Türkiye- Kuzey Kürdistan ve dünya halkları, savaşlar, katliamlar, yoksulluk ve kapitalist sistemin yarattığı felaketlerle dolu bir yılı daha geride bıraktı.
Emperyalist kapitalist sistemin dünya hegemonyası uğruna oluşturduğu politikalar, dünya halklarına kan, gözyaşı, acı, yoksunluk olarak geri dönerken, bir avuç asalağın çıkarları uğruna içerisinde yaşadığımız dünya büyük bir felakete doğru tam hız yol alıyor. Emperyalist sistemde yaşanan krizin derinleşmesine paralel çelişki ve çatışmalarda derinleşiyor. Tabi bu durumun faturası her zaman olduğu gibi yine emekçi ve ezilen halklara kesiliyor. Oluşturdukları ‘hukukları’, ‘demokrasileri’, ‘insan hakları’, ‘özgürlükleri’, ‘medeniyetleri’ bir çırpıda toz olup, artık gerçek yüzlerini gizleme gereği dahi duymuyorlar. İçerisinde geçtiğimiz süreç tam da böylesi bir özellik taşıyor. ‘İleri Demokrasi’lerde yaşanan ekonomik krizi, işçilerin, emekçilerin, mültecilerin, kadınların mücadele ederek kazanılmış haklarını bir bir gasp ederek, işgal ve ilhaklar gerçekleştirerek aşmaya çalışıyorlar.
İşçi, emekçi ve ezilen halklara dönük kapsamlı saldırıların yaşandığı 2023 yılında, kadınlarda bu saldırılardan payına düşeni fazlasıyla aldılar. Avrupa’dan, Asya’ya, Afrika’dan Amerika’ya dünyanın farklı coğrafyalarında hakim sınıflar ve erkek egemen devletleri tarafından sürdürülen politikalardan en çok etkilenen kadınlar oldu. Şiddetin, katliamın, göçün, savaşın, işsizliğin, yoksulluğun en ağır bedelini her dönem olduğu gibi yine kadınlar yaşadılar. Ama aynı kadınlar bu duruma isyanda ettiler, dünyanın dört bir yanında kitlesel kadın grevleri gerçekleştirdiler… Otomotivde, tekstilde, tarımda vb. çalışan sömürülen kadın işçiler olarak Amerika’dan Bangladeş’e, Hindistan’a kadar kadınlar ön saflardaydı. Meksika’da kadınların mücadelesi kürtajı suç olmaktan çıkardı, Belçika’da cinsel yönelimi bastırma hedefli olan “dönüştürme terapi”leri yasaklandı, kadınlar, İran-Rojhılat Kürdistan’ında halk ayaklanmasının fitilini ateşleyip, öncülüğünü üstlendiler, Afganistan’da Taliban’ın kadın düşmanı politikalarına boyun eğmediler, Kürdistan’da işgale karşı en ön mevzide direnişe durdular, Filistin’de İsrail Siyonizm’inin soykırım saldırılarına karşı topraklarını terk etmediler ve kadınlar özgürlük eylemlerini tüm kuşatmalara rağmen büyük bir kararlılıkla büyüttüler.
Türkiye-Kuzey Kürdistan’da saldırıların en önemli hedeflerinden biri hiç kuşkusuz kadınlar ve gelişen kadın hareketi oldu
Türkiye-Kuzey Kürdistan’da faşist iktidarın yürüttüğü saldırılara karşı da aynı kararlılıkla direndiler kadınlar. Emperyalist sistemde yaşanan kriz, çelişki ve çatışmalardan bağımsız olarak gelişmeyen Türkiye-Kuzey Kürdistan’daki ekonomik-siyasi kriz hali faşist iktidarın uyguladığı politikalarla ağır bir tabloya büründü. Bu ağır tablo, İşçilere, emekçilere, kadınlara, gençlere, Kürt ulusuna, azınlık ulus ve inançlara, LGBTİ+’lara karşı top yekün saldırılarla tamamlandı. Tüm dünya da olduğu gibi Türkiye-Kuzey Kürdistan’da da saldırıların en önemli hedeflerinden biri hiç kuşkusuz kadınlar ve gelişen kadın hareketi oldu.
