Diyalektik Materyalizm’i, komünist partinin bilimsel dünya görüşü olarak kabul eder bütün ustalar. Madem ki bu, bütün MLM’lerin ortak paylaştıkları bir anlayıştır, öyle ise ilkelerdeki eksik veya yanlış kavrayışlar üzerinde durmak gerekir. Çünkü, her yanlış kavrayış, devrimci mücadele zincirinden bir halkanın kopuşu anlamına geliyorsa eğer, bunu es geçmek, kopuşların değirmenine su taşımak anlamına gelir. Hele de günümüz koşullarında, reformizm, revizyonizm, ekonomizm ve dogmatizmin tavan yaptığı bir süreçte, bunlarla ideolojik ve siyasi bir kavgaya tutuşmak büyük bir önem arz etmektedir. Çünkü MLM ilkeler revize edildikçe, sosyalist- komünist devrim iğdiş edilmekte, kapitalist sistemin ömrüne ömür katmaktadır.
Doğadaki tüm gelişmelere, yaşanan olaylara yaklaşım, onları anlama ve inceleme yöntemi diyalektik; yorumlama, kavrayış ve teorisi materyalist olmak durumundadır. Diyalektik Materyalizm denen bilimsel dünya görüşü tam da bu temel üzerinden yükselir. Yani idealizmden kopuşun temeli buradadır.
Tarihsel materyalizm ise, diyalektik materyalizmin belirttiğimiz bu ilkelerini toplumsal gelişmelerin her bir aşamasındaki yaşanan somut durumun incelenmesinde kullanır. Somut derken, sadece güncel ana ilişkin değil, genel olarak toplum ve toplum tarihini, yani geçmişi, bugünü ve geleceğin toplumsal yaşanmışlıkları ve yaşanması muhtemel durumu kastediyoruz. Demek ki diyalektik ve tarihi materyalizm, toplumdaki, doğadaki, maddedeki tüm gelişmeleri, çatışkıları içinde bulundukları ortamdan bağımsız, kendilerini çevreleyen koşullarla ilişkisiz olarak düşünülemez.
Altını çizmemiz gereken bir konu da doğa olayları, doğadaki karşıt güçlerin birbirlerini etkileme durumunun doğanın diyalektik kavranması durumudur. Hatta psikoloji, uzay bilimleri, teknoloji, gen bilimi vb. konular yeniden yeniden diyalektik yöntemle irdelenmesi gereken konulardır. Yani diyalektik ve tarihi materyalizm derken, öyle durağan, değişmeyen, hareketsiz, çelişkisiz bir durumdan söz etmiyoruz. Her şeyin hareket halinde olduğu, değişip dönüştüğü, doğup- gelişip öldüğü, hiçbir şeyin kendi başına yoktan var olmadığı bir varoluş yasasından; şeylerin yaşam ilkesinden ve her şeye bizi doğru yaklaştıran bir dünya görüşünden söz ediyoruz. Diyalektik materyalizmin kuramcılarının savunuları da tümüyle bu yönlüdür. Somut durumun, somut tahlili, her şeyin hareket halinde olduğu ve değişip dönüştüğü- dönüşeceği gerçeği, zıtların birliği ve mücadelesi gibi diyalektik ve tarihi materyalizmin bu ilkeleri kavranmadın süreçlerde bir arpa boyu yol ilerlemek mümkün değildir.
Esas olarak yukarıda başlıklar olarak belirttiğimiz ilkeler, materyalist bakış açısına sahip olan herkesin kabul ettiği ilkeler olmasına rağmen, bunların gerçek hayatta sağa ve sola çekiştirildiğine tanık olmaktayız. Örneğin; her şey hareket halindedir denir ama, hareketsizliğin dolaylı savunusunun yapıldığı bilinen bir gerçektir. Değişim ve dönüşümden, somut şartların somut tahlilinden söz edilir veya savunulur, ancak bu sadece söylem düzeyinde kalır. Somut gelişmelere uyarlanmaz. Bu ilkelerin doğru kavranması, diyalektik ilkelerin ölü değil, diri capcanlı olduğu gerçeğinin ve düşünce de dahil her şeyin değişip dönüşeceği, somut gelişmeler üzerinden yükseleceği gerçeğini kavradığımız oranda materyalist oluruz. Bu kavrayış gereklidir ve süreklidir. Çelişki sadece sınıf mücadelesiyle açıklanır bir durum değil, doğada, toplumda ve maddenin her bir zerresinde var olan durumdur. Yani çelişkisiz, dönüşümsüz, durağan tek bir şey yoktur.
