Mücadelenin varlık koşulu çelişkidir. Çelişkinin kaçınılmaz ürünü ve politik zeminde eylemsel dışa vurumu mücadeledir. Çelişki mücadelenin ön koşulu, mücadele ise çelişkinin sonucudur. Birinden bahsedip diğerinden bahsetmemek gerçeğin yarısını görmek, yarısını görmemektir. Çelişki varsa mücadele de mutlaka vardır; bu çelişki yasasına bağlı evrensel bir gerçektir. Gerçeğin tamamını görmek, çelişki ile mücadele arasındaki mutlak ve kopmaz olan bağı görmekle mümkündür.

Sınıf çelişkilerinin hüküm sürdüğü her toplumsal yaşamda, sınıflar mücadelesi istisnasız biçimde işleyen diyalektik bir süreç olarak dinamiktir. Bazen yavaşlayan, bazen hızlanan nitelikte olmak üzere, her zaman mücadele gerçeği vardır. En durgun zamanlarında bile içten içe yaşanarak süren diyalektik bir süreç, gelişen siyasi bir olgu olarak vardır mücadele. Mücadelenin çelişkinin ürünü olarak daim ve kesintisiz olduğu kesinlikle doğrudur.

Sınıf mücadelesinin yavaşlayarak düşmesi veya hızlanarak yükselmesi sınıf çelişkilerinin keskinliğiyle birlikte, siyasi mücadele aktörleri veya subjektif güçlerin durumuyla doğrudan ilintilidir. Mücadelenin gelişmesi için nesnel koşullar elverişli olmasına karşın, mücadele dinamikleri olarak rol oynayan subjektif güçlerin yetersizliği mücadelede ters orantılı gelişmenin yaşanmasında belirleyici olmaktadır. Bugün yaşanan geçici durum tipik olarak bunu resmetmektedir. Sınıf çelişkilerinin alabildiğine derinleşip keskinleştiği günümüz şartlarında, siyasi mücadele dinamikleri bu nesnel şartların gerisinde kalarak mücadelenin geliştirilmesinde yetersiz ve zayıf kalmaktadırlar… 

Bahsini ettiğimiz bu durum, gösterilen mücadele kararlılığı ve direnciyle alakalı bir değerlendirme ya da onu yadsıma tutumu değil, aksine nitel mücadelenin veya mücadelenin ileri nitelikte geliştirilip yükseltilmesine dönük değerlendirmedir. Yani, nesnel devrimci şartlara paralel olarak doğru orantılı bir mücadele ivmesinin yakalanamaması, devrimin gerektiği gibi devrimci eylem esasına dayalı olarak güçlü biçimde geliştirilememesi ve bu nitel dinamiğin sergilenememesi gerçeğine dönük değerlendirmedir. Kısacası, eleştirel değerlendirmemizde, mücadelenin kararlı iradeyle yürütüldüğünü inkâr ederek yadsımıyor, bilakis ihtiyaç olan militan mücadele çizgisinin pratikleştirilerek yükseltilememesi gerçeğini kast ediyoruz. Ki, bu düzeydeki mücadelenin geliştirilememesi sorunu ayrımsız olarak tüm devrimci hareketin muzdarip olduğu temel bir sorundur.

Bu durum sadece bize ve parçamız devrim hareketine has olmayıp esasen dünya devrim hareketi ölçeğinde geçerli olan egemen gerçektir. Dahası, bu geçici gerçek sadece güncel konjonktürle sınırlı aktüel bir sorunu değil, içinden geçtiğimiz tarihsel dönemin büyük bir ihtiyacı ve yakıcı bir sorunu olarak cereyan etmektedir. Devrimci mücadele ve eylemin gelişememe sorunu, hem taktiksel bir sorun olarak ve hem de uzun bir döneme yayılan niteliği itibarıyla stratejik bir problem olarak, parçası olduğumuz dünya devrimci hareketinin önünde durmaktadır.

