49 yıl önce 17 Mayıs’ı 18 Mayıs’a bağlayan o karanlık gecede, faşizmin cellatları yine görev başındaydı. “TC” egemenler sisteminin, katliamlarla tescilli eli kanlı cellatları, bu kez, kızıl şafağı kuşatmanın güzergahı olan Komünist Önder Kaypakkaya’yı katlediyorlardı. Zifiri karanlığın paralı bekçiler, bilge fikirleriyle karanlığa ışık olan, en koyu karanlıkta ustaca özgürlüğe yürümesini bilen, enternasyonal proletaryanın Türkiye-Kuzey Kürdistan kolunun büyük önderini, ağır işkencelerle aramızdan alıyorlardı.
Onu katledenler, aslında, O’nun siyasal düşünceleri, ideolojik duruşu karşısında diz çöküyorlardı. Çünkü işkence tezgahlarında yaşanan hesaplaşma, bir komünistin bilgisinde olan örgütsel sırlara ulaşmaktan öte, ezilen-sömürülen Türkiye-Kuzey Kürdistan halklarının devrim-sosyalizm yürüyüşüne diz çöktürüp-çöktürmeme ikileminde yaşanan bir hesaplaşmaydı. İhtilalci komünizmin, çelikleşme yolunda ham demire verdiği su ile çelikleşen, kızıl bayrağına karşı, Özel Savaş Konsepti Generallerinin, apoletli aktörlerinin kini bu gerici sınıf düşmanlığından ileri geliyordu. İşte Kaypakkaya, fiili savaş koşullarında, mekan ve zaman ayırmaksızın, tek başına da kalsan sınıf düşmanlarımızı yenme cüretini kuşanan bir önderdir. Örs ile çekicin arasında dövüle dövüle bilenen bu cesaret, mayısı daha büyük zaferlerin muştusu yapmış, sınıf düşmanlarını onların ininde yenmiştir.
Çünkü Kaypakkaya;
Sınıflar mücadelesi tarihi olan insanlık tarihini ve insanlığın geleceğini karanlığa gömmek isteyenlere karşı, tarihe ışık tutarak, özgürleşme bilincini karanlığın mezarından çıkarıp geleceğe ışık oluyordu. İnsanın insana tahakkümünü “kutsayanlara” karşı, O, her türlü tahakküme köklü meydan okuyordu. Özel mülkiyet dünyası ile insanlığın ve doğanın tüm zenginliklerini gasp edenlere karşı, özel mülkiyeti devrimci zor ile ortadan kaldırarak, tüm zenginliklerin ortak paylaşımı için, ezilen ve sömürülenlerin devrimci eyleminin güzergahını tayin ediyordu. Sınıflı toplum gerçeğinde, mülk sahibi bir avuç egemen-imtiyazlı sınıfın barbar saltanatına karşı, komünist toplum ütopyamız ile sınıfları ortadan kaldırmak için, ideolojik-politik-iktisadi temelleri ile gerici sınıfların barbarlığını yıkmak için “herkesin gözleri önünde kızıl bir bayrak göndere” çekiyordu. İşte, özel mülkiyet dünyasının toplumsal sisteminde kaynak bulan ve antagonist çelişkilerin tezahürü olarak tüm evrende vücut bulan sınıf savaşımında, dünyanın “biz” coğrafyasında vazife alan Komünist Önder Kaypakkaya, bundan dolayı sınıf düşmanlarımızın kuşatması altındaydı, bundan aldığı güçle bu kuşatmalarda lekesiz bir sancak olarak dalgalanıyordu.
Komünist Önderimiz, 73 yılı 18 Mayıs’ında, Amed zindanlarının, vahşi işkencelerinde direniş abidesi olarak bayraklaşırken, sınıf düşmanlarımızın zulüm kuşatmasına karşı, komünist irade ile baş eğmez bir tutum değildi sadece. İnsanın insan üzerindeki baskısının ilkel “şafağından”, günümüz “modern” çağına uzanan tarihsel kavganın bir kesitiydi işkence hanelerde yaşanan. İnsanlığa büyük acılar yaşatan ve büyük bedeller ödeten, tüm birikimleri ezilen-sömürülen insanlık toplumuna kıyım ve kıtlıklarla tahakküme çeviren gerici dünyanın her tarihsel kesitteki biçimlerine, son tahlilde kapitalist “medeniyetle” belirginleşen tarihin son amansız sınıf kavgasına cepheden meydan okuyan “kızıl heyulanın”, Türkiye-Kuzey Kürdistan sahasındaki ihtilalci çizgisi olarak, faşizmin hedef tahtasına konulmuştu. Çünkü Kaypakkaya, ezilenlerin sinik dünyasını, tarihsel köklerindeki devrimci mirasla buluşturup ayağa doğrultan, resmi ideolojinin tüm paradigmalarından koparak, burjuva karargahlara karşı kabus olan nitel çığırın adıdır.
