bu eksende birçok emperyalist ülkede gerçekleşen değişimler ve bu değişimlerle birlikte devreye koyulan politikalar emperyalist kapitalist dünyanın savaş hazırlığı içinde olduğunu göstermektedir. Tek hegemonik güç odağı olarak tanımlanan ABD hegemonyası ortadan kalkmamış fakat gerilemeyle yüz yüzedir. Batı emperyalist bloğunda yaşanan çeşitli gerilimler, AB içinde boy veren gerilimler ve NATO’ya dair yürütülen tartışmalar, ABD hegemonyasının geriye düşmesiyle yakından bağlantılıdır. Tek kutuplu dünya çok kutuplu bir dünya haline bürünerek emperyalistler arası çelişkilerin gün geçtikçe keskinleşmesine yol açmaktadır. Dünya panoraması nükleer savaşların açığa çıkabileceğinin sinyallerini veriyor. Bu akıl almaz bir senaryo değil, dünyanın tam ortasında açığa çıkan gelişmelerin işaret ettiği nesnel bir olgudur. Saflaşmalar, yaptırımlar, güç dengelerine göre ortaya koyulan politikalar, militarizm ve silah sanayisindeki gelişmeler, bölgesel düzeydeki savaşlar, geride bırakmış olduğumuz yıl içinde açığa çıkan tüm gelişmeler bu tablonun bölgelere, ülkelere ve halklara yansımasıdır. Emperyalist bloklar arasında çelişkiler keskinleşmesinden kaynaklı dünyanın her bir bölgesinde farklı biçimlerde yürütülen savaşların ve yaptırımların içeriği tek hegemonik güç olma amacıyla yapılıyor. Rusya’nın Ukrayna’yı, İsrail’in Filistin’i işgal etmesi, Ortadoğu’daki güncel gelişmeler Asya ve Afrika’da boy veren iç savaşlar emperyalist bloklar arası saflaşma ve hegemonya tesis etmeye yöneliktir.

 Ukrayna’nın İşgali: Emperyalist Hegemonya Savaşının Sonucudur

Rusya’nın Ukrayna’yı işgali son zamanlarda her iki emperyalist gücün somut olarak çelişkilerini savaşla çözme sahası olmuştur Ukrayna. ABD’nin Rusya’yı kuşatma hamlesi olarak devreye koyduğu Ukrayna’yı NATO’ya üye yapma girişimi, Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle sonuçlandı. Ukrayna’nın işgali kendi çevresinde bulunan bir ülkenin ABD ile ileri düzeyde kuracağı ilişkinin uzun vadede neyi hedeflediğini ön görmesiyle ilişkilidir. Hegemonya savaşımının bir parçası olarak karşı karşıya gelen bu her iki emperyalist blok Ukrayna sahasında geleceğin savaşımını veriyor durumdadırlar. Ukrayna savaşıyla Batılı emperyalist güçler kendi pozisyonlarını güçlendirmek, Rusya’yı yalnızlaştırarak gelişimini baltalamak, siyasi ve ekonomik yaptırımlarla yıpratmak ve Batı bloğundaki anlaşmazlıkları gidermek gibi birçok amaç doğrultusunda hareket ediyor durumdalar. ABD’nin başını çektiği bu blok gelişen ve birçok açıdan risk oluşturan

