Her kim ki kurulu sömürü düzeninin temel kurum ve kuruluşlarına eşitsiz koşullara boyun eğerek ona entegre olma amacı taşıyan girişimlerde bulunuyorsa açık ki sömürü ve zulüm düzenine karşı olma adına özü aynı olan, onun başka bir türevini savunuyor demektir. Kuşkusuz bu durumunda önemli ve temelden bir ideolojik siyasal kırılma içerisinde olunduğunu göstermektedir
Fransa’da burjuva demokratik devrim sürecinde köylülerin ‘’saraylara ölüm klübelere özgürlük’’ şiarıyla krallık hanedanlığına karşı mücadeleleri karşısında egemen sömürücü sınıfların sarayları ve saltanatlarını koruma için nasıl da direndikleri öğretici yanlar içermektedir.
Türkiye- Kuzey Kürdistan’da yaklaşan cumhurbaşkanlığı seçimleri sürecinde HDP’nin kendi adayı Selahattin Demirtaş’la seçimlere gireceğini açıklamasıyla “Çankaya’ya halk çıkacak!’’ argümanıyla başlatılan kampanya oldukça düşündürücüdür. Zira Türk devletinin faşist tekçi niteliği başta cumhurbaşkanlığı köşkü olmak üzere tüm kurum ve kuruluşlarıyla varlığını sürdürürken, halkın doğrudan katılımı ya da parlamenter sistem üzerinden seçilen cumhurbaşkanlığıyla aslında bir demokrasi oyunu daha oynanmaktadır. Doğrudan halkın seçtiği cumhurbaşkanıyla yine aynı şekilde doğrudan halkın seçtiği milletvekillerinin teşkil ettiği meclisin cumhurbaşkanını seçmesi arasında özde bir fark yoktur. Zira doğrudan ya da dolaylı olarak halkın seçimi söz konusudur, birinde direkt kendisi seçerken diğerinde ise yine 4 yıl için yetki verdiği milletvekilleri üzerinden seçilmektedir. Sorunu sadece seçmek- seçmemek ya da oy kullanma- kullanmama derekesine indirgersek tabii ki bir temsiliyet durumu söz konusudur. Ancak aslolan bütün manipülasyonlar tekeli karşısında halk kitlelerine dayatılan seçim taktikleri üzerinden hangi adayın devletin bekası için daha iyi hizmet edeceğidir. Devletin en yüksek düzeyde temsiliyetindeki cumhurbaşkanlığı kurumunun başında kimin yer alacağını herhalde sömürücü ve zulümkar emperyalizme bağımlı Türk hakim sınıfları, ne halk kitlelerine ne de halk kitleleri içerisinden çıkan parti ve bireylerine inisiyatifi bırakacak değildir. Ortada oynanan oyun tam da demokrasiciliktir. Doğrudan ya da dolaylı olarak halka başvurma demagojisi, burjuva diktatörlüğünün hala kullandığı önemli bir argüman ve aldatmacası olarak devrededir.
‘Çankaya’ya halk çıkacak’ söylemi sisteme entegre olma yönelimidir
Cumhurbaşkanlığına adayların seçim sürecindeki pratik politikaları da bu demokrasi oyunlarının bir parçası olarak kullanılmaktadır. Ve hatta bununla da sınırlı kalmamakta, uluslararası emperyalist sermayenin derinleşmesi ve merkezileşmesine uygun olarak bizzat tekçi faşist Türk devletinin cumhurbaşkanlığı köşküne hangi adayın daha fazla hizmet edeceği yarışıdır. Yoksa Çankaya’ya halk çıkacak argümanıyla aslında tam da gerçekleştirilen sömürücü ve zulümkar sisteme entegre olma yönelimidir. Bu anlamda Türkiye- Kuzey Kürdistan halk kitlelerinin inkar ve imhada sınır tanımayan, aslimilasyon ve tekçi- ötekileştirmede de Osmanlı’dan TC’ye ve bugünlere kadar hala devam eden özel mülkiyet dünyasının bir parçası olan devletin kurulu düzeninde önemli stratejik bir yere sahip Çankaya köşküne halkın çıkacağı yanılsamalarıyla faşist Türk devletinin değirmenine su taşınmamalıdır.
