Günümüz koşullarında, esas itibarıyla uluslararası tekelleşme düzeyi ile emperyalist sermaye, sürmekte olan emperyalist hegemonya çatışmaları ekseninde, dünyadaki siyasal güç dengelerini, bölgesel otorite ve yönetim biçimlerini, emperyalist sermayenin özgün ihtiyaçlarına göre tayin edilen siyasal aktörler üzerinden icra etmeye çalışmaktadır. Nüfuz alanını “tüm dünya” olarak kabul eden uluslararası emperyalist tekeller, emperyalist blokların hegemonya çatışması düzleminde, kimi sahalarda açık savaş durumuyla siyasal sürecini işletirken, güç dengeleri ekseninde bazı coğrafyalarda da siyasal-iktisadi politikalarını, bu politikalara uygun bölgesel aktörleri üzerinden tayin etmektedirler.
Başka bir anlatımla, uluslararası alanda tekelleşmiş sermaye, her bir coğrafyadaki çıkarlarının siyasetini uluslararası denklemler kapsamında belirlemekte, statik değil, stratejik ve konjonktürel gelişmeleri baz alarak dinamik bir süreç örgütlemektedirler. Emperyalist tekeller uluslararası siyasetini belirlerken, belli başlı sac ayakları üzerinden süreci örgütlemektedirler. Sermayenin yayılma ve güvenliği için “ulus devlet”, yine sermayenin sınırsız hareketi ve hegemonyası için uluslar üstü hukuk, her bir coğrafyadaki yerel yönetimler ağı ve “Sivil Toplum Kuruluşları” adı altında kurulan yapılanmalar. Tüm bunların izahatı şudur. Burjuva ve türevi iktidarların hüküm sürdüğü her bir coğrafyada yaşanan siyasal süreç, emperyalist güçlerin (hâkim olan emperyalist bloğun tayin ediciliğinde) direk müdahil olması ile gelişmektedir. Emperyalist güçlerin o coğrafyanın toplumsal dinamiklerine ne kadar hâkim oldukları meselesi ayrı bir tartışma olsa da bölgesel düzlemde burjuva siyaset süreci, emperyalist güçlerin direk ilişkisi içinde gelişim göstermekte, politik sürecini ilerletmektedir.
Türk komprador işbirlikçi egemenler sistemi de bu emperyalist sürecin coğrafyamızdaki ayağıdır. Sınıfsal karakteri ve iktidar niteliği, salt iç politik- iktisadi/siyasal süreçle değil, uluslararası emperyalist güçlerle var olan komprador işbirlikçi ilişkisiyle tayin edilmektedir. Burjuva iktidar kliği ve burjuva muhalif klik, emperyalizmle göbekten bağımlılık ilişkisi kapsamında siyasal süreçte temsil ettikleri sermaye kesiminin çıkarlarına göre alınan roldür. Kapitalist neoliberal yıkıcılık ve saldırganlığın, emperyalist talan ve savaşların, burjuva iktidar ve burjuva muhalefet kliğiyle, bir bütün olarak Türk egemenler sisteminin temel pozisyon alışını belirlemesi ve siyaseti bu denklemler üzerinden sürdürmesi, bu durumun açık izahıdır. Emperyalist sermaye tekelleri ve Türk komprador işbirlikçi tekelci sermaye için belirleyici olan, siyasal süreçlerinin hangi iktidar niteliği ve bu niteliğe uygun hangi burjuva siyasal aktörler üzerinden sürdürülmesi meselesidir. Stratejik hedeflerinde tayin edici olan budur.
