İlkesiz örgüt, örgütsüz ilke sahibi olunmaz. İlkeler bireysel değildir, doğada ve evrende kendiliğinden oluşmuş olanları diyalektik olarak tanımlıyoruz. Sosyal hayattakiler de diyalektiktir, ama kendiliğinden değildir. Bu alandaki ilkeler ise, sosyal sınıfların çıkarlarını tanımlayan, onların öncü örgütleri tarafından ve fakat onların çıkarlarını korumak ve geliştirmek üzerinden belirlenirler. İnsan sosyal bir varlık olarak örgütü, örgüt bilincini ve gerekliliğini kendi sosyalliğinde tanımladığına göre, sosyal değişimi arzulayan, gerekli gören her birey de örgütten yana olur. Çünkü devrim bireylerin değil, sosyal sınıfların kendi konumlarını değiştirme talebi olarak, bir sınıf ve kitle hareketi ve mevcut durumu ters yüz etme eylemidir. Devrimci örgüt dediğimiz şey ise, hangi tarihsel dönemin ve sosyal sınıfın objektif olarak devrimci rolü omuzlamışsa, onu bilinçlendirmek ve örgütle birbirine dokumak görevini almış bir öncüdür; programı, hukuku ve ilkeleri vardır. Emperyalizm ve proletarya devrimleri çağı olarak tanımlanmış olan bu çağın devrimci sınıfının öncüsü de komünist ve veya Maoist partilerdir. Bunlar bireylerden oluşurlar ama bireysel faaliyeti değil, kolektif faaliyeti esas alırlar. Bireysel devrimcilik, bireysel devrimci iş yapma, bireysel kahramanlık veya koşuşturma, Marks’ın ve Engels’in komünist ligayı inşa etmeyi önlerine koyduğu günden bugüne, tenezzül edilmemesi gereken bir işgüzarlık olarak komünistlerin bilincinde örgüt ilkesiyle yer değiştirdi. Leninist manada komünist parti, Marksizm’i bir bilim olarak uygulayan Lenin’in kurgulamasıyla insanlık tarihinin ezilenlere armağan edilmiş en etkili özgürlük silahı olarak tarih sahnesinde yer buldu. O gün bugündür ezilenlere öncülük iddiasını taşıyan ve komünizmi benimseyen her politik bireyi ideolojik olarak tanımlayan en önemli ölçütlerden biri “örgütlü olmak” olarak benimsendi.
“Örgütlü olmaktan yana olmalıyız” diyemem. Bu çok köşesiz bir talep ve saçma olur. Devrim, bir kimsenin veya bir kesimin özel duygusunu tatmin etmek için girişilen bir hareket değildir. Devrim, sosyal konumundan ve bir insan olarak, insanlığın genel konumlanmasından insani öz bakımından rahatsızlık duyan birey ve sınıfların bu konuma itiraz iradesidir. Bir devrimci, devrimi bir gereklilik, tarihsel ve sosyal bir zorunluluk olarak algıladığı andan itibaren, ilk hamlesini örgüte dair yapar. Devrimci bir örgüt varsa ona katılar, yoksa da onu ilk kuran olur! Siz bakmayın faşizmin sürekli olarak devrimci örgütleri karalamalarına, onları öcü gibi göstermelerine! Oysa en büyük ve ortaya çıktığı günden beri de en sürekli örgüt devlettir! Yani örgüt, aldatılan milyonların sandığı gibi, proletaryanın icat ettiği bir görüş, bilinç ve araç değildir. Sosyal bir varlık olarak örgütü ilk kurgulayan sınıf bugünkü burjuvazinin atası, mülkiyet sistemini kuran ve daha sonrada, diğerlerini kendi kölesi yapmaktan adını alan efendi sınıfıdır. Ancak onlar da bunu durup dururken icat etmedi, esinlenmesini doğadan aldı. Esinlenme ve benzeşme, insan türüne ait bir yetenektir. İnsan, birey nesnel