Türkiye-Kuzey Kürdistan ezilen ve sömürülen halkları, ülke çapında derin bir huzursuzluk içinde. Bu huzursuzluk, kopacak olan fırtınayı mayalıyor. Bir ajitasyon argümanı olarak durumu böyle ifade etmiyoruz. Sistemin ekonomik-siyasal krizinin toplum üzerinde enkaza dönüşen ağır yükünün ortaya çıkardığı toplumsal koşulları net olarak ifade ediyoruz. Kapitalist sistemin dünya çapında yaşadığı krizle direk bağlantılı ve aynı zamanda kendi ekonomik sisteminin iç yapısal çelişkileriyle kriz koşullarını daha ağır yaşayan “TC” ekonomik sistemi, üretim ve istihdam alanındaki daralmaya ek olarak, AKP-MHP iktidarının topluma dayattığı ağır ekonomik faturalarla, toplumsal bir yaşam maliyeti krizi yaşanmaktadır. Komprador tekelci işbirlikçi ekonomi, iç yapısal çelişkileriyle kriz üretmektedir.
Kriz koşullarında sermayeyi kurtarma ve sermaye için yeni fırsatlar yaratma çalışmasında olan tekçi diktatörlük, ezilen ve sömürülenleri, Küçük ve Orta Boy İşletmeleri, tarımda üretim yapan köylüleri, “Yaradan sizi sınıyor” vaazıyla enflasyon, işsizlik, açlık sınırı kıskacına alırken, sermayenin tahkim edilen vahşi-yıkıcı-kan emici çıkarları için, “hukuksal” düzenlemeler yapıyor, sermayeye çıkış yolunun köşe taşlarını döşüyor. Bu nitelikten dolayı, her “müjde paketi”, burjuva ekonomik normlarla dahi tartışılmaktan özenle uzak tutuluyor, bu politikaların geniş halk yığınlarının hayatında görülmemiş hızdaki yoksullaşmasının nedeni olduğu gerçeğinin üstü örtülüyor. Ve faşist iktidar için, “dini değerler”, bu örtü için kullanılan en hazır kumaş.
Bu gerici emellerden dolayı, enflasyon-faiz, döviz kuru-TL’nin değer kaybı denkleminde gündeme gelen ekonomik hareketlenmelere “Nass” ile müdahale ediyor, ekonomideki bu sert hareketlenmelerin sonucunda devreye sokulan “önlem paketleriyle” palazlanan sermaye gruplarının temsili olarak Nebati’nin “gözlerindeki ışık büyüyor”, ve ezilen halk yığınlarının homurtusunu ensesinde his ettiği zaman, Rahmanlık yolunda duayı öneriyor. İşlediği gaflarla ve burjuva iktisadını dahi mezara gömen ulema çıkışlarıyla, tek adam rejiminin itaatkâr mümini Hazine ve Maliye Bakanı Nebati’nin “2022 Kültepe Ekonomi Zirvesinde” yaptığı açıklama, iktidarın, açlıkla talim etmeye çalıştığı ezilenlere gösterdiği “iman yolu” açısından çarpıcıdır. “Çok iyi işler yapıyoruz. Türkiye 21. yüzyılın en önemli aktörü. İyimseriz, iyimser olmaya devam edeceğiz. Rahmani bakış açısıyla işlerimizi yürütüyoruz. Karamsarlık şeytanidir, sürekli vesvese verir” Sermayenin çıkarlarını Rahmanilik düzeyinde kutsayan Nebati, itiraz edenleri, böyle yaşamak istemeyenleri, şeytanın hizmetkarı olarak suçluyor. Sermayenin çıkarlarını böylesine şeytani bir planla savunmak, şeytana pabucunu ters giydirecek kadar yalan, hırsızlık ve soygunda uzmanlaşmış tek adam sultasının özel mahareti olsa gerek. “Erdoğan’ın “faiz sebep-enflasyon neticedir” şeklinde burjuva iktisada katkı yaptığı doktrini, ancak ki Nass ile savunulup, ekonomik yıkım dini çıkışlarla manipüle edilebilinir. Her yıkıcı politikada, dini akitlere dayanmanın anlamı budur.
“Enflasyonla mücadele kararı” ile toplanan tekçi cumhurbaşkanı kabinesi, sermayeye kaynak, yoksul halka “umut” vaat etmiştir!
