“Medeniyet” paradigmasında ilerleyen, bunca “dış güçlerin oyunlarına” karşın, uluslararasında güçlü ekonomik hamlelerle “ileri ekonomik model” olarak lanse edilen “TC” ekonomisi, yapısal kriz sarmalında, S.O.S. veriyor. Sosyo-iktisadi yapısı gereği, çevrimsel olarak kriz sarmalında ilerleyen “TC” ekonomisi, yüzüncü yılında “Güçlü Türkiye” iddialarıyla, tarihinin en derin ve çok boyutlu ekonomik krizini yaşamaktadır. Yaşanan ekonomik krizi iki boyutu ile tanımlamak gerekmektedir. Öncelikle, yaşanan ekonomik kriz, kapitalist krizin “TC” ekonomisinde bir ayağı olup, kapitalist ekonominin iç yapısal bunalımının, iç dinamikleri zayıf, uluslararası tekelci sermayeye göbekten bağımlı niteliğiyle, daha yıkıcı sonuçlar yaratmasıdır. İstihdam kapasitesiyle sürekli daralma yaşayan, sıcak para spekülasyonu ile ayakta tutulmaya çalışılan, üretim daralması, cari açık, enflasyon, işsizlik vb. başlıklarda baş aşağı giden ekonomi, yapısal niteliğinden kaynaklı kriz halindedir. İkinci olarak, “TC” egemenler sistemi iktidarının uyguladığı ekonomik politikaların yapısal krize kazandırdığı boyuttur.

Şurası açıktır. Kapitalist sistemde kriz yapısaldır. Ama sistem krizinin nasıl ele alındığı, sonuçlarının topluma nasıl yansıtıldığı meselesi, iktisadi politika alanını kapsar. Defalarca ifade edilen genel bir doğruyu, yeniden ifade etmekte fayda var. Burjuva ve türevi iktidarlar, yaşanan tüm ekonomik krizleri, sermayenin daha da büyümesi ve merkezileşmesinin aracı haline getirirken, sömürülen ve ezilen yığınların ekonomik yaşamını gasp ederek, derin bir yoksulluk ve sefalet koşulu yaratırlar. Bu anlamı ile, “ekonomik krizi aşacağız”, “ekonomiyi rayına oturtacağız” söylemli burjuva politikalar, toplumsal refahı geliştirme merkezli bir iktisadi işleyişi değil, toplumsal refahın gaspı üzerine şekillenen sermayenin kâr payını büyütme merkezli bir iktisadi işleyişi ortaya koyar. Burjuva iktidarların niteliğine göre bu durum bazı biçimsel farklılıklar arz eder. Mesela, gelişmiş kapitalist ülkeler iktidarında, bu işleyiş ezilen ve sömürülen sınıflara kırıntı tarzında da olsa bir yaşam düzeyi oluşturma düzeyinde ele alınırken, otoriter-diktatör rejimlerde topluma dayatılan açlık sınırı düzleminde daha yıkıcı sürdürülmektedir.

Tekçi iktidar uyguladığı iktisadi politikalarla, ezilen ve sömürülenleri açlığa mahkûm etmektedir!

Son tarihsel kesitte ekonominin fay hatlarını kırarak yaşanan krize dair “tedbir” olarak ileri sürülen tüm iktisadi politikalar, toplumsal yoksullaşmayı derinleştirip geniş toplumsal sınıf ve halk katmanlarını etkisi altına alırken, özellikle faşist iktidarın temsil ettiği sermaye gruplarında devasa büyümeler yaratmıştır. Siyasal İslami motiflerle “kader” ve Nas denkleminde, geniş toplumsal kesimlerde yıkım yaratan ekonomik politikalar, sermayenin palazlanması, rant-soygun-kara para ilişkisi, sıcak sermaye transferi ile, sermayenin büyümesi ile sınırlı kalmamış, sermaye temsilcisi iktidarın siyasal aktörlerini de palazlandırmıştır. Bugün Erdoğan ve aile çevresi başta olmak üzere, tekçi iktidar sürecinde rol alan her siyasal aktörün denetimine aldığı haksız kazanç ve gerçekleştirdiği yolsuzluk, devasa rakamlarla ortadadır. Kriz sarmalında iktidarın, sermaye grupları ve yandaş kesimler nazarında merkezileştirdiği bu devasa sermaye ve mülkiyet, çalışan- üreten halk sınıf ve katmanlarının gasp edilen emek değeridir. Artı değer gaspı ile başlayan ağır sömürü, düşük ücret, rayından çıkan enflasyon, artan vergi kalemleri ve yükü ile toplumu iliğine kadar sömürmektedir.

