Kuş curcunası. Gözlerimi açtım, sırtımı kaldırdım döşekten. “Her günkülüğün varlık minvalini,” hayatı Ti’ye alarak, kimseye minnet etmeden kendim tayin edeceğim yine. Düşünme ve yazma melekesini yitirinceye kadar böyle sürecek bu. Yüksünmeden, hayata rağmen ve hayata karşı yaşamak, tatlı ve eğlendiricidir.
Her zaman olduğu gibi bakışlarım duvardaki resimlere takılıyor; yarattıkları olayların kahramanı ve kurbanı olan kalabalıklara. Hepsinin bir geçmişi var ama, nakledenleri olmadığı için hiçbirinin geleceği yok. Yekiniyorum. Her geçen gün ağırlaşıyor kalkışım. İçimde, sır küpü bir ağırlık. Çelişik, çifte bir devinim. Zaman ötesi bir aşkınlık. Birbirlerinin içinde kutup yaratan kutuplar… Çözemiyorum. Çözsem ne olacak sanki. Sonsuzu haddinden fazla sıkıştıran bir hırs. Şu düşkünleşen kanlı mekâna teslim olmadan, saf, derin zamansal imkânlar içinde arayışa girmenin bir yolu olmalı. Bedenin ruha, ruhun bedene hapsolmadığı bir durum.
Güneş, banyo odasına girmiş. Işık capcanlı, bağırgan. Karınca yukarılara doğru tırmanıyor. Yirmi yıldır öldürmüyorum hiçbir canlıyı. Yakalayıp bahçeye bırakıyorum. Pencerenin önünde kuşlar; kendilerini mesafeye ve cevvaliyete yayan bakışlar. Hiçbir hayvanın fikrini sormadan, onayını almadan merkeze koymuşuz kendimizi varlık aleminde. Tanrıyı her gün yeni baştan yaratıyor ve onun sıfatlarını zırh gibi kullanıyoruz. Bilgi, kişilik ve özgüven sorunu. Her yerde sürekli görünen ve olmayan bir yüze ihtiyacımız var.
Kadın bağırtısı geliyor arka cepheden. Kevin’in possum yüzlü karısı olabilir. Kevin dövebilir mi? Sanmıyorum, dövmez. Duyarlıdır, kalbine sığınmış bir halde yaşıyor. Henry Lawson’a benziyor, pala bıyıklı, yakışıklı. Ayağının altındaki toprakla kendisi arasındaki mesafenin açılmasına izin vereceğini sanmıyorum. Kadın, sevişirken de bağırabilir. Son yüz yılda bu gelenek yaygınlaştı. Bağırtıları mizaçlarına göre eskisi gibi ayırt edemiyorum artık. Bağırabilecek bir yapıdadır kadın. Sardunya pembesi, çilli bir yüz ve dağılmış, sihirli bir zaman. ‘Ne derler’ çekincesinden ari, özgür bir davranış silsilesi. Kendi bedeni üzerinde hukuksuz bir hak sahibi. Nefsini ahlak prangasının tasallutundan kurtarmış bir tip. Bağırabilir. Bu bağırtı, sabah sabah milleti uyandırır, mahalleyi panayır yerine çevirebilir diye düşünmez. Mancınıkla uzaya fırlatılmış sanki. Bağırıyor, sabah ışığını yaralamadan, özgür bir ruhla. İnsan henüz özgür değil, özgür olduğu anda, şimdiki acılara hiç benzemeyen çok derin acılar çekecek. Hayırlısı.
Bağırtı, komşunun horlanan, insan yerine konulmayan fukara yaşlı köpeğini takatsiz havhavlarla harekete geçirince moralim bozuldu. Yüzümü yıkamadım. Salona geldim. Her kahvaltıda yediğim şeyleri dolaptan çıkardım. Ekmek, zeytin, peynir ve domates. Bir insanın kahvaltıları birbirine benziyorsa, romanları da benzer birbirine.
Çiğniyorum. Duygu kırılmaları. İnsan, duygularındaki çatlaklara sığınabilir, çatlamış bir ışık gibi. Oradan tüm evreni dinleyebilir. Pencereden, yolun karşısındaki kırmızı erik ağacına bakıyorum. Erik kadar papağan tünemiş dallarına. Kaç gündür Gazze’den gelen iki Arap, mahallenin dikkatini çekercesine durmaksızın erik yiyor. Papağanların bu adamları seyretmek için geldiklerini sanıyorum. Şu çiğneme işini savuşturabilirsem, çıkıp gezineceğim erik ağaçlarının altında. Gökyüzünde dinlenen taze gücü içime almadan bir şey yazamam.