Toplumsal rıza üretimi manipülasyonu ile, hırsızlık ve entrikalara dayalı son burjuva seçim oyunu sonucunda, AKP-MHP faşist bloğu ile Türk egemenler sistemi iktidarının devamı, bu stratejik planlamanın ifadesidir. Komprador tekelci işbirlikçi sermaye, AKP-MHP iktidar bloğu ile (HÜDA-PAR ve YRP gibi gerici zihniyetleri de sürecine dahil ederek) kaldığı yerden faşist icraatlarına devam etmeyi bu seçimle kararlaştırmıştır. Ama politik süreç olarak geliştirdiği konsept, dünün statik bir tekrarı değil, sermayenin çıkarlarına göre “yeniden” organizasyonudur. Yirmi yılı aşkın iktidar süreci olanakları ile, kendi içinde açık bir ayrışım ve çatışma yaşamadan, faşist iktidarın sürdürülmesinde bazı siyasal aktörlerin yerine, yeni siyasal aktörler getirilmiştir.
Erdoğan’ın “yeni” kabinesi ve bürokrat değişimi, bu dizaynın bir ayağıdır!
Bu, seçim sonucuyla başlayan bir süreç değil, iktidarın son siyasal döneminin politikasıdır. Uygulanan açık faşizm koşulları ve bu niteliğe uygun siyasal aktörlerin toplum üzerinde estirdiği terör, faşist iktidarı toplum nazarında teşhir etmiş ve iktidar sürecini sürdüremez duruma getirmişti. Bu durum “TC” hâkim sınıfları açısından, müdahaleye açık bir gündemdi. Gerici sınıf çıkarlarının, iktidar kanalıyla daha ileri kurumsal siyasetle temsil edilmesi ve buna uygun siyasal aktörlerle, “taze kan” pompalanası gerekiyordu. Aynı zamanda ekonomik rant ve yolsuzluktan palazlanan, mafya-kara para ilişkileriyle güç odağı haline gelen bazı siyasal aktörler (Soylu gibi), hem Erdoğan’ın kirli ilişkilerinde kara kutu olmalarından hem de iktidar kliği içinde belirli nüfuza sahip olmalarından kaynaklı, kontrol dışına çıkma riski taşımaktaydılar. Ki dönem itibarıyla iktidar kliği içinde bu gibi çatışmalar gün yüzüne çıkmaktaydı ve karşılıklı diş gösterme hamleleriyle “denetlenmekteydi”.
Faşist iktidar açısından bu yumuşak karnın baskılanmasından kurtulmak esas yönelimlerden biriydi. Burjuva siyasette “birlik” ve “ittifak”, güç dengesine göre gerici çıkarların paylaşımıdır. Bu tarz aynı zamanda kendi içinde derin çatışmaları barındırır. İktidar içinde su yüzüne çıkan bu çatışmaları domine etmek, “yumuşak” geçişle bazı siyasal aktörleri sahnenin arkasına çekmek, bir ihtiyaç haline gelmişti. Soylu’nun kabine dışına atılması, ama milletvekili koruma zırhı ile “güvenliğinin” sağlanması, devamla, iktidar bloku içinde daha farklı roller verilmesi, bu “yumuşak” dizayna bir örnektir sadece. Yine Soylu döneminde görevden uzaklaştırılan birçok bürokratın, emniyet amirlerinin göreve getirilmesi, dün “vatan haini” denilen kişilerin, “kurtarıcı” olarak göreve çağrılması, iktidarın kendi içindeki çelişkilere müdahaledir.
İkinci olarak, faşist “TC” iktidarının dış politikası, esasta emperyalist bloklar arasındaki çatışmaları fırsata çevirme üzerine oturmaktadır. “Arap Baharından” Suriye sahasına, Kafkaslardan Ukrayna coğrafyasına kadar yayılan emperyalist savaş ve çatışmalarda, “TC” nin dış politikasının ana stratejisi bu olmuştur. Oluşan bölgesel güç “dengeleri”, konjonktürel çıkarlar vb. nedenler öne çıktığında, “TC” faşist iktidarı, Rusya emperyalist bloğu ile yan yana durması, bu stratejik çıkarlarına ulaşma hevesi olsa da ABD ve AB emperyalist bloğu ile köprüleri tamamıyla atmamaktadır. Bu ikili politik pozisyondur ve AKP-MHP faşist iktidarı, “yeni” kabinesini buna göre şekillendirmiştir.