72 manifestosu ile sağlam temellere oturup somut şartlara uyarlanmış tarihsel itirazın, tutarlı teori-pratiğini temsil eden bilimsel eseri ile, komünist önder Kaypakkaya, coğrafyamız sınıflar mücadelesi tarihinde, MLM biliminin pratik-politik varlık kazanmasında tarihsel momenttir. Sınıf çelişkilerinin üstün çözüm metodu olan bu eylem kılavuzunun, komünist yürüyüşün bu kararlı çizgisinin, tez elden tasfiye edilmesi, karanlığın temsilcileri için birinci “görevdi.” Vartinik kuşatması sonrası tutsak düşmesinden, Amed zindanlarına uzanan tarihsel kesitlerden, işkencede katledilmesi sürecine kadar, insan dünyasında tasavvufu zor işkence yöntemleriyle bedeninin dirhem dirhem kesilmesi, bu tarihsel sınıf kininin dışa vurumudur. Ve Komünist Önder Kaypakkaya’nın direnişi, bu gerici sınıfa karşı, ezilen halkların kurtuluş davası özgülünde, proletaryanın sınıf tutumu bağlamında anlamlıdır, tarihseldir, öğreticidir, yol göstericidir. Komünist Önder Kaypakkaya’nın direnişi, boyun eğmeme ile sınırlı değil, proletaryanın sınıf davası perspektifi ile, işkence haneleri karşı devrime hesap sorma alanına dönüştürme şiarıdır. Onların, “yendik” dedikleri yerde, yenilmeme ve ideolojik-politik zaferi can pahasına abideleştirme çizgisidir. Öldürenin, öldürdüğüne pişman olduğu, tay dağı yüceliğindeki “ölüm” karşısında küçüldüğü bu tarih, proletarya partisi ve Türkiye-Kuzey Kürdistan devrimi açısından büyük bir kaybın yaşandığı tarih olsa da Önder Kaypakkaya’nın, 72 komünist çizgisi, işkence hanelerdeki “ser verip sır vermeme” direnişiyle daha kök salmış, ezilenlerin dünyasında özgürlük ışığı olmuştur.
Tarih bu stratejik zaferi doğrulamaktadır. Sınıf düşmanlarımızın baştan aşağı askeri olarak tahkim edilmiş egemenlik kurumları dahil, her türlü zor aygıtlarını parçalamak-yıkmak, devrimci savaşın görevidir. “Yıkılmaz” diye sınıf bilincinden yoksun yığınların dünyasında “korku” imparatorluğuna dönüştürülen gerici sınıflar egemenlikleri, devrimci zor ile yıpratıldıkça, kitlelerin bilincinde tersten devrimci bir uyanış yaratır. Bu tamamıyla devrimci savaşın düzeyi tarafından tayin edilen bir durumdur. Ama bunda da ötesi, zindanlarda düşmanı yenme cüreti ve iradesi, yığınlar özgülünde ayrı bir güven, devrimci saflarda özel bir moral değeridir.
Kaypakkaya direniş geleneğinin devamcısı olarak işkencede katledilen, Proletarya partisinin kadrolarından Hasan Hakkı Erdoğan’ın şiir dizelerinde ifade ettiği gibi, “Düşman zindanlarda yenilmez diye düşünme hiç, hatırla İbrahim’i, Mehmet Zeki’yi, Orhan’ı… Daha kurumadı Cihan’ımızın kanı, Haykır sancağımızdaki kızıl şiarı” İşte bu kızıl sancaktaki şiarın yaratıcısı olan Kaypakkaya’ dan, mücadelenin her kesitinde öğrenmek…. O’ndan aldığımız bayrağı daha ileri mevzilere taşımak, sınıf mücadelesinin her alanında bu ilkenin yılmaz yaratıcısı olmak, tek başına da olsan direnmek, kazanmak, ölümü zafere mahkum kılmak. Bu, 18 Mayıs’ın ruhudur, kazanma cesaretidir, en zor koşullara teslim olmadan komünist irade beyanıdır.