On yıllardır süren iktidarı boyunca kadın düşmanı politikalarıyla tescillenmiş faşist iktidar geçtiğimiz yıl bu kadın düşmanı politikalarına hız kazandırdı. Özellikle seçim sürecini ve yürüttüğü seçim kampanyalarını kadın ve LGBTİ+ düşmanlığı üzerinden şekillendirdi. İstanbul sözleşmesinden bir gecede çekilmek yetmemiş olacak ki, bu defa da anayasa değişikliğiyle
kadınların son yasal haklarını da gasp edip, kadının aile ve erkeğe kölece mahkumiyetini yasal güvenceye almayı planladılar. Tüm saldırılara rağmen tasfiye edemedikleri kadın hareketinin gelişmesini engellemek için yasakları devam ettirdiler, meydanları kadınların yükselen mücadelesine karşı kapattılar. 6 Şubat’ta meydana gelen büyük depremde, kadınların en temel gereksinimlerini yok saydılar, depremin en büyük sıkıntılarını çadır kentlerde, konteynerlerde kalan kadınlar yaşadılar, iktidar tüm kurumlarıyla birlikte, kadınların talepleri karşısında kör ve sağır rolü oynadılar. Kadına yönelik şiddet ve katliamlar, uygulanan cezasızlık politikaları ve bizzat iktidarın teşvikleriyle olağanlaştırılmaya, tüm topluma kanıksatılmaya çalışıldı. İşçi- emekçi kadınlar krizin en ağır bedelleriyle karşı karşıya kaldılar, kadın yoksulluğu giderek derinleşen bir hal aldı. Tüm bunlara itiraz eden, ses yükselten, mücadele eden kadınların göz altı, işkence ve tutuklamalarla yıldırılmaları amaçlandı. Cumartesi anneleri, her hafta yerlerde sürüklenerek göz altına alınmaya, işkence görmeye devam ettiler. LGBTİ+’ların yok sayılması ve yaşam hakkının dahi tanınmaması politikaları sürdürülerek, LGBTİ+ hareketi ve örgütlülükleri artan saldırıların hedefi oldular.
Erkek egemen faşist iktidarın bugüne kadar sistemli bir biçimde uyguladığı kadın düşmanı politikalar ve kadın hareketine karşı geliştirdiği saldırıların önümüzdeki dönemde yoğunlaşarak süreceği çok aşikar olup, yeni mücadele yılının ardımızda bıraktığımız yıldan çok daha zor koşullarda gelişeceği gerçektir.
Örgütlü mücadeleyi yükseltelim
Her süreç kendisine uygun bir konumlanmayı, uygun mücadele biçimlerini örgütlemeyi ve doğru yöntemler geliştirmeyi şart koşmaktadır. Kendiliğinden, örgütsüz, dağınık ve hedefsiz bir hareket anda her ne kadar büyük etkiler açığa çıkarsa da bu etkinin kalıcı bir nitelik taşıması çok zordur. Gelmiş olduğumuz aşamada Türkiye- Kuzey Kürdistan kadın hareketi ve kadın kurtuluş mücadelesi çok önemli gelişmeler kaydetmiş olup, çok zorlu engelleri bedeller ödeyerek aşma kabiliyeti sergilemiştir. Bugün erkek egemen faşist iktidarın, kadın hareketine bu denli yoğun saldırılar yöneltmesinin önemli bir sebebi de kadın hareketinin yakalamış olduğu bu düzeydir. Gerek devrimci- komünist hareketin özgün kadın örgütlerinin ideolojik-politik- teorik niteliği gerekse de genel kadın hareketinin mücadele pratiği önemli bir dinamiğin var olduğunu göstermektedir. Bu noktada ihtiyaç olan bu nitelikle pratiği buluşturmak-birleştirmektir. Bizler açısından açığa çıkan somut görev ise, var olan mücadeleci kadın pratiğiyle/hareketiyle buluşmak, bu hareketi örgütlemek ve önderlik ederek daha ileriye taşımaktır. Yoksa var olan hareket ya kendi kulvarında bir gelişim seyri izleyerek ilerleyecek ya da gelmiş olduğu noktadan/kendi sınırlılıklarının daha ilerisine geçemeyerek duraksayacak ve dolayısıyla gerileyecektir. Ki her iki olasılığında bizlerin tercihi olamayacağı çok açıktır. Ama sorun yalnızca bu durumu kabul edip etmemek değil, bu duruma iradi bir müdahalede bulunup bulunmama sorunudur. Kadın kitlelerinin saflarımızda buluşması, örgütlenmesi ve kadın hareketinin gelişmesi kendiliğindenciliğe terk edilerek gerçekleştirilemez. Önderlik kendiliğinden tesis edilemez.