Somut şartların somut tahlilinden ne anlıyoruz
Esas olarak anlaşılması gereken şey, MLM teorinin veya eylemin dayanması gereken nokta, toplumun maddi yaşam koşullarındaki gelişim olmalıdır. Yani Marksizm bir bütün olarak gücünü, toplumun gerçek yaşamından alır. Düşünsel gücü de eylemsel gücü de bu maddi temel üzerinden yükselir.
“Politikada hata yapmamak ve boş hayalciler durumuna düşmemek için, proletarya partisi, eylemlerini soyut “insan aklının ilkeleri” üstüne değil, sosyal gelişmeyi belirleyen toplumun somut maddi yaşam koşulları temeline oturtmalı, “büyük adamların” iyi niyetine değil, toplumun maddi yaşamının gelişmesinin gerçek gereksinmeleri üstüne dayandırmalıdır” der Stalin. (Diyalektik ve tarihi materyalizm/ saf. 24. Stalin.)
Komünistlerin görevi kitlelere önderlik edip devrimin gerçekleştirilmesindeki rolünü oynamaktır. Bunu başarabilmenin yolu ise hiç kuşku yok ki Marksist ilkeler ışığında süreci doğru tahlil etmekten geçer. Bunun için “ideal planlar”, “geniş kapsamlı projeler” değil, toplumsal yaşamdaki gelişmelere dayanmak zorunadırlar. Gerçek yaşamdan kopan, hayatı durağanlaştıran bir anlayış, idealizm illetinden kurtulamaz. Marksizm’in durağanlığı ret ettiğini, değişimin ise mutlak olduğu ilkesel tezini herkes bilir. Bu temel doktrin biliniyor olmasına rağmen, onlarca, hatta yüzlerce yıl öncesine takılıp kalmak, yaşamı durağanlaştırmak anlaşılır gibi değildir. Değişim ve dönüşümün Marksizm’in özü olduğu, durağanlık ve mutlaklıklığın ise idealizm olduğu gerçeğinin tekrar tekrar altını çizmeye gerek var mı?
Marks ve Engels yeri geldiğinde somut duruma cevap olabilmeleri için kendi tezlerini yeniden gözden geçirip, somut duruma cevap olabilecek yeni analizlerle mevcut tezlerine öz eleştirisel yaklaştıklarını veya güçlendirdiklerini bilmeyen yoktur. Örneğin Engels, Komünist Manifesto’nun yeni baskısına yazdığı ön sözde, “bazı tahlillerin değişmesi veya güçlendirilmesi ve güncellenmesi gerektiğini” belirtir. Lenin, Marks’ın kapitalizm tahliline, emperyalizm tahlili ile katkı sunar. Mao, tüm eleştirilere rağmen, Çin devriminin, Çin’in özgün ve somut durumuyla birleştiği zaman zafere yürüme şansının olabileceğinin altını çizer ve devrimin zaferi bu anlayışla gerçekleşir. Kısacası Marksizm, gelişmekte olanı ve gelişmenin temel yasalarını, çelişkilerini sürekli yorumlayarak, mutlakçı anlayışları aşarak yoluna devam edebilir. Hiçbir şeyin tabu olmadığı, dün doğru olanın, bugün yanlış olabileceği ya da dünün somut durumuna denk düşen doğruların, bugünün sorunlarına yeterince cevap olamayacağı gerçeğinin ifadesidir Marksizm. Öz ve nitel olarak olmasa da ne bugünkü mavi tulumlular, dünün mavi tulumlularıdır, ne de bugünün beyaz yakalıları dünkü beyaz yakalılardır. Bu iki kesimin sınıfsal karakterlerinde bir dizi nicel değişiklikler yaşanıyor. Bu durum doğal olarak devrimci mücadelede oynayacakları rollere de yansıyor. Bunlar görmemezlikten gelinebilir mi?