Genel duruma dair bu değerlendirmelerimiz kesinlikle kendi yetersizliklerimizi kamufle edip anlaşılır kılma maksadı taşımaz, taşımamaktadır. “Tüm dünya devrimci hareketi zayıftır, bizim de zayıflıklarımız olağandır” görüşüyle zayıflıklarımızı meşrulaştırmaya çalışmıyoruz. Aksine kendi yetersizliklerimizi ve özel sorunlarımızı önemseyerek konu ediniyor, bunları aşma kaygısıyla hareket ediyoruz. Ki, bunun için objektif gerçekler temelinde mevcut durum tespiti yapmanın atlanamaz bir gereksinim olduğu aşikardır. Zira parçası olduğumuz dünya devrimci hareketinin muzdarip olduğu sorunlar ve yaşadığımız ortak dünya şartları bizleri de etkileyen genel siyasi durumdur. Ne kendimizi dünya şartları ve dünya devrimci hareketinden tecrit edebiliriz, ne de kendi özel sorunlarımızı genelleştirerek zayıflıklarımızı kotarabiliriz. Genel ve özel şartları dikkate alarak iki yelpazede durum tespiti yapmak tek doğru diyalektik metottur… Tam da bu zeminde, dünya devrimci hareketinde egemen olan zayıflığın, aynılıkla parçamız devrimci hareketi ve bunların bir parçası olan bizlere de egemen olduğunu ifade etmekteyiz. Bu değerlendirme ve tespitleri yapmaktaki gayemiz, bizler de dâhil, her ölçekte devrimci harekete sirayet eden ve stratejik bir soruna dönüşen mücadelenin geliştirilememesi biçimindeki negatif durumu değiştirme perspektifine dayanmaktadır.

Negatif durum diye kast ettiğimiz şey yukarıda işaret ettiğimiz üzere, militan tarzdaki mücadele dinamiğine dayanan eylemsel mücadele niteliğinin gelişmemesi/geliştirilememesidir. Bu durumun değiştirilmesine dönük rasyonel devrimci çaba elzemdir… Öncelikle kısa durum analizi yapmak şarttır. Açık ki, mücadelenin gelişmemesi/geliştirilememesi durumu son tahlilde siyasi öncülerin politik-örgütsel yetersizlikleriyle açıklanabilir. Fakat inkâr edilemez ki, sınırlı güçlerle de olsa, komünist, devrimci ve demokratik güçler büyük çabalar harcamakta, bedeller pahasına ısrarlı mücadeleler vermektedirler. Ancak, buna karşın devrimci taban ve kitleleri mücadeleye çekip seferber etmekte başarılı olamamaktadırlar. O halde sorun, siyasi öncülerin veya devrimci hareketin kitleleri etkileyip yanına çekmede isabetli strateji ve siyasetler geliştirmemesinde, gerekli olan militan mücadele zemininde devrimci eylemi geliştirerek kitlelere güven verememesinde yatmaktadır. Demek ki, komünist ve devrimci öncüler, kitlelerin düzenden kopup devrime yakınlaşması için devrimci eyleme daha fazla ağırlık vermek, militan devrimci tarzı daha fazla geliştirmek ve kitlesel hareketleri örgütleyerek daha etkili biçimde devreye sokup sokak mücadelelerini büyütmek durumundadırlar. Temel sorun işçi sınıfı ve geniş halk kitleleri içindeki örgütlenmenin zayıflığıdır. Lakin bu, önemli ve hatta belirleyici de olsa, işin bir yanıdır. 

Burjuva siyasi partilere kaptırılmış olan halk kitleleri geri kazanılmadan yol yürünemez!

Toplumsal kitlelerdeki burjuva düzen partileriyle ilişkilenme sürecinde yaşanan ciddi değişim süreci veya burjuva ideolojik-kültürel erozyon temelinde gelişen tasfiyeci yabancılaşma sürecinin derinleşmesiyle birlikte kitlelere tesir eden burjuva partiler şahsında düzene adaptasyon sorunu, asıl meselenin incelenmesi gereken diğer önemli boyutudur. Toplumsal kitlelerin ezici çoğunluğu ya AKP eksenli ya da CHP eksenli burjuva cephenin etkisinde kalmakta, bunları destekleme zeminde hareket etmektedir. Kitlelerin bu zorunlu tercih ve yönelimi karşısında, devrimci hareket sınırlı sayıda işçi ve halkın desteğini almaktan ileri geçememektedir. Burjuva genel ve yerel yönetim seçimleri bunun aynasıdır. Mesele, ne burjuva seçimlerin demokratik ve özgür olmamasıyla ne de iktidarın faşist baskılarıyla açıklanamaz. Çünkü tüm çürümüşlüğü ve kokuşmuşluğuyla teşhir ve deşifre olan Erdoğan-AKP’nin kitlelerden aldığı büyük oylar faşist baskı maharetiyle vb. devşirilmiş değil, bizzat ideolojik-siyasi tercihle Erdoğan-AKP’ye verilen destektir. Ha keza CHP’nin kemik oyu da azımsanacak miktarda değildir.