Bugün var olan kadın hareketi önemli sorunlarla karşı karşıyadır. Yakalamış olduğu düzeyi ileriye taşıyamaması, diğer toplumsal hareketlerle buluşamaması, buluşsa dahi önderlik edememesi ve peşinden sürüklenmesi, ideolojik zaafları bu sorunlardan yalnızca öne çıkanlarıdır. Tüm sorunlara kaynaklık eden esas etkende bu hareketin önderlik sorunudur.
Diğer tüm toplumsal hareket ve mücadelelerde olduğu gibi kadın hareketi ve mücadelesinin de doğru bir önderliğe sahip olması bu hareketin doğru bir çizgide gelişip, ilerleyebilmesinin anahtarıdır. O halde burada bizlere çok önemli görev ve sorumluluklar düştüğünün bilincinde olarak hareket etmek gerekmektedir. Öncelikli olarak kendimizden, örgütümüzden/örgütlülüğümüzden başlayarak; örgütsüzleşmiş tüm kadın yoldaşlarımızı da örgütleyerek deneyim- birikim ve yeteneklerimizi kendimizi ve örgütlülüklerimizi güçlendirmenin manivelası yapmalıyız. Ve doğru politikalarla, doğru araç ve özgün yöntemlerle kadın kitleleriyle buluşmalı ve onları örgütlü mücadeleye sevk etmeliyiz. Örgütlülüğün zorunluluğu ve gücünü kadın kitlelerine yılmadan kavratmalı, pratikte göstermeliyiz.
Kadınların devrimci savaşımı her alanda yükseltilmelidir
Ayrıca sürecin önemli bir ihtiyacı olan birleşik kadın mücadelesinin geliştirilmesi için de seferber olmalı, sorumluluk üstlenilmeli, birleşik, militan bir kadın hareketinin yaratılmasını sağlamalıyız. Var olan birleşik kadın mücadelesi ve hareketlerinin (ve dağınıklığının) sürece cevap olmada yetersiz olduğu, hareketin sahip olduğu kararlılık ve militan ruha rağmen “kendi sınırına” dayandığı-dayanacağı ortadadır. İçinde yer aldığımız ve almadığımız ilerici-demokratik birleşik kadın hareketlerinin devrimci önderlikle buluşmasını sağlamak, bu hareketlerde devrimci-sosyalist önderliği inşa etmek kadın hareketinin ve mücadelesinin gelişimi açısından gereklidir. Yine kadın hareketinin kararlılıkla diğer toplumsal hareketlerle buluşabilmesinin de bir gereğidir devrimci önderlik. Birleşik kadın mücadelesinin erkek egemen faşist iktidara karşı top yekûn bir mücadeleye yöneltilmesinin faşist iktidarın geriletilmesinde etkili olacağı unutulmamalıdır.
Önümüzdeki süreçte artarak sürecek olan tüm saldırıların boşa düşürebilmesi örgütlü, militan, kitlesel ve birleşik bir kadın hareketinin mücadele pratiğiyle mümkündür. Böyle bir mücadelenin büyütülmesi yalnızca saldırıların geri püskürtülmesiyle sınırlı kalmayacak ayrıca yeni mevziler elde edilmesinin de önünü açıp, erkek egemen faşist düzenin geriletilmesini de sağlayacaktır. Tabii kadınların kurtuluşunun devrim ve sosyalizmden geçtiğinin bilincinde olarak mücadeleyi devrim ve sosyalizm mücadelesine kanalize etmeli, bunun için ise kadınların devrimci savaşımı her alanda yükseltilmelidir.
Tüm bunlardan sonra kısacası, yeni mücadele yılının bizlerden çok daha fazla fedakarlık, emek, militanlık, kararlılık ve adanmışlık beklediğini belirtebiliriz. Önümüzdeki günler ve aylar zorlu mücadelelere tanıklık edecektir. Ama zorlulukları aşma cesareti gösterenlerin ve devrimci mücadelenin engin denizlerine atılacakların büyük zaferlere giden yolu da açacakları unutulmamalıdır. Tarih bunun en somut kanıtıdır.