Çözüm-süzsüreçler devrimci savaşı koşulluyor!

13 Mart 1993’den bugüne Kürt ulusal burjuvazisinin Öcalan önderliğinde Kürt ulusal sorununu her ne kadar geri taleplerle de olsa ‘çözümüne’’ ilişkin ortaya konan iradenin doğru okunması ve artık bir türlü görülmek istenmeyen gerçekliklerin kabul edilerek çubuğun devrimci hatta doğru evrilmesi gerekmektedir. Çünkü bugüne kadar hiçbir adım atılmadığı dile getirilmektedir. Ve fakat on yılı geçen süreçte AKP iktidarını ayakta tutan da yine Kürt Ulusal Hareketi olmuştur

 Zira kendileri bunu dillendirmektedir. Öyleki AKP’ye adeta tepside önemli avantajlar sunulmuştur. Diğer yandan ise Kürt sorunun çözümü önündeki engel AKP demektedirler. O halde neden sürece uygun doğru politikalar ortaya konulmamaktadır. Neden aslında hiçbir adım atılmadığı ve bunca yıldır hem de AKP’ye türlü olanaklar sunulduğu halde hep oyalama siyaseti izlendiği ve tekçilikte ısrar edildiği tespiti yapılıyorsa hala niçin AKP’den beklentili hal devam ettirilmektedir.

Tasfiyenin soğuk politika halleri!

Yakın süreçte görüşmelere yasal statü dendi AKP iktidarı da buna yasal statü kazandırdı. Hatta bu durumu Öcalan “tarihi’’ bir adım ve gelişme olarak nitelendirdi yani olumladı. Öyleyse ortada AKP’nin hiçbir adım atmadığı sürecin bir aracı ve parçası olmak vardır. Nitekim AKP üzerinden Türk devletinin hiçbir adım atmaması karşısında Kürt Ulusal Hareketi ise esir asker ve polisleri serbest bırakmış, tek taraflı ateşkesi sağlamış, gerilla güçlerinin bir bölümünü Kuzey Kürdistan’dan çekmiş, özellikle son iki yıldır da AKP’nin ekmeğine tereyağı sürülmüştür. Bugüne kadar oyalayan ve aldatan, tasfiyeyi ve tekçiliği dayatan AKP eliyle Türk devletinin kendisidir. Barış, demokratik çözüm- paket, Kürt açılımı ve çözüm projesi adlarıyla ortaya konan konsept içerisinde bugüne kadar sadece geri adım atan ise Kürt Ulusal Hareketi’nden başkası değildir. Oysa AKP iktidarıyla uzun süredir görüşen ve ona oldukça önemli avantajlar sunan, sonrada zaten hiçbir adım atmadı ki diyen Kürt Ulusal Hareketi’nin kendisidir. Aslında başta beri ifade etmiştik, bu sürecin tasfiyeyi amaçladığı ve bununla da Kürt Ulusal Hareketi’nin radikal ve ilerici devrimci dinamiğini eriterek tekçiliği yeniden üretmek olduğunu daha süreçlerin ilk başlarında önemle vurgulamış ve Kürt Ulusal Hareketi’nden dostlarımızı uyarmıştık. Aynı şekilde AKP’nin ezilen ve sömürülenlere yönelik bir savaş iktidarı olarak emperyalistler tarafından işbaşına getirildiğini ifade etmiştik. Fakat ne fayda. Kürt Ulusal Hareketi bir kere sürece kilitlenmiş ve eşitsiz koşullarda yürütülen görüşmelerde taviz üstüne tavizler vererek tek taraflı olarak bugünlere kadar belirli pratik adımlar atmıştır. Peki ya Türk devleti! Hayır hiçbir adım atmadığı gibi aldatarak ve her önemli dönemeçte oyalarak tasfiyenin ciddi hazırlıklarını yapmıştır. Özel savaş yöntemleri kapsamında psikolojik savaştan hiç geri adım atmadığı gibi algı operasyonlarıyla ciddi manipülasyonlara başvurmuş hala da başvurmaktadır. Karakollardan kalekollara, barajlardan akil insanlara, iç güvenlik yasası ve daha sayabileceğimiz birçok hazırlıklara girişerek tasfiyenin alt yapısını önemli oranda inşa etmiştir. AKP öncülüğü ve inisiyatifiyle Türk devleti Kürt Ulusal Hareketi’ne karşı özellikle son yıllarda hem diyalog hem de mücadele yürütmüştür. Bunun tek taraflı olarak kendi bildiğini okumaktan geri durmamıştır ve psikolojik savaşı da yoğunlaştırarak sürdürmüştür. “Süreci kim bitirirse altında kalır, artık süreci askıya alabiliriz, İmralıyla görüşmeler son bulur, diyalog biter süreç kalmaz, süreç aşılırsa yaşanacakları düşünmek bile istemiyorum, şiddeti savunan yasal bir parti kabul edilemez kapatılabilir, PKK’de çok başlılık var’’ vb argümanlarla tehditler savurmayı ve tasfiyeciliği de hala sürdürmektedir. Peki AKP böylesine nasıl rahat hareket etmektedir ve istediği gibi her şeyi söyleyebilmektedir ve nasıl da rahat yalanlar söyleyerek kamuoyunu yönlendirebilmektedir? Hiç kuşkusuz ki Türk devleti ile Kürt Ulusal Hareketi arasındaki görüşmeler ve hangi biçim ya da içerikte olursa olsun yapılan anlaşmalar, net olarak eşitsiz koşullarda gerçekleşmektedir. En başta da Öcalan, esir statüsündedir ve baş müzakereci olarak eşitsiz hapishane koşullarında görüşmeler yürütülmektedir. Türk devletinin avantajlı ve tabii ki imtiyazlı durumu temelinde görüşmeler ve anlaşmalar yapılmaktadır. Türk ulus- devlet konseptinin imtiyazlı halinin de bu şekilde aşılabileceği nasıl tasavvur edilebilir.      