dünyayı, evreni ve hareketi gözlemleme ve ondan esinlenme yeteneğine sahip olmasaydı, ihtimalle hala sürü olarak yaşayışını sürdürürdü. İnsanlık ailesinin yaşamında görüp ürettiğimiz, kullanıp geliştirdiğimiz hemen her şey bu gözlemlemenin sonucu ve esinlenme yeteneğimizin eseridir: daha fazlası kesinlikle yoktur! Ve nihayet insan bu yetisiyle öyle bir noktaya geldi ki, en son kendini incelemeyi ve kendi kendinden esinlenmeyi akıl ettiğinden beri bilim ve teknikteki gelişme adeta sel gibi çağlamaya başladı. Bu hızı sağlayan da yapay zekânın üretilmesi oldu. Bilim laboratuarları, akıllı araçlar; bilgisayarlar, hafıza tutan gözlem araçları; nesne ve hareketi tanıyan kameralar icat etti. Hayat iyileşti mi sorusunu sormak anlamsızdır. Zira insan aklının, iradesinin, hesabının ve muhasebesinin itirazına rağmen tüm gelişme diyalektiktir; iyi kötü ile birlikte, olumlu olumsuz ile birlikte kolaylık zorluk ile birlikte olmadan olmuyor, gelişmiyor ve yaşamımıza girmiyor. Toplumun yaşamına giren ne tür araç olursa olsun, o kapitalizm tarafından denetlendiği müddetçe de, ezilenlerin ondan yaralanması ve kendi sınıf çıkarları yönünde belirleyici bir işlev görmeyecektir. Fakat bilimsel yönteme başvuran her devrimci birey ve örgütün başarabileceği şey, esinlenmek yoluyla araç ve yöntemleri kendi sınıf çıkarları yönünde bir karşıtlığa dönüştürmesi olacaktır. Ezilenlerin esinlenme yoluyla inşa ettikleri en önemli araç komünist parti niteliğindeki örgüttür. Zira sömürünün merkezinde burjuvazinin örgütlü olması durmaktadır. Sömürücü sınıfların devlet denen örgütle ulaştığı düzey, aynı zamanda sömürünün ve zulmün düzeyini verir. Şimdi zülüm ve sömürü, örgütlü burjuva devletin en tam sonucu olarak milyonlarca emekçinin yaşamına, hayatı çekilmez hale getirmiş olarak kendi “altın çağını” yaşıyorken, milyonlarca işçi ve emekçi de örgütsüzdük girdabında debelenip duruyor. Öyleyse, “ezilenler, lütfen örgütlenin” diyemez devrimciler! Hiç zaman harcamadın, ekmeğe, suya, konuta ve hatta aşka ulaşmadan önce ulaşılması gereken en acil görevin örgütlenmek olduğu bilinciyle ezilenlerin kanaviçe iğnesi gibi davranır; örgütlü çalışır ve örgütlemeye çalışır!
Komünist ve devrimci kişi, ezilenlerin adına düşünüp davranan hiçbir bireyin örgütsüz olamayacağını öğrenmiş olan kişidir. Örgütlü olmayan bir devrimcinin iyi bir devrimci olma arzusuna sahip olsa da devrimciliği bireysel yapması nedeniyle asla iyi bir devrimci olamayacağını ve giderek devrimci kalmasının da olanaklı olmayacağını bilmesi gerekir. Madde ve bilinç ilişkisinin bilimi bize düşünmenin varlığın sonucu olduğunu söylemiş bulunduğuna göre böyle düşünmek özel bir meziyet değil, aksine bu, Marksizm-Leninizm biliminin yüz yılı aşkın tecrübelerinin dilimize kurdurduğu cümleden ibarettir. Öncü olarak örgütlü olmak ise, demokratik merkeziyetçilik hukukuna kendini teslim etmek, tüm görev ve sorumluluklarını bu hukukun tayin ettiği zeminde kolektif konumlanma içinde yapmak, başarısız olunca eleştirilip düzeltilmek, başarılı olunca da kendi başarısıyla örgütü eğitip tecrübe ettirmeye kendini sunmaktır.
