Merkezi plan ve ana doğrultuya tabi olup şartlara uygun biçimlenen belli mücadele ve örgütlenme çalışmalarının merkeze koyularak dar münakaşalar yürütmek veya kimi pratik siyaset ve faaliyet biçimlerinin ve hatta kullanılan sözlerin dahi altı eşilerek adeta “öküzün altında buzağı ararcasına” devrimci kurumların yürüttüğü demokratik ve devrimci çalışma külliyatını eleştiri masasına yatırmakla meşgul olmak ama burada kullanılan kazmayı devrim ve mücadelenin genel sorunlarında kullanmaktan sakınmak, eğer tek yanlı öznelci dar görüşlülüğün ürünü değilse, ideolojik-siyasi daralmanın belirtisidir. Bu hastalıklı haldir.

Günübirlik dar sorunları önceleyerek taktik konuları esas hale getiren yaklaşım tarzından kurtularak, geniş perspektiften bakan anlayışla daha kapsamlı meselelere eğilmek zorunludur. Bir taraftan güncel pratik sorunlarına kafa yorarken, diğer taraftan sorunların derinliklerine inerek kaynaklarıyla mücadele etmek zaruridir. İşin özeti, bakış açısını düzelterek dar sorunlar altında boğulan dar-pratikçi anlayışı terk etmeli, sorunları bütünlüklü olarak ele almayı başarmalıyız. Gerçek başarının yolu buradan geçerken, sorunların irdelenmesinde birleştirici anlayışla hareket etmenin bu başarıda rol oynayacağı aşikardır…

Durumun en geniş ölçekte tahlil edilerek sorunların objektif bakış açısıyla açığa çıkarılması ve çıkarılan sonuçlara göre örgütsel-siyasi görevler temelinde pozisyon almak gerekli olan devrimci tutumdur. Bunda kolaycılığa kaçılamaz. En sert eleştiriden, tanımlanmış statükonun değiştirilmesine kadar, bilimsel bakış açısının bizi götürdüğü yere kadar gitmekten korkmamalıyız. Gerçeği önyargısız yaklaşımla çıplak biçimde ifade etmekten imtina etmemeliyiz. “Serçeleri ürkütmeyi” göze almalı, derin sulara dalarak balıkları su yüzeyine çıkarmalıyız. Mesele devrim ise, suçlanmanın her türünü ve gürültülü yuhalanmaların hepsini göğüslemeliyiz…

Gerçek durum nedir?

Devrim ve mücadelenin genel talepleri bağlamında yürütülen görevlerin büyük ölçüde yetersiz olduğunu söylemek objektif gerçeği ifade eder. Örgütlü devrimci hareket devrimin devasa görevlerini omuzlayarak bu görevlere uygun mücadeleler sergileme pratiği açısından yetersiz, örgütsel olarak çelimsizdir. Mücadele sorunlarını yönetememe ve örgütsel güç olamama problemlerinden mustariptir. Monotonluk ve müzmin durağanlık ya da edilgenlik esas ve egemen durumdur. Münferit denilebilir tek-tek devrimci eylem tarzı istisnayı geçmemektedir. Marjinalleşme esprisi kitlelerin örgütlenme oranı ve kitleselleşmedeki cılızlıkla bir olguya dönüşmüştür. Çığır açma ve çıkış bulma pratiği yaşamsal bir gereksinim olarak kendisini dayatmaktadır. Sarsıcı yenilenme ve değişim sürecinin köklü adımlara ihtiyacı vardır. Pansuman ve bilineni tekrar etmek yetmez; ayağa kalkmak için “soğuk duş” etkisinde devrimci cereyan ve sıçrayıcı muhasebeyle yeni biçim ve tarzlara varma operasyonu şarttır.