Burjuva düzen partileri kendilerinden kaynaklı ve bizzat yarattıkları toplumsal sorun ve çelişkileri, demagojik safsatalarla çarpıtıp tersyüz etmekte, ne yazık ki kitleleri manipüle ederek peşine takma becerisi göstermektedir. Bu, kaba demagoji ve manipülasyon etkisinin yanında, aynı zamanda kitlelerin büyük bir kesiminin şu veya bu yolla ama fiilen, burjuva partiler tarafından etki ve kontrol altına alınıp bir biçimiyle kazanıldığı anlamına da gelmektedir… Dolayısıyla mücadelenin geliştirilememesinde başat sorunlardan biri olan bu nokta, hem devrimci görev ve sorumluluğu kapsayarak önem taşımakta ve hem de devrimci mücadelenin kitlelerle birleşemeyip gelişememe sorununa doğrudan yansımaktadır… 

Emperyalist kapitalist sistem ve yerel iktidarları tarafından açlık ve yoksulluğa, büyük acı ve dramlara mahkûm edilen, gerici savaşlarda kıyımlardan geçirilen geniş halk kitleleri buna uygun bir tepki vermemekte, devrimci mücadele pratiğine esasta rağbet etmemektedirler. Bu, kitlelerin suçlu görülmesi veya mücadelenin gelişmemesinden sorumlu tutulması anlamına gelmez. Bilakis, emperyalist-kapitalist hegemonya altında yaşam kaygısına sürüklenen, bin bir türlü manipülasyon unsuruyla ideolojik-kültürel bombardımana maruz bırakılan, yaşamlarını idame etme düzeyinde muhtaç bırakılan kitlelerin kapitalist düzen ve sahiplerine yedeklenmek zorunda bırakıldıklarına işaret eder… Burada öne çıkan gerçek şu ki, işçi sınıfı ve halk kitlelerinin büyük çoğunluğu devrimci alternatifin zayıflığı nedeniyle tepki ve arayışlarının adresi olarak burjuva siyasi partileri görmektedir. Burjuva düzen partilerinden medet umar duruma düşmeleri, onlara güven veren boyutta bir mücadele dinamiğinin olmaması veya cılız olmasıdır. Görülmesi gerekir ki, onlarca yıl düzen partilerinde çare arayarak onlara yamanmış-yedeklenmiş olan kitlelerin kolayca oradan kopmayacağıdır.

Erdoğan-AKP’ye yedeklenen kitlelerin her türlü kirlilik ve suça, katliam ve açlığa rağmen ondan kopmaması somut gerçektir. Yılları alan bu ilişkilenme süreci, ideolojik-kültürel bir dönüşüm ve adaptasyonu da önemli oranda sağlamıştır. Bu durumda yapılması gereken sürekliliği sağlanmış devrimci eylem ve mücadele çizgisinin kararlıca uygulanması, militan mücadelenin öncelenmesidir. Bu düzeyde keskin bir mücadele süreci yaşanmadan kitlelerin düzenden ve düzen partilerinden kopması kolay olmayacaktır. Elbette militan devrimci mücadele kadar, kitleler içinde örgütlenmek de bu kopuşun sağlanması için şarttır. Zira ifade ettiğimiz gibi, uzun yıllara dayanan bu ilişkilenme süreci kitlelerde ideolojik-kültürel değişimlere de yol açmıştır. Bu burjuva ideolojik-siyasi-kültürel tesirin kırılması, keskin bir mücadele sürecini gerektirdiği kadar, doğrudan kitlelerle ilişkilerin kurulup onların örgütlenmesini de zorunlu kılmaktadır…

Günümüz mücadelesinin temel taktik ve stratejik soruna tekabül eden yakıcı problemi yukarıda özetlediğimiz iki noktadan kaynaklanır ki, bu iki noktada sergilenecek çabanın başarısı çözümü sağlayacaktır. Özcesi, mücadelenin gelişmemesinin geliştirilememesinin temel sorunu:

1- Kitlelerin komprador tekelci sınıf partilerine esasta kaptırılmış olmasıyken, bu sorunun çözümü de kaptırılmış olan kitlelerin yeniden kazanılmasıdır.

2- Devrimci ruh ve militan mücadele alanında yaşanan deformasyon ve en genel çerçevede hüküm süren tasfiyeci eğilim diğer temel sorun iken, bu sorunun çözümü ise devrimci tarz eylem biçimi ve militan mücadele pratiğinin sistematik bir çizgiyle uygulanmasıdır.