Kürt Sorunu için ‘barış süreci’ çözüm müdür?

Özellikle içerisinden geçtiğimiz şimdiki süreçte çözüm sürecinin karşılıklı olarak askıya alınabileceği ya da karşılıklı restleşmelerin daha da belirgin hal aldığı böylesi koşullarda Kürt Ulusal Hareketi üçüncü bir gücün devreye girebileceğini ve bunun da ABD veya uluslararası bir temsilcinin olabileceğini dile getirerek AKP’yi sıkıştırmak istemektedir. Ve bu noktada Kobanê özgülünde PYD ile ABD emperyalizminin doğrudan görüşmelere başlaması ve ABD ve AB emperyalist devletlerinin PYD’yi terörist olarak görmemesi paralelinde Kürt Ulusal Hareketi PKK’nin Türk devletiyle görüşme ve müzakerelerin ABD emperyalizminin gözlemci ya da uluslararası bir delegasyonun öncülüğünde gerçekleştirilebileceği yönelimi daha fazla belirmiştir. Hiç kuşku yok ki Kürt Ulusal Hareketi Türk devletini şimdiye kadarki karşılıklı olarak anlaşılan konsepte uyması ve bu duruma zorlamak için ABD veya AB emperyalist devletlerine olduğu gibi farklı arayışlara girer ve girmektedir de. Keza Kürt Ulusal Hareketi’nin daha başından itibaren uzlaşmacı çizgisi ve yönelimi söz konusudur ve bugünkü beyanı da bundan bağımsız değildir. Yani yeni ortaya çıkmış ve hiç olmayacakmış gibi yanılgılı bir yaklaşıma girilmemelidir. Kürt ulusal burjuvazisinin kendi ulusal pazarları için ya da buna hizmet edebilecek veyahut da buna yakınlaştırabilecek her türlü konsepte uyabilecek bir niteliğinin de olduğunu özellikle vurgulamak isteriz. Elbette emperyalistlerden medet umulmasını Kürt Ulusal Hareketi’nin zayıf bir yanı olarak telak ki ederiz. Ve elbette hangi biçimde olursa olsun kendi kaderini tayin hakkını yada kendi iradesini nasıl tayin ederse ona saygı duyarız. Ancak bağımlılık ve geri düzeylerdeki ilişkiler temelinde eşitsizlikler ve imtiyazlı koşullara karşı da mücadele edilmesi gerektiğini aklımızdan çıkaramayız. Bugün yaşanan gelişmeler ve yönelimlerde buna işarettir. Kürt Ulusal Hareketi bir yandan yaşanan güncel gelişmelere ilişkin malumun ilanı babında görürken diğer yandan oyalama ve tasfiye politikalarıyla saldırıların devam ettiğini beyan ederken, öbür yandan ise tekçi faşist Türk devletiyle uzlaşma ve anlaşma yöneliminden bir türlü vazgeçmemektedir. Bu yönelimini de taktiksel bir süreç olarak değil tam aksine stratejik bir hat olarak kabul ettiğini vurgulamaktadır. Kürt Ulusal Hareketi’ni bu anlamda her gelişen ve geçen süreçte daha da gün yüzüne çıkararak kendini ilan eden malumla daha fazla oyalanmayarak devrimci savaşı yükseltmek zorundadır. 