68’lerden günümüze aktarılan ve dönem kadrolarıyla bugüne taşınan büyük bir teorik birikim ve temsiliyet mevcuttur. Önderler önder olmanın, önderlikler önderlik olmanın sorumluluğuna uygun adımlar atmakla mükelleftir. Ne yazık ki, pasif ve kendiliğindenci kabukları kırmaya dönük kuvvetli çıkışlarla yol açma cüreti zayıftır. Çırpınışı sıçrayışla ivmelemek hem devrimci ihtiyaçtır hem de halkın talebidir. Kokuşmuş-köhnemiş düzene ve siyasi iktidarlarına tahammül kalmamış, devrimci sabır limitini doldurmuştur. Atılım ve feda ruhunu önceleyen devrimci projenin gerçeğe ve sürecin çelişkilerine uygun oluşturulması öncülerin görevidir. Etkisiz kalan, eskiyen ve yetersiz ya da geçersiz kalan her şeyin devrimci gereksinim temelinde keskin biçimde rafa kaldırılarak yıkıcı mücadele pratiğini olanaklı kılan yeni tarzın geliştirilmesi ihtiyaçtır. Statükolara bağlılık, eskide kör ısrar ve inat, değişime kapalılık, yeni karşı ürkeklik ve dar ufuklu basit kaygı mantalitesi devrimci hareketin yeni tarz geliştirmesinin önündeki başlıca tıkaçlardır. Yalın özetle, devrimci cephede tablonun resmettiği genel gerçek budur, durum bu minvaldedir ama aşılacak; bu da kaçınılmaz bir gerçek!…

Genel durumu bu gerçeklik temelinde tespit etmek yanlış olmaz. Fakat sadece durum tespiti yapmakla yetinmek, sorunu çözümsüz bırakmak olur ki, bu fevkalade yanlış olur. Doğru tespitte bulunmak ya da durumu genel muhtevasıyla özetleyip ortaya koymak meselenin yalnızca ilk adımıdır ve bu ilk adım kuşkusuz ki değerlidir. İlk adım ikinci adımı koşullayan temeldir; ikinci adımı baskılayarak gündeme getiren zorunlu ilk halkadır. Şayet ilk adım olarak yapılan durum tespiti, tutarlı olarak çözüm perspektifi sunmayı ya da çözümü kapsayan bir sentezle çözüm gücü olmayı hedeflemiyorsa, diyalektik bakımdan noksan kalmakla birlikte, yeterli devrimci manadan da yoksun demektir. O halde, genel durumun farklı dinamik ve içeriğini, farklı özellik ve yanlarını dikkatten kaçıran, bu zeminde çözüme odaklanmayan, çözüm aramakla ilgilenip onu üretmeyen her yaklaşım ya da tespit temelden özürlüdür…

Somut durumun objektif gerçeğe uygun tespit edilmesi bilimsel tutum iken, somut gerçeğe uygun perspektiflerle çözüm yöntemleri ortaya koymak, değiştirme pratiğine uzanan içeriğiyle elzemdir. Sorunun en genel özü budur, böyle tarif edilebilir. Dolayısıyla soruna buradan yaklaşmak ve buradan sorunu ele almak isabetlidir…

Tespit yapmakla yetinme ile çözüme odaklanma tutumları arasındaki çelişki, son tahlilde dünyayı yorumlamak ile onu değiştirme pratiğini esas alma arasındaki ilişkinin yansımasıdır. Meselenin önemi bu düzeydedir. Sorunun bu özü açısından, komünist ve devrimciler bir yere kadar eleştirilebilirler; devrim görevlerinin yürütülmesindeki yetersizlik ve mücadelenin önündeki sorunların aşılamamış olması bakımından kesinlikle eleştirilmeyi hak eder-etmektedirler. Bunda işi esnetmeye ve iltimas geçmeye yer yoktur. Yoktur çünkü, durum tespitinde bu dinamikler es geçilemez oranda tayin edici özneler ya da kuvvetli subjektif öğelerdir. Üst-yapı unsurlarının belli şartlarda belirleyici rol oynadıkları inkâr edilemez ve eğer bu doğruysa, ilgili dinamiklerin mevcut durumda bir sorumluluk taşıdığı da doğrudur. Kesinlikle doğrudur çünkü, nedenler her ne olursa olsun, son tahlilde devrimci görevlerin istenilen düzeyde yerine getirilmediği, en önemlisi de mücadele sorunlarına çözümler üretilemediği genel kabul gören gerçek durumdur…