Militan mücadele niteliğinin süreklileşmiş bir eylem çizgisi olarak ısrarla uygulanması ve kitlelerin doğrudan örgütlenmesi vasıtasıyla devrime kazanılması, mücadelenin stratejik görevleri ya da öne çıkan belirgin alanlarındandır. Bu iki stratejik alanda başarı gösterilmeden mücadelenin sorunları aşılamaz. Burjuva siyasi partilere kaptırılmış olan halk kitleleri geri kazanılmadan ve bunun için kitleler birebir örgütlenmeden yol alınamaz. Aynı biçimde kitlelerin kazanılmasında, örgütleyici ve toparlayıcı olan eyleme dayalı militan mücadele niteliği pratikleştirilmeden de devrimci yol açılamaz…

Tasfiye, devrimci eleştiri ve devrimci hareket

Bugün ülkenin komünist ve devrimci hareketinde gerçek durum nedir? Devrime bağlılık, devrimci kararlılık, bedeller ödenerek sergilenen devrimci irade ve duruşun saygınlığına bir tek laf etme şuursuzluğuna düşmeden ve bunun hakkını teslim etmek kaydıyla; en genel manada devrimci hareketin tasfiyeci atmosfere objektif olarak teslim olup bu eğilimle kuşatıldığı pratik gerçektir. Dolayısıyla, sergilenen devrimci irade ve duruş ne kadar saygın olursa olsun, bunun tek başına genel mücadele sorunu karşısında yetersiz ve bir o kadar da sınırlı kaldığı aşikârdır. Zira devrim mücadelesi, salt bir duruş, kararlılık ve irade sorunu değil, bilimsel sosyalizm teorisi, devrimci ideoloji ve ilkeler ışığında kitleleri devrimci plan doğrultusunda seferber ederek harekete geçiren ve toplumsal devrimci dönüşümü değiştirme eylemiyle ele alan genel strateji ve taktik siyasetler çerçevesine bağlı olarak pratik eyleme dayalı billurlaşan genel devrimci programın uygulanması yeteneğidir. Açık ki, sınırlı güç ve dinamiklerle yeterli kalan devrimci duruş, irade ve kararlılık devrim mücadelesinin sorunlarını tek başına çözmeye yetmez… 

Stratejik devrimci mücadele çizgisi ve pratiği ölçüt alındığında, ülke devrimci hareketinin mevcut durumu tasfiyeciliğe teslim olmamış olsa da esasta ona hapsolmuş, adeta çembere alınarak kuşatılmış, yarıdan yarıya felç edilmiş olarak tespit edilebilinir. Bu durum, esasta güncel demokratik mücadele görevleri ile taktik mücadele konularıyla meşgul olup bununla yetinen, seçimlerden seçimlere dinamikleşen politik mücadele pratiğini objektif olarak genel siyaset ve çizgi haline getiren, devrimci tarza has militan mücadele biçimini adeta unutan devrimci hareketteki genel yönelimin resmettiği reel tablodaki pasifist gerçeklik tarafından teyit edilerek sabitlenmektedir. Sorun bu eksenle de sınırlı değildir. Bilakis, devrimci hareket içinde en keskin slogan ve şiarlar atan, en ilkeci kesilip en stratejik görünen ve hatta komünist devrimciliğin temsilciliğini üstlenen devrimci hareket parçalarında da, pasifist edilgenlik, sıfır eylem pratiksizliği, örgütsüzlükle kitlelerden kopukluk ve lafazanlıkla daralan siyasi gerçeklik temelinde tasfiyeci atmosfere hapsolma hali egemendir. Son tahlilde devrim mücadelesinin gelişmemesi veya geliştirilememesi sorunu sadece bir hareketin sorunu değil, bütün devrimci hareketin sorunudur. Devrimin ve devrimci mücadelenin hem pratik sahada, hem örgütlenme ve örgütsel güçlerin geliştirilmesi alanında ve hem de genel mücadele görevlerinin yerine getirilmesi konusunda göreli bir tıkanma veya başarısızlık yaşadığı objektif ama geçici bir gerçektir ki, bu son tahlilde tasfiyeci durumdan başka bir şeye denk gelmez, gelmemektedir…