12 yıllık iktidarını pekiştirerek bugünlere kadar gelen AKP’nin daha ilk süreçlerinden itibaren bir savaş iktidarı olarak bizzat ABD emperyalist efendisi tarafından tahkim edilerek işbaşına getirildiği yeterince anlaşılmamış olacak ki hala hem uşağından hem de emperyalist efendilerden çeşitli beklentiler ileri sürülmektedir. Eğer öyle olmasaydı bunca oyalama ve özel savaş yöntemlerinin- taktiklerinin yoğunlaştırılarak tahkim edilmesi karşısında oyalanıp durulmazdı ve gereken hazırlıklar yapılırdı. Eğer öyle olmasaydı onca baskı, saldırı ve katliamlar karşısında devrimci savaşın gerekleri yeterince yerine getirilirdi. Öyle olmasaydı özel savaş iktidarı olarak göreve getirilen taşeron AKP’nin 12 yıllık tasfiyeci politikaları sonrasında, henüz ve yeni bir savaş açtığından bahsedilmezdi. Zira bu noktada ciddi bir yanılsama ve önceki süreçlerdeki hatalı ve düzen içi reformist çizgileri meşrulaştıran bir sürece yaklaşım da bu derece olmazdı. Bu yönüyle 1990’lı yıllardaki Güreş- Çiller- Ağar özel savaş şeflerinden özde ve nitelikte hiç ama hiçbir farkı olmayan Erdoğan- Özel- Davutoğlu- Fidan özel savaş ekibine karşı da düzen içi reformist çizgi ve yönelimle değil tam da devrimci savaşı yükselterek günümüz süreci karşılanmalıydı. Nitekim bugün AKP iktidarının tüm yoğunluğu ve pervasızlıklarıyla tekçi faşist saldırıları sürüyorsa bu durumun yeni ortaya çıkmadığı ve hiç de şaşılacak bir yanının olmadığını göstermektedir. AKP iktidarı önderliğindeki tekçi faşist Türk egemenlik sistemi tıpkı önceki süreçlerde olduğu ya da her zamanki gibi Kürt Ulusal Hareketi ve ilerici, yurtsever, demokrat, devrimci ve komünistlere misliyle saldırılarını sürdürmektedir.        

 

Emperyalist sistemin parçası ve onu aşamayan çözümsüzlükler asla gerçek kurtuluş ve özgürlüğü götürmeyecek aksine düzeniçi tasfiyeci reformizm ile tekçiliğin yeniden üretimi kurulu düzenin dizayn edilerek devamı gerçekleşecektir. Değişen koşullar ve değişen ilişkiler argümanlarıyla kurulu düzenin yeniden balans edilmesine hizmet edilmemelidir. Bu bilinçle silahlı mücadelenin daha etkin konuşturularak devrimci savaşıın yüklseltilmesi şimdi çok daha elzemdir. Asla unutlmamalıdır ki zoru zor sökerek tarihin çöplüğüne atacaktır.    

 

      

 

Önceki İçerikDEVRİMCİ SAVAŞ BAŞTA OLMAK ÜZERE HER ALANDA KADINLAR YÖNETİME, KADINLAR İKTİDARA!
Sonraki İçerikTÜTÜN TABAKASININ ANISI