Sonuçlar kadar, nedenlerle ilgilenmek de yadsınamaz. Sonuçları doğuran nedenlerdir ve bu anlamda nedenlerin dikkate alınması kaçınılmazdır. Ancak nedenler de tek yanlı değildir. Nesnel olan nedenler kadar, öznel-subjektif nedenler de vardır ve bunlar önem taşırlar. Kısacası, bize bağlı olan nedenler ve bize rağmen olan nedenler toplamı vardır. Bizlerin tespit edilen mevcut durum vesilesiyle komünist ve devrimci dinamiklere yüklediğimiz sorumluluk ve bu zeminde yürüttüğümüz eleştiri tam da bizlere bağlı olan nedenlere işaret etmektedir. Yani, nesnel şartlara/somut koşullara bağlı nedenlere rağmen, subjektif koşula bağlı nedenler mevcut durumda esas rol sahibidirler. Hatta somut koşullar ve durum elverişli şartlar barındırarak birçok gelişmeye uygun olmasına karşın, bizzat öncü kuvvet veya subjektif güçlerin kendine bağlı yetersizlikleri ve sorunları devrimci görevlerin yürütülmesinde ve mücadelenin geliştirilmesinde negatif durumdadır.

Eğer sorun bu değilse, o zaman içinden geçtiğimiz toplumsal siyasi süreç ve tarihsel dönem yeni bir okumayı gerektirmekte ve sorunu başka mecraya taşımaktadır. Ki, bu olasılık yabana atılacak kadar soyut-subjektif bir olasılık değildir. Zira, devrim mücadelesinde yaşanan sorun yalnızca bir parça veya parçadaki dinamiklerde değil, dünya ölçeğinde cereyan eden genel bir sorundur. Bu dikkate alınmak durumundadır. Dahası, komünist ve devrimci dinamiklerin zayıflamış örgütsel-siyasi güçlerine rağmen, güçleri oranında olmak kaydıyla önemli bir direnç, ısrar ve kararlılık ortaya koydukları inkâr edilemez. Buna paralel olarak, toplumsal kitlelerde önemli dalgalanmaların yaşandığı, direniş ve mücadelelerin yaşandığı nesnel durum şartları da belli bir dinamizm taşımaktadır. Buna karşın, komünist ve devrimci hareketin güçlenip gelişmesi ve mücadeleyi nesnel potansiyel ile buluşturup ilerletilmesi ciddi yetersizliklerle seyretmektedir. Dolayısıyla, içinden geçilen süreç veya dönem itibarıyla işaret ettiğimiz olasılığın dikkate alınması önem kazanmaktadır. Ancak bu olasılık tamamen gerçek de olsa, bunun da doğru okunarak açıklanması ve sonuçların çıkarılması doğrudan komünist ve devrimci dinamiklerin sorumluluğudur; sorumluluk bu dinamiklerdedir. Devrim ve mücadele kendiliğinden gelişip doğru orantılı sonuçlara ulaşamayacağına göre, öncü-önder kuvvetlerin bu süreci yönetip geliştirmede rol oynaması şart ve zorunludur…

Devrimci mücadele sorumluluk ve bilinç eylemliliğidir! Kuru iradecilik, solcu kabadayılık ve kuru kahramanlık tüm görünümüne karşın çürüktür

Gerçek durumun objektif tespiti adına ve elbette durumun ihtiva ettiği farklı özelliklere inkârcı yaklaşmama adına, subjektif etmen ya da öncü-önder güçlerin ağır süreç altında fedakâr mücadeleler verdiğini, bedeller ödeyerek devrimde ısrar ve mücadelede kararlılık gösterdiğini hakkını verelim. Yeterli olmasa da ve temel sorunlara çözümler üretilememiş olsa da ilgili dinamik ya da güçler tarafından devrimci görevlerin karşılanmasına dönük ısrarlı bir mücadele tutumuyla kararlı bir irade sergilendiği inkâr edilemez. Lakin tekrar etmekten üşenmeyeceğimiz şu ki, bu yetmez!…