Teori-pratik diyalektik ilişkisinde, komünist niteliktir Kaypakkaya!
Proletaryanın bilimsel silahıyla donanmış ezilenlerin isyanı, yeni bir dünyaya açılan kapıların kilidi olmuş ve tarih emekçi kitlelerin devrimci eylemleriyle yazılmaya başlanmıştır. Bu tarihle, insanlığın ileriye yürüyüşü, Paris komünü, Büyük Ekim ve Çin devrimleri, emeğin örgütlü gücü ile baş gösteren devrimci müdahalelerle, insanlığın özgürleşmeye yürüyüşünü temsil eder. Emperyalizm ve Proleter devrimler çağında dünyayı etkisi altına alan, ulusal ve sosyal devrim dalgaları, Marksizm-Leninizm’in yeni nitel şafağı olan Büyük Proleter Kültür Devrimi atılımı ile, dünyayı sarsar. “Doğu rüzgarının” kızıl neşteri, modern revizyonist merkezlere ve emperyalizme devrimci karargahlardan güçlü vuruşu temsil eder.
Suphilerin yürüyüşü, bu tarihsel gelişmelerin iz düşümüdür. Ve Kaypakkaya, Karadeniz’de devrime saplanan “15 kanlı hançerin” mirasıyla mayalanan, devrimci tarihin kökleri ile buluşmuş, Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin, ideolojik-teorik ürünü olarak, dönemin yükselen kitle hareketleri üzerinden 72 Manifestosu ile kızıl bayrağı göklere çekmiştir.
Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin ideolojik-siyasal tesiriyle açılan bu keskin ufuk, her türlü anti Marksist anlayışlara ve sınıf düşmanlarımıza açıktan bir meydan okuyuştu. Resmi tabular yıkılıp yerle bir ediliyordu, “yanılmaz otorite” olarak kabul gören modern revizyonist kalelere dair tüm ezberler bozuluyordu. Kemalist “cumhuriyet” paradigmasının ırkçı-şoven, tekçi-faşist paradigması, tutarlı devrimci eleştiri ile açıktan deşifre ediliyor ve bilimsel ideolojimizin yeni nitel kavrayışı ile mekanik gelenekçiliğe, statik şablonculuğa, sınıfsal çarpıklıklara devrimci darbeler vuruluyordu. Somut şartların somut tahlili ile yırtılan tutuculuğun, gelenekçiliğin, resmi tarih bilincinin reçeteleri yerine, evrensel MLM ilkelerle, tarih, gün ve gelecek komünist çizgide ayağa doğruluyordu. İşte Kaypakkaya çizgisinin komünist teori-pratiğinin özü budur. Kaypakkaya yoldaşın kuramsal teorik tezleri, ulaştığı bilimsel sentezler, diyalektik yöntemi ve komünist ideolojideki netliği konusunda, bir önceki sayımızda, “72 Nisan manifestosu” içerikli yazımızda değindiğimiz için burada bir kere daha tekrar etmeyeceğiz. Ama, Kaypakkaya komünist çizgisinde nitel muhteva içeren “teorik-pratik diyalektiğinde devrimci yürüyüş”, özellikle bugün daha ileri düzeyde kavranması gereken mirasımızdır.
