Neoliberal dünya düzeni kâr odaklı olup yağmaya ve sömürüye dayalı işleyiş mekanizmasının gereği olarak yıkıcı ve tahripkârdır. İnsan sömürüsüyle sınırlı olmayıp, doğanın bütün bileşenlerini kullanılması gereken bir meta olarak görür. Geçtiğimiz günlerde LİMAK ve IC İçtaş ortaklığında YK (Yeniköy- Kemerköy) Enerji bütün kuvvetiyle, askeri, polisi ve devletin bizatihi desteğiyle Muğla’nın Milas ilçesine bağlı İkizköy mahallesinde bulunan Akbelen Ormanı’nı kuşatma altına aldı. Yüzden fazla kuş türünün otuzdan fazla memeli türünün yaşadığı Akbelen Ormanı büyük şirketler marifetiyle talan edilmek için hedef alındı. 2019 yılından çeşitli biçimlerde hayata geçirilmeye çalışılan yağma projesi İkizköy’lüler ve doğa savunucularının direnişiyle şimdilik durduruldu. 24 Temmuz günü sabah saatlerinde AKP eliyle gerçekleştirilen baskınla birlikte direniş darbelenerek alt edilmek istendi.

Seçim “galibiyetiyle” yağma projelerini hayata geçirmeyi ve devlet ortağı olan şirketlerle talanı derinleştirmeyi hedefleyen AKP yarım bıraktığı bu gibi projeler için adım attı. Bilirkişi raporuna dahi ihtiyaç duymayan, maden faaliyeti için sahanın uygun olup olmadığına dair prosedür gereği dahi alan çalışması yapmayan siyasi iktidar, LİMAK’la kol kola olduğunu bir kez daha beyan etmiş oldu. Ekolojik kıyıma ve talana karşı yıllardır direnen doğa savunucuları ve İkizköy’lüler kapitalist yağmaya meydan okuyarak direnişin mevziisinde yer tutular. Zırhlı araçlara, silahını köylülere çeviren askerlere ve devletin bütün zor aygıtlarının yanı sıra Erdoğan’ın tehditlerine karşın direnişten geri adım atmadılar. Direnişin kararlı ve mücadeleci tutumu coğrafya sathında yankı bulurken, ekolojik mevzilenişin nasıl yapılması gerektiğine ilişkin sorular yanıt arıyor.

 Direnişte yer alan iklim aktivistlerinin ve çevre mühendislerinin işkence ile gözaltına alınması ve akabinde ilçe sınırlarına alınmaması yönündeki karar, bütünlüklü dinamiklerin tasfiye edilmesinin bir parçası olarak yorumlanmalıdır. İkizköy’lülerin yaşam alanlarından koparılarak, zorla başka alanlara sürgün edilmesi, tarım alanlarından koparılması, söz haklarının ellerinden alınması, insan doğa ilişkisindeki önemi gözler önüne sermektedir. Bu önem birinden birinin yadsınması üzerinden değil, her ikisi arasındaki yalın bağın muhafazasının gerekliliğini açığa çıkarmıştır. Direniş yaratmış olduğu etki, siyasal bir tepkiyi de bağrında taşımaktadır. Zaten ekolojik yıkım en nihayetinde siyasi nedenlere dayanır. Siyasi nedenler, siyasi bir kavrayışın yaratmış olduğu önlem ve engellerle temas kurmadan yol kat edemez.

Madencilik faaliyeti ve enerji ihtiyacı zemininde propaganda edilen şey, metalaştırılan her şeyin yasallaştırılarak, akılcı kılınmaya çalışılmasının ötesinde bir şey değildir. Büyük yağmacı şirketlerin palazlanmasında ülke kapitalist devleti ve uluslararası emperyalist devletlerin rolü vardır. Yani sermaye hem ulusal hem de uluslararası ölçekteki tahkimiyle kapitalist yağmada özgüven sahibi olur. LİMAK vb. mafyatik şirketlerin yerel ve genel içerisinde almış olduğu rol es geçilemez. Dolayısıyla yer altı ve yer üstü zenginliklerinin talanın birden çok dayanağı ve destekleyicisi bulunur. Munzur’da, Akbelen’ de, Artvin’de, Hasankeyf’te ve birçok alanda hayata geçirilen HES’ler ve madencilik projeleri bu iç içe geçmiş kâr bölüşümünün sonucudur. Doğa talanın nihai çözümü, bu gerçekliğe binaen kurulacak barikatın niteliğinde cevaplanacaktır.