Kitlelerin mücadele potansiyeli küçümsenemez bir dinamizm göstermektedir. Nesnel şartlar bakımından devrimci gelişmenin koşulları mevcuttur; subjektif özne açısından devrimci durum tartışmalı olsa da nesnel koşullar mücadelenin gelişmesi/geliştirilmesi için uygundur. Buna karşın, yukarıda ifade ettiğimiz üzere, devrimci görevlerin yürütülmesinde ciddi zayıflıklar devam etmekte, yıkıcı mücadelelerin gelişip büyümesi ve devrimci hareketin ivme kazanması sağlanamamaktadır. Ki, mevcut durum tespitinde bulunurken baz aldığımız genel şartlar da esasta bunlardır. Bunlar bizi bir kez daha içinden geçtiğimiz sürecin özelliklerini somut olarak tahlil etme ihtiyacına götürmektedir. Tanımlanan genel sorunların aşılması kaygısıyla çözüme odaklanan ve çözümler üretmeyi görev edinerek yöntemler geliştirmeyi pratikleştiren her yaklaşım, durumun barındırdığı çelişkili özelliği dikkate alarak sürecin somut olarak tahlil-tespit edilmesine zorunlu olarak eğilir; eğilmek zorunda kalır, zorundadır…

Bütün meseleye mücadelenin geliştirilmesi ve devrim sorunu açısından bakılır, bakmalıyız. Devrim perspektifi örgütlenme temeli ve örgütsel-siyasi güç olma anlamında neyi amaçlar? İşçi sınıfı ve geniş halk kitlelerinin örgütlenmesini, onlarla birleşmeyi, onları mücadeleye çekmeyi veya dahil etmeyi, mücadeleyi onlara mâl etmeyi ve onları öncü kuvvetin yönetimi altında devrime seferber etmeyi amaçlar. Öncülerin devrimdeki rolü stratejik ve tayin edicidir; bu unutulamaz. Ancak devrim mücadelesi salt öncülerin savaşına indirgenemez. Proletarya ve devrimci halk kitleleri bu savaşın önder ve temel güçleri, mücadelenin itici kuvvetleri ve devrimin nesnel potansiyelidirler. O halde, örgütlü devrimci hareket ya da devrimci önderlikler, bu kitlelerle bulundukları zemin ve mücadeleler içinde birleşmek, onların yanında ve direnişlerin önünde olmak, onların çelişki ve sorunlarını, onların talep ve ihtiyaçlarını vb. dikkate alarak siyaset yürütmeli, pratik mücadeleler geliştirmek durumundadırlar.

Kitlelerden kopuk ve kitlelerin benimsemediği yöntemler-biçimler-tarzlar onlara dayatılmamalı, onların mücadele biçimi esas alınarak bu mücadeleler içinde devrimci siyasi mücadele biçimleri geliştirilmeli, devrimci hamlelere çekilmelidir. Kitlelerin bu katılım ve ilerlemesi sağlanmadan onlara üstten getirilen mücadele biçimleriyle gidilmemeli, onlara benimsemedikleri biçimler dayatılmamalıdır. Bu, kitlelerle birleşmek ve onları eğiterek ilerletmenin esas yoludur. Onlar pratiklerinden öğrenirler, bu pratikler içinde özgüven edinir ve öncülere güvenirler. Kitlelerden kopma marjinalleşmenin temeliyken, gelişip büyüyememenin de gerçek nedenidir. Komünist ve devrimci öncüler devrimci mücadele biçimlerini ve militan eylem tarzını kitle mücadeleleri dışındaki alanlarda uygulayıp geliştirmelidir. Rast gele radikal eylemlere başvurmadan, kitlelerin sempatisini toplayan isabetli eylem biçimlerini benimseyip uygulamalıdırlar. Ama daha da önemli olan, kitle mücadelelerini, kitlelerin uygun gördüğü biçimlerle yürütmektir. Kitlelere empoze edilen “aşırı marjinal gruplar, teröristler” gibi demagojinin kitlelerde tutunmaması için, kitle mücadelelerinde kitlelerin uygun gördüğü mücadele biçimlerine uygun hareket edilmelidir…