Erdoğan’ın tekçi sultası olan AKP-MHP iktidar bloğunun, “yeni ekonomik model” dediği, klasik burjuva iktisat biliminin canına okuyan politika, derinleştirilen sömürü ve soygun düzenidir. Burjuva ekonomik politikaya dahi aykırıda olsa, iktidarın sınıfsal niteliğine göre plansız değildir ve kendi çıkarları açısından bir mantığa oturmaktadır. Amaç tüm toplumsal ve doğal zenginlik kaynaklarını, sermayede daha ileri düzeyde merkezileştirmektir. Yoksulluk ve açlık, toplumda sosyal bir olgu haline gelirken, ezen-sömüren bir avuç komprador tekelcilerin sermayesine sermaye katmaktır. Yakın tarih örneği olarak, faizi yapay baskı altına alma ve “Kur Korumalı Mevduat” ile yapılan vurgunlar, artık iktidarın “itirafları” olmuştur. Üretim girdisinde rayından çıkan artış görülmeden, atılan enflasyonu düşürme çığlıkları aldatmacadır ve meselenin özünü es geçmedir. Çünkü üretim girdisindeki artış, büyük sermayenin çıkarınadır. Artan maliyetler karşısında üretim yapamayan, çiftliklerini- işletmelerini-üretim ve hizmet sektörlerini kapatmak zorunda kalan Küçük ve Orta Boy İşletmelerin pazarına, kriz sürecinde ayakta kalan büyük sermaye grupları hâkim olacaktır. Büyük sermayeye üretim ve pazar bağlamında alan açmaya çalışan iktidar, üretim girdi maaliyetlerini sürekli yükseltmekte, rekabet gücü olmayan birçok işletmeyi batırmaktadır.

Özü itibarı ile bu politika, kapitalist gelişim trendinin toplumda yarattığı yıkım ve derinleştirilen yoksulluktur. İktisadi niteliğin karakterini verdiği “TC” iktidarının faşist-despot yapısı ile bu yıkım daha da vahşi ve barbar işlemektedir. Kapitalist dünyanın kurumu olan Birleşmiş Milletler Dünya Gıda Programı’nın 2022 verileri bu konuda çarpıcıdır. Bu verilere göre Türkiye’de 5 yaş altı çocukların yüzde 1,7’si akut yetersiz beslenme durumuyla karşı karşıyadır. Verilen rakamların içerisinde çocukların yüzde 6’sının ise kronik yetersiz beslenme yaşadığını belirtiyor. 84,34 milyonluk nüfusa sahip Türkiye’de; 14,8 milyon kişinin yeterli beslenemediğini de belirtiyor. Bütün bunların sebebi bir avuç kesimin üretim araçlarını elinde toplayarak muazzam bir sermaye birikimini sağlarken, diğer taraftan geniş yığınları da yoksullaştırmaktadır. Yani toplumsal sınıflar arasındaki uçurum her an büyümektedir.

Hazine ve Maliye Bakanlığına Mehmet Şimşek’in atanması, emperyalist ve komprador tekelci sermayeye sunulan yeni ranttır!

Yakın tarihte farklı sermaye spekülatörlerinin temsili bağlamında yaşanan çatışmalarda, “faiz arttırımı” bahanesi ile “vatan haini” ilan edilen M. Şimşek, yeni sürecin “kurtarıcısı” olarak topluma manipüle edildi. “Kurtarıcı”, değişen sermaye dengelerinin politik manevrasıdır. Planlanan ekonomik politikalar bunun açık göstergesidir. Dolar 28 TL bandına kadar çıkarıldı. Enflasyon ise %120 civarındadır. 2022‘den bu yana ekonomiye baktığımızda, son 27 yılının en yüksek dış ticaret açığı (110,2 milyar dolar) gerçekleşmiştir. Geniş anlamda işsizlik sayısı %23 civarındadır. Burjuva medyada, yandaş burjuva ekonomistlerin iddia ettiği gibi, büyüme rakamları abartı ve yanılsamadır. Ekonomide yaşanan resesyon, bütçe açığı, cari açık, kredi faizlerin yükseltilmesi, net döviz rezervlerin eksiye düşmesi, yüksek enflasyon gibi sorunlar, ekonominin baş aşağı gidişini ortaya koyan verilerdir. İşçilerin, emekçilerin aldıkları ücretler, emeklilik parası, enflasyon karşısında erimektedir. Geniş yığınlar, bugün gelinen aşamada geçinmek için temel tüketim ürünlerini alamaz duruma gelmişlerdir. Yani ekonomik kriz, yoksulluk, işsizlik, açlık denkleminde ezilen ve sömürülen halk katmanlarına fatura edilmiştir.