Rusya-Çin hegemonyasını darbelemeyi esas amaç olarak güderken, içte boy veren yarılmayı da engellemek için bir fırsat olarak görmekteler. Ukrayna’nın işgali bu cepheden ABD ve müttefikleri için çok yönlü değerlendirilen ve politikalarını hayata geçirmenin nesnel zeminini oluşturan yanlar taşıyor. Savaşın ilk başlarından bu yana uygulan tecrit etme politikası, Rusya’nın Batı bloğuyla ilişkilenmeleri sınırlandırmayı hedeflerken, Rusya’nın meşruluğunu dünya kamuoyunda tartışmaya açarak yalnızlaştırmaya özel bir önem vermiştir. Bu kapsamda kendi otoritesini tekrardan dizayn ederek, varlığını bu savaş içerisinde tekrardan güçlendirmeyi ve yanı sıra da yaslanmış olduğu dayanakları pekiştirmeyi öncelemiştir. Batıda Rusya’nın açıklamalarına, beyanlarına sansür uygulanması, peşi sıra yapılan eş zamanlı açıklamalar, planlanmış bir konseptin iz düşümüdür. Spontane gelişen bir durum olmadığı, hesaplı ve planlı bir yol haritası olduğu gelişmeler ışığında açığa çıkmaktadır. AB ve ABD emperyalistleri Rusya emperyalizmine karşı açık savaş ilan ederek, savaşımı belirlenen ülke sahasında dünyaya yayarak genişletmiştir. Rusya emperyalizminin Ortadoğu’da dâhil olmak üzere Asya, Afrika ve dünyanın diğer bölgelerinde Çin emperyalistleriyle oluşturdukları dizayn ve kurudukları hegemonyanın sarsılması savaşın en belirgin yanını oluşturmaktadır. Ukrayna işgaliyle birlikte emperyalist dünya yeni güç dengelerine binaen yeni ittifaklar ve bölgesel denklemler oluşturmuştur.

Saflaşma yeni taraflar yaratmanın yanı sıra, taraf olmakta tereddüt yaşayanları da sürecin özneleri haline dönüştürmüştür. NATO’ya İskandinav ülkelerinin dâhil edilmesi, Batı bloğunda pozisyonun güçlenmesi, Amerikan enerji tekellerinin genişlemesi ve Batı bloğunda otoritenin yeniden tesis edilmesi, ABD’nin bu süreçte kendi liderliğini ve takımını güçlendirerek çıkmasına vesile olmuştur. Ancak bu dünyanın tek merkezi gücü olduğu anlamını taşımamaktadır. Kısmi bir diriliş söz konusudur, fakat dünyanın tek otoritesi olması için yeterli bir durum değildir. Çünkü bir yandan bu gelişmeler yaşanırken beri yandan ise Rusya ve Çin, ABD hegemonyasına alternatif olarak kendi hegemonyasını güçlendirmekten geri durmamaktalar. Ambargolara ve yaptırımlara karşın etki gücünü koruması, savaş içerisinde pozisyonunu muhafaza etmesi, Çin ile ilişkilerin bu süreçte pekiştirilmesi, Batı dışında ki iktisadi ve siyasal paylaşımların muhafızı Rusya’nın etki alanını göstermektedir. Yaşanılanlar ve aktüel gelişmeler Ukrayna savaşıyla birlikte emperyalistler arasındaki krizin geldiği aşamayı ortaya koymaktadır. Bunalımlar ve kaoslarla ilerleyen emperyalist dünya, yeni büyük kaosların tohumunu Ukrayna savaşıyla serpiştirmiştir. Çok kutuplu emperyalist dünyanın ekonomik, siyasal, ekolojik krizin yaratmış olduğu sosyal ve siyasal çalkantılar daha derin ve kapsamlı çatışmalara işaret ediyor. Ukrayna savaşı bu gelişmeler ışığında okunduğu zaman birçok anlam ihtiva etmektedir. Almanya’nın bu savaşı gerekçe göstererek silahlanmayı artırması ve özel savaş sanayiye yönelik yatırımları göz önüne alındığında savaşın neleri doğurduğu ve emperyalist güçlerin değişen dengelere ve değişmesi mümkün olan verili tabloya müdahaleyi yeni hamlelerle başka boyutlara bürünecektir.