Erdoğan önderliğindeki AKP hükümeti ve iktidarının, halkın katılacağı referandum üzerinden cumhurbaşkanlığı seçimi, koca bir aldatmacadan öte bir anlam ifade etmemektedir. Aslında iki dönemdir yıpranan, yolsuzluk ve rüşvetten her türlü kirli siyasetlere ve ekonomik politikalara teşhir olan Erdoğan başta olma üzere AKP hükümeti ve devletin yeniden millete dayanma argümanıyla uluslararası emperyalist sermayeye bağımlı komprador tekelci burjuva karakteri gereği sömürü ve zulümlerine devam ederek devletin bekası için daha fazla kan taşımaktır. Bu noktada başkanlık, yarı başkanlık ya da hali hazırdaki parlamenter sistem meseleleri tam da bunun içindir. Hepsi aslında ayrıntı olmaktan başka bir anlam taşımamaktadır. Erdoğan daha fazla sömürü ve zulüm politikaları için kitleleri payende ya da kaldıraç olarak kullanmak istemektedir. Türkiye-Kuzey Kürdistan halk kitlelerini demokrasi aldatmacalarıyla manivela olarak kullanacak ki, özel mülkiyet çıkarları gereği daha rahat sömürü ve zulüm politikalarını uygulayabilsin. Nitekim burjuva diktatörlüğünün çok önemli stratejik araçlarından biri olarak onlara göre ‘demokrasi’ gereği millet doğrudan kendi seçmiş olacak ve milletin üstünde de allahtan başka bir irade söz konusu değildir. Bunun için kitlelere vaatlerden de geri durmamaktadır. “Çözüm süreci devam edecek, yeni anayasanın çıkarılması için adımlar daha hızlı atılacak, paralel yapıyla mücadele sürecek.” Bütün bunlar açık ki emperyalizme bağımlı komprador tekelci Türk hakim sınıfları lehine eşitsiz koşulların devam ettirileceğinin beyanıdır. Bununla birlikte cumhurbaşkanlığı seçim turlarının ilk ayağı olarak Samsun, Erzurum ve Karadeniz turlarında faşist Erdoğan ‘tek millet, tek bayrak, tek vatan’lı tekçiliklerini dile getirerek sınıfsal karakterine uygun argümanlarını tutarlı olarak sürdürmektedir. Tutarsız olan ‘çatı aday’ olarak kamuoyuna CHP- MHP ve bilimum minimilize olmuş küçük parti ve hareketlerin lanse ettikleri Ekmeleddin’in seçim turlarındaki aslında kendilerinin de inanmadıkları argümanları kullanmalarıdır. Tutarsız olan kendi çatı adayları Ekmeleddin’e “Erdoğan’dan farkın nedir?” şeklinde sorular yönelttiği halde bizzat düzen partisi faşist CHP içerisinde yer alıp aynı şekilde Ekmeleddin’i destekleyen Hüseyin Aygün ve bu kapsamdaki tüm milletvekilleridir. Tutarsız olan aslında hiçbir gerçekliği olmadığı halde tekçi eşitsizlikler sistemine entegre olmayı ifade eden “Çankaya’ya halk çıkacak” sloganlarıyla kitlelerde yanılsama yaratmadır. Tutarsız olan kadın adayın olmamasının bir eksiklik ve özeleştiri olarak beyanına karşın, bunun gereklerini yerine getirmemektir. Faşist devletin tekçi ve ötekileştirmesine karşı gelme adına lafta değil özde, biçimde değil bizzat içerikte hangi çözüm projeleri öngörülmektedir ya da bu temelde uygulanmaktadır? Başkanlık, yarı başkanlık ya da parlamenter sistemin neresinde durulmaktadır? Devletin başkanlık sistemine karşı gelme adına bizzat kendi içimizdeki başkan ve yanılmaz otoritelere