Akbelen’de yaşanan kapitalist talan özelliğiyle ön plana çıkarken, anti kapitalist niteliğiyle boy veren yaratıcı ve istikrarlı anti kapitalist karşı koyuş geliştirilmelidir. Komünistler ekolojik çöküşün izleyicisi, yorumlayıcısı değil, mücadelenin öznesi olarak yer almalıdır. İklim, doğa muhafaza edilmeden, insan dışı canlı türlerin geleceği garantilenmeden, tek başına insana dair mücadele kadüktür. Coğrafyamızda gelişen ve dinamik bir güç olarak açığa çıkan özgün başkaldırı eylemlerinden biri olan ekoloji mücadelesi bir parçada boy veren münferit bir eylem değil, yeni toplumsal hareketlerin coğrafyamızdaki yansımasıdır. Bu bağlamda siyasal iktidar mücadelesini bu gibi toplumsal hareketlerin dinamiğiyle buluşturarak, bu alanı genel olarak kapitalist sisteme karşı mücadelemizin parçası haline getirmek hayati bir sorumluluktur.

Cudi’de yangın ve faşizmin sıradanlığı!

Kuzey Kürdistan’da her yıl düzenli bir şekilde orman yangıları çıkarılmaktadır. Köy boşaltmalarından, HES’lerle insansızlaştırmaya, oradan maden projeleriyle göçertme, karakol ve kalekollarla işgal etme ve ormanların yakılarak ekolojik ve siyasal hakimiyeti tahkim etme Kuzey Kürdistan’ın politik direncini kırmaya ve tasfiye etmeye yönelik bu saldırganlıkla faşist kuşatmanın her alanı işgal edişine tanıklık etmekteyiz Kuşatılan sadece kentler ve insanlar değil, yanı sıra da ırmaklar, ağaçlar, dağlar ve ovalardır. Faşist “TC” devleti Kürtlerin dinamik bütün alanlarına müdahaleyi, genel mücadelenin birer parçası olarak gördüğünden özel konsept uygulamaktadır. Her yıl yaz aylarında faaliyete koyulan “yoğun hava sıcaklığından dolayı yangın” manşetleri özel savaş konseptinin birer parçasıdır. Bir doğa olayının sonucu olmamakla birlikte yangınlar, işgal ve ilhak siyasetinin uygulanmasının adıdır.

Geçtiğimiz günlerde faşist” TC” devletinin Cudi’de karakolları vasıtasıyla gerçekleştirmiş olduğu yangın bu genel tablonun izdüşümüdür. Ormanlık alanların yakılması gerilla hareketliliğinin önüne geçmek, dağlık alanda bulunan yerleşim alanlarını boşalmak, gerillayı tecrit etmek ve yerel halkı göçertmek üzerinden kurgulanmıştır. Yangın alanına ulaşan yerel halk, STK’lar ve siyasi örgütlerin yangına müdahalesinin engellenmesi bu siyasetin açığa vurmasıdır.

Kürdistan dağlarının bombalanarak yakılması, bugüne ait bir sorun olarak adlandırılamaz. İlhak ve işgalle eş zamanlı yürütülen tasfiye etme planın birer parçası olarak görülmelidir. Faşizm kendine ait özellikleri itibariyle sömürü ve yağma merkezli bakış açısına sahip olup, doğanın talan ve yağmasını bu amacının doğal bir yansıması olarak görür. Bu açıdan doğanın talanında, yağmalanmasında bir problem görmez. Kuzey Kürdistan dağlarının bombalanarak yağmalanması, doğanın katledilmesi faşist iktidar erkinin siyasal karakteri arasında yer edinir.

Kuzey Kürdistan’da hem ekolojik yıkıma hem de siyasal tahakküme dayalı yürütülen faşist projeler, uzun vadeli ve planlı bir yönelimdir. Kuzey Kürdistan’ın sosyo-politik konumu, Türk egemenlik sisteminin saldırılarını her cepheden sürdürmesini koşullamaktadır. Faşist Türk egemenliğinin, siyasal hesaplarla devreye koyduğu yol haritasında doğanın sermayeye peşkeş çekilmesinin yanı sıra Kürdistan dinamiğinin parçalanması, alan hakimiyetinin sağlanması gibi amaçlar esas rol oynamaktadır. “Güvenlik riski” kapsamında sahaya sürülen manipülatif araçlar tepkiselliği ve olası genelleşebilecek ortak direncin önüne geçme maksatlıdır. Dolayısıyla siyasal kırımla, ekolojik kırım bu alanda iç içedir.