Yolsuzluk, hırsızlık, israf, talan ve savaş için hazırlanan 2022 yılı bütçesi, daha altı ay geçmeden “ek bütçe” ye ihtiyaç duydu. İçeriği tartışılmadan, bu planlama dahi, ekonomik krizin geldiği boyut açısından çarpıcıdır. Erdoğan’ın hamaset nutukları ile, “tıkırında giden, büyüyen ekonomi”, daha 6 içinde bütçede SOS vermiştir. Ek bütçe görüşmelerindeki esas planı maskelemek için, açılışa, enflasyon altında ezilen, açlık sınırı altında ücret politikasına mahkum, aşırı girdi maliyetinden kaynaklı üretim yapamayan köylü ve küçük esnafa “umut” dağıtma vaatleriyle başladılar. Erdoğan’ın Bütçe Kanun teklifi verdiği görüşmenin açılış konuşması, büyük ekonomist “entelektüel” Nebati’nin göreviydi ve “inciler” bu “gülen gözlü” adamın ağzından ortaya döküldü.
“– 90’lı yıllarda kronik bir sorun haline gelen enflasyonu, iktidara geldiğimiz andan itibaren uyguladığımız ihtiyatlı politikalarla düşürdüğümüz gibi tekrar düşürmek için mücadelemizi kararlılıkla sürdürüyoruz.”
– “Vatandaşlarımızın günlük hayatlarını etkileyen olağanüstü fiyat artışlarının alım güçlerine en az düzeyde yansıması için azami çabayı gösteriyor ve gerekli adımları ivedilikle atıyoruz.”
Bu açıklamayı kesinlikle bir gaflet olarak okumuyoruz. Ek bütçenin esas içeriğini gizlemek için, bütçenin açlık sınırına mahkum edilmiş halk için yapıldığı imajını, büyük bir “müjde” olarak sunuyor. Oysa ek bütçe, sermayeye, çalışanların emeğinden gasp edilen vergiler ve oluşturulan fonlardaki birikimi sermayeye kaynak olarak aktarmak için, ek “hukuksal” yetki oluşturmak için yapılıyor.
Türk Lirasının sert değer kaybını engellemek için, suni teneffüs olarak başvurulan, ama aynı zamanda sermaye için rant alanı sağlayan Kur Korumalı Mevduat için, ek bütçede, 40 milyar dolar ödenek ayrıldı. Yine döviz üzerinden garanti verilen Kamu Özel İş birliği projeleri için, (yap-işlet-işlemez olduğunda tamir et-işletmeye devam et projeleri kapsamında otoyollar, şehir hastaneleri, köprüler vs.) müteahhit şirketler için ek ödenek 11 milyar… Bu sadece iki kalem. Güney Kürdistan işgali ve emperyalist hegemonya savaşında almaya çalıştığı bölgesel rol gereği planladığı savaş için öngörülen bütçe, gizlilik kapsamında. Yine, Cumhurbaşkanlığı dahil, kabine üyelerine sunduğu sınırsız kaynak, rantçı çevreye sunulan olanak, hakim sermaye tekellerine aktarılacak büyük bölüm, “ek bütçe” görüşmelerinin “milli sırlarıdır”. İşte Nebati’nin “Vatandaşlarımızın günlük hayatlarını etkileyen olağanüstü fiyat artışlarının alım güçlerine en az düzeyde yansıması için azami çabayı gösteriyor ve gerekli adımları ivedilikle atıyoruz” demesinin izahatı budur.
Erdoğan, “Ek Bütçe Kabine Toplantısı” sonrası açıklaması, daha net teyit etmiştir ki, bu ek bütçe, savaş ve sermayeye yeni kaynak yaratma bütçesidir. EFES 2022 tatbikatı üzerinden askeri şov yapması, Ukrayna üzerinde yeni bir boyut kazanan emperyalist savaşta. ABD-AB emperyalist bloğu-NATO-Rusya emperyalist bloğu denkleminde “TC” nin vizyonundan söz etmesi, Madrid’te yapılacak “NATO zirvesinde”, “TC” nin bölgesel ve uluslararası dengeleri yeniden dizayn edecek tutumundan dem vurması, “Sınır ötesi harekatlarımızla dost ve kardeş ülkelere verdiğimiz desteklerle, ilkeli duruşumuzla farkımızı her alanda gösteriyoruz.” Yaklaşımı ile işgal ve savaş politikalarında devam edeceklerinin beyanı, “ek bütçe” planlamasının savaş bütçesi olduğu gerçeğini ifade etmektedir.