 Erdoğan’ın ağzıyla topluma vaaz edilen “sabır”, faşist iktidarın yaratacağı enkaza zaman kazandırma amaçlıdır. Ekonomik veriler bu vaziyetin aynasıdır. Türkiye’de yüzde %20’lik zengin grubun toplam gelirden aldığı pay %48’dir. % 10’luk zengin kesim ise, servetin % 69,8 sahiptir. Türkiye’de yaşayan yoksul kesimin % 20’si ise aldığı pay % 6’dır. Bu dengesiz gelişme, halk yığınları ile burjuvazi arasındaki ekonomik uçurum gün geçtikçe büyümektedir. AKP, iktidarı döneminde kısaca; hırsızlık, yolsuzluk, çalma-çarpmanın en uçta olduğu süreçtir. KİT’leri özeleştirerek kendi yandaşlarına muazzam bir sermaye biriktirme fırsatı yarattı. Bu sermaye AKP lordları arasında pay edildi. Faşist iktidarın ekonomik politiğinin özü budur.

“Kurtarıcı” Mehmet Şimşek, birkaç balans ayarı ile aynı süreci devam ettiren yeni aktördür. Haram olan faiz, bir anda helal oldu ve sermaye spekülatörlerine yeni rant kalemi, % 25’lere çekilen faiz olarak sunuldu. Devasa boyutta harcamalarla uygulanan seçim ekonomisinin ekonomide yarattığı kambur, Özel Tüketim Vergisi, temel tüketim ürünlerinde farklı KDV oranları ve harçlarda yapılan akıl almaz zamlarla, geniş halk yığınlarına fatura edildi. Bu iğneden ipliğe her şeye büyük zamların gelmesini ateşledi. Açlık sınırında olan asgari ücretli, emekli, memur, hizmet sektörü alanlarında büyük didişmelerle yapılan maaş zamları, daha iki ay geçmeden bu büyük zam dalgasının karşısında eridi ve geniş yığınlar, dün sahip oldukları alım gücünün kat be kat gerisine düştü. Örneğin 4 kişilik bir ailenin yoksulluk sınırı; 37.974 TL’dir. Açlık sınırı yalnızca gıda harcamaları 11.658 TL’dir. Buna konut, giyim, faturalar, eğitim, sağlık ve ulaşım gibi diğer giderler dahil değildir. Asgari ücretle ve emekli aylığıyla geçinene, üniversitede öğrenimine davam edenlere, işsizlere açlık sınırı altında bir yaşam dayatılmıştır.

Ekonomik ve siyasi krizler sistemin çürüyen niteliğidir, tekçi diktatörlük bu çürümüşlüğün bekçisidir!

Dünyadaki sermaye dolaşımı ve onların ülkemizdeki temsilcileri olan; komprador tekelci işbirlikçi burjuvazi, emekçileri bugün daha katmerli sömürerek yayılmakta ve büyümektedirler. Maddi malları üreten işçi ve emekçiler ise geçimlerini sağlamak için en zor koşullarda, “cennet” vaadi ile bu dünyada sınanmaya amade yaşama mahkûm edilmektedirler. Pazarda ürettikleri ürünlere yabancılaşarak, açlığa mahkûm yığınların yanı başında, üretim anarşisinin yarattığı meta artışı, stoklama, kapitalist iktisadi yapıda siyasal bunalım ve krizler ortaya çıkmaktadır. Toplumsallaşan emek ile üretim araçlarını elinde tutan kesim arasında gelir dağılımındaki bu eşitsize gelişme, sınıfların üretim içindeki yeri ve konumu, ekonomik ve siyasi alanda patlamalara yol açmaktadır.

Türkiye’de ki ekonomik krizin esas ana damarını burada aramak gerekiyor. Çünkü; üretim içinde olan işçilerin emek süresi içinde her gün burjuvaziye daha fazla çalışmaktalar. Yani burjuvazi fazla emek sömürüsünü gerçekleştirerek, toplumsal bölüşümde fazla pay almaktadır. İşçilerin emek süreci içinde kendisi için az emek harcamaları onların yoksullaşmasını ifade eder.