Özündeki barbarlık, yağma, talan ve sömürü değişmese de emperyalist sistem, kendi içinde bir dizi çalkantılar ve yenilikler yaşıyor. Teknolojik ve dijital gelişmeler, sermayenin şekillenişi ve daha üst düzeyde yoğunlaşması gibi pek çok gelişmeye Marksistler gözlerini kapayamaz. Kitap sayfalarına gömülüp, yaşanmakta olan toplumsal gelişmelere sırtını dönemezler. Böylesi bir tutum zaten diyalektik de olmaz. Marksizm’in yaşayan ruhuna ihanet olur.
Marks’ın üretici güçlerle üretim ilişkileri, altyapı ile üstyapı arasındaki ilişkilere ilişkin kuramı, tarihsel materyalizmin ana ilkesi olarak bilinir. Marks, “…toplumsal ilişkiler üretici güçlere yakından bağıntılıdır. Yeni üretici güçlerin elde edilmesi üretim biçiminin değişimini, üretim biçiminin değişimi yaşam kazanma biçimlerinin ve tüm toplumsal ilişkilerin değiştirilmesini gerektirir. El değirmeni size feodal beylerin toplumunu verir, buharlı değirmen ise sanayici kapitalistlerin toplumudur” der. (Felsefenin Sefaleti. Toplu Yapıtlar c. 6, saf. 166)
Günümüz dünyasında yaşanan değişim dalgaları nedeniyle toplumsal üretici güçlerde çok ciddi değişimlerin olduğu, yeni bilimsel ve teknolojik gelişmeler kendi içinde bir devrim niteliği taşıdığı gerçeğini görmek gerekiyor. Bunun, toplumda, ekonomide, siyasette ve kültürde derin etkiler yarattığı ve yaratacağı açıktır. 1950’lerde yüksek endüstrileşmeye ulaşan emperyalist güçler, şimdi bunun da ötesine geçerek iletişim dönemine veya bilgi ve uzmanlık sürecine girdiler. Doğal olarak bu, yeni üretim güçleri ve bu üretim güçlerinin üretim ilişkilerine yapacağı etkiyi görmek gerekiyor. Toplumda ve üretimde etkileri gün yüzüne çıkan bu gelişmeler, hiç kuşku yok ki toplumsal yaşamda, sınıf çatışmalarında bir dizi farklılıklara neden olacaktır. Şu an için somut olan budur. Bu somut durumun somut tahlilini yapmak da komünistlerin görevidir.
Dünya genelinde ki toplumlar tarihi, sınıf mücadeleleri tarihidir. Bu tarih, yığınlarca çelişkiler içinde sürekli ilerleyen ve bir noktada durmayan bir tarihtir. Yani değişimler, dönüşümler tarihsel ve toplumsal gelişimde gerçeklerin biçimlendiği, kendilerini dayattığı duraklardır. Bu duraklarda inmeyip buraları atlamak veya bu duraklarda inip, orada takılıp kalmak, bu durağa nasıl gelindiği ve bir sonraki durağa nasıl gidileceğinin hesabını yapmamak diyalektik bir anlayış olamaz. Ara duraklardaki somut durumun somut tahlili yapılmaksızın, son durağa varmak kolay olmayacaktır. Daha açıkçası, öznel ve nesnel durumların birbirleriyle olan ilişkileri doğru ele alınıp değerlendirildiğinde diyalektik materyalizmin bilimsel yolunda cesurca ilerleme şansını elde etmiş oluruz. Zorluklardan korkmadan ama aynı zamanda körü körüne ısrar da etmeden yolumuzu yürümek zorundayız.