Bir Tufan’ın Ardından 

Aksa Tufanı hamlesiyle Filistin sorununun kapanmadığını dünya kamuoyuna ilan eden Filistin ulusal kalkışması tarihe yeniden not düştü. İsrail Siyonizm’inin Filistin topraklarını işgali ebedi bir zaferle sonuçlanmadı. Ulusal boyunduruk, işgal ve ilhak zemininde boy veren sömürgecilik kukla İsrail’in Ortadoğu’da sarsılmaz olarak tanımladığı konumunu büyük oranda sarstı. ABD’nin Ortadoğu bölüğü olan İsrail, Gazze’de biriken isyan dalgasının görkemli kalkışmasını engelleyemedi. Tufan hareketi kuşatılmış bir şehirden, zırhlarla örülü bir şehre operasyonel bir hamleyle sömürgeciliğin kapısında bitti. Tufan hareketi tarihten bugüne uzanan ulusal ayaklanmanın bir parçası ve öfkesinin yeniden güncellenmesidir. İsrail Siyonizm’inin yapay ve suni olarak oluşturduğu devlet yapılanması bu vesileyle tekrardan gündeme geldi.

Aksa Tufanı hareketi ideolojik ve siyasal olarak farklı kutuplarda yer alan direniş güçlerinin ortak operasyonu olarak açığa çıkmıştır. Hamas’ın belirgin bir güç olarak ön plana çıktığı doğruyken, ulusal kalkışmanın dinamiğini oluşturan tek güç olmadığının görülmesi gerekiyor. Batı emperyalist bloğu bu kalkışmanın ardından safları sıkılaştırmış ve Filistin halkının meşru isyanını eş zamanlı olarak bastırmak için düğmeye basmıştır. Tıpkı Ukrayna savaşında olduğu gibi süreci kendi çıkarları doğrultusunda ele alarak Filistin halkını yalnızlaştırıldı ve şoven dalga yükseltilerek dünya kamuoyunun cephe alması sağlanmaya çalışıldı. Bu kapsamda tek taraflı haberler, İsrail Siyonizm’ine destek çağrıları, Gazze’nin işgal ve talanının zemini oluşturuldu. Direnişin meşru yanının gölgelenmesi, tarihsel arka planda bulunan ulusal boyunduruğun silikleştirilmesi, soykırıma zemin yaratılması, Filistin halkının göçertilmesi ve Gazze dışına itilerek yayılmacı konseptin hayata geçirilmesi, ABD ve Batı emperyalizminin sahada daha etkin bir hale gelmesi için bir fırsata dönüştürüldü. İşgal altında bulunan Filistin, kapsamlı saldırı ve çökertme planıyla topyekûn tasfiye edilmek isteniyor. İşgalci İsrail güçlerinin sivil yerleşim alanlarını hedef alması, okulları ve hastaneleri bombalaması, temel ihtiyaçlardan mahrum bırakılarak halkın göçe zorlanması ve belirtilen alanlara yönlendirilmesi savaşın olağan akışından öte planlı bir organizeye işaret etmektedir. İsrail’in Ortadoğu’da Arap ülkeleriyle gerçekleştirmiş olduğu diplomatik ilişki, çeşitli biçimlerde açığa çıkan anlaşmalar ve İsrail devletinin bölgede meşruluk kazanması, Filistin meselesinin raflara kaldırılarak beklemeye alınması Aksa Tufanı’nın politik gelişmelere binaen ortaya çıktığını göstermektedir. Direniş ulusal başkaldırı ekseninde biçim alırken, Batı emperyalistleri ve ABD’ye karşı anti sömürgecilik ekseninde gelişmiştir. Bölgenin kapsamlı dizaynını hedefleyen ABD, İsrail ile ilişkisini Ortadoğu’nun yeniden dizaynı eksenine oturtmuştur. Stratejik yön taşıyan bu ilişki emperyalist yayılmacılığın sonucu olduğu gibi, olası bölgesel savaşları göz önüne alarak geliştirilmiştir.

Ortadoğu’nun dünya denkleminde oynadığı rol emperyalist güçlerin bu sahaya sürekli müdahalesinin zeminini yaratmaktadır. Suriye savaşında açığa çıkan denklem ve emperyalist güçlerin cehenneme çevirdiği Ortadoğu yeni kapışmalara tanıklık edecektir. BOP diye adlandırılan konsept hali hazırda ABD’nin geriye düşmesi ve zayıflamasının bir sonucu olarak askıya alınsa da, çökmüş olsa da, yeni tasarılar gündeme gelecektir. Rusya-Çin emperyalizmi bu sahada alan hâkimiyetini belirli düzeylerde muhafaza ederek hegemonya savaşımında haylice yol kat etmiştir. Filistin işgali özelde kendi içinde kültürel, sosyal ve tarihsel kodlar taşımasına rağmen genelde emperyalist bölgesel denklemin dolaysız sonucudur. Geçtiğimiz yıllın bu politik saikleri 2024 yılını etkileyecek ve ABD-AB ve Batılı emperyalistlerin Filistin ulusal kalkışmasını boğmak için yeni hamleler geliştireceğini göstermektedir.