Sermayenin üretim içinde artı değer sömürüsünü gizleyen liberal burjuvazi, ekonomik krizin; paranın değerinin düşmesine, dış dengedeki açıklığa, enflasyona bağlaması doğru değil yanlıştır. Meselenin tali yönüyle uğraşarak, esasını görmemizi engelleyerek manipülasyon yaratmaktadırlar. Ayrıca artı-değer sonucu ortaya çıkan krizleri teğet geçmeleri, artı-değer sömürüsünü gizlemekten ibarettir. Burjuva ekonomistlerin, inkâr etmelerine rağmen, mutlak ve nispi artı-değer artıkça daha fazla ekonomik krizlerin patlayacağı Marksizm’in ABC’sidir.

Üretken sermaye işçi sınıfının somut ve soyut emeği sonucu genişlemekte ve tekrar üretilmektedir. Kapitalist sermayenin esas özü, işçi sınıfın emeğini ucuza satın alarak, sermaye birikimini sağlamaktır. Böylece azami biçimde sömürülen işçinin kendisine çalışan kısmı azaldığından, bu durum, pazarın daralması, ekonomik istikrarsızlık, tüketim ürünlerin el değiştirmemesi, ihracat ve ithalatın dengesiz gelişimiyle sonuçlanır.

İşçi sınıfın üretim sürecinde burjuvazi için fazla çalışması ise, daha fazla yoksulluk daha fazla fakirlik sonucu pazarda metanın el değiştirmemesinin sınırlanmasıdır. Bu denklem birbirine ters orantılı gelişmektedir. Kısaca bugün baş gösteren kriz: enflasyon, üretimin daralması, yığınların yoksulluk ve açlık sınırında yaşamalarının arka planı; burjuvazinin mutlak artı-değer sömürmesinin bir sonucudur. Krizlerin esas ana ekseni buradadır. Bu ana damarda dışarıya vurulan ekonomik krizin kendisini TL değerinin düşmesi, pazarın daralması, Merkez Bankası’nın açık vermesi gibi görünmesi, kısmi düzeyde dış ülkelerde alınan yardımlarla atlatılması yapısal sorunu çözmeyecektir. İktidarın uygulayacağı ekonomik modeller hayat hakkı bulmayacaktır. Burada bir örneklendirme yaparsak; banka faizlerin yüksek tutulması sürecinde, banka kartlarındaki faiz artışı, KOBİ’lerin kredi temin etmemeleri, konut kredileri faizinin yüksek olması farklı boyutlarda kriz ve bunalımı tetiklemektedir. Yani ekonomik krize uygulanan politika, tek yanlı merkezileşme ile yeni krizleri tetiklemekte ve bunu en ağır sonucu ezilen sömürülen halk yığınlarına fatura edilmektedir.

R. T. Erdoğan’ın, “faiz sebep, enflasyon ise sonuçtur” ekonomik modeli, baruta karşı kibrit çakmaktır. Kredi faizleri sert biçimde aşağı çekildi. Bu politikada kısa süre içinde iflas etti. Böylece Merkez Bankası eksilerde seyir izledi, emperyalist finans kaynakları Türk devletine güvenmedikleri için borç para vermediler. R. T. Erdoğan’ın politikası tutmayınca, Mehmet Şimşek, Hazine ve Maliye Bakanlığına, Hafize Gaye Erkan Merkez Bankası Başkanlığına getirildi. Yaptıkları ilk icraatları; kredi faizlerini tekrar üstte çekmek oldu. Sıkılaştırılmış ekonomik politikayla, işçi ve emekçilerin yoksullaşması derinleştirildi. Dolar yükseldi, ekonomik daralma baş gösterdi. Bütün planlamaları tutmayınca yeniden dış devletleri gezerek para dilendiler, dilenmeye devam ediyorlar. Yani bu sistemde hangi politikayı güderlerse gütsünler, ekonominin düzlüğe çıkarmalarının imkânı olamaz. Başta belirtiğimiz gibi üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet toplumsallaşmadığı sürece ekonomi krizlerin içinden çıkması mümkün değildir. Toplumun üretim araçları emekçilerin denetimi altına alınmadığı sürece ve kâr amaçlı değil ihtiyaç hedefli üretime geçilmedikçe ne kriz ne yoksullaşma ne işsizlik …tartışma gündemi olmaktan çıkmayacaktır.

 Dışa bağlılık!

