Faşist düzen partilerinin bile şiddetle karşı çıktığı ve hatta karşı çıkışlarıyla Meclise gelmesini ertelediği “iç güvenlik yasası’’ denilen azılı faşist yasa sadece yansıyan ve tartışılan bilindik boyutlara sahip değildir. Paralellikte meşhur olan AKP iktidarı, “iç güvenlik yasası’’ denilen bu azılı faşist yasaya paralel olarak F Tiplerinde (veya genel olarak zindanlarda da) yeni bir yönetmelikle idare biçimini düzenleyen hazırlıklarını hızlandırmış durumdadır.
Kamuoyuna yansıdığı kadarıyla zindanlara özgü olarak hazırlanan yasa veya yönetmelik, tutsaklara karşı biber gazı, tazyikli su ve diğer şiddet-işkence araçlarından silah kullanımına kadar her türlü işkence ve katliamı gerçekleştirme unsurunun kullanılmasını serbest hale getiriyor. Serbest bırakmanın da ötesinde yasalaştırıyor. Yani, bundan sonra zindanlardaki gardiyanlardan tutalım her türden güvenlik gücü tutsaklara çeşitli bahanelerle saldırırken, yukarıda bahsi geçen işkence ve katliam aletleri-silahlar pervasızca ve tamamen keyfiyet içinde kullanılacak ve kullanılmasından dolayı kimse bir yükümlülük taşımayacak. Dahası kullanılmasının sonucu olarak yapılan işkenceden ve kullanılmasıyla yaşanması muhtemel olan katliamlardan kimse sorumlu olmayacak. Zira yasayla ya da yönetmelikle yasalaştırılmış metot ve araçlar kullanılmıştır, kullanılmış olacaktır.
Evet, çıkarılmak üzere olan “iç güvenlik yasası’’, yani faşistlerin dahi tahammül göstermediği azılı faşist yasa dışarıda Molotofkokteyli taşımayı, kullanmayı ya da gazdan vb ötürü yüzünü kapatmayı veya maske takmayı yasaklayıp ağır ceza yaptırımlarına tabi tutmayı öngörürken, bu yasanın zindanlardaki uzantısı olarak hapishanelere özgü yapılan yeni düzenleme gardiyan, asker vb kolluk güçlerine, tutsaklara karşı ateşli silah da dahil her türlü işkenceyi yapma ve öldürme aracını ve bu araçların kullanılmasını yasalaştırıyor.
Bütün bunlar ne anlama geliyor? Özellikle F Tipi hapishanelerde işkence, ölüm ve katliam haberleri pervasızca artacak anlamına geliyor.Yani zindanlarda düşünülen düzenlemenin muhtevası açıktan işkence ve katliamlara davetiye çıkarmaktır. Elbette zindanlarda doğabilecek bu sonuçlardan doğrudan AKP iktidarı sorumlu olacaktır. Engin Ceber’in işkence edilerek katledilmesinin görüntüleri kamuoyunun gözleri önündeyken, yeni yapılan düzenlemenin ne gibi sonuçlara yol açacağı sır değildir. “İç güvenlik yasası”ndaki tamamen keyfiyete ve yoruma bağlı elastiki bir kavram olan “makul şüphe’’ gerekçesi, daha yasa çıkarılmadan icraata dökülerek ağır sonuçlar yaratılmıştır. En son olarak kar yağışına karşın arabalarının uygun olduğunu ve dolayısıyla yollarına devam edebileceklerini söyleyen bir gazeteci, “makul şüphe’’ zihniyetini arkasına alan polislerce tartaklanıp kelepçelendi ve hastalığına karşın polis aracının özel bölmesine konularak ölümüne sebep olundu. Bütün bu sonuçlar ortadayken, AKP iktidarı katliam ve işkencelere doymazlıkla daha pervasız ve daha azılı faşist baskı ve terör yasaları çıkarıp uygulamaktadır.