Emperyalist Hegemonya Savaşları

Anın ve geleceğin yıkımıdır, emperyalist dünya iç gerilimlerini kontrol edemez bir sürecin eşiğindedir. Varlığını pazar ve sermaye eksenli inşa eden ve sürekli bir biçimde büyümek zorunda kalan işleyişin yaratmış olduğu genel bir bunalım sürecine tanıklık ediyoruz. Rakiplerini alt etme, sürekli bir biçimde büyüme mekanizmasını dünyayı felaketler ve bunalımlara sürüklemiştir. Kapitalizm sosyalist mevzilerin yıkımından sonra zaferini ilan ederken, barışçıl ve uyumlu bir dünya düzeni sağlayacağını beyan etmişti. Savaşların geride kaldığını, yeni düzende barışın kalıcılaştığını ifade ederek sömürgeci özünü gizlemeye çabalıyordu. Kapitalizm ihtiyaçlarına göre şekil alan emperyalist ülkeler, her 10 yılda bir farklı politikalarla toplumsal dizaynı ve sosyal nizamı şekillendirmek için çaba sarf ediliyordu. Sosyalist sistemlerin yaratmış olduğu kültürel ve sosyal hegemonyanın basıncı altında çeşitli demokratik haklar tanınıyor ve esnek politikalar devreye sokuluyordu. Bir döneme damgasını vuran bu politikalar, kapitalizmin barışçıl ve ılımlı bir niteliğe büründüğü izlenimi yaratarak, sosyalist hegemonyanın etkisini darbelemeyi hedefliyordu. ABD “uygar dünya” yaratma argümanıyla dünyanın Jandarmalığına soyunurken, dünyayı da kendi kurgusuna uygun dizayn etmekten asla geri kalmıyordu. Tüm bu özet konsept çok geçmeden çöküşe geçti. Bunalım ve rekabet eksenine oturan emperyalist kapitalist sistem sosyalizmin tamamen gerilediği süreçten sonra daha özgüvenli politikaları hayata geçirdi. Bu kapsamda emperyalist ülkeler, burjuva demokrasisin gerekliliğine dahi uymayarak otoriter ve diktatör hükümetleri iş başına getirdi. İşçi sınıfı ve emekçiler başta olmak üzere toplumsal diğer tüm katmanlar üzerinde baskı aracı olan devlet, gerçek yüzüyle tekrardan sahada yer edindi. Emeğin gaspına, sermaye birikimine ve işgale dayalı politikalar açık bir biçimde devreye girdi. Bir yandan ezilen dünya halklarına yönelik saldırganlık boyutlanırken, beri yandan ise emperyalistler arası gerilim artıyordu.