Diyalektik ve tarihsel materyalist yöntemle, tarihi ve somut toplumsal koşulları tahlil etmek, kuramsal teorik sonuçlar çıkarmak, meselenin bir yanıdır. MLM açısından asıl tayin edici olan, ulaşılan bu kuramsal teorik-politik sentezler ışığında, toplumu devrimci tarzda değiştirmektir. Teorisiz pratik ne kadar kör ise, devrimci pratikte sınanmayan her teori, lafazanlıktır. Teori-pratiğin diyalektik ilişkisinde icra edilen her devrimci eylem, teori ve pratik denkleminde ilerlemeyi, gelişmeyi temsil ederken, bu ilişki dışında bir ele alış, körelmeyi, daralmayı, dogmatizmi, MLM çizgiden savrulmayı ifade eder. Proletaryanın eylem kılavuzu olan MLM’nin pratik-politik varlık kazanması, teori-pratik diyalektik ilişkisinde, ezilenlerin siyasal mücadelesinde kazandığı anlamdır. Yani, bilimsel silahımızla siyasal iktidar yürüyüşüdür. Bu ilişkiyi yadsıyarak, siyasal felcin doktrini olarak reformist-pasifist-parlementerist çizgiler, “bozkırı tutuşturmak için bozkırın kurumasını beklemek gerekir” anlayışı ile, devrimci savaşı bilinmez bir tarihe ertelerken, O “bozkırı tutuşturmak için bir kıvılcım yeter” tezi ile, devrimci savaşla sürece devrimci müdahalede bulunmaktaydı.
Bugün büyük miras ve geleneği temsil ediyorsak, bu Önder Kaypakkaya’nın, ideolojik-teorik-politik ve örgütsel olarak temsil ettiği tarihsel çıkışından kaynaklıdır. İdeolojik olarak net, teorik olarak berrak, siyasal olarak keskin duruşunun çaktığı kıvılcım, 50 yıllık devrimci savaşın ısrarı ve cüreti olmuştur. Devrim silahlı mücadele içinde gelişecek. Bu bilinçle devrimin teorik-pratik görevlerini omuzlayan Komünist Önder Kaypakkaya, devrimin stratejik rotası olan savaş çizgisi gereği, 72 nisan manifestosunu devrimci savaş koşullarına göre konumlandırmıştır.
Devrimin kıvılcımı ile tutuşan bozkırlar, büyük şehirlerde, işçi eylemlerinde, köylü isyanlarında yaşanan eylem ve çatışmalarla, örs ile çekiç arasında dövülerek tavına gelen çelikleşme yoluna girmiştir. Ve birer birer ölümsüzlerimiz olarak toprağa düşen her neferimiz, güçlenen tarihsel hafızamız, gelecek özgür toplum yürüyüşümüzün kudreti olmuştur.
Politik iktidar perspektifinin somuttaki devrimci eylem çizgisi olan Halk Savaşı pratiği içinde Kaypakkaya yoldaş, Mahir ve Denizlerden sonra faşizmin saldırı hedefi haline geldi ve Amed zindanlarında azgın işkenceler karşısında tarihin akışına yön veren direnişiyle katledildi. Komünist önderin usta ellerinde demir tavında dövülerek çelikleşmiş, bilumum gericiliğin hırçın saldırılarına aldırmadan, asi dağların gizemli vadilerinde bağdaş kurarak devrimi kuşanmıştır. Azgın faşist çelmeler, kızıl direnme ruhunun timsali direnişlerle göğüslenen ağır cani işkenceler, katliam ve baskılar, askeri mahkeme ve zindanlar engellemeye yetmedi komünist toplum yürüyüşünü. Çünkü kökleri ile doğru buluşup, devrimci pratikle ilerleyen bu tarihsel miras, aldığı suyu unutmadı-unutmayacak.
İdeolojik mücadelede keskin, politik iktidar hedefinde berrak bir çizgidir Kaypakkaya!
Kaypakkaya, Ege, Trakya ve Marmara Bölgesindeki mücadele sürecinde edindiği büyük tecrübelerle DABK faaliyetçisi olarak Kuzey Kürdistan topraklarında mücadeleye devam ederken, 1970’li yıllarda PDA ile arasında var olan görüş ayrılıkları daha da keskinleşti. PDA revizyonistleri ile, Türkiye-Kuzey Kürdistan proletaryasının gelecekteki komünist önderi arasında amansız bir ideolojik ve politik mücadele süreci yaşanmaktaydı. Ve Kaypakkaya, her fırsat ve koşulda, MLM görüşleri meşru araç ve yöntemlerle anlatma çabasında iken, PDA yöneticileri haince komplo ve suikast planlarıyla komünist önderi yok etmeyi planlamaktaydı.