Komünist partinin, sınıf mücadelesine kılavuzluk edebilmesi ve kitleler içinde prestij kazanabilmesi için Marksizm’in yaratıcı ruhuna sarılması ve dogmatizmle olan bağlarını bir bütün olarak kesinlikle koparması gerekiyor. Gerek dünya çapında ve gerekse de kendi toplumsal tarihimizdeki tarihsel ve öznel değişimlere Marksist bir yaklaşımla müdahale etmek durumundadır komünistler. Çünkü Marksistler, toplumlar tarihinde değişimlerin, dönüşümlerin, bunalım ve krizlerin kaçınılmaz olduğunu bilir ve her bir durum için yenilenmenin şart olduğu gerçeğinden hareket ederler. Bu gerçeği cesurca karşıladığımızda, genel ve öznel çelişkileri doğru tahlil ettiğimizde, daha da önemlisi Marksizm’in yaratıcı kılavuzluğu ile yol aldığımızda, yarınları kuşanmamızın önünde hiçbir engel duramaz. Sınıfsız ve sınırsız bir dünya yaratma mücadelesinde yalnızca tarihsel gelişmeleri bilmek ve oraya takılıp kalmak, bugünü, düne eklemlemek dogmatiklerin ürkek anlayışları olabilir. Marksistler, bütün gelişmeleri teori ve pratiğin birleştiği noktadan ele alır ve sorunlara çözüm bulmaya çalışırlar. Çünkü teori ve pratiğin birliği Marksizm’in temel ilkesidir. Marksizm ve onun yaratıcı gücü tam da böyle bir şeyi emreder. Bu, geleceğe yürüdüğümüz yolun ilk ve en temel adımıdır.
Marksizm’in yaratıcıları, bu bilimsel dünya görüşünü, belirli tarihsel koşullarda, insan bilgisinin ürettiği değerleri ele alıp yeniden sentezleyerek, günün koşullarıyla zenginleştirerek ve devrimci anlamda yeniden biçimlendirip formüle ederek geliştirmişlerdir. Bu, şu demek oluyor. Marksizm pratikten kopuk ele alınamaz, canlılığı yitirilerek durağanlaştırılamaz. Pratik içinde geliştirilen Marksizm, başta işçi sınıfı olmak üzere tüm ezilenlerin kurtuluş mücadelesi için bir kuramlar bütünlüğü ve kılavuzudur. Her bir gelişmeye kılavuzluk etmekle mükellef olan diyalektik ve tarihi materyalizmi, bir yerlere hapsetmekle Marksist olunamaz. Marksizm, bütün bilimsel gücünü pratikten, hayatın kendisinden ve maddenin kavranışından alırken, yalnızca bunları yorumlamakla yükümlü değildir, değiştirmek için de yükümlüdür. Öyle ise değiştireceği şeyi her yönüyle tanımak durumundadır. Bütün şeyler hareket halinde olduklarına göre, hareketin şeyleri getirdiği durumu görmemezlikten gelemez.
Günümüz dünyasında ve içinde bulunduğumuz koşullar bizlere şu gerçeği ifade etmektedir. Ekonomide, siyasette, kültürde kısacası hayatın her alanında teknolojinin ve bilimin (ki bu bilim bugün hakim sınıfların çıkarları için kullanılıyor) yarattığı değişim, üretici güçler ve üretim ilişkileri üzerinde inanılmaz etkilerde bulunmaktadır. Doğal olarak bu, sosyalizm mücadelesinde sınıflar tahlilinden, ittifaklara, örgütlenme modellerinden, mücadele biçimlerine kadar süreci baştan aşağı Marksist dünya görüşü ışığında gözden geçirmek ve sürece denk düşecek bilimsel kuramlar geliştirmemizi emreder. Enternasyonal komünist hareketin en sancılı yanı da şu anda burasıdır. Bütün dünyanın, bir telefon ekranına sığdırıldığı günümüzde, elli yıl, yüz yıl önceki somut duruma ilişkin öngörülen doğrularla bugüne hükmetmek ne kadar gerçekçi ne kadar Marksist bir yaklaşım olabilir.
Yaşanmakta olan bu gelişmeler ve değişimler, farklı toplumlarda farklı etkiler ve sonuçlar yaratmaktadır. Örneğin; üretimde robot sisteminin gelişimiyle zaten var olan işsizliğin iyice artacağı, birçok beyaz ve mavi yakalının işsiz kalacağı, özellikle gençlik ve azınlık grupların bu durumdan öncelikle olumsuz yönde etkileneceği, uyuşturucu bağımlılığı, alkolizm gibi ruhsal bunalımlar ve ahlaki çöküntü toplumdaki kültürel şekillenişi etkileyecektir.
