Köşedeki büyük pub’a girdi Yakari Mangala. Elli yıl önce Aborcinlerin giremedikleri bir pub olduğu için çoğunlukla bu puba geliyordu. Boş konuşmaları büyük bir ciddiyetle dinlemeye koyuldu. “Birlikte ağlayabileceğimiz tek bir noktaya dahi müsamaha göstermiyorlar,” diye mırıldandı. Birbirlerine düşman olanları bir araya getirmeyi, hepsini birlikte ağlatıp, birbirlerine dost etmeyi aklından geçirdi. Sakallı adam kalktı, her zamanki gibi aklının önünde yürüyerek pubı terk etti. Sakallıyı, hindi boyunlu şişko kadın izledi; başkalarının aklından çaldığı bilgileri, belleğinde büyük bir titizlikle istifleyen kadın. Tartışmalarda yakışıklı erkeklere doğru yayılıyordu. İyi kadındı. Ne gariptir ki bu kadını zayıf yanı değil, güçlü yanı yanıltıyordu.
Birasından bir yudum aldı Mangala. Köşedeki yaşlı budalayı süzmeye başladı. En iyi yaşlanmanın, akıllılığa değil, deliliğe götüren yaşlanma olduğunu düşündü. “İsrail, çok bombalıyor, yenilecek galiba,” diye mırıldandı Yaşlı. Sık sık kavga eden ve insanları bağışladıktan sonra anlamaya çalışan bu sarsak adamın, lafını hep böyle orta yere, olta atar gibi atıp, acaba kim takılacak diye beklediğini bildiği için ses etmedi Mangala. Sol böğrünü bar tezgahına veren dişsiz, pasaklı kadın, ‘bu savaş, Avustralya’daki fiyatları etkiler mi acaba?” diye Mangala’ya baktı. Ses etmedi Mangala. Gerekmezdi. Yüzünü içinde gizliyor ve dünyaya piyasanın penceresinden bakıyordu bu kadın.
Birasını bitirmeden kalktı. Kapının çıkışında, kendi dışında bekledi biraz. Rusya’da, Skopetz mezhebi mensuplarının bir zamanlar, cismani hislerini öldürmek için kendilerini hadım ettiklerini, olur olmaz herkese anlatan, maymun suratlı adamın içeri girişini izledi. Adam gitti dişsiz kadının yanında oturdu. Kendi içine girdi Mangala, adımını pub’dan dışarı attı. Renkli tebeşirlerle yere resim çizen genci geçti. Eliyle gözlerine dolan renkleri yoklamak istedi; gözlerinin yerinde, insanları içine çeken, tüketen iki çakır deliğin olduğunu anımsayınca vazgeçti. Aradığı kadını gördü birden. İşte orada, yolun karşısında, iki dolarlık shopun önünde duruyordu. Dimdik. Dua arzusu gibi saf. Dönen, devinen duyguların yerlerini, onlardan kopan gizemli çağrışımlar aldı. Yürümek istedi, kadının gülümseyen bakışlarına doğru. Yürüyemedi. Kat kat yığılan ve hiçbirisi kendi katında durmayan bir ses külçesi olarak hissetti kendini. Caddeyi o anda, elvanlı, yeşil, kızıl, kara bayraklı, pankartlı, başörtülü, sakallı, cübbeli, küpeli, dövmeli bir yürüyüş seli kapladı. Gelip geçen kellelerin ararından kadını kesmeyi sürdürdü Mangala. Kadının, yürüyüşü hayranlık ruhuyla seyrettiğini, o ruhta eriyip gittiğini sezinler gibi oldu. Kadın, yürüyüş koluna katıldı birden. Gizli bir güç, arkadan itti Mangala’yı kalabalığa doğru. Yüzlerini örtüp, gövdelerini açan, lanetli bir kavmin içine düşmüş gibi ürperdi ve yaşamında ilk kez bir yürüyüşe katıldığını fark etti.
Yaklaştı, kadını bir metre arkadan izlemeye koyuldu Mangala. Arzuladığı şeyden cayma korkusu vardı, caydığı anda dünyası kararıyordu. Kadın, çevresine bakına bakına, yürüyüşün arka sıralarına doğru geriledi. ‘Birini mi arıyor acaba?’ diye kuşkulandı. Bağırarak yürüyen kara bayraklıya yaklaştı kadın. Sarıldı, öptü delikanlıyı. Olduğu yerde durdu, bedeniyle bağlantısını kopardı Mangala. Titrek gölgelere dönüştü yürüyüşçüler. Yürüyüş kolunun sonunda yer alan ve elindeki megafonla Filistinli çocukları bağırtan Filistinli bir kadın, “Yürüsene, çocuklar ölüyor!” diye bağırdı. İrkildi Mangala. Ailelerinden zorla koparılıp hristiyanlaştırılan, ırkının çalınmış kuşağını anımsadı. Beyazların kıtaya getirdikleri basit hastalıkların kırdığı çocuklar canlandı gözlerinin önünde. Dirilir gibi oldu. Sesler berraklaştı, gölgeler silindi, görmeye başladı insanları. Flamaları, bayrakları izleyerek yürüdü. Aboricin bayrağında yer alan kızıl, kara ve sarı renkleri aradı. Sarıyı bulamadı. Yanı başında yürüyen yaşlı sendikacı kadının elinden kızıl bayrağı aldı. Yirmi metre ileride dalgalanan kara bayrağa dikti bakışlarını. Hızlandı. Başında Frig beresi bulunan, kadının öptüğü delikanlının elinden kara bayrağı aldı. Bayrakçılar, Aboricine itiraz etmeden vermişlerdi bayraklarını. Hızlandı, yürüyüşün ön saflarına geçti Mangala. Kendi klanından artakalan sözcüklerle bağırmaya başladı.