Kuzey Kürdistan’da anti faşist mücadele, Türk egemenlik sisteminin hayata geçirmeye çalıştığı politikalara her alanda karşı durmayı şart kılar. Kültürel, inançsal, kimliksel ve ekolojik cephelerde “TC” faşizminin egemenliğine karşı durmak, faşizme ve onun kapitalist üretim ilişkisine karşı durmak anlamını taşır. Kuzey Kürdistanı ekonomik olarak işgal eden tekellere (şirketlere), kalekollara, HES’lere karşı verilen mücadele “TC” egemenliğinin Kuzey Kürdistan’daki ilhakına karşı verilen mücadeledir. Özel savaş konsepti doğal olarak özel devrimci örgütlemeler ve yönelimleri koşullar. Bu olmaksızın, parça kazanımları korunamaz yeni mevziler elde edilemez.

 Kapitalist felaket aşılmadan, doğa kendine dönemez!

Kapitalist sistem insan ve doğa ilişkisini, insan ve canlı türler ilişkisini çözerek büyük yarılma yarattı. Dünyamız uçurumun ucunda durmaktadır. Yabancılaşmanın geldiği boyutun bir sonraki aşaması hayatın son bulmasıyla sonuçlanabilir. Tüketim kaynakları son demlerini yaşarken, buzullar çözülürken, içilebilir su kaynakları tükenmeye yüz tutarken, dünyanın oksijen kaynağı olan ormanlar daralırken, kimse umutla yaşama bakmayı salık veremez. Reel olan şey dünyamızda ki bu gidişata dur denilmediği oranda açlık, susuzluk, büyük göçler, salgınlar, hastalıklar ve farklı biçimlerde karşı karşıya kalacağımız sorunlar karmaşasıdır. Yapılan bütün araştırmalar, ekolojik buhranın çok uzun zamana yayılmadan derin krizler yaratacağını ön görmektedir.

İklim krizi neoliberal dünya düzenin işleyiş ilkelerinin bir sonucu olarak karşımızda dururken, bu işleyişi programatik bir yönelimle ele alarak karşısına aktif bir eylem planlaması koymak en temel ihtiyaçlardan biridir. Sorun tek tek insanların duyarlı kılınarak, ekolojik dengeyi gözetmesine indirgenecek basitlikte olmayıp daha kapsamlı ve derin köklere sahiptir. Dünya dengesindeki değişimler kapitalist işleyişin bir sonucu olarak görülüp hem ulusal ölçekte hem de uluslararası ölçekte anti-kapitalist ekoloji mücadelesinin planlamasını zorunlu kılmıştır.

Anti-faşist, anti-kapitalist, anti-emperyalist, anti-türcü bütün odaklar ortak eylem haritası çerçevesinde yan yana gelerek, meşru zemine yaslanarak mücadele direnci örgütlenmelidir. Kuşkusuz iklim ve doğa aktivistleri bu alanda küçümsenemez deneyimlere sahiptir ancak bunu genel bağlamdan kopararak tek bir alana sıkıştırmaları, kimilerinin ise bunu üretici olan işçi sınıfının bağlaşığından kopararak “kötü olanlara” hapsetmesi kusurlu bir yaklaşımdır. Çeşitli sınırlılıklarına rağmen bu alan örgütleriyle buluşmak, özgün örgütlenme araçlarıyla ihtiyaca cevap olmamız gerekmektedir. Fakat her şeyden önce ortak bir örgütlenme zeminini yaratıp iklim mücadelesini özel alandan çıkararak genelleştirmemiz şarttır.

Yorumlama ve çözümlemeyle sınırlı tavır sürecin ihtiyacını karşılayamaz. Daha önceki yazılarımızda kapitalist dünyanın, yaratmış olduğu tabloyu nedenleri ve niçinleriyle ortaya koymuştuk. Bunun bir işleyiş tarzı olduğunu, yağma, talan, tahribat olmadan kapitalizmin ayakta kalamayacağını, neden bunlara başvurmak zorunda olduğunu aktarmaya çalışmıştık. Bu anlamda bilenenleri tekrar etmenin yararı yok. Temel görev, emperyalist kapitalist dünyanın yaratmış olduğu yıkıcılığa dur demek, bunun için örgütlenmek, birleşmek ve ilerlemektir. Zira, kapitalist hegemonyanın doğa üzerindeki tahakkümü, organize olmuş kuvvetlerin kısa, orta ve uzun vadeli planlamasıyla zayıflatılabilir.

Önceki İçerik“TC” Egemenler Sisteminin Sermayeye Yeni Rant Alanı Yaratan İktisadi Politikaları Üzerine!
Sonraki İçerikPeru ve Dünya İşçi Sınıfının Sadık Yoldaşı; Başkan Gonzalo