KADIN

Çayından bir fırt çekti adam. Deminden beri konuşan kadının perişan halini bir kez daha süzdü. Kendini her daim kalbinde hisseden tutkulu sözcüklerin kadınıyla geçen yıl balkonu temizlerken düşüp ölen temizlikçi kadını anımsadı.
“İyi güzel de hanımefendi,” dedi, “bana burada bunları niye anlatıyorsun. Ne yapmamı istiyorsun?”
“Oturmayın burada, harekete geçin,” diye sürdürdü kadın. “Kadınların kutsal suskunluklarını sürdürdükleri bir dünyada yaşıyorsun. Böyle rahat rahat oturup çay içemezsin. Kadınlar kara çarşaflara sokuluyor, zincirlenip pazarlarda satılıyor. Büyük barbarlar, kadın düşmanı yerel barbarları ortaya çıkardı. Hepiniz seyirci kaldınız.”
Adam etrafına bakındı. Kafeterya boştu. Çattık belayı berzaha dercesine iki yana salladı kafayı. Kadın elindeki kitabı, ceketinin sağ cebine sokup, sürdürdü.
“Kadın düşmanı bu barbar çetelere kadınlar neden katılıyor? Dünya kadınlarının ezici çoğunluğu, neden boyunlarındaki cins boyunduruğunun farkında değil? Sen farkında mısın o da belli değil.”
Adamın dikkati, kadının yüzünde kendini içe doğru çeken ikiz bir alamete, sükûnete ve cinnete takılmıştı.
“Güzel şeyler söylüyorsun hanımefendi, ama ben ne yapabilirim? Git bunları yetkililere anlat, bana niye anlatıyorsun burada? Boynumu boyunduruğa sokmuş bir adamım ben.”
Kadın, sağ gözünün altındaki mor halkaları, parmağının ucuyla kaşıdı, yaklaştı, adamın karşısında oturdu. Cebinden çıkardığı kitabı masanın üzerine koydu.
“O zaman boynumuzdaki boyundurukların cinslerini bilirsin sen. Sınıf boyunduruğu, ulus boyunduruğu, inanç boyunduruğu, göçmenlik boyunduruğu, doğal iş bölümü boyunduruğu. Bu boyunduruklardan hangisinin bir parçasısın sen?”
Çift sürme günlerinde, öküzlerin cilalanan, çatlayıp kanayan boyunlarındaki boyundurukları, bindiği ağır boyundurukları anımsadı adam. 
Biliyorum, bilmez değilim, farkındayım her şeyin. Fakat…”
“Farkındasın ama bu yetmiyor. Bir de farkındalık diye bir şey vardır,” diye sürdürdü kadın. “Farkındalık, kadın köleliğinin kaldırılması yönünde atılan ilk ve en büyük adımdır. Tarihin en aciz kaldığı nokta, kadının kendi köleliğinin farkında olamadığı noktadır.”
Tezgâhtan gelen garson kadın, ‘kafayı yemiş, hoş gör,’ dercesine adama göz kırptıktan sonra yaklaştı, hafif eğilerek, “lütfen müşterileri rahatsız etmeyin,” dedi.
Kadın ayağa kalktı, masanın üzerindeki kitabı alıp cebine soktu. Diklemesine, gözlerinin içine baktı garson kadının.
“Sen zorunlu işin içinde zorunlu olarak konuşuyorsun.”
“Nasıl konuşursam konuşayım, ikide bir gelip, müşterilerimizi rahatsız etmeyin.” 
“Ben kimseyi rahatsız etmiyorum, zorunlu işi rahatsız ediyorum. Zorunlu iş, eski ve yeni tüm kölelik biçimlerinin ana kaynağıdır. Köle sahibi gibidir zorunlu iş, emek ve hizmet ister. Senin buradaki zorunlu işe bağımlılığın, erkeğinkinden daha güçlüdür. Bunu unutma.”
Tezgâhın arkasından yedi yaşında bir çocuk çıktı, geldi garson kadının eteğinden tuttu, hafif çekti. Kadın, bakışlarını, garsondan çocuğa doğru çevirdi. İşaret parmağını kaldırdı!