Ekonomiye dair Erdoğan’ın açıklamaları tam bir ibretliktir. Sermayeye aktarılan tüm kaynaklar, sanki halkın refahı için yapılmış gibi, büyük bir müjde olarak ortaya konmaktadır. “Küresel ekonomide yaşanan dalgalanma, üretim ve tedarik zincirlerinde kırılmaya kadar tüm boyutlarıyla etkisini sürdürüyor. Türkiye bu krizi fırsata çevirmek için tüm imkanlarını seferber etmiştir. Ülkemize diz çöktüremediler. Türkiye Ekonomi Programımızı sürdürüyoruz, sürdüreceğiz. İstihdam, ihracat, üretim tarihimizin en yüksek seviyelerine çıkmıştır. Turizm toparlandı, tarımda iyi bir sezon yaşanıyor, sanayimiz harıl harıl çalışıyor. Savunma sanayimiz katlanarak gelişiyor. Konut ve otomotiv sektörleri adeta yok satıyor. Salgın ve savaş gibi olumsuz küresel faktörler ekonomide ödediğimiz bedellerin yükünü daha da artırmıştır. Biz kendimizi asla kötüyle mukayese etmiyoruz. Bizim için önemli olan Türkiye’nin ne durumda olduğudur” Tekçi sermaye bekçisi Erdoğan’ın açıklamalarında, son cümledeki yanılsamayı kaldırmak yeterli. “Bizim-Onlar- için önemli olan, komprador işbirlikçi tekelci sermayenin” ne durumda olduğudur. Ki diğer sıralanan ekonomik planlamalar, zaten mevcut ekonominin halidir ve bu ekonomik sistem, toplumsal ezilen -sömürülen yığınlar için, açlık ve sefalet yaratmıştır.
Faşist AKP-MHP-Erdoğan iktidarının umut tacirliği gelen sonu erteleyemez!
Kriz koşullarında sermayeye ve sürdürülen savaşa bütçe yaratmaya çalışan faşist iktidar, ülkede hakim olan seçim atmosferinde, özellikle sermayenin hareket sahasından, seçim bütçesi için rant devşirmektedir. Elinde otoriter egemenlik aracı olan devlet olanaklarına ek olarak “seçim bütçesi” yaratmak isteyen AKP-MHP-Erdoğan diktatörlüğü, tüm ekonomik kalemlerden rant sağlamakta ve bunu paramiliter çeteleri başta olmak üzere, seçim süreci bütçesine kaynak haline getirmektedir.
Ekonomideki çıkmaz ve siyasal çöküntü atmosferinde, Erdoğan “müjdelerle” umut tacirliği yapmakta, derin ulusal-sosyal çelişkilerin mayaladığı kitlelerin öfkesine “şeytana uymayın” nasihatini da eksik etmemektedir. Karadeniz’de bulunan doğal gaza, şimdide, Adana’da yüksel kalitede bulunan petrol eklendi. Enflasyon mu?… Yoksul halkın payına düşen “biraz daha sabır” Ve dağ diye toplumu beklentiye sokan ek bütçenin doğurduğu fare. “Asgari ücretin yeniden değerlendirilmesi talimatı”… Ek bütçenin Meclis Genel Kurulunda görüşülmesinde, Cumhurbaşkanı ile ilgili maddenin kanun teklifinden çıkarılması isteği ise, Asgari ücret tartışmaları karşısında tam bir şov… Sanki açık-gizli ödeneklerle Cumhurbaşkanı ödeneğinin kanun teklifine ihtiyacı varmış da, kanun teklifinden çıkarılması lütfunda bulunmuş..
Her şeyden önce asgari ücretin iyileştirilmesinden öte, kökten asgari ücret politikasının, terk edilmesi gerekir. Kapitalist sistemde asgari ücret, çalışan ve üretenlere dayatılan yoksulluk koşullarıdır. Sosyalistler, çalışan ve üretene dayatılan bu asgari yaşam koşullarını cepheden ret ederler. Toplumsal standartlarının en ileri düzeyine göre bir yaşam koşulu, “herkesin yeteneğine göre, herkesin ihtiyacına göre” şiarı, sosyalistlerin çözüm adresidir. Tabi ki bu hedef, kapitalist ilişkiler içinde bir iyileştirme sorunu değil, sosyalist devrim sorunudur.