Hazine ve Maliye Bakanlığının başına dünün haini olan M. Şimşek’in, Dış İşleri Bakanlığına Hakan Fidan’ın getirilmesi, iktisadi ve siyasal olarak AB ve ABD emperyalist güçleriyle uzun zamandır yaşanan çatışmalarda bir türlü atılmayan köprüleri onarmaya yönelik yaklaşım olarak okumak gerekir. Ki ekonomide, dünün “nas”a aykırı olan faiz politikalarından, Kur Korumalı Mevduat projesinden tavizler vererek faizi yüzde 25’lere kadar arttırmaları, AB-ABD emperyalist sermayesine saha genişletme açılımıdır. Gelişen politik-iktisadi ve askeri sürece göre daha kolay manevra yapma ve emperyalist bloklar arasındaki çatışmaları iktisadi-siyasal olarak fırsata dönüştürmek için, siyasal aktörler rollendirilmektedir. Yani “TC” iktidarı, bu kabine ile, bir elini Rusya’nın başını çektiği emperyalist bloğa uzatmaktadır, diğer elini de ABD-AB emperyalist bloğuna uzatmaktadır. Siyasal gelişmelerin denkleminde bu nitelik daha açık ortaya çıkacaktır.
Üçüncü olarak, iç ve dış politikada iktisadi-siyasal ve askeri olarak planlanan bu kapsamlı merkezileşme, emperyalist haydutlarla çıkar ortaklığında faşist iktidarın sahibi “TC” egemenleri ve onun sermayesinin, sömürü ve baskı ile toplumu sindirmek, devrimci-sosyalist -ilerici örgütlenmeleri, siyasal-ideolojik çizgisiyle tasfiye etmeye dönüktür. Tekelci sermayenin siyasal hedeflerine uygun olan Sünni-İslamcı politik çizgi, HÜDA-PAR, YRP gibi siyasal güçleri zihniyetine yeni “dinamik” güç olarak ekleyerek, toplumsal devrimci dinamiklere karşı genel bir tasfiye konseptini egemen kılmaya çalışmaktadır. Seçim sonuçlarını, tüm gayrı meşru emellerine “meşru” zemin haline getiren faşist iktidar, kendi bağnaz iktidarını sağlamlaştırmak ve cihatçı yönetim tarzını kurumsallaştırmak için, faşist kuşatmayı derinleştirmekte, iç politik sahada gündeme gelebilecek tüm muhalefeti ve direnişi sindirmeyi amaçlamaktadır.
“TC” iktidarının iç dizaynı dinamik toplumsal muhalefet ile, devrimci ve komünist güçleri hedef alan savaş konseptidir!
Topluma manipüle edilen seçim sonuçlarının psikolojik “üstünlüğü” ile, burjuva muhalefetin parçalanması, iktidarın hedeflerinden biriydi ve burjuvazinin muhalefetteki kliğinin çapsızlığıyla, iktidar lehine bu blokta önemli çözülmeler yaşamaktadır. Burjuva muhalefeti kendisine “alternatif” olmaktan çıkarmak ve burjuva muhalefetin bazı aktörlerini kendi bloğuna çekmek için, bu yönelim devam edecektir. Ama ana yönelim, devrimci-sosyalist güçleri parçalamak-tasfiye etmek ve devrimci alternatif olma çizgilerini tasfiye etmektir. Yazımızın girişinde, emperyalist sermaye yayılmacılığında, yerel yönetimler, merkezi-stratejik bir politika ile ele alınmaktadır dedik. Bu emperyalist politika, “TC” iktidarının da stratejik politikasıdır. Erdoğan güruhunun hemen genel seçimlerin ardından, tüm siyasal planlamalarını 2024 yılı yerel yönetim seçimlerine göre yapması ve bura üzerinden “yeni” hedefler tayin etmesi, sadece burjuva muhalefet kliğe karşı bir hamle değil, esasta devrimci-sosyalist ve Kürt Ulusal Hareketi iradesine karşı bir hamledir.