Siyasal düşünceleri ve ideolojik duruşu karşısında diz çöken bu komplocu güruh, suikast girişimi ile yetinmeyerek, her türlü hileli yöntemi kullanarak, Kaypakkaya’yı örgütsel ortamdan tasfiye etmeyi planlıyorlardı. Bütün bunların sonucu olarak, Proletaryanın menfaatlerine uygun meşru ve doğru bir ayrılık kararı aldı Kaypakkaya. “Çünkü keskin çizgilerle birbirinden ayrılmış, iki ayrı ideoloji ve politika, aynı örgüt çatısı altında barış içinde bir arada yaşayamaz. Ya biri hakim olacak ya diğeri… Sapma içinde olanlar dostça eleştiri ve ikna yoluyla düzeltilmediği taktirde, yani iflah olmaz oportünist olduklarını davranışları ile ispatladıkları taktirde, halka hizmetin tek yolu kalır.”anlayışı ile örgütsel çıkışını ifade eden Kaypakkaya, dikkat edilirse, uzun süre ideolojik mücadele sürdürmüştür. Ki Kaypakkaya’nın ayrılığı, ideolojik, politik, teorik zeminde, devrimin niteliği ve yolu konusunda, devrimci şiddet ve silahlı mücadele çizgisinde, devrimin dinamiği olan sınıf ve halk katmanları, “TC” devletinin niteliği ve ulusal sorun başta olmak üzere, temel tezlerde cepheden bir çıkışı ifade etmektedir. Bu temel farkları bile Kaypakkaya, komplo ve suikast girişimleri ortamında, ideolojik mücadele süreci ile sürdürmüş, son tahlilde iflah olmaz revizyonist-tasfiyeci anlayışlara karşı TKP(ML)’yi kurarak cepheden bayrak açmıştır.
Tarihsel bir not olarak, buna ayrılık demek, gerçeği ifade etmemektedir. Bu komünist çizgide nitel bir kopuştur, ezilen-sömürülen sınıf ve halk katmanlarının devrim mücadelesi açısından ileriye atılmış bir adımdır. Bu nitel çıkış ile, ezilen kitleler tarihsel ileri mirasıyla birleşerek ayağa doğrulmuş, devrimci savaşta tayin edici olan Komünist partisi önderliğine kavuşmuşlardır.
Kaypakkaya’nın ideolojik-politik olarak bu keskin duruşu ve ideolojik mücadeledeki ısrarı, bugün açısından önemle ele alınması ve öğrenilmesi gereken bir devrimci mirastır. O, komünist çizgide nitel bayrak açarken, ezilen halklar ve sömürülen sınıfların politik iktidar mücadelesini merkez aldı. Fikirleri ve tutumu, dar grup çıkarları, küçük burjuva hırslar, kariyer üzerinde şekillenmiyor, devrimci savaşın ihtiyaçları ile vücut buluyordu. Eksik ve hatalarla uzlaşan değil, keskin ideolojik mücadele ile doğrularını, siyasal mücadele ile birleştiriyordu. Tarihsel tecrübemiz göstermiştir ki, bugüne kadar yaşanan birçok örgütsel saflaşmada, partimiz ve kadrolarımız, bu niteliğin doğru kavranmamasından kaynaklı, örgütsel ortamı dağıtıcı roller oynamışlardır, parti içi ideolojik mücadele ile aşılacak birçok farklı fikirleri ve örgütsel tutumları ayrılık tutumlarına vardırmışlardır.
Bu konuda proletarya partisinin 1. Kongresinde, “Tarihi Muhasebe” ile ortaya koyduğu anlayış ileri bir düzeyi ifade etmektedir. Örgütsel-ideolojik-siyasal tarihsel sürecimize ışık tutun bu belgedeki sentezler, tarihimizde yaşanan birçok ayrılık kültürünü, ideolojik-politik-örgütsel boyutu ile mahkum etmektedir. Her farklı fikir, her ideolojik ve örgütsel sorun, ayrılık gerekçesi değil, iç ideolojik mücadele ile, parti birliğini örgütsel ilkelerle koruyarak değiştirip-dönüştürme sorunudur. Bu halka doğru kavranmadığı zaman, olumsuz pratikler yaşanmaktadır.