“Unutma,” dedi garson kadına. “Bu güzel çocuk senin. Sen sadece malları değil, insanları da üretiyorsun. Doğal iş bölümü, sana insanların üretilmesi ve büyütülmesi alanında daha ağır işler yüklüyor. Bu çocuğu dokuz ay karnında taşıdın, acıyla doğurdun ve dokuz ay emzirdin. Onun büyütülmesinde asli unsur olarak görev aldın. Bu doğal bir iş, doğal bir hizmettir insan üretimi alanında.”
“Dediklerin güzel de…”-“
“Dinle! Sen bu işe ek olarak, evde yaşayanların beslenme, temizlik ve benzeri ihtiyaçlarını hizmet işçisi olarak karşıladın. Bu hizmetlerin saatle sınırlanmış bir düzeneği yoktur ve en vahimi de karşılığı, ücreti yoktur. Bu duruma ek olarak, senin bir de ev dışı, ücrete bağlı, şu zorunlu işin var. Tüm bu hizmet ve mal üretimi sürecinde sen, emeğinin önemli bir bölümünün karşılığını alamıyorsun, erkek karşısında ekonomik güç olarak zayıf bir konuma düşüyorsun.”
Garson, yumuşadı, kadında o ana kadar fark edemediği bir şeyi, içtenliği ve yardım etme isteğini fark etti birden. İçinde uyanan acıma ve empati duygusunu, mülk ve müşteri hesaplarıyla fingirdeyen davranışlarına doğru yaydı. 
“Kusura bakmayın, sizi bu kafeteryadan çıkarma kabalığına düşmek istemiyorum. Bakın masalar sandalyeler boş, buyurun oturun size bir içecek ısmarlayayım.”
“Teşekkür ederim. Hiç kimseden karşılıksız bir şey almak istemiyorum. Öylesi durumlarda kendimi baskı altında hissediyorum. İnsanlık zaten yeterince baskı uyguluyor.”
“Baskı olarak yorumlamayın lütfen.”
“İyi niyetli olabilirsiniz ama teklifiniz baskıdır. Şu çevremize bakın bir. Kadın olarak doğan ‘erkeğe’, ‘erkek’ olarak doğan kadına ya da doğduktan sonra karşıt cinse dönüşen her cinse ağır baskılar uygulanıyor. İnsanın derin doğasına, o doğadan kaynaklanan zevklerine, eğilimlerine ağır baskılar uygulanıyor. Ciddi kişilik sorunlarına, vicdan kanamalarına, onulmaz mağduriyetlere yol açıyor bu baskılar.”
Kadın, kapıya doğru yürüdü sessizce. Eşikte durup, kafasını çevirdi, bakışlardaki mahcubiyeti ve çaresizliği, kendi içinde eriterek, güce ve umuda dönüştüren derin bir irade ışıltısıyla son kez süzdü kafeteryayı ve kayboldu.
“Ne yapacağım bilemiyorum,” diye mırıldandı garson kadın. “Birkaç haftadır uğruyor. Gözüne kestirdiği her müşteriye anlatıyor bunları. Bıkmadan usanmadan uzata uzata anlatıyor. Sonra çıkıyor, yol boyundaki dükkânlara, işliklere giriyor. Onlara da anlatıyor. Kafayı yemiş, ama iyi bir kadın. Dürüst.” 
“Anlaşılması zor şeyler söylüyor,” dedi müşteri. “Doğru şeyler söylüyor ama böyle olmaz. Esnaf dinlemez bunu. Gidip derdini yetkililere anlatması lazım. Çözüm çıkarsa oradan çıkar.”
Çocuk hüzünlenmişti.
“O teyze hep geldi anne, sen hep kovdun,” diye mırıldandı. “Kovma.”

Önceki İçerikTahir Elçi cinayetiyle Erdoğan/AKP faşizminin sınırsız tırmanışı ve direnişin savaşa dönüşme zorunluluğu
Sonraki İçerikTaşın Muamması