Faşist iktidarın, gelişen her siyasal süreçte, devrimci-sosyalistlerin, Kürt ulusunun, kadınların ve genel toplumsal dinamiklerin tüm kazanımlarını tasfiye etmeye dönük stratejik konsepti gündemdedir. Yerel yönetim planlamasından işçi direnişlerine, kadınlar ve LGBTİ+’ların muhalefetinden, aydın-akademisyen gençlik itirazlarına kadar, geniş toplumsal kesimleri bu konseptin kapsamına almıştır. Bu konsept, Kürt ulusunun meşru mücadelesi başta olmak üzere, devrimci ve komünistlere karşı özel askeri yönelimlerle tamamlanmaktadır. Ekonomik kriz vb. gibi toplumda derin bunalımlar yaratan ülkenin esas sorunlarını arka plana iterek, toplumsal gündemi “terörle mücadele” safsatasına endeksleyen siyaset, şovenizm ve ırkçılığı geliştirerek, işgalci iştahları körüklemekte, sınır ötesi suikastlarla fiili komplolar geliştirilerek Kürt ulusunu tehdit etmektedir.
Ekonomik, siyasal, ideolojik, kültürel kapsamda, tüm toplumsal değerler ve doğal zenginlik kaynaklarının, kapitalist baronlara sunulması için, talancı bir süreç örülmektedir. Ekonomik-ekolojik hak arama itirazları, yıkıcı askeri saldırılarla karşılık bulmaktadır. Bu genel saldırı dalgası, devrimci kuvvetleri istikrarlı darbelerle tasfiye konseptinin bir parçası olarak hedef alınmaktadır. Bu ana başlıklar, stratejik bir operasyonun nihai sonuçlar alma hedefiyle sürdürülmektedir/ sürdürülecektir. Kürt ulusunun mücadeleyle elde ettiği kazanımları dahil, tüm ulusal değerleri, “TC” iktidarının kendi tarihinden süregelen inkâr ve imha siyasetinin kıskacındadır.
Kürt Ulusal Hareketini tasfiye etmek için geliştirilen saldırganlık, Rojava başta olmak üzere, bölgesel olarak geliştirilen suikastlarla, farklı yöntemlerle geliştirilen işgallerle devam etmektedir. Kuzey Kürdistan aynı içerikte askeri saldırıların hedefinde ve HÜDA-PAR’ın etki sahasını genişletme ekseninde Kürt siyasetinin dinamik-devrimci rolü tasfiye edilmeye çalışılmaktadır. HDP ye ardı arkası kesilmeyen askeri operasyonlar ve tutuklamalar, bu siyasal-askeri-ideolojik saldırının bir ayağıdır. Özellikle seçim süreci sonrası HDP içinde gündeme gelen bazı eleştirileri kaşıyarak HDP’nin itibarına suikastlar gerçekleştirmeye çalışması, Kürt ulusunun her kurumsal yapılanmasındaki dinamizmi tasfiye planıdır. Rojava’ya, Kuzey Kürdistan’a, Güney’e, gerilla sahalarından toplumsal alanlara eş zamanlı saldırılar, “TC” iktidarının vazgeçilmez eğilimidir. Bölgesel ve “TC” iç politikasını etkileme boyutu ile, Kürt dinamiğini belirleyici-etkileyici unsur olmaktan çıkarmak ve Kürt ulusuna karşı var olan imha-asimilasyon politikasını derinleştirmek, Faşist AKP-MHP iktidar bloğunun başat politikası olarak yine devrededir.