ve hatta kendilerini adeta melek mertebesinde görüp de kabul edenlere, onlara biat etmekten hiçbir beis görmeyenlere yaklaşımınız nasıldır? Kendi dışında bağımsız özgür iradeleriyle hareket eden ve politika yürüten kesimlere karşı nasıl yaklaşmaktasınız? Dolayısıyla faşist tekçi devletin temel kurum ve kuruluşlarıyla birlikte kimsenin şirin göstermesine hakkı olamaz, olmamalıdır. Kürt Ulusal Hareketi ile Türk devletinin ‘çözüm-süzlük’ sürecine daha fazla anayasal statü kazandırmak için halk kitleleri kaldıraç olarak kullanılamaz. Türk egemenlik sisteminin mevcut TC devletinin başına kimin oturacağının proletarya ve emekçiler açısından bu düzenin devam ettirilmesi nedeniyle hiçbir anlamı yoktur. Mevcut devletin sürdürülmesinde hangi klik yada klikler ittifakı adayının geleceği ya da halk adına hareket ettiğini söyleyip bu devlet sisteminin yürütülmesi meselesine özünde itiraz etmeyen ‘demokrat’ bayrağında devleti cilalamaktan ve hoş göstermekten öte bir kıymeti harbiyesi olmayacaktır. Orta yerde herkese dayatılmış gerçek şudur; majestelerinin devleti kutsaldır ve dokunulamaz. Böyle bir devletin bu eksende yürütülmesinin başına ‘komünist’ maskeli birini de koysalar hiçbir şey ifade etmeyecektir. Her kim ki kurulu sömürü düzeninin temel kurum ve kuruluşlarına eşitsiz koşullara boyun eğerek ona entegre olma amacı taşıyan girişimlerde bulunuyorsa açık ki sömürü ve zulüm düzenine karşı olma adına özü aynı olan onun başka bir türevini savunuyor demektir. Kuşkusuz bu durumunda önemli ve temelden bir ideolojik siyasal kırılma içerisinde olunduğunu göstermektedir.
Devletin bütün kurumları devrimci şiddetle parçalanmalıdır
Türk hakim sınıfları ve klikleri temsilcilerinin seçim bildirgesi ve mitinglerdeki ‘demokrasi, özgürlük, iş, ekmek, çözüm, açılım, demokratikleşme, asimilasyon’ vb argümanları üzerinden Türkiye-Kuzey Kürdistan halk kitleleri manipülasyona tabi tutularak içerisinden geçtiğimiz süreçte de aldatılmaktadır. Bütün aldatmacalar halkların genel ve acil sorunlarını bilen ancak pragmatik burjuva zekayla bunları algı yönetimleriyle manipüle etmekte ustalaşmış burjuva siyasetinin hünerli beyinlerince gerçekleştirilmektedir.
Sömürü ve zulüm düzeni ve faşit tekçi devlet iktidarı, tüm temel kurum ve kuruluşlarıyla devrimci şiddetle parçalanmadan Türkiye- Kuzey Kürdistan proletarya ve emekçilerinin doğrudan iktidarı inşa edilemez. O halde tüm tekçi eşitsizlikler ve imtiyazlarıyla Çankaya köşkü de dahil devlet iktidarıyla birlikte Türk egemenlik sistemi Sosyalist Halk Savaşı stratejimizle yıkılacaktır. Faşist Türk hakim sınıf ve kliklerinin politik iktidarı Çankaya köşkü ve saraylarıyla birlikte alaşağı edilmesi için proletarya ve emekçiler, politik iktidar mücadelesinde devrimci savaş stratejisi Sosyalist Halk Savaşı’yla muktedir olacaktır. Çeşitli milliyetlerden Türkiye- Kuzey Kürdistan halk kitlelerinin gerçek kurtuluşu ve özgürlüğü Çankaya köşküne kimin oturacağıyla değil Sosyalist Halk Savaşı’yla tayin edilecektir.