Güncel anlamda, barbarlığın çalışan ve üretenlere dayattı asgari ücretin herhangi bir biçimde iyileştirilmesi, bir toplumsal refah sağlamaz. Ancak ki “açlık sınırı” veya “yoksulluk sınırı” gibi, ayrışmaya vesile olabilir. Bugün, 2022 yılının başlangıcında “büyük iyileştirme” olarak sunulan asgari ücret miktarı, 6 aylık bir zaman diliminde açlık sınırının çok altına düşmüştür. Burjuva verilere göre, 6000 TL olarak ifade edildiği, ama normal verilere göre 8000-9000 TL civarında seyreden açlık sınırı koşullarında, hangi “iyileştirme”, bu standardı sağlayabilir. Ek bütçede savaşa-sermayeye ve faşist iktidar gözeneklerine kaynak aktaran sömürücü güruh, “asgari ücrette iyileştirme” tacirliğiyle, ezilen ve sömürülen yığınlara “cennette refah” vaad etmektedir. Ekonomik krizin çalışan, üreten, hizmet eden yoksullarına fatura edilmesine ses çıkarmayın ki, rahman olasınız… Yoksa “şeytan’ın yoluna” saparsınız.
Yaşanan kriz sistem krizidir; iktidarın burjuva klikler arasında değişmesiyle çözülmez!
Yazımızın giriş kısmında da ifade ettik. Geniş halk yığınlarının yaşadığı ekonomik darboğaz ve maruz kaldığı kapsamlı faşist uygulamalar, “cehennem yoluna” rağmen, “şeytana uyma” potansiyelini, toplumsal hoşnutsuzluk olarak büyütmektedir. Bu sadece devrimci-komünist-aydın ve ilericilerin yaptığı bir ön görü değil, emperyalist merkezlerin, kendileri açısından öngördüğü risktir. IMF başta olmak üzere, birçok kurum ardı arkası bu uyarıları yapmaktadır. Önce IMF, “Covid 19 önlemlerinin azalması süreci sonrası, gelir dağılımı eşitsizliğinde yaşanan uçurum, sokak gösterilerinin, toplumsal kalkışmaların tehlikeli olacağı” içeriğinde kapsamlı bir rapor efendilerine sunmuştu. Hemen arkasından Uluslararası sigorta tekeli olan Alliaz, daha kapsamlı bir rapor hazırladı. “Sivil huzursuzluk terörizmden tehlikelidir” başlıklı rapor, uluslararası ve özellikle otoriter rejimlerde, baş gösterecek kitlesel öfkeleri işaret ediyor ve “önlem” çağrısı yapıyor.
Emperyalist tekel sermayesinin bir uzantısı olarak AKP-MHP iktidar bloğu, sermaye sahipleri dışında toplumun tüm katmanlarını, had safhaya ulaşmış eşitsizliklerle kuşatmış, ekonomik-siyasal istikrarsızlıkla yönetme takatini yitirmiştir. Mevcut kriz hali, “yeni” argüman yaratıp, seçimler yolu ile iktidarda kalması ile aşılacak bir durumda değildir. Pandemi ve emperyalist savaş süreçleriyle, neden ve sonuç diyalektiğinde, kapitalist sistemde yaşanan çözülme, “TC” sisteminin de yaşadığı çözülmedir. “Kriz teğet geçti, bizim ekonomi yolundadır” açıklamaları, boş çırpınıştır. Aynı biçimde, emperyalist sermayenin uluslararası tekelleşme sürecinin bir ayağı olarak, “TC” gibi devlet egemenliğinde, burjuva muhalefet, yaşanan bu sistem çözülüşünden muaf değildir. İktidarda olan burjuva kliğe karşı, ekonomik-siyasal krizi, iktidara gelmek için politik malzeme olarak kullanması, O’nu geniş ezilen-sömürülen yığınların nazarında alternatif yapmaz. Anlatmak istediğimiz öz şudur.
AKP-MHP iktidar kliğinin, yaşadığı ekonomik-siyasal kriz, sistem krizidir. Ve bu kriz, burjuva kliklerin iktidar değişimi ile çözülecek bir kriz değildir. Öncelikle bu gerçeği kavramak gerekir. Ezilenler-sömürülenlere dayatılan açlık ve yoksulluk- savaş ve yıkım (doğa yıkımı dahil), bu köhne-sömürücü sistemin köklü yıkılması ile ancak ki ortadan kalkar. Onlar burjuva seçimler yolu ile, “barışçıl” geçiş yöntemini esas alarak klikler arasındaki iktidar değişimini tercih ederler esasta. Çelişkinin keskinleşme düzeyine göre bazı dönemler darbe yöntemine baş vurmaları, bu genel eğilimi, özgün istisnai durum olarak genel kaideyi bozmaz. Ama tüm burjuva klikler, seçim yolu ile, iktidarı, proletarya başta olmak üzere, ezilen ve sömürülen yığınlara devretmez. Bu tür gelişmede, devlet zoru hakim burjuva kliklerin kanlı saldırısı olarak icra olur.