“TC” faşist iktidarının bütünlüklü tasfiye planının bir ayağı da devrimci, komünist harekettir. Kuşkusuz bu yeni bir süreç değildir. Ama kullanılan savaş yöntemi ve tekniği açısından, hedefe ulaşmaya kilitli tüm bölgesel risklere karşın sürdürülmektedir. Devrimci bir direniş hattı ve yaşanan bunca yenilgilere rağmen, tasfiye edilemeyen meşru devrimci mücadele, her burjuva iktidar gibi, “TC” faşist diktatörlüğü için de stratejik bir tehlikedir. Bundan dolayı devrimciler ve komünistler, her tarihsel süreçte özel savaş kurmaylığının hedefi olmuşlardır. Çürümüş sistemin siyasal ve ekonomik buhranının ortaya çıkardığı toplumsal tepki, direniş ve isyan potansiyeli taşımakta, bu dalganın komünist öznelerle buluşması toplumsal sosyal devrimlerin dinamiği olma niteliği taşımaktadır. Öznel güç durumu hangi düzeyde olursa olsun, sahada bulunan devrimci-komünist özneleri fiili olarak tasfiye etmek, her gerici burjuva iktidar gibi, AKP-MHP güruhunun da aciliyetidir. Türkiye-Kuzey Kürdistan’da, tüm devrimci kurumlara, sosyalist güçlere karşı başlatılan saldırıların, Rojava’da askeri operasyonlarla ivmelendirilmesi, Avrupa vb. gibi sınır ötesi sahalarda sürek avının sürdürülmesi, geliştirilen gerici savaşın niteliksel parçalarıdır.
“TC” iktidarı faşist bloğunun tasfiyeci saldırganlığı ekonomik, demokratik, akademik, ekolojik haklar için mücadele eden geniş halk kesimlerini hedefe koyma zemininde anlam bulurken, sınıf mücadelesinin bütünlüklü tüm dinamikleri hedef durumundadır. Siyasal gelişmeler göstermektedir ki, faşist iktidar tekçi devlet egemenliği yapılanmasını derinleştirmeye paralel olarak, büyük bir seferberlikle, toplumsal itirazlara, işçi ve emekçilerin hak arama eylemlerine, devrimci ve komünist güçlere saldıracaktır ve stratejisini kısa, orta, uzun vadeli tayin ederek, her dönemin siyasal sürecinde öne çıkan sınıfsal-sosyal kesimleri hedefi haline getirerek hareket edecektir.
Siyasal-ideolojik-kültürel kuşatma için kadın ve LGBTİ+’ların mücadelesi iktidarın hedeflerindendir!
Siyasal toplumsal süreçte önemli bir dinamik olan kadın mücadelesi, iktidarın her zaman hedefi halindeydi. Burjuva hukuk alanında, kadın haklarında güdük “güvence” niteliğindeki İstanbul Sözleşmesi’nden çıkış, bu saldırı pervasızlığının açık kanıtıydı. Ve gelinen süreçte, toplumsal mücadelenin dinamik gücü olan kadın hareketine, (ideolojik-siyasal çizgisine bakılmaksızın) bütünlüklü tasfiye planıyla saldırılmaktadır. Aile yapısının köleleştirici prangasından koparak politik alanda aktif hak arama mücadelesi veren kadınlar, küçük devlet aygıtına başkaldırıyı örgütlü bir zemine taşıyarak, büyük devlet aygıtının karşısına dikildi. Yerleşik kültürel yapının temel unsurunu hedef alan kadınlar faşist kuşatmanın egemenliği için büyük bir tehdit unsuru oldu.
