Hikâye kadim, gaybı gazadan beri hançerası yayılıp durur. Proletarya dünkü çocuk sayılır onun yanında. Proletaryaya; ‘’kendini bana sor, beni kendinde tanı” diyor. Sırtında firavunların kırbacı, boynunda kölecilikten yadigâr damgaların izi, ayasında Ortaçağ karanlığının cadı avlarında ateşin yanığı, gözlerinin derinliğinde modernitenin sömürü
görüntüleri. Kamburunda erkeğin tarih yazımında yer almayan hikâyesinin tabletleri, parşömenleri, varakları.
Erkeğin yarattığı Tanrı yeryüzünde bir kadına bile nebiliği layık görmemiş. Yeryüzünün tiranları toplumsal üretimde geri düşürdükleri kadını eve hapsetmiş, aklının ve bedeninin üzerindeki her türlü tasarrufu kendine hak görmüş. Eşitsizliği fıtrata indirgeyip ahlakla gelenek ipleri örmüş. Beş bin yıllık sömürü ve eşitsizlikle kadına dış kapının mandalı muamelesi yapmış. Kadının susup sineye çektiğini yalnız erkek tiranların emrine amade vakanüvislerin mürekkebinden çıkmış tarih yazımında bulunur. Biliriz iktidara secde edip etek öğen vakanüvisleri. Değil mi ki, iktidar uğruna kardeşlerini, çocuklarını boğarak, zehirleyerek katleden sultanları, barışçıl, kadirşinas sıfatlarıyla takdim etme aymazlığına düşenler.
Hakikatin notunu düşen, gerçeği taşıyan kelimeleri sır gibi koruyan mangal yürekli vakanüvisleri, çelebileri de biliriz. Onların satırlarında öğrendik firavunların devrinde iktidara meydan okuyan matematikçi, bilim insanı Hyptia’yı. Engizisyon yargıçları karşısında diz kırmayan Jan Dark’ın küllerinden doğdu. Sason Direnişi’nde Rındexan, Dersim’de faşist Kemalistlerin taarruzuna karşı silah çatan Ana Zarife. Ve adlarını buraya taşımadığımız nice kadın…
Sosyalizm tarihinde ikinci cins, kadın-erkek eşitsizliği çelişkisi uzun yıllar doğru ele alınmadı. Sosyalizm üretici güçler teorisine indirgenerek oradan da pozitivist bir çıkarsama yapılarak sınıf hareketini böler fobisi üretiliyordu. Kapitalist moderniteden mündemiç pozitivizm sosyalist retoriğe öyle bir sızıp yerleşmişti ki püsküllü bela, eyleme prangaydı. Dört yüz milyonluk yarı feodal Çin’de proletaryanın felsefi-politik rehberliğinde köylüler kırdan kente devrimci savaş yöntemiyle devrimi gerçekleştirip sosyalizmin inşasına soyunduklarında sosyalizm nosyonuna bandırılmış aydınlanmacı retoriğin kiplerine sıkışıp kalan dostlarımız, yüzlerini buruşturup; “ bu proleter devrim değil, sosyalizm hiç değil” nakaratını koro halinde terennüm ediyorlardı.
Pozitivist akıl, Şeyh Said ve Hoybun önderliğindeki Kürt Ulusal isyanlarını Kemalizm’in milli kapitalizmi tesis etmesini sekteye uğratan “feodal gerici hareketler” mahiyetinde değerlendirip kıta halinde burjuvaziye asker selamı çakıyorlardı. Hareketin önderlerinin (bizzat sosyo-politik sahanın) aşiret Miri, küçük burjuva, milli burjuva olması, Kürt Ulusu’nun Kendi Kaderini Tayin Hakkı’nı hareketin, devrimci niteliğini gölgelemez.
Sıralamalı tarih tezlerini Marks’a dayandırmaları abesle iştigaldi. Marks teorisini bu biçimde deforme eden dostları için “Tanrı beni dostlarımdan korusun” nüktesiyle eleştiriyordu. Sıralamalı tarih tezinin boynunu büken Marks’tır; Marks’ın 1881’de Vera Zasuliç’e yazdığı mektup tüm ihtilafları ortadan kaldıracak niteliktedir. Marks kapitalizmin bireysel tarımı mülksüzleştirerek varlığını tarih sahnesine çıkarmasını Kapital’den alıntı yaparak özetler: “Bütün bir evrimin temeli, tarımsal üreticinin mülksüzleştirilmesidir. Bu da şimdiye kadar, köklü biçimde ancak İngiltere’de oldu. Ama Batı Avrupa’nın öteki ülkeleri aynı hareketi geçirmektedir” der ve ekler; “Demek ki, ben, Batı Avrupa ülkelerin bu hareketin ‘tarihsel yazgı’ olma yanını özellikle sınırladım.”