Bu kısa vurguyu şundan dolayı yapıyoruz. Açlık ve yoksulluğun, Türkiye-Kuzey Kürdistan halklarını kuşatmaya aldığı, savaş ve işgal politikalarının ezilen ulusal/sosyal güçlere karşı baştan aşağı devlet zoru ile tahkim edildiği, en sıradan demokratik-ekonomik hak arama eyleminin” terör” kapsamına alınarak ezilmeye çalışıldığı bir tarihsel kesitte, burjuva gündem olan seçim atmosferine hapsolmak, toplumsal muhalefeti, seçim sonuçlarında olası burjuva klik değişi üzerinden iyimser bir beklentiye sokmak, devrimci bir siyaset değildir. Kendiliğinden bir eylem olan çay üreticilerinin, “Çay Kanunu Tasarısına” karşı, (ki bu kanun tasarısı, çay üreticilerinin, üretim ve pazar ilişkisindeki ihtiyaçları değil, sermaye, tefeci-tüccar ve bir avuç iktidar yandaşlarının çıkarlarını esas alıyor) Rize ve Hopa’daki sokak direnişinde haykırdıkları slogan son derece anlamlıdır, toplumsal muhalefetin perspektifi açısından değerlidir. “Seçimleri bekleyecek vakit yok, emeğimize sahip çıkacağız”
Ek bütçe gibi, çalışan ve üreten yoksul halk yığınlarının emeğini gasp eden her burjuva hukuksal düzenleme, sermayenin büyüme-yayılma ve merkezileşme hareketi içindir. Somutta AKP-MHP iktidarı ve genel anlamda tüm burjuva ve türevi gerici iktidarların rolü budur. Burjuva ve türevi gerici iktidarlar bu rolünü yerine getirirken, devlet egemenliği ile baskı ve zoru, gerici savaş ve işgalleri, sermayenin çıkarlarına göre sürdürmenin kurumları olarak işlevini yerine getirmektedirler. Bugün AKP-Erdoğan-MHP bloğunun, koyu faşizm koşulları ile icra ettiği budur.
Faşizmin koyu karanlık yüzünü temsil eden bu iktidara karşı mücadele, burjuvazinin gündemi olan seçim atmosferine sınırlandırılması, ezilen-sömürülen halkların, devrimci eylem çizgisi değildir. Kuşkusuz seçim koşulları, halkların mücadelesinde farklı ve daha geniş araçlar yaratabilir. Ki gerek burjuva seçim koşullarında ve gerekse de seçim koşulları dışında, ezilenlerin mücadelesi, düzen içindeki arayışları değil, düzen dışı alternatifleri perspektif olarak alır. Burjuva yasal düzenlemelerle, ek bütçelerle, faşizm, sürdürdüğü haksız savaş ve işgallere, sermayenin daha da büyüme hedeflerine kaynak yaratıyor. Ezilen ve sömürülenlerin, işgal ve ilhaka uğrayan Kürt ulusunun, cins baskısı altındaki kadınların LGBTİ+’ların, aydın ve halkın sanatçılarının bunda zerre kadar çıkarı olmadığı gibi, ekonomik kriz dahil tüm savaş giderleri bu kesimlere açlık ve yoksulluk olarak geri dönmektedir.
Somut olarak bunu yaşayan Türkiye-Kuzey Kürdistan ezilenleri, fabrikalarda, amfilerde, tarlalarda, sokaklarda itirazlarını her gün farklı gündemlerle haykırmaktadır. Tüm bu itirazları ve toplumsal öfkeyi, bir halk hareketi olarak örgütlemek ve sürecin niteliğine uygun en kapsayıcı araçlarla, proleter devrim çizgisinde faşizme yöneltmek, devrimci-sosyalist öncülerin görevidir. Faşizmin baskı ve zulüm altına aldığı coğrafyamızda toplumsal hoşnutsuzluk ve öfke, son derece önemli devrimci bir dinamiktir. Bu dinamikten devrimin lehine önemli mevziler doğar. Sürecin stratejik gelişimi bu zemindedir.