Bugün aktüel olan saldırganlık ve baskılara karşı direnmekten söz etmek yetmez. Bu faşizmin pervasızca yürüttüğü kitlesel katliamlar, hunharca ve alenen gerçekleştirdiği cinayet ve suikastlar karşısında devrimci savaştan ve bu savaşın yükseltilmesinden bahsetmenin yeri ve zamanıdır. Proleter devrimciler açısından sorun nettir. Bu iktidarın devrimci zora dayalı bir sınıf devrimiyle alt edilmesi şart ve zorunludur. Bu devrimin silahlı mücadele ve savaş biçiminde, proletarya ve geniş emekçi halk kitlelerin bir sınıf devrimi olması bir o kadar şarttır. Bu görev değişmez bir perspektiftir
Erdoğan/AKP güruhu hiçbir çekince duymadan ölçüsüz bir pervasızlık içinde ağır faşist baskılar uyguluyor, anlaşılmaz bir cesaretle kitlesel katliamlar başta olmak üzere her türden katliamlara imza atıyor. Her uygulaması ve pratiğiyle tam bir darbe yönetimi sergiliyor, faşist diktatörlüğü en koyu boyutlarda yaşatıyor. Hiçbir engel ve yasa tanımıyor, insani hiçbir değer taşımıyor. Bilakis ırkçı faşist bir saldırganlıkla halk düşmanı karakterini katıksız biçimde ortaya koyuyor. Muntazam bir tekçilik uygulayarak her türden ifade ve irade beyanını katlederek yanıtlıyor. Tek adam diktatörlüğünü en amansız saldırı ve katliamlarla yaşatmaya çalışıyor. Kendinden başka bir sese tahammül etmiyor, azgın faşist baskıları varlığının tek koşulu olarak uyguluyor. Bu güruh, “Teröristleri kazılan kanallara gömeceğiz” diyor, akabinde katlediyor adeta kanallara gömüyor Kürtleri. “Son teröriste kadar kökünü kazıp bitireceğiz” diyor, çocuklardan aydınına kadar her Kürdü kurşunluyor, katlediyor… Varto’da, Cizîr’da, Farqîn’de, Sur’da yaptığı katliamlara ara vermeden devam ediyor. “PKK terör örgütü değildir” diyen Amed Baro Başkanı Tahir Elçi’yi, “Savaşa, çatışmaya karşıyız, barış istiyoruz” dediği anda kurşunlayarak katlediyor, gazetecileri yaptıkları haberden dolayı hapse atıyor… Bütün bunları yaparken açık adresini vermekten, yani katliam ve suikastların açık adresi olmaktan zerrece çekinmiyor. 2023 hedefleri doğrultusunda katliam, cinayet ve baskıları alenen ‘ben yapıyorum, yaparım’ diyor! Sınıf karakteri ve halk düşmanı faşist niteliği ile Kürt düşmanlığını ortaya koyduğu gibi, bunun gereğini yapıyor. Ne ki, faşizme yeni boyut getirecek düzeyde tasavvur edilemez boyutta korkunç ve gerekçe bile uyduramayacak katliamlara imza atıyor. IŞİD barbarlığıyla kol kola “Yeni Osmanlıcılık” hedefiyle harmanlanmış komprador tekelci faşist diktatörlük biçimini sergiliyor. “Kamu düzenini sağlama” safsatası altında tüm faşizmini meşru görüp Kürtlere soykırım, muhalif ve alternatif güçlere akıl almaz baskıları reva görüyor. İktidarına karşı duran her direnci, ister sözle karşı çıkıyor olsun isterse haberle ve isterse silahla olsun “Hepsini ezer yok ederim” diyor. Gizlenme gereği duymuyor çünkü vermek istediği mesaj zaten budur, yaratmak istediği korku zaten budur. ‘Ben iktidarım, gücüm ve devlet elimdedir, bana karşı durana bunu yaparım, hiç çekinmeden katlederim, en vahşi biçimde öldürürüm’ diyor