Türkiye’de ekonomik krizi tetikleyen diğer etmen ise; Türkiye ekonomisinin geri ve dışa bağımlı olmasıdır. Dünya genelinde emperyalist tekeller, kapitalist sistemlerin ekonomisine yön vermektedir. Tüm ülkelerin ekonomisi bu tekellerin birer halkası haline gelmiştir. Geri kalmış ülkelerin yer üstü ve yer altı zenginlik kaynakları, işbirlikçi burjuvazi ile ortaklaşa sömürülmekte, yağmalanmakta ve doğa zehirlenmektedir. İş gücünün ucuz olduğu Türkiye gibi ülkelerde, üretimin belirli parçalarını üreterek, Türkiye-K. Kürdistan’ın emekçilerini sömürmekteler. Kemalist hareket savaş ortasında bu yarı-sömürge statüyü emperyalistlerle imzalamıştır. AKP döneminde emperyalistlerin Türkiye de ki, sömürüsü ve Türkiye’nin emperyalistlere bağımlığı daha fazlaca artmıştır. KİT’lerin özelleştirmesi ile sermayeye rant alanı haline getirilmiş, topraklar, sular, demiryolları, limanlar emperyalist sermayeye alenice satılmıştır. Derinleşen bağımlılık ilişkisidir. Bu durum, emperyalist sermaye ve büyük tekeller milyonlarca vurgun elde ederken, yoksul emekçi halkın daha fazla yoksullaşmasını sağlıyor. Dolaysıyla Türk ekonomisinde doğan krizler; enflasyon, işsizlik, ekonominin gelişmemesi vb. sorunlardan Türk tekelci burjuvazi ve onların yaslandığı emperyalist tekeller de sorumludur.

Emperyalist devletlere bağlılığın sonucu Türkiye ekonomisi, ithalat ve ihracat arasındaki dengede sürekli dış bütçede açık vermiştir. Böylece sadece ve sadece borçların faizini ödeyerek esas ana borç sürekli ertelemiştir. T. C yüz senelik tarihi sürekli ekonomik krizlerle boğuşmanın, farklı emperyalist devletlerin kapısı önünde diz çökerek borç para dilenmenin de tarihidir. Tıpkı bugün Arap devletlerinin, İngiltere, Avrupa Birliği, Çin, Japonya kapılarının önünde bekledikleri gibi.

 Dış ülkelere bağımlılığın getirdiği ekonomik fatura tarım alanında vahim sonuçları yaratmıştır. Uluslararası büyük şirketler tarımı da kendi tekeline almışlardır. Türkiye ve K. Kürdistan’da tarımın gelişmesinin önünde engel oluşturuldu, süreç içinde en verimli tarım alanları ekilmediği gibi, imar alanı yapılarak inşaat tekellerine peşkeş çekilmektedir. Tarım ülkesi olan Türkiye-Kuzey Kürdistan, dışardan tarım ve hayvan ürünleri ithal eden konuma düşürülmüştür. Sermaye iktidarı, tarım ürünlerinin taban fiyatını çok ucuza belirleyerek tarım üreticileri üretemez konuma getirmektedir. Tarım sektöründe emperyalist büyük şirketler Türkiye pazarına girerek, tarımda küçük aile şirketlerini kendine muhtaç bırakıp, ürünlerini çok ucuza direkt veya tüccarlar vasıtasıyla ucuza toplanmaktalar. Dünya genelinde büyük tekel olan İtalyan Ferrero şirketinin Karadeniz bölgesinde, fındık üreticilerini vahşice sömürmesi bunun bir örneğidir. Kısaca “TC” ekonomisinin panoraması budur.

 Çözüm Sosyalist Devrimdir!

Mevcut kapitalist sistem sürdüğü sürece, tarih sürekli tekrar edecektir. Ekonomik krizler büyüyecektir. Katliamlar kesintisiz sürecektir.

Bugün yaşadığımız coğrafyada köklü ekonomik krizlerin emekçilerin lehine çözülmesinin tek yolu, üretici güçlerin özgürce gelişmesinin önünde engel oluşturan, komprador tekelci işbirlikçi burjuvazinin tasfiye edilerek, işçi ve emekçilerin iktidarının yönetimini kurmaktır. Sosyalist bir devrimle emperyalist hegemonya parçalanmadığı sürece, emperyalist tekeller Türkiye- K. Kürdistan’da sömürülerini devam edeceklerdir. Sosyalist devrimle insanlık kendi kurtuluşunu sağlayacak, emeğini özgürce kendi geleceği için kullanacak, kendi emeğine ve doğaya yabancılaşmayı ortadan kaldıracaktır; ilerlemenin, özgürleşmenin tek yolu budur.

Önceki İçerikBurjuva Siyasal Sürecin Genel Bir Özeti ve Toplumsal İtirazların Dinamizmi Üzerine!
Sonraki İçerikAkbelen’den Cudi’ye Talan ve Yangınların İçinde Ekolojik Mücadele Mevziini İnşa Etmek!