Misal, 1 Mayıs, 8 Mart, 21 Mart gibi kitlesel eylem ve etkinliklerde, geniş kitleleri ürkütüp devrimci kortejlerden koparan, dolayısıyla tam da düşmanın yapmak istediği gibi devrimcilerle kitleler arasına “fitne” sokarak ayrıştırılmalarına sebep olan radikal tutum ve tarzlardan sakınmak en doğrusudur. “Bayrağımı göstereceğim”, “ismimi duyuracağım”, “sloganımı atacağım” kaygılarıyla (meşru da olsa), radikal tutumlar geliştirerek polisin saldırısına davetiye çıkarırcasına kitlesel eylemleri adeta boşa düşüren ya da kitlelerin tepkisini çeken tutum-davranışlara girmek yanlıştır. Bu tarz eylem ve davranışların kitlesel eylemler dışında gerçekleştirilmesi elbette gereklidir ama kitle eylemlerini zayıflatan zeminde gerçekleştirilmesi kesinlikle hatalıdır. Devrimci mücadele sorumluluk ve bilinç eylemliliğidir. Kuru iradecilik, solcu kabadayılık ve kuru kahramanlık tüm görünümüne karşın çürüktür. Güç durumu ve taktiksel üstünlük durumuna göre siyaset belirlemek doğru olandır. Gücümüzü koruyarak doğru mücadelelere seferber etmek ve kazanamayacağımız çarpışmalardan sakınmak devrimin mantığına uygun olandır…

Kısacası, mücadele ve eylem biçimlerinin arasındaki nitel ayrışımın dikkate alınması ve bu biçimler arasındaki ayrımın net olarak pratiğe geçirilmesi kesinlikle dikkate alınması gerekendir. Her kurumsal mücadele tarzı ve biçiminin kendi hukuku ve meşru zemininde içinde ele alınarak uygulanması ötelenemez bir zorunluluktur. Bu zorunluluğun bir dayanağı demokratik kitle mücadelelerinin gerici-faşist baskı karşısında korunmaya alınması iken, diğer bir zorunluluk da güvenlik nedenidir. İllegal ile legalin iç içe boca edildiği bir tarz polisin yönelimini desteklerken, bu saldırıların etkili olmasını da sağlamaktadır…

 Kuşkusuz ki, devrim kendi doğasını takip ederek kendi şartlarını dayatır, karşı-devrim de kendi şartlarını dayatır. Bu çarpışmadan kaçınılamaz. Lakin bu çarpışmanın devrim lehine gelişip sonuçlanması için uygun olan çarpışmalara girip uygun olmayanlardan sakınmak da devrimin tasarrufundadır. Devrimci planın şartlara ve stratejik-taktik güç dengelerine göre kurulması tercihten öte bir zorunluluktur. Büyük güçlere karşı savaşmaktayız ve bunu unutmamalıyız. Bu savaştaki avantajımız stratejik üstünlükle birlikte, savaşı genel ve özel yasaları temelinde gerçeğe uygun olarak planlayıp yönetmeye dayanır. Bundan da önemlisi, proletarya ve geniş halk kitlelerine dayanmaktan gelir üstünlüğümüz…