Söz konusu teknolojik gelişmeler, ezilenler cephesini etkilediği kadar, hâkim sınıflar arasındaki çelişkileri de derinleştirmektedir. Sermayenin alabildiğine yoğunlaşması ve sermayenin esas olarak birkaç uluslararası tekelin elinde toplanması, dünyanın neresinde olursa olsun, bu tekellerle emek cephesi arasındaki çelişki ve mücadele etkisini her alanda gösteriyor olması, doğal olarak uluslararası tekeller karşısına, uluslararası işçi birliklerinin- örgütlerinin oluşturulması devrimin acil sorunları arasında ele alınmak durumundadır. Bununla beraber, elli yıl önce sosyalist devrimin gündemine can alıcı bir biçimde girmeyen doğanın tahribatı ve ekolojik sorunlar, bugün devrimin acil sorunları arasındadır. Marksistler, dünyanın geleceğini ciddi bir şekilde ilgilendiren bu meseleyi gündemlerine almak ve doğru teoriler üretmek durumundadırlar. Bu sadece, “sosyalizmde bunun önünü alırız” demekle olmuyor. Bugünden meselenin örgütsel boyutları, ekonomik gidişata etkileri, hava kirliliği, toplum sağlığı vb. vs. gibi konulara doğru yaklaşım gerektirmektedir. Çünkü sosyalizme ulaşılacak yolun bir patikası da buradan geçmektedir.
Değişimin etkileri sadece ekonomik, siyasal ve kültürel alanla sınırlı değildir. Sınıflar arası mücadele biçimlerinde de kendisini göstermektedir. Sınıflar arası mücadele kaçınılmaz ve genel bir doğrudur. Ancak mücadelenin taktik ve stratejik anlamda ulaştığı seviye ve biçim dünle bugün karşılaştırıldığında birebir aynı değildir. Gerek askeri olarak ve gerekse teknik olarak bir dizi aşamalar kaydedilmiş durumdadır. Bu konudaki gelişmeleri ve içinde bulunulan süreci geniş bir değerlendirmeye tabi tutan “Sosyalist Halk Savaşı” dergisinin sayfalarında haklı olarak şunları okumaktayız. “Gelişen teknoloji sadece silahların yapısında değil, orduların hareket tarzı ve hareket kabiliyetini de büyük oranda değişiklik yaratmıştır. Saldırıdan savunmaya, operasyondan işgal harekatlarına kadar yığınca taktik yenilik ve dönüşüm yaşanmıştır. Bu dönüşümler orduların yapısını, sayısını, eğitim sistemini – içeriğini, harekât tarzını doğrudan etkileyen sonuçlar yaratmıştır.” Özellikle silahlanma, güdümlü silah ve yapay zekâ teknolojisi ile yepyeni bir aşamaya ulaşmıştır.
Artık günümüzde, sayıca kalabalık, hantal ordular değil, uzmanlığa dayalı, sayıca daha düşük ve inisiyatif sahibi çok yönlü ordulara ihtiyaç duymaktadır hakim sınıflar. Emperyalist güçler, kendi ordularını kullanmaktan çok, vekalet ve yerellerde örgütledikleri karşı devrimci güçleri savaş sahasına sürmekte, ilhak ve işgal hareketlerinin insan kaynağını esas olarak bu güçler oluşturmaktadır. Böylece, kendi ülke halklarının tepkilerini azaltırken, işgal ettikleri ülke halklarını birbirlerine karşı düşmanlaştırmış oluyorlar.
Sınıf mücadelesinde ezilen halk kitlelerine önderlik eden komünist partileri bu gelişmeleri dikkate almadan ve sahaya ilişkin derinlemesine bir araştırma- inceleme ve sürecin doğru bir tahlilini yapmadan düşmana karşı kalıcı zaferler kazanmaları kolay olmayacaktır. Her şey, somut şartların somut tahliline dayanıyor. Elbette ki yapılan veya yapılacak tahliller diyalektik tarihi materyalizmin Marksist süzgecinden süzülerek yapılmak durumundadır. “Yeniymiş” gibi ileri sürülen her tahlile de sarılmamak, MLM eleştiri ve şüpheciliğin denetiminden geçirmek gerekiyor.