Marks, determinist iktisadi belirlemeciliğe indirgeme kalkınmacı pozitivist felsefik anlayışı reddeder ve teoremin bu yöne çekilmesine geçit vermez. Vera Zasuliç’e yazdığı mektupta Rus Komünü’nün “tarihsel zorunluluk” kompartımanına binmesinin gerekmediğini belirtir ve “Rus tarım komünü, kapitalizmin (korkunç) iğrenç serüvenlerinden geçmeden, bu üretimin tüm olumlu yanlarını benimseyebilir” vurgusunu yaptığında, bu; Antik Asyatik, köleci ya da feodal üretim toplumlarının kapitalizmin durağına uğramadan farklı bir (diyalektik) yol izleyerek sosyalizme geçiş sağlayabileceği olanağını yaratıyordu.
Kadın erkek eşitsizlik çelişkisine günün yaygın deyimiyle “kadın sorununa” yaklaşım da bu pozitivizmle harmanlanmış bakış açısı başattı. Kadının, proletaryanın felsefi-politik önderliğinde ezilenlerin ve sömürülenlerin hareketinde özgün örgütlülükler yaratması formülasyonuna ya “sınıf hareketini böler” ya da “ustalardan böyle bir önerme yok” karşı çıkışlarında bulunuyorlardı. Kadının özgün örgütlülükler yaratarak devrim saflarında yer alması devrim hareketinde bölünme yaratmadı. Aksine kadınların devrimci enerji ve potansiyelini açığa çıkartarak birleştirip büyüttü ve ataerkil kültürün toplumda ve saflarımızda parçalanmasında önemli rol oynadı, oynuyor da. Erkeğin uysallaştırmaya çalışıp tasallutuna aldığı kadın bugün başkaldırısını daha sert gerçekleştiriyor ve bu sosyal alanda özgürleşme kulvarına giren kadının ataerkil erkekle çatışmasının pratikleriyle yansımasını buluyor.
İkinci karşı çıkış, “ustalarda böyle bir önerme yok” mantalitesi MLM’nin özünü, onun fizik biliminin keşifleriyle ve tarihsel – toplumsal seyirdeki değişim ve gelişmelerle yenilenip yeni nitelik kazanacağını kavrayamamaktır. MLM’yi teolojiyle özdeşleştirme, derin dondurucuda tutmanın dışarı vurumudur. MLM teori tarihseldir. Yenilenip değişmesi, yeni nitelikler almaması olanaksızdır. Engels teoriyi “ölümsüz doğrular” kapısına bağlayıp, tarihin nesnelliğiyle değil taş ilkelerle ele alanlara şu yanıtı veriyordu: “Teorik düşünce, her çağda dolayısıyla çağımızda da, çeşitli dönemlerde çok değişik biçim ve bununla birlikte çok değişik bir içerik kazanan tarihsel bir üründür. Bundan dolayı, düşünce bilimi, bütün ötekiler gibi tarihsel bir bilim, insan düşüncesinin tarihsel gelişiminin bilimidir. (…) İlk olarak düşünce yasaları teorisi, dar kafalı nedenlemenin mantık sözcüğü ile tasarladığı gibi yalnızca bir kez ve herkes için ortaya konmuş ‘ölümsüz bir doğru’ değildir.”
Bu zihinsel bariyeri aştık. Kolay aştığımız ifade edilemez. Tarihin hangi evresinde “eski köye yeni adet getirmek” kolay olmuş ki. Tarihin trajedisi ve cilvesi bu. Yeni fikirler muhafazakar direnişle karşılanır. Karşı çıkan yoldaşlarımızın çoğunluğu da eksikliklerini kavrayıp, zihinsel bariyerlerini aştılar. Teorik ve politik değişimde önümüzü açan yoldaşlarımıza, özelde de 17’lere selam olsun.
Ezilenin ezileni kadın yalnız üretim alanında emek sermaye çelişkisine maruz kalmıyor. Üretimin dışında toplumsal alanın her safhasında, ailede, okulda, sokakta… tecavüze, tacize, fiziki ve psikolojik şiddete, muhafazakar ahlakın baskısına maruz kalıyor. Beş bin yıllık patriarkal tiranların baskı ve ideolojik kıskacında cebelleşiyor.
Kadının özgün örgütlülükler yaratması, kadının rengi ve sesiyle devrim mücadelesine katılımın teorisini ve politikasını esasta oluşturduk ama pratikte atıl kaldığımızı kabul etmeliyiz.