HÜDA-PAR ve Refah Partisi’nin Cumhur İttifakına dahil olması, kadın mücadelesine dair beyanlarının yanı sıra yerleşik aile yapısının muhafazasına ilişkin yaklaşımları kadın mücadelesinin açık hedef alınacağını göstermektedir. Bu kapsamda ilerleyen zamanlarda kadın hareketleri ve mücadelesi politik İslam’ın dizayn etmeye çalışacağı temel alanlardan biri olacaktır. Aile yapısının korunması ve bu noktada ki kırılmalar çeşitli politikalar dahilinde ele alınacak ve kadının rolüne ilişkin yaygın bir düzeltme operasyonu başlatılacaktır. Kadının eve kapatılması ve erkeğe biat zemininde gelişecek olan özel yönelim politik İslam’ın dizayn etmeye çalışacağı yönetim modelinin toplumsal alana yansıması olarak görülmelidir. AKP toplumsal alana sadece fiili zor aygıtlarıyla müdahaleyle değil, ideolojik açıdan da müdahalede bulunarak kendi toplumsal sosyolojisini yaratmak istemektedir. Bu açıdan kadın mücadelesinin tasfiye edilmesi hedeflerinden biri olmuştur.
LGBTİ+’lara yönelik faşist saldırı her an daha ileri bir boyut alarak devam ediyor. Bütün mecralarda sistematik bir linçle karşı karşıya kalan bu direniş alanı, son olarak “terör” kategorisine alındı. İktidar seçim propagandasını LGBTİ+ karşıtlığına oturtarak cinsel yönelim ve kimlikleri aşağılayarak, bunları yerleşik aile yapısı için büyük bir tehdit olarak tanımladı. Toplumsal mücadele alanında kadın hareketiyle birlikte en dinamik mücadele platformu olan LGBTİ+’lar patriarkal sistem karşıtı duruşu sebebiyle mücadele dışına atılmak istenmektedir. LGBTİ+’ların hak arayışı mücadelesi örgütlü ve militan bir yöne evrildikçe resmi aile düzeninin niteliğine de etkide bulunmaktadır. Derneklerin kapatılması, Onur Yürüyüşlerinin engellenmesi, iktidarın kapsamlı saldırı ve linçiyle karşı karşıya kalması varlığının reddi temelinde biçim almaktadır. Buraya dönük daha kapsamlı saldırılar gündemde olup, yaşamın bütün alanlarından çekilmesi sağlanmak istenmektedir. Meşruluğu ve görünürlüğü ortadan kaldırılması ve örgütlü mücadele zemininden koparılarak pasifize edilmesi iktidarın kısa vadeli projesidir.
Burjuva klikler arasındaki çatışmada kamplaşma yeniden tarif edilmekte, “yeni” aktörlerin öne çıkması zemini hazırlanmaktadır!
Burjuva seçimler sürecinde, AKP-MHP iktidar bloğunun burjuva muhalefeti parçalama senaryosu sonuç vermemişti. Seçim sonuçlarıyla demoralize olan burjuva muhalefet, Erdoğan güruhunun kolay lokması haline geldi. İlkesiz ve gerçeklikten uzak gerici çıkarların kirli pazarlığında yan yana gelen burjuva altılı masa, kafatasçı, ırkçı, siyasal İslamcı iç muhalefeti Meclis’e taşıdıktan sonra dağıldı. Mecliste burjuva muhalefet adına grup kuran bazı burjuva muhalefet aktörleri (İYİ Parti, DEVA, Gelecek Partisi, Saadet Partisi ve Demokrat Parti), pratik süreçte burjuva muhalefet anlamında etkisiz eleman konumunda hareket etmektedirler ve yerel seçimler başta olmak üzere, önümüzdeki burjuva siyasal süreçte gerici çıkarlarına göre burjuva klik çatışmasında pozisyon alacaklardır. Yani iktidar zihniyetinden uzak olmayan bazı aktörler, çıkarlarını pazarlama çapıyla, “Cumhur İttifakı’na” dahil olmaları bir olasılık iken, burjuva muhalefet anlamında farklı bileşenlerle bir ittifakın kurulması bir başka olasılık olarak günceldir.