Özellikle bu faşist yasaların zindanlarda savunmasız olan tutsaklara karşı kullanılması hiçbir gerekçeyle es geçilemez ve bu tahammül gösterilemez bir hassasiyet noktasıdır. Savunmasız insanlara karşı faşist baskının, şiddetin, işkence ve öldürücü saldırı yöntemi ve aracının kullanılması, daha da önemlisi kullanılmasının yasalarla serbest bırakılması IŞİD vahşetinden daha hafif değilken, savunmasız tutsaklara karşı kullanılması benimsenen bu faşist baskı, savunmasız olan bebeklere karşı kullanılmış kadar ağır insanlık ihlali; “savunmasız’’ olan kadınlara, yaşlılara karşı kullanılmış kadar insanlık dışı ve barbarcadır. Buna lanetlenerek karşı çıkılması şarttır. En önemlisi de zindanlardaki faşist saldırılar ve bunlara karşı direniş her şeyden daha acil ve önceliklidir. Elbette dışarıda çıkan faşist yasaya karşı gerekli direniş sergilenmelidir fakat öncelikle zindanlarda uygulanan ve daha ağır uygulanacak olan işkence, vahşet ve katliama karşı direniş sergilenmelidir.
Zindanlar ve dolayısıyla tutsaklar özgünlükleri gereği genel olarak mücadele ve direnişimizde en nazik konular olarak önceliklerimizin başında gelir, gelmelidir. Bedel ödemiş ve ödemekte olanların daha fazla bedel ödemesini bekleyemeyiz ve ödemelerine sabır da gösteremeyiz. Bağlılıklarıyla tutsak düşüp tutsaklık koşullarının her türlü azamet ve dayanılmazlıklarına karşın devrime bağlılıklarını sürdüren, dahası bir biçimiyle karşı-devrime emanet edilmiş olan tutsakları-yoldaşlarımızı unutmadan direnişlerine ve sorunlarına sahip çıkmak devrimci görev ve borçtur.
Dışarıdaki gündem yoğunluğunu fırsat bilen faşist AKP iktidarı, bu yoğun gündem tartışmalarının toz dumanı arasında F-Tipi zindanlardaki tecrit ve izolasyon saldırılarını geride bırakacak türden faşist düzenlemeler yapmakta veya yönetmelikler çıkarmaktadır. Arada geçiştirilmek istenen bu faşist saldırıya karşı çıkıp mücadele etmek en basitiyle insani görevdir. Tutsaklar nasır yerimizdir; dokunulunca keskin bir sızı duyar, uyanırız! Tutsaklar yara yerimizdir; dokunulunca kanarız, kanasak da kanlı mücadeleden ödün vermeyiz! Tutsaklar onurumuzdur; dokunulunca onur uğruna mücadelemizde hiçbir fedakârlık ve bedelde tereddüt etmeyiz!
Tutsaklara zulmedenler elbette ki en barbar ve en vahşi yaratıklardır. Lanetlenmelidir! AKP iktidarı bunu yapıyor. Lanetleyelim, direnelim ve savunmasız tutsaklara destek vererek sahip çıkalım. Söz de değil, gerçekte sahip çıkalım!
Tutsaklar yalnız değildir, bunu faşist iktidarlar bilmelidir!
style=’mso-spacerun:yes’>
O halde emperyalist kapitalizmin tüm türevlerine ve onda merkezileşen burjuva- bürokratik devlet mekanizmasının parçalanarak özgür bir yaşamın örülmesi ufku kaçınılmaz bir görevdir. Temsili parlamenter- bürokratik gerici burjuva devletin her biçimine karşı proletarya ve emekçilerin, ezilen ulus ve inançların doğrudan- katılımcı olarak her bir bölge, il, ilçe, sokak- mahallelerin doğrudan- katılımcı olarak kendi kendini tam bir bölgesel ve yerel özerk yönetimleri ama aynı zamanda tamamen gönüllü ve demokratik temelde merkezileşmiş Komün, Sovyet ve Halk Konseyleri iktidarı için mücadele yürütmeliyiz.
Emperyalist dünya sistemine tüm tarihsel kökleri ve temelleriyle karşı çıkarak burjuva medeniyetçi paradigma ve onun her bir devletinde vücut bulan resmi her bir millet, tarih, dil, inanç, düşünce imtiyazı ve tekeline karşı köklü ve stratejik bir devrimci savaşı yürütmeliyiz. Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya, bu uğurda stratejik temelde önemli bir eşikten geçip nitel adımı atarak yol gösterirken onda tereddütsüz karşılığını bulan Ermeni ve Kürt komünistlerin gösterdiği yolda daha fazla açılmıştır. Bu bilinç ve perspektifle Sosyalist Halk Savaşını adım adım büyütme kararlılığıyla sosyalizme ve komünizme yürüyoruz.