Devrimci zor-şiddet metodu bu savaşın temelidir ve gerici sınıflar tarafından devrimci sınıflara dayatılan kaçınılmaz bir gerçekliktir. Devrim öyle ya da böyle son tahlilde bu zor-şiddete dayanmak durumundadır. Bunu reddetmek devrimden kopmaktır. Ancak, zor-şiddet unsurunun nasıl, ne zaman, hangi biçim ve taktiklerle ve hangi taktik aşamalarda esas alınacağı, kullanılacağı vb. tamamen somut durum ve siyasi şartlara bağlıdır. Örgütlü devrimci hareketin kitleselleşme durumunun, örgütsel güç ve eylem şartlarının negatif olup genel ve özel durumun aleyhte olduğu şartlarda, yani düşmanla kıyasıya bir çatışma yürütmenin şartları son derece zayıf olduğu siyasi koşullarda, güç biriktirerek büyük çatışmalara hazırlanmak üzere uygun yöntemlerle örgütlenme çalışmalarına ağırlık vermesi, kaybedeceği çarpışmalara girerek yenilgiler almasından ve kitlelerin moralini düşürmekten daha doğrudur. Buna “sağcılık” yaftasını elinde tutan kör dövüşçülerin karşı çıkacağı malum. Ne ki, bizlerin sorunu bunlara yanıt verip subjektif duygularını tatmin etmek değil, devrimin taleplerine yanıt vermek üzere plan kurmaktır…

Bazen kitlelerde büyük öfke uyandıran bir gericinin proletaryanın hukukuna uygun olarak cezalandırılması büyük bir devrimci kamçıya dönüşürken, bazen de kesilen ağaca sarılmak ya da onların kürsülerinden barbarlıklarını yüzlerine haykırmak geniş kitlelerin büyük sempatisini toplar. Bunların her biri sarsıcı, devrimci eylemdir. Birini ötekinin karşısına koymadan ve birini yadsıyarak mücadeleyi tek biçime bağlayarak güdükleştirmek anlayış sorundur, devrimi geliştirmez. En keskin ve en radikal biçimleri tek tarz haline getirmek mücadele ihtiyaçlarını karşılamaya yetmez. Devrimi geliştiren ve hizmet eden kullanılabilir her biçimin ısrarla kullanılması devrimin mantığına uygun olandır. En radikal ve sansasyonel de olsa, bir eylemle sonuç almak olanaksızdır. Sistemli bir çizginin stratejik-taktik, esas-tali, illegal-legal unsurlarla tahkim edilmesi ve mücadele bütününde uygulanması aslolandır. Somut koşullar ve siyasi şartlar neyi gerektiriyorsa ona uygun pozisyon almak ve mücadeleyi bu şartlara göre biçimlendirerek yürütmek gelişmenin temelidir. Emek vermeden ve ter dökmeden devrimci sonuçlara varmak boş bir hayaldir. Hazırlanmamış erken başarı olanaksızken, çabuk zafer beklentisi sol hatadır, neticesi (örgütsel-askeri) yenilgidir…

Devrimci mücadelede biçim ve araçlar amaçlara bağlı olarak oynadıkları rolle bir tarzı yansıtırlar

Biçim ve araçlar amaçlara bağlı olarak oynadıkları rol ve edindikleri içerik toplamında bir tarzı yansıtırlar. Aynı zamanda amaca uygun belirlenen anlayışın pratik mekanizmadaki izdüşümleri olarak değer kazanırlar. Bu anlamda biçim, araç, yöntem ve bunların pratikte yoğunlaşmış karşılığı olan tarz sorunu üzerinde durmamız bir rastlantı eseri değildi. Bilakis yeni bir tarzın oluşturulması ihtiyacı temelinde kimi mücadele biçimleri, yöntem ve araçlarını bilinçli olarak konu yaptık. Dolayısıyla, tartışmamızın temel argümanını, örgütlü devrimci hareket cephesindeki durum dikkate alınarak, köklü bir muhasebe temelinde ve içinden geçilen sürecin özelliklerini objektif analiz-tahlilini yaparak radikal bir yenilenme ve değişim ihtiyacının zorunluluğu biçiminde saptadık…