Bu konuda CHP için ayrı bir parantez açmak gerekmektedir. Seçim sonuçlarının ortamında burjuva klik çıkarlarında rotasını kaybetmiş gemi kaptanı gibi, burjuva siyaset sahasında politika üretme ve kurumsal hareket etme çapından düşmüş ve bir “değişim-dönüşüm” fantezisi ile iç bunalımını derinleştirmektedir. Hemen ifade edelim ki; “değişim-dönüşüm”, neoliberal kapitalist çizgiye göre, yetersiz kalan aktörlerin tersine yeni siyasal aktörler atamadır. Ekrem İmamoğlu nazarında, ulusalcı Kemalist eski “tüfeklerin” yan yana gelmesi bunun izahıdır. Tekçi faşist iktidarın kapsamlı saldırıları, ekonomik krizin topluma yüklenen ağır faturaları, artan işsizlik-yoksulluk ve talan edilen doğal zenginlik kaynakları karşısında, mürekkebi kurumamış vaatlerini unutup “meleklerin cinsiyeti”ni gündem yapan CHP, temsil ettiği tekelci sermayenin çıkarlarına daha ileri düzeyde uyum için “değişim-dönüşüm” çığlığı atmaktadır.
Kılıçdaroğlu’nun “evladı” İmamoğlu’nu popülize ederek başlayan bu muhalefet, yaklaşan yerel seçimlerin kaygısı ile ötelenmiş gibi görünse de CHP içinde siyasal aktör değişimi yakın tarihin güçlü olasılığıdır. Hem yerel seçimler hem de CHP içindeki muhalefeti daha güçlü örgütleme ve daha fazla iç karışıklığa-kopmalara mahal vermeden parti içi “demokrasi” yolu ile bu geçişi sağlamak, belirlenen strateji olarak görülüyor. İmamoğlu’nun iki günlük Dersim “ziyareti” sonrası, “İstanbul’ u kaptırmama” açıklaması ile bir dönem daha İstanbul Belediye Başkanlığında kalmaya dönük açıklaması, parti içi olgunlaşamayan muhalefetin yol haritası olarak okunmalıdır. Çünkü mevcut durumuyla parti içi çatışma, kopmalara ve tasfiyelere neden olabilir. Bu durumu ötelemek için, yerel seçimler merkezli bir planlama yapılmakta, Kılıçdaroğlu ile bu süreci taşımak güçlü olasılık olarak öne çıkmaktadır.
Mevcut konjonktür esasta korunarak, CHP, “Geniş Toplumsal Birlik” ve “Yeni İttifaklar” safsatası ile, yerel seçimlerde umut tüccarlığına hazırlanmaktadır. Tekçi faşist iktidar ve burjuva faşist muhalefet denkleminde “alternatif” olma siyasetiyle, yerel seçimlerde siyasal rant devşirmeye çalışmaktadır. Yerel seçimlere giderken, bu burjuva “çok bilen” uzmanlar, “TC” sisteminde burjuva seçimlerin yaşanmış hile ve entrikalarını deşifre etmeden, “şu seçmenden bu kadar oy alma” hesaplarını yapmakta, büyük şehirler dahil olmak üzere, AKP’nin kalesi olarak görülen yerleri almaktan dem vurmaktadırlar. Bu yine toplumu iki burjuva klik arasına sıkıştırma ve ezilen ve sömürülen sınıfları alternatifsiz bırakma siyasetidir. Bu ikilem içinde, devrimci-halkçı yerel yönetimler başta olmak üzere, HDP’nin yerel yönetimlerde kazanacağı bölgeleri tasfiye etme planıdır. Ne var ki artık, devrimci-sosyalist-yurtsever özneler, bu burjuva denklemi kırarak, yerel seçimler siyasetini tayin edecek tecrübeye sahiptir.