Dogmatizm, Anti Marksizm’dir
Anti – Marksizm’dir çünkü, dogmatizm Marksist kılıf altında, aslında idealizmle daha içli dışlıdır. Dogmatikler, somut gelişmeler karşısında, eskiye sıkı sıkıya sarılan, bu konuda taviz vermeyen, uzlaşmaz “sert” kişiliklere ve görüşlere sahiptirler. Belirli bir dünya görüşü veya inancına körü körüne bağlı kalırlar. Yeni gelişmeleri görmez veya görmezlikten gelip, bunlar karşısında gerçekleri kabul etmekte zorlanırlar. Dogmatizm, esas olarak sorgulamayan, araştırmayan bir akımın temsiliyetidir. Durum böyle olunca doğal olarak diyalektik materyalizmden çok, idealizme kapı aralaması kaçınılmaz oluyor.
Tüm yeniliklere sorgusuz sualsiz karşı koyuş, gelişmelere kapalı olmanın adıdır dogmatizm. Doğal olarak, her şey hareket halindedir, her şey (düşünce de dahil) değişir-dönüşür diyen Marksist öğretiyle çatışkı içindedir dogmatizm. Birey veya kurum, ortaya çıkan yenilikler karşısında, bunları kabul etmeyip eskiye sıkıca sarılarak katı bir duruş sergiliyorsa, bu, kesinlikle bilimsel bir anlayışın ürünü değildir, olamaz.
Dogmatizme göre yüz yıl, elli yıl önceden de söylenmiş olsa, onlar mutlak doğrulardır, değişmez kurallardır. O nesnel koşullar için doğru olan tezlerin, bugünkü koşullara cevap olamayacağı, yetersiz kalabileceği veya dün doğru olanın, bugün için yanlış olabileceği gerçeğini asla kabul etmez dogmatik düşüncelere sahip olanlar. Masum görünümlü, hatta Marksist kılıflara bürünmüş olan dogmatizm, bilimsel dünya görüşünün temeli olan diyalektik ve tarihi materyalizm için büyük bir tehlikedir.
Feodal üretim ilişkilerinin hüküm sürdüğü, Orta Çağ olarak adlandırılan feodal toplum döneminin, dogmatizmin en parlak dönemi olduğu bilinir. Öyle ki, bilimsel olarak kanıtlanmamış tüm idealist düşünceler engizisyon işkenceleri ile topluma kabul ettirilmeye çalışılmıştır. Bu konuda sıkça örnek olarak verilen bir durumu biz de örnek olarak okurla paylaşalım. Bilimsel verilere dayandırılarak ortaya atılan bir tezin veya düşüncenin doğru kabul edilmeyişi bir yana, engizisyon papazları, tez sahibi bilim insanını ateşe atılması durumunda yanmayacağı, yansa bile suçlu olduğunun ispatı olacağını topluma enjekte etmeye çalışmışlardır. Bu anlayış doğrultusunda birçok bilim insanının canına kıymışlardır. Dogmatizm böylesine tehlikeli bir akımdır.
“Marksist dogmatik”lerle, idealist dogmatikler arasındaki bağ tam da bu noktadadır. İkisi de gelişmelere kapalı, ikisi de somut veriler karşısında direnen akımlardır. Özel olarak “Marksist dogmatik”lerin ideolojik ve felsefi temellerini eselemek gerekirse, uzağa gitmeye gerek yok. Kaypakkaya’cılık çerçevesinde yürütülen tartışmalar, MLM düşünce ile, dogmatizm arasındaki çatışmanın en açık örneğini vermektedir.
Türkiye – Kuzey Kürdistan proletaryası ve ezilen halklarının komünist önderi Kaypakkaya yoldaş, bulunduğu koşullarda hiç kuşku yok ki somut durumun en Marksist yorumunu yapmış ve tezlerini hayata geçirerek toplumu değiştirmenin pratiğini yaşamış- yaşatmıştır. O dönem, bütünüyle her şeyi dört dörtlük hatasız savunduğu iddiasında da değiliz. Bu konuda ki anlayış ve tutumumuz açıkça devrimci kamuoyu ile paylaşılmıştır. Tekrarlama gereği duymuyoruz. Ama, esas olarak o somut koşullarda, ilkesel konulardaki tezlerinin MLM tezler olduğu tereddüt götürmez. Bu gerçeği teslim ederken, o günden, bugüne hiçbir şeyin değişmediği, her şeyin yerinde saydığı gibi bir anti- bilimsel saplantı içinde de olamayız. Noktasına, virgülüne dahi dokunmadan o gün savunulanları bugün bire bir savunmak Kaypakkaya’cılık değil, olsa olsa, Kaypakkaya yoldaşın bilimsel toplumu, tarihi ve süreci kavrama metoduna sırt dönmek olur.