Dünya sathında egemen olup parça coğrafyamıza da sirayet eden dış dünya nesnel şartları bağlamındaki süreç, teknoloji eksenli makro gelişmelerle yığınca olgu ve etmeni barındırmaktadır. Siyasi olarak tasfiyeci erozyon, toplumsal yaşamının çelişkileri ve dinamikleri açısından büyük değişimler barındırarak gelişen, bizzat insan ilişkilerinde yaşanan ve yansıyan doğrudan etkileriyle mevcut süreç, sınıflar mücadelesini de birebir etkilemektedir. Bu etki pozitif ve negatif özelliklerle mütalaa edilebilir. Sınıf ve sınıf çelişkileri temel karakterini korurken, dinamik olan değişim-gelişmeler süreci yeni çelişki ve ilişki biçimlerini günlük yaşamda görülür biçimde hissettirmektedir. Bu, insanın bazı parametrelerde değişimini koşullamaktadır. İdeolojik-siyasi kuşatma ve koyulaşan ağır baskılar insan yaşamını, düşünce ve davranış biçimlerini, ilgi, ihtiyaç ve taleplerini şekillendirmektedir.

Buna ek olarak, sürecin pozitif yanları bağlamında, insanın teknolojik standartlardan sınırlı da olsa yararlanma, iletişim, öğrenme, bilgilenme, alternatif tercihlere ulaşma ve bunları kullanabilme ya da yararlanma olanaklarına kısmen de olsa sahip olma gibi etmenler de insan ve ilişkilerini vb. yeniden kalıba dökmektedir. Buradaki gerçeklik esasta bencillik, bireysellik, sinsi izolasyon ve tecrit, yalnızlık ve yabancılaşma, değerler değişimi ya da çöküşü gibi oldukça tehditkar bir zeminde boy vermektedir. “Sunduğum nimetlerden yararlanmak istiyorsan, benim değerlerimi edinecek, istediğim gibi düşünecek ve yaşayacaksın” şeklindeki dayatmacı-baskılayıcı sistemsel oto-kontrolcü koşullama; kapitalist-emperyalist sistemin yaşanan gelişmeler süreciyle insan ve ilişkilerini, ilgi ve taleplerini-ihtiyaçlarını, değer ve yönelimlerini, hatta bilinç ve düşüncesini esir alarak yönettiği gerçek manada insan erozyonu tahripkar bir süreçtir… “Özgürlükçülük” burjuva manada insanlara sirayet etmiş, bireysel özgürlük sahte yapısıyla kabartılıp gerçek-toplumsal özgürlük manipüle edilmiştir. Bilinç bulanıklığı, çarpık yoz kültür, çürüme ve yabancılaşma sistemsel süreç ve gelişmeler üzerinden toplumsal kişiliğe sinsice şırınga edilmiştir…

Bu sürecin devrimci açıdan nasıl karşılanması gerektiği konusu, ayrıntılı olmakla birlikte, esasta başka bir yazının konusu olarak işlenebilir, işlenmesi gerekir. Fakat, özet ifadeyle, örgütlü devrimci hareketin bu süreç karşısında köklü bir değişim ve yenilenme perspektifiyle kitlelerle ilişkilenme, bunun araç ve yöntemlerini geliştirme, eskimiş paradigmaların yerine daha etkili söylem ve araçlar kullanma temelinde yeni bir tarzın geliştirilmesinin zorunlu olduğunu söyleyebiliriz. Yeni metotlar, yeni araçlar ve yeni argümanlar geliştirmek şarttır. Daha fazla devrimcilik bu şartların başında gelirken, devrimciliğin toplumsal sorun ya da sınıf çelişkilerini dikkate alan gerçek zeminde örgütlenerek ezilen ve sömürülen kitlelerle buluşturulması şarttır. Kitlelerle birleşmeyen ve onlara mal edilmeyen bir devrimcilik sonuç yaratmaz.

Önceki İçerikPeru ve Dünya İşçi Sınıfının Sadık Yoldaşı; Başkan Gonzalo
Sonraki İçerikGerçeğin Reddi, Yenilgiyi Büyütür!