Emperyalizmin içsel özelliği bir yansıması olan bu gelişmelere mukabil son yıllarda dünyada açığa çıkan krizlerin zeminini oluşturdu. Emperyalizm çok yönlü bir kuşatmadır. Fakat kuşatma, bir dizi tasfiyeyi ve bir dizi hazırlığı şart kılar. Emperyalist bloklar arasında çekişme ve çatışmada açığa çıkan gerilim bir birini tasfiyeye yönelik hamlelerdir. Dolayısıyla her gerilimin arkasında yatan amaçlar bulunur. Sömürü ve yağmaya dayalı gerçekleşen emperyalist politikalar yeni sorunları gündeme koymuş durumdadır. İklim krizi, göçmen sorunu, dünyanın her çehresinde boy veren bölgesel savaşlar, silah ve teknoloji rekabeti emperyalist dünya gericiliğinin yaratmış olduğu bunalımın izlerini taşımaktadır. Sorunların niteliği çok yönlüdür. Emperyalist sistem kriz üzerine kriz yaratırken, bunalımı her geçen gün artırmaktadır. Toplumsal ve sosyal çalkantılar bu krizlerin politik sahaya yansımasıdır. Bu gelişmelerin doğurduğu sonuçlardan aktüel olarak gündeme gelen maddelerden biri iklim ve göçmen krizidir. İklim krizi emperyalistlerin doğayı ve insan dışı canlı türlerini birer nesne haline dönüştürerek, dizginsiz bir sömürü ve yağmalamanın sonucu olarak açığa çıkmıştır. Buzulların erimesi, sıcaklığın sürekli artması, ormanlık alanların azalması, kimyasal salınım dolayısıyla ozan tabakasının incelmesi, suların azalması gibi birçok gelişme emperyalist yağmanın ve politikaların sonucudur. Araştırmaların hemen hemen hepsi iklim krizinin yaratacağı buhranların riskine dikkat çekmektedir. Bu açıdan emperyalist kapitalist sistem dünyanın bağrında onarılamaz bir gedik açarak düzeltilmesi zor olan bir krizin öznesi olmuştur.

Aynı bağlamda göçmen krizi emperyalist yayılmacılığın ürünü olarak karşımızda duruyor. Göçmen sorunu emperyalist yayılmacılık ve bölgesel düzeyde gelişen savaşların yansımasıdır. Suriye savaşıyla birlikte hızlanan ve diğer bölgelerde de boy veren savaşımlar dolayısıyla göçmen meselesi dünyanın temel gündemi haline gelmiştir. Savaşları yaratan emperyalist güçler, bu savaşların bir sonucu olarak yaşam alanlarını terk etmek zorunda bırakılan dünya halklarını hedef alan politikalarla kuşatmıştır. İşgal, ilhak ve sömürgecilik eksenli politikalar sonucunda kitlesel göçe zorlanan mazlum halklar Batı emperyalistlerinin ortak kararları doğrultusunda ölüme, açlığa, belirsizliğe sürüklenmektedir. Binlerce kişi açık denizlerde can vermekte binlercesi ise yol boylarında açlıktan, soğuktan ve Avrupa devletlerine bağlı özel birlikler tarafından katledilmektedir. Bunun yanı sıra sınır hatlarına konuşlandırılan militer ve paramiliter güçler tarafından engellenmektedir. Siyasal, sosyal ve iklim krizinin sonucu olan bu tablo emperyalist güçler tarafından yeni biçimlerde güncellenerek göçmen sorununu daha da derinleştirmektedir. Sorunu yaratanların sorunu çözemeyeceği genel bir doğru olarak karşımızda dururken, emperyalist hegemonyaya karşı durmadan verili durumun önüne geçmek gerçekçi değildir. Birçok alt başlıkta sıralanabilecek olan gelişmeler bize şunu tekrardan göstermektedir. Emperyalist kapitalist dünya halkların, doğanın ve de insan dışı canlı türlerinin baş düşmanıdır. Tarihin en yıkıcı ve tehlikeli sistemi bu emperyalist tekeller dünyasıdır. Her bir gelişmenin ardında bu tekelci güçler bulunmaktadır. Dünya halklarının aktüel olarak yaşadığı bütün sorunların nedeni bu sistemdir. Yıkımı için radikal konumlanış bir zorunluluktur. Ya telafisi olmayacak bir yıkım gerçekleşecek ya da yıkımı inşa edenler yıkılacaktır. Başka bir alternatif asla yoktur. Bu açıdan devrimci radikal mücadele geleceğin teminatıdır.

Önceki İçerikYeni Bir Yıla Girerken; Kısa Başlıklarla Türkiye-Kuzey Kürdistan’daki Siyasal Tablo
Sonraki İçerikEmperyalist Dünya Gericiliğinin İşgal ve Savaşlar Konseptinde 2024 Yılında Olası Gelişmeler Üzerine Kritik!