Tasfiyeciliğin baskılanmasıyla daralıp bunu aşmada tıkanan devrimci hareketin geneline ait bu reel durum, fiilen devrimci hareket içinde ideolojik mücadele ve eleştiri zeminine çekilmeyi aktif hale getirerek, devrimci boşluğu bu metotla doldurmayı tercih etmesine yol açmaktadır. Yaşanan polemik ve eleştiriler sadece devrimci hareket içinde ağırlık kazanmamakta, tek-tek hareketler içinde de bu eğilim baş göstererek kabarmaktadır…

İdeolojik mücadele, eleştiri ve devrimci temelde yürütülen polemikler, bilimsel zeminde, yapıcı ve sorunları irdeleyerek aşma amacına bağlı olarak ele alındıklarında elbette gelişmenin ertelenemez bir dinamiğidir ve böyle telakki edilebilirler. Fakat bu polemik ve eleştiriler bir daralmanın ya da tasfiyeci baskılanmanın bir yansıması veya devrimci edilgenliğin kamufle edilmesi temelinde adeta yapılamayan devrimci görevlerin gerçekleştirilmesinden bir kaçış biçiminde gündeme geliyorsa, bu koşullarda durum ilerletici değil, bilakis vahim demektir… Nitekim hem devrimci hareket içinde ve hem de tek-tek hareketler içinde bu özelliği barındıran eleştiri ve polemiklerin yoğunlaştığı görülmektedir. İşte bu eleştiri ve polemiklerin tüm niteliği değil ama esas özelliği bu baskılanma ve bir nevi kaçış tavrının ürünü olarak biçimlenmektedir. Ağır ya da başarısız süreçlerin tipik davranış biçimlerinden biri tam da budur…

Halk değimiyle söylemek gerekirse, eleştiri ve polemikleri hepten töhmet altına almak başka bir hata, hatta tehlikedir. Bu bakımdan maksadımız kesinlikle eleştiriyi anlamsızlaştırarak boşa çıkarmak değildir. Aksine devrimci eleştiri her devrimci sürecin ötelenemez bir parçası ve geliştirici, itici dinamik gücüdür. Eleştiri, devrimciler ve halk arasındaki mücadelenin argümanı ya da bu alan çelişkilerinin temel çözüm biçimidir. Mücadeleyle çelişki arasındaki ilişki, eleştiriyle çelişki arasındaki ilişkiyle aynıdır. Çelişki varsa eleştiri de vardır; bu reddedilemez. Ne var ki, her eleştirinin içeriği ve kullanılışı doğru amaçlar taşımaz. Ya da her eleştiri çelişkinin doğru doğru tarifinden üremez, onu karşılamaz. Şayet devrimci zeminde sorun varsa, devrimci eleştiri bu sorunun çözümünü hedeflemek durumundadır; sorunu büyütüp krize dönüştürmeyi veya kriz yaratarak tahribatı derinleştirmeyi değil…

Yıkıcı ve tahripkâr her eleştiri yanlış, yapıcı ve geliştirici olan her eleştiri ise devrimcidir…

Devrimin ve mücadelenin sorunları proleter devrimcilerin ortak sorunlarıdır. Sorunları dışarıya-dışımıza atmak, günah keçisi bulup ona yıkarak görev ve sorumluluktan sıyırmak devrimci bilinçle bağdaşmaz. Çünkü mücadelenin sorunları esasta gerici sınıflardan ve onların faşist baskılarından kaynaklanmaktadır. Kendimize özgü zayıflıklar burjuvazinin bu yeteneğini destekleme bakımından önemsiz değildir. Fakat mücadelenin asıl hedefi burjuvazidir, asıl kaynak burjuva faşist düzen ve iktidarları ve onların baskılarıdır. Kendi sorunlarımız bağlamında geçerli olan ideolojik mücadele ve eleştiri metodu vazgeçilmezdir. Ancak, “eleştiri-birlik-eleştiri” ve “birlik-mücadele-daha ileri birlik” iç ideolojik mücadele ve eleştiri yöntemimizin temel perspektifi olmak durumundadır. Yıkıcı ve tahripkâr her eleştiri yanlış, yapıcı ve geliştirici olan her eleştiri ise devrimcidir… Her çelişkinin bir çözüm yöntemi vardır. İç sorun ve çelişkilerimizde birlik bilincine yaslanan çözüm metodu tek doğru yöntemdir. Mücadele başarısının yarısı yöntem sorunudur, doğru yöntemin benimsenip uygulanmasıyla doğrudan alakalıdır. Mücadele bir kültürdür ve ancak devrimci kültür zemininde doğru temsil edilebilir. Nezaketsizliği salık veren ve devrimci yoldaşlar arasında kaba eleştiriyi teorize ederek meşrulaştırmaya çalışan her anlayış kapılarımız sımsıkı kapalıdır…

