Dünya kadınları yeni bir 8 Mart’ı emperyalist kapitalist sistemin yarattığı savaşların, işgallerin, yoksulluğun, sömürü ve baskıların gölgesinde karşılıyor. Dünyaya genel bir pencereden baktığımızda onarılması çok güç bir yıkıma doğru tüm hızla ilerlediğini söyleyebiliriz. Bir kez daha ‘ya barbarlık ya sosyalizm’ sözlerinin ne kadar canlı olduğunu doğrular bir tabloyla karşı karşıyayız. Öyle ki daha geç kalınması durumunda sosyalizmin dahi kurtaramayacağı bir dünyaya doğru yol almaktayız. Bu nedenle devrim ve sosyalizm mücadelesini her zamankinden daha fazla geliştirmek ve yükseltmek bir ihtiyaç olmaktan çok, zorunluluktur.

Bu zorunluluk ezilenin ezileni kadınlar söz konusu olduğunda kat kat daha fazla önemdedir. Çünkü kadınlar bin yıllardır, (ilkel komünal toplum hariç) hangi toplumsal formasyonda olursa olsun ikincil cins konumunda oldular. Onlar kölenin kölesi, bedeni ve emeği üzerindeki denetimi elinden alınmış, yalnız kadın olduğu için cadı avlarında kitlesel olarak katledilmiş, yaşamı hakkında söz sahibi olamamış, cinsel obje olarak görülmüş, nesneleştirilmiş, eve ve aileye hapsedilmişlerdir. Kapitalizmin yükselişiyle birlikte toplumsal üretime çekilmiş fakat ucuz emek gücü olarak görülmüş, güvencesiz ve sağlıksız koşullarda 12-14 saat çalışmaya mecbur edilmiş, en temel haklarından mağdur bırakılmış, burjuva demokrasisinin nimetlerinden bile mahrum edilmişlerdir. Ama bu koşullar aynı zamanda işçi-emekçi kadınların çelişkileri kavramalarına ve bilinçlenmelerine, bulundukları koşulları değiştirmek için mücadele etme gerekliliğinin bilince çıkarılmasına yol açmıştır.

İşte 1857’de New York’lu emekçi kadınlar bu bilinçle ki direnişe geçmiş, çalışma şartlarının iyileştirilmesi için greve gitmişlerdir. Ama kapitalizmin kanlı dişlileri boş durmamış, direnişin yayılmasının ve büyümesinin önünü kesmek için 129 kadın işçinin katledilmesiyle sonuçlanan kanlı bir saldırıyla cevap vermiştir kadın işçilerin grevine. Fakat kadın işçilerin direnişinin bastırılması bir son değil aksine daha büyük ve bugünlere dek ulaşan bir direnişin miladı olmuştur. Egemenler yine önemli bir gerçeği daha unutmuşlardır; o da zulmün, sömürünün, baskının olduğu her yerde direniş ve mücadelenin de var olacağı gerçeğidir. Yani komünist kadın öncü Rosa Luksemburg’un sözlerindeki gerçek gibi; ‘Vardık, Varız, Varolacağız.’

Ne zaman ve nerede görülmüştür zulmün nihai zaferi, New York’ta mı, Paris’te mi, yoksa Berlin’de mi, onların her biri geçici zaferlerdi, geçici olmasalardı, bugün milyonlarca kadın New York’lu işçi kadınların, komünün direnişçi kadınlarının, Rosa’nın, Clara’nın ve Kollontai’nin izinden mücadeleyi yükseltiyor olmazlardı. Ki bu nedenledir ki erkek egemen kapitalist düzenin temsilcileri her geçen gün kadın hareketi ve mücadelesine karşı giderek saldırganlaşmakta, kadınların yükselen isyanını bastırmaya çabalamaktadır.

Bugün dünyanın birçok yerinde kadınların kazanılmış hakları bir bir gasp edilmekte, kadın katliamları ve erkek-devlet şiddeti yaygınlaşmakta, beden ve emek sömürüsü yoğunlaşmaktadır. Emperyalist kapitalizmin krizinin, savaş, işgal ve zorunlu göçlerin en ağır sonuçlarını kadınlar yaşamakta, kadın yoksulluğu derinleşmektedir. Ama diğer taraftan kadınlar mahkum edildikleri bu yaşama boyun eğmek istememekte, öfkelerini haykırmakta ve mücadeleye sarılmaktadırlar. Gelişen kadın isyanları bu durumun somut göstergesidir.

Türkiye-Kuzey Kürdistan’da da geçtiğimiz dönemde kadınlar, erkek egemen faşist iktidarın tüm kuşatma ve saldırılarına karşı sokaklarda ve direnişte oldular. Zaten kadınlar ve kadın hareketi için bundan başkaca bir seçenekte yoktu. Kadınlara kırım, şiddet, sömürü, yoksulluk ve evlere mahkum bir yaşamın dışında başka bir yaşam olanağı bırakmayan faşist iktidara karşı mücadele etmek kaçınılmaz olmaktadır.

Diğer tüm toplumsal mücadelelerle kıyaslandığında, koyu faşizm koşullarında kadın hareketi öne çıktı, tüm yetersizlik ve eksikliklerine rağmen canlı ve dinamik bir mücadele performansı ortaya koydu, baskılara boyun eğmedi.