Halkın davasının çıkarları ve politik iktidar mücadelesinden kopulup, dar grup çıkarları, kişisel hesaplaşmalar, küçük burjuva hastalıklar kıble haline getirildiğinde, bu tür olumsuzluklar kaçınılmaz olarak yaşanmaktadır. Üzerinde durdukları burjuva-küçük burjuva zemin ötelenerek, parti içi ideolojik mücadele ile çözülecek birçok örgütsel-politik sorunları “ayrılık”, “davadan kopma” gerekçesi haline getiren istisnasız her kesim, Kaypakkaya yoldaşın “herkesin gözleri önünde göndere çektiği kızıl bayrağa” sarılmakta, problemli kavrayışlarını bu bayrağın gölgesine sığınarak manipüle etmeye çalışmaktadırlar.
Bu tür pratiklerin Kaypakkaya ve onun üzerinden yükseldiği Marksizm-Leninizm-Maoizm ile yakından uzaktan alakası yoktur. Kaypakkaya çizgisinin, ideolojik mücadeledeki keskinliğini, aynı zamanda haklı davamızın kurmayı olan komünist partisinin birlik-mücadele-birlik ilkesiyle, örgütsel olarak birleşmedir. Eleştiri özeleştiride amansız, KP’nin iç örgütsel işleyişi ve devrimci disiplininde ilkeli uyum. Parti içinde tüm iflah olmaz burjuva-küçük burjuva anlayışlarla sonuna kadar ideolojik mücadele esas alınmadan, disiplinsiz, ayrılıkçı, bozguncu, ilkesiz tarzlarla, KP birliğine zarar vermek, Kaypakkaya çizgisi değildir. Bu tür anlayışlara Kaypakkaya’yı ve O’nun çizgisinde sentezler çıkaran Muhasebeyi doğru kavramalarını salık veririz. Tabi devrim ve sosyalizm diye bir sorunları var ise….
Bitmeyen kavgamızın söylenmemiş son sözü olarak;
18 Mayıs’ta isyana duran bilge insanın, halk olup; omuz omuza devrim katarını büyüten, militan olup; zulme inat, insanlığın büyük ütopyalarını haykırdığı gündür. Barutun sindiği beyaz örtü üzerinde yalın ayak yürüyerek yaktığı özgürlük ateşini, sıkılı yumruğu ile taşımıştı Amed işkence hanelerine.
Büyüdü ve zindan duvarlarını aştı özgürlüğün muştusu bu ses. Keskin dönemeçler, derin uçurumlar, vadiler, dağ dorukları ve şehir sokakları yürüdü bu sesin hükmüyle. Vartinik’te Bir kaya… İbrahim Kaypakkaya… Kavganın kızgın korunda çelikleşen bu irade, ses olup yükseldi, ezilenlerin gelecek yürüyüşüne tarihin perspektifi olarak. ‘‘Vartinikte bir köm, Kömün içinde Yeşil gözlü ve arkadaşları… Meral bir, Ali Haydar iki, İbrahim üç, İbrahim on, yüz, bin… Gözlerinde kin… Ediyorlardı yemin… Bu can bu tende kaldıkça kazıyacağız kökünü, feodalizmin, komprador kapitalizmin ve emperyalizmin!”
Kaypakkaya güzergahında görev vaktidir. Safları sıklaştırarak, günün devrimci görevlerini kuşanarak, yiv ile set arasında, ezilenlerin öfkesiyle barbarlığın üzerine yürümek, tarihsel mirasımızın komutudur. Devrim, her türlü gerici dünyadan koparak, insanlığın özgürlük günlerine bir yürüyüştür. Bu katar ölümsüzlerle büyür, kanla tarihi yazılır. Mayıs ayında ölümsüzlerle büyüyen devrim katarımız gibi.
Darağacında Deniz-Yusuf-İnanlar, Kızıldere’de Mahirlerle, ezilenlerin öfkesi oldu bu yürüyüş. Mazlumlarla büyüyen isyan ateşi, Kazım Çeliklerle dağ yamaçlarına vuran şafağın kızıl rengi. İbrahimlerle direnip yürüdük devrimin kor ateşinde. Baskınlar ve pusularda, sokaklarda ve dağlarda göğüs gerdik tüm amansızlıklara. Her vurulup düşerken, yeniden doğrulduk o bilge insanın kızıl güzergahında. Bu tarihsel hesaplaşmamızda, Kaypakkayalar, devrim, sosyalizm ve yüce komünizm idealimiz olarak yürür, büyür.