Bugün politik pratik işlevselliği ve faaliyeti durdurulan Demokratik Kadın Hareketi başlangıç merhalesinde olumlu bir hamle, iyi bir deneyimdi. Kadın yoldaşlarımız, esasta bu deneyimin teorik politik belgelerini, pratik deneyimlerini, dünyada ikinci cins-kadın sorunu babında yazılan külliyatın belgelerini, Uluslar arası Komünist Hareket’in belge ve deneyimlerini, verili kadın örgütlerinin belge ve üniversiteli, işçi, köylü, akademisyen, sanatçı… yani toplumsal alanın birçok safhasında yer alan kadınların ve kadın örgütlerinin yer aldığı geniş bir tartışma ve istişare yürütebilinir.
Kitlelerle, demokrasi devrim güçleriyle birlikte tartışıp istişare etmenin önemini mahpus kadın yoldaşlarımızın deneyiminde, mektuplarındaki ilgili bölümü kelimesi kelimesine olduğu gibi aktaralım; “ Hevaller Sovyet ve Çin devrimi konularını çalışıyorlardı. Bu konuda bizimde konuya dâhil olmamızı ve Çin’de ki devrimle beraber bizim ülkemiz şartlarında devrime bakış açımızı öğrenmek ve tartışmak istediler. Ufak söyleşi tadında bir toplantı yaptık. Çin Devrimi’ni ve özelde de Kültür Devrimi’ni anlattıktan sonra ülkemizde devrim konulu söyleşi bölümüne geçtik. (…) 3. Kongre ile birlikte yeni bakış açımızı ilk kez anlatma şansımız oldu.(…) Bize ayrılan zaman dilimi boyunca konuları özetledik. Kendileri de okumak istedi, (…) paylaştık. Yıkıcı yaklaşımlarda vardı. Bunu da uygun dille söylemlerimizde ifade ettik. Ve sonrasında ufak bir özeleştiri yapıldı. Ama genel anlamıyla güzeldi. Onlarda böyle söylediler. Bizi ilk defa dinlediklerini ve önyargılı oldukları kimi konularda şimdi daha farklı yaklaştıklarını ifade ettiler.”
Bu deneyim ufak bir örnek olmakla beraber; özgüven, diyalektik karşılıklı öğrenme ve birliktelik esnekliği ve de cüret anlamına geliyor. Kitlelerle tartışma; kitlelerden kitlelere yaklaşımıyla kitlelerden bilinçsel-kültürel uyanış, değişim, yenilenmeyi; kitlelerin aktif katılım ve sahiplenişini, oluşum ve karar alma süreçlerine dahil olmalarını, kitle inisiyatifinin gelişimini, bizlerinde kitlelerden öğrenmemizi ve fikirlerimizin toplumsal karşılığını görmemizi sağlar.
Tartışma istişare adet yerini bulsun kavlinde yapılmamalı. İki hafta önce konuyu tartışmaya açıp iki hafta sonra da, tartışmayı bitirip karar alıyorsanız podyumluk bir tartışma yapmışsınızdır. Bu kadar kısa sürede, ciddi konular araştırılıp incelenip tartışılamaz. Bu kültüre ve tarza karşı kitlemizde ciddi itiraz ve eleştiri var gücenmesin kimse, olumluluktur bu. Kitlede demokrasi ve istişare kültürünün geliştiğini gösteriyor.
Kadın yoldaşlarımız önlerine bir üre koyarak tartışmayı başlatabilirler. Bunun için onlarca özneye de gerek yok. Donanımlı ve etkin üç kadın yoldaşımız buna öncülük edebilir. Ev, mahalle, dernek toplantıları, forumlar ve internet tartışma kanal ve araçları olabilir. Kıvılcım çakılsın umulandan fazla sinerji açığa çıkacaktır. Demokratik Kadın Hareketi’ni tekrarlamakta doğru olmaz. Demokratik Kadın Meclisi’ne öncülük edilebilinir. Verili kadın örgütlerinde ki, kurumun kuruluşuna öncülük eden öznelerin siyasi paradigmasını kabul etmeyenlerin / benimsemeyenlerin çoğunluk baskısıyla yönetimden ve faaliyetten harici kılındığı darlaştırıcı sekter yaklaşımlardan uzak durulmalı. “Yüz Çiçek” ilkesiyle feminist, sosyalist feminist kimlikler de dâhil olmak üzere demokratik muhtevadaki her kadın rengiyle Kadın Meclisi’nde yer alabilmeli. Unutulmasın tırtıl güvede kelebeğe dönüşebiliyor. Maoist kadınlar da evvelinde hangi sosyo-politik kimliklerde olduklarını anımsamalı. Değişim yılanın kavlak değiştirmesine benzer. Bir kimliği parçalayıp yeni kimliği oluşturmak sancılıdır, içsel çatışmalıdır. Diyalektik ilişki, sabır ve ısrar şart.