Şimdi yeni bir 8 Mart’ı karşılarken aynı ısrar, aynı kararlılık ve aynı cesaretle ama daha ileri bir düzeyde yeni bir sürecin atılımını başlatmak gerekmektedir. Geride bıraktığımız dönemin önemli bir eksikliği kadın hareketinin diğer toplumsal sorun ve hareketlerle bağlantısının zayıf oluşu hatta yer yer bu bağlantının kurulamamış olmasıydı. Kadın hareketinin kendi özel ve özgün gündemlerinin olması doğal olmakla birlikte, diğer gündemlerle ilişkilenmemesi ve en kaba tabirle duyarsız kalması anlaşılmazdır. Çünkü iktidarın erkek egemen karakterinin yanında onun faşist karakteri de hedefe konulmazsa mevcuttaki veya başka herhangi bir iktidar da olsun onu geriletmek ve karşısında kazanımlar sağlamak çok zordur. Erkek egemen faşist iktidarı geriletmek ise, tek başına kadın hareketinin mücadele pratiğiyle mümkün olmamaktadır, belki kısmi bazı kazanımlar veya saldırılar göğüslenebilinir ancak daha fazlası değil. Kadın hareketi diğer toplumsal gündem ve mücadelelerin aktif öznesi olmalı, kendi özgün gündemlerini bu mücadelelerle birleştirebilmelidir.

Kadınların kurtuluşu için var olan mücadelenin devrim ve sosyalizm mücadelesine yönlendirilmesi, haklar için mücadeleyi ötelemeden fakat düzen çerçevesini aşma zorunluluğunun da bilincinde olarak mücadele yol, yöntem ve biçimlerini çeşitlendirmek, militan mücadeleyi yükseltmek gerekmektedir.

Bu durumda komünist kadınlara daha önemli ve özgün görevler düşmektedir. Kadın hareketi içerisinde etkili olmanın, harekete yön verebilmenin niteliksel ve niceliksel güçle doğrudan ilişkisi olduğu unutulmamalıdır. Bu nedenle kadın örgütünü hem niteliksel hem de niceliksel olarak inşa etmek hem devrimimizin kaderi hem de süreç açısından zaruridir. İçerisinde bulunduğumuz süreç başta işçi-emekçi kadınlar olmak üzere geniş kadın kitlelerinin örgütlü mücadeleye çekilmesi için muazzam olanaklar sunmaktadır.

Yukarıda da tarif edilmeye çalışıldığı gibi erkek egemen kapitalist sistem ile kadınlar arasındaki çelişkilerin giderek derinleştiği bir süreçten geçmekteyiz, bu çelişkiler doğal olarak çatışma ve mücadeleleri de doğurmaktadır. Dolayısıyla bu nesnel durumda, geniş kadın kitlelerine ulaşmanın yöntemlerini geliştirme zemini kuvvetle mevcuttur. İşyerlerindeki ve grevdeki kadın işçiler, mahallelerdeki ev emekçisi kadınlar, geleceksizliğe itilen genç kadınlar ulaşabileceğimiz ve örgütleyebileceğimiz potansiyel güçlerdir. Güncel politikalarla bu kitleyle buluşmalı ve harekete geçirebilmeliyiz. 8 Mart özgülünde, fabrikalardaki kadın işçilerin sorunları ve somut taleplerini esas alarak onları 8 Mart alanlarına taşıyabilmeliyiz. Yine genç kadınları okullarda, yurtlarda yaşadıkları sorunlar ve talepler doğrultusunda örgütleyebilmeli, onları mücadeleye çekebilmeliyiz. Kadınların yaşadığı her bir somut sorun aynı zamanda onları örgütlü mücadeleye çekebilmenin de gerekçesidir.

Özcesi yetersizliklerimizi aşmanın esas yolu işçi-emekçi kadınlar başta olmak üzere geniş kadın kitlelerini saflarımızda örgütlemekten geçmektedir. Bunun için kadınların kendiliğinden saflarımıza gelmesini beklememeli, bizler doğru araçlarla ve politikalarla kadın kitlelerine gitmeli, politikalarımızın kadın kitlelerince sahiplenilmesini sağlamalıyız. Kadının kurtuluşu perspektifimizi somut politikalarla bugünden yaşama geçirmeli, kadınların örgütlenmesinde bu perspektif bizlere yol göstermelidir.

Dünyanın dört bir tarafında erkek egemen kapitalist sisteme karşı başkaldıran kadınların ve LGBTİ+’ların mücadelesini 8 mart vesilesiyle selamlarken, yine Türkiye-Kuzey Kürdistan’da erkek egemenliğine ve faşizme karşı fabrikalarda, alanlarda, iş yerlerinde, zindanlarda, dağlarda direnen, itaat etmeyen, kavgaya atılan kadınları ve LGBTİ+’ları büyük bir coşkuyla selamlıyor, daha militan, birleşik ve örgütlü mücadeleyi büyütmeye çağırıyoruz. Cins ayrımsız, sömürüsüz, sınıfsız bir dünya için devrim ve sosyalizm mücadelesini yükseltip, kadınların kurtuluşu için mücadelenin engin denizlerine cüretle atılalım.

Önceki İçerikMKP Merkez Komite: Faşizmle Savaş, Erkek Egemenliğine İsyan Et, Devrim İçin Örgütlü Mücadeleyi Büyüt!
Sonraki İçerikKBDH: Faşizme ve erkek egemenliğine karşı isyanı büyüt, kadın devrimine yürü!