Mücadele bir dizi sorun ve açmazlarla karşı karşıyayken, devrimci eleştirinin aktüel olması kadar doğal bir davranış olamaz. Buna karşın, eleştiri biz proleter devrimcileri rahatsız etmelidir. Çünkü eleştiri sorunun varlığına işarettir. Sorunlardan rahatsız olmayanlar, eleştiriden rahatsız olur ve eleştirilere kapılarını kapatırlar. Tersine sorunlardan rahatsız olan, eleştiriye kapılarını sonuna kadar açar; açmalı ki, sorun ve onun koşullandığı eleştirinin zeminini ortadan kaldırmaya azmetsin… Eleştirinin yapıcı olmasının yanında, kaçınılmaz ya da objektif bir amacı ve işlevi de başarısızlığı göstererek sahibini rahatsız etmektir. Etmeyen eleştiri eleştiri değildir…

Öte taraftan, mücadelenin önündeki sorun ve açmazlar eleştiriyi gündeme getirdiği gibi, haklı olarak farklı arayış ve yöntemlere dönük çabayı da devrimci kaygı temelinde gündeme getirir. Bu, mücadele, çelişki ve sorunların bir doğasıdır. Lakin doğası da olsa, bu arayışlar ciddi sapma ve kırılmalara da yol açma potansiyeli taşır. Tüm mesele, temel teori, ideoloji ve ilkelerimize sıkı sıkıya bağlı kalmaktır. Yöntem ve biçimlerde farklı alternatiflerin geliştirilip uygulanması, sorun ve çelişkilerle yüklü olan sürecin tabiatına uygundur. Hangi yöntem ve taktiğin stratejik başarıya hizmet edeceği sosyal pratik ve devrimci ilkeler tarafında tayin edilir. Sorun varsa ki mücadelenin geliştirilememesi sorunu kesinlikle var, o halde bu sorunun aşılması için ilke ve ideolojimize bağlı kalmak koşuluyla farklı arayışlara girilesi yalnızca gerekli değil, devrimci görevdir de…

Devrimci strateji ve taktiğin tarihsel dönem boyunca devrimci otoriteler tarafından defalarca yenilenip değiştirildiği bilinen gerçektir. İdeolojimizin üçüncü nitel aşamasına ilerleyen yol bu gerçeği tanıtlar. Sorun ve çelişkiler durmaksızın mücadelenin önüne çıkıyor, çözüm talep ediyor. Sınıf mücadeleleri yasası durmadı, işliyor. Yeni koşul ve çelişkiler yeni sorunlara yol açıyor ve bunlar yeni çözümler talep ediyor. Dahası yeni mücadelelere ve yeni biçimlere işaret ediyor. Bu taleplere devrimci tarzda yanıt veren hareket gelişir, vermeyen tarih olur. Yanıtlar oluşturan güç tılsımlı çubuk değil, bilimsel sosyalizm teorisini ışık alan bilinçli insanın dinamik rolüdür. Bizzat insandır; yaratıcı insanın bilinçli emeği ve çabasıdır. Bunlar sadece teorik doğrular değil, pratik gerçekte karşılık bulan doğrulardır…

Denenerek kanıtlanmış hataları yeniden ve bir kez daha tekrar etme lüksümüz yoktur. Her tecrübeden öğrenerek hatalı yöntemleri bırakmalı, tecrübelerin doğruladığı yöntemleri geliştirerek kullanmalıyız. Henüz köklü çözümler üretmiş değiliz. Üretme azmindeyiz ve bu yolda ilerlemekteyiz. Düştüğümüz ilk hatadan dönme, yanlışı düzelterek doğruyu benimseme konusunda bir tereddüt ve kör bir inat taşımamaktayız. Sorun devrim ise, vazgeçmeyeceğimiz tek bir siyaset, bir yöntem ve bir araç yoktur. Çünkü mutlak denen bir şey yoktur; her şey, her düşünce ve eylem tarihseldir…

Önceki İçerikŞehirlerden Dağlara Mercan Yoldaş– 2 (*)
Sonraki İçerikEmperyalist Bölge Stratejileri Kapsamında Gerçekleşen Ankara-Bağdat Görüşmesi, Kürt Ulusuna Karşı Kanlı Savaş Planıdır!