Bir yerde veya süreçte, “Hele önce işimizi yapalım dendiğinde yaptığı iş örgütten önceyse, örgüt bilinci taşıyan her birey ilke olarak, önce örgütü tamamlamayı dayatmalıdır. Devrimci faaliyet olarak “iş” örgütlü yapma ilkesinin bir tarafa atılması üzerinden yapılıyorsa kolektivizmin temeli erozyona gebe kalır. İlkesiz iş yapmak ile fay hattı üzerine bina inşa etmek arasında bir fark yoktur. Devrimcilere, fırtınalara ve depremlere dayanıklı zemin seçimi gereklidir. Bireysel “devrimci iş” mi örgüt mü ikileminde örgüt esas, iş talidir. İlke ve taktik ikileminde örgüt ilke, iş taktiktir. Bir an önce “devrimci bir koşuşturma” mı yoksa örgüt mü çelişmesinde ben örgütlü koşuşturma ve iş öne alınmalıdır. İlke mi taktik mi ikileminde ben ilkeden yana; yani kolektif faaliyet, örgütlü görev üretiminden yana olmalıyız. Diyelim ki bir yarıştayız. Devrimciler bireysel madalya veya şeref belgesi almak anlamını içeren kendini başkalarıyla rekabette konumlandıran kişiler değildir. Devrimcilerin didiştiği tek rakip burjuva sınıf sistemidir. Onunla mücadelesi de bir müsabaka değildir ve sistemin talebi ya da dayatmasıyla “yarışa” girmez. İlkin kendi hedefini doğru seçtiğinden emin olur. Sonra da devrimci kitleleri o hedefe götürecek bilgi ve araç donanıma bakar. Hazır olmadığı halde dostlar “var” desin diye enerjimi boşa tüketmez. Hedef, zapt edilmesi gereken tarihsel bir doruk olarak durdukça, ana ilke zapt edecek olanları, örgütleyip donatmaktır.
Proletaryanın örgüt tarzı da, örgütün çalışma tarzı da onun üretim sürecinde aldığı rolden esinlenmiştir. Kast, şef, hiyerarşisi; amir-memur bürokrasisi yoktur. Tümüyle kolektif ve hücre, hücre birbirine bağlanmış ezilenlerin en vazgeçilmez ve ilkelerini uyguladığı müddetçe de yenilmez aracıdır. Kolektivizmi ve onun hukukunu devrimciliğinin zorunluluğu olarak görmeyen hiçbir birey, ezilen sınıfın üretim ve hayat tarzından esinlenme yeteneği gösteremez ve onların dünyasının çelişmelerini anlama olanağına erişemez. Kabul etmemiz gerekir ki örgüt bilincinde ciddi eksiklerimiz var. Bireysel iş yapma alışkanlıklarına tutkuyla bağlılığını sürdürmeye çalışan azımsanamayacak devrimci ve yoldaşlarımız var. Bunlar kesinlikle bilincimizle ilişkisini kesip atmamız gereken dogmatizmin etkilerinin birer yansımasıdır hala. Alışkanlık ve bilim uyuşmaz. Marksizm-Leninizm-Maoizm’le dogmatizm uyuşmaz. Örgütlü kişiliğimiz ve örgütlü gücümüz ile örgüt sistemimiz yok veya zayıfsa, ideolojik ve politik olarak doğru olmanın hiçbir anlamı olmaz. Zira devrimci gelişmeye etkide bulunmak güçlü bir örgüt sisteminin inşasına paralel yürüyecek bir faaliyettir. Politikanın doğru olması tayin edicidir, âmâ onun güce dönüşmesi de örgütlü güçle başarılacak bir gerçekliktir.