Kaypakkaya’cılık gelişmeleri ret etmek değil, tam aksine somut durumun somut tahlili demektir. Atılmış MLM temellerin üzerine, yeni gelişmeler doğru tahlil edilerek duvarı yükseltmek, mücadeleyi Marksist ilkeler ışığında sürdürmek ve devrimi adım adım inşa etmektir. Kaypakkaya’cılık, körü körüne bağlılık değil, bilimsel bağlılıktır. Dogmatik bir bağlılığın, Kaypakkaya’cılık olamayacağının, olsa olsa idealizmle yan yana bir duruş olacağının altını çizmek gerekir. Kaypakkaya güzergahı dondurularak, hareketsiz kılınarak, somut durumdan kopartılıp geçmişe hapsedilerek ilerletilemez, geliştirilip güçlendirilemez. Dogmatizm bu anlamıyla ne denli tehlikeli ise; “geliştirmek”, “ilerlemek” adına, MLM ilkelerden uzaklaşmak, somut durumun gerçekliğine uymayan, çözüm olmaktan uzak, sistem içi reformist yaklaşımlar da bir o kadar tehlikelidir. Öyle ise yapılacak şey bellidir. Gelişmeler dikkatlice izlenip, MLM’in ilkeleri ışığında süzgeçten geçirilerek sürece müdahale etmek komünistlerin kaçınılmaz sorumluluğu ve görevidir. MLM ve özel olarak da Kaypakkaya ancak bu şekilde savunulur, ilerletilir ve geliştirilir. Yani, somut durumun, somut tahlili yapılmaksızın, her bir şeyin hareket halinde olduğu gerçeği kavranmaksızın bir arpa boyu yol almak olası değildir.
Sınıflar arası mücadelede savaş koşullarının gerek stratejik ve gerekse taktik olarak ulaştığı evre, bu alana ilişkin teknolojik gelişmeler dikkate alınmadan, mücadeleyi zaferle taçlandırmak olası mıdır? Ya da gerek dünya genelinde ve gerekse ülkemizdeki ekonomik gelişmeler, buna bağlı olarak sınıfların konumlanışı ve ittifaklar meselesi ele alınıp, somut duruma uygun politikalar geliştirmeden ilerlemek mümkün müdür. Kırk elli yıl önce toplumsal mücadelenin acil bir gündemi olarak görülmeyen, ama bugün emperyalist talan ve yağmanın dayattığı bir durum olarak, doğa ve ekoloji sorunlarını toplumsal sorunların önemli ve güncel bir sorunu olarak ele almamakla toplumu örgütlemek ne denli gerçekçi olabilir. Ulusların Kendi Kaderlerini Kendilerinin Tayin Etme hakkı, ne denli demokratik temel bir hak ise, gelinen aşamada, ulusal hareketlerin ideolojik, siyasal ve mücadele yönelişlerini eğrisiyle doğrusuyla değerlendirip, yeniden sınıf mücadelesinin asli bileşenleri haline getirmek komünistlerin önünde duran bir görev değil midir? Bu konuda yer yer liberal, yer yer sekter yaklaşımlarla soruna MLM bir çözüm üretilebilinir mi? Soruları çoğaltmak mümkün. Ancak mesele soruları sormakta değil, sorunların çözümünü geçmişe havale etmemektir. Yani, diyalektik ve tarihi materyalizmin ilkelerini uygularken, dogmatizm cilasını da sistem içi arayışların demagojik örtüsünü de sökebilmektir aslolan.
Devrimci mücadeleyi sekteye uğratan bu iki akıma karşı, komünistler, proletaryanın kızıl bayrağını daha yükseklerde dalgalandırma cesaretini kuşanmak ve daha yüksek sesle haykırmak durumundadırlar. Bunlar devrime giden yolun üzerindeki dikenlerdir, bu dikenleri söküp atmakla zafere giden yol garantiye alınabilir.