Toparlayacak olursak;
Faşist iktidarın ezilen ve sömürülen halkımıza dayattığı baskı ve sömürü, süregiden toplumsal arayışlar, umut-umutsuzluk- korku ve korkusuzluk üzerine yeni bir dinamik sürecin gelişmesini mayalıyor. Faşist iktidar bloğunun, burjuva seçim sonuçları odağında oluşturduğu ezilenlerin umudunu yerle yeksan etme çabası, yaşanan toplumsal pratiklerle karşılık bulmuyor. Çünkü unuttukları tarihsel gerçek, yaşanan her tarihsel kesitte dönüp onları vuracaktır. Dante’nin dediği gibi, “cehennemin kapısından içeri girenler; dışarıda bırakın her umudu”. Ezilen ve sömürülenlere bugün faşist “TC” iktidarının dayattığı cehennem yaşamı, umutsuzluğu geliştirse dahi, umutsuzluğun çıktığı yer korkusuzluktur, kaybedecek bir şeyleri olmayan toplumsal dinamiklerin devrimci yıkıcılığıdır. Nesnel koşullar devrimcidir derken, bunu tarif ediyoruz. AKP-Erdoğan-MHP güruhunun, umutsuzluğu derinleştirerek, ideolojik bir saldırı olarak umutsuzluğu kalıcılaştırarak geliştirdiği hegemonya paralelinde, en ufak kıvılcım niteliğindeki toplumsal itirazı sindirmek için egemenlik kurumu olan devletin tüm cüssesini harekete geçirmeleri, tam da bastırılan bu korkunun dışa vurumudur.
Bugün susturulmaya çalışılan gazeteciler başı dik zindanlara yürüyor. İşçiler fabrikalarda tüm kuşatmalara hak arama eylemleri ile karşılık veriyor. Son dönemlerde yayılan işçi grevleri, fabrikalardan sokaklara taşan öfke, sınıf hareketi açısından önemlidir. Açlık sınırının toplumsal sosyal bir olgu haline geldiği koşullarda, toplumsal öfke her özgün durumda dışa vurmakta, toplumsal sürece dinamizm katmaktadır. Ekolojik yıkıma karşı geniş toplumsal dinamiklerin ortak direnişi, köylülerin itirazları, akademisyen, aydın, gençlik, kadın mücadelesiyle süreç bağlamında önem arz ediyor. Bu toplumsal dinamizm, genel sonuç alıcı mücadele çizgisine evrilmede sorunlu olsa da dayatılan umutsuzluğa korkusuzlukla cevap olmakta önemlidir. Bu korkusuzluk cılızda olsa, devrimci umutlar yaratmaya gebedir.
Toplumsal umutsuzluğu geliştirmeye çalışan zulüm bezirganlarının cehenneminde korkusuzca yürüyecek ve toplumsal umudu bu yürüyüşte örecek devrimci özneler olarak görevimizi buradan tanımlıyoruz. Başat adım, tasfiyeciliğe karşı devrimci çizgide duruştur. Burjuva “çözüm” çizgileri arasında bocalamadan, gerilen toplumsal atmosferi koklamakla sınırlı bir pratik hattan koparak, devrimci militan çizgide yürüyüş, sürecin teyit ettiği devrimci görevdir. “Umutsuzluk ve karamsarlık”, yaşanan toplumsal-ekolojik yıkımların nedenlerini kavrayamayan, siyasal çıkış yolu bulamayan, ideolojik olarak burjuva çizgiden kopamayan, mücadele dirayetini kaybetmiş anlayışların ruh halidir. Komünistler, yaşananlardan devrimci sonuçlar çıkarırlar, bugünün içinde geleceğin dinamiklerini örgütlerler. İnsanlık tarihinin ilerleyişi, mucizelerin ürünü değildir. Ezilenlerin büyük acılarını, büyük bedellerle ve devasa devrimci emekle mücadele alanlarına taşıyanlar, toplumsal yürüyüşün devrimci niteliğini belirler. Akbelen’de, Cudi’de, Şireci Tekstilde, azımsanmayacak üretim alanlarındaki direnişlerle ortaya çıkan kıvılcım, bu görevlere salık veriyor….