ve dediğini yapıyor. Böylece toplumu, muhalefeti korku atmosferine alarak sindiriyor, egemenlik ve iktidarını pekiştirerek korumaya çalışıyor… 1 Kasım Erken Genel Seçimleri’nden önce topyekûn bir savaş ve faşist baskı terörü başlatıp saldırganlığını tırmandırarak ülke tarihinde görülmemiş büyüklükte kitlesel katliamları alenen gerçekleştirip toplumu korku baskısı altına alıp seçim sonuçlarını istediği gibi çıkardı bu güruh. Bu tecrübeden hareketle aynı pratiği uygulamaya devam ediyor. Barbarca katliamlar yapıp, suikastlar gerçekleştirerek iktidarını koruyup başkanlığa ve ileriye dönük diğer planlarını gerçekleştirmek istiyor. 1 Kasım öncesi gerçekleştirdiği vahşi katliamlar karşısında hiçbir sorumluluk yüklenmeyen ve hesap vermeyen, bilakis faşist şiddet ve katliamlarla seçimleri kazanan güruh, buradan aldığı kuvvetle faşist saldırganlığına, canice katliamlarına ve faşist baskılarına devam etmektedir. Tahir Elçi’yi bu rahatlıkla katlediyor, Can Dündar ve Erdem Gül’ü bu rahatlıkla tutukluyor, hatta MİT Tırları soruşturmasında generalleri bu rahatlıkla tutuklatıyor…
Kudurgan bir faşist baskı, ırkçı-kafatasçı bir gerici savaş ve katliamcı saldırganlık konseptiyle büyük bir faşist dalga geliştiren Erdoğan/AKP güruhu, gerçekleştirdiği bu kanlı faşist diktatörlükle toplumu korku iklimine sokarak sindirip susturmayı hedeflerken, toplumun dinamik kesimlerine ve özellikle en diri siyasi-askeri güç durumundaki Kürt Ulusal Hareketi’ne, dolayısıyla Kürt ulusuna, aydın, yazar tüm ilerici kesimlere mesaj vermek istemektedir. “PKK terör örgütü değildir diyen Tahir Elçi’nin akıbeti budur, sizler de ona göre konuşun!” demekte, bu mesajı vermektedir. Tahminleri dahi zorlayan bir pervasızlık örneğiyle, tabi ki iktidar-başkanlık sevdası ve “sessiz devrim” argümanıyla hedeflediği “Yeni Osmanlıcılık” hayali uğruna ülkeyi Rusya ile savaşın eşiğine getirip, Suriye eksenli politika ve pratiklerle bizzat savaşa sokmaktan çekinmeyen absürt sıra dışı bir faşist iktidarla karşı karşıyayız. Açıkları ve yaraları çok olan ve bundan dolayı dört bir yana saldırarak sonunu hızlandıran ruh hali bozuk ve dengesiz bir faşist iktidarla karşı karşıyayız. “Her türden milliyetçiliği ayaklarımızın altına aldık”, “Kürt sorunu vardır, bu sorunun çözümü siyasi zeminden geçer, yıllarca uygulanan savaş ve askeri-güvenlikçi politikalar sonuç vermedi” diyerek Kürt Ulusal Hareketi’yle müzakere masasına kadar ilerleyen ve seçimlerde kaçırdığı başkanlık fırsatından sonra ırkçı Türk milliyetçiliğinin şampiyonu kesilip Kürt ulusuna karşı adeta bir soykırım saldırganlığı yürüterek “Çözüm-Barış Süreci”ni kişisel hırslarına feda eden keyfiyetçi, ikiyüzlü, tutarsız ve yalancı bir faşist iktidarla karşı karşıyayız. Kürtlere barış diyerek soykırım uyguluyor, demokratikleşme-ileri demokrasi diyerek ırkçı milliyetçiliği de aşan kişi diktasında ifade bulan tekçiliği uyguluyor, komşularla sıfır sorun diyerek tüm komşu ülkelerle çatışma ve düşmanlık nifakı olarak savaş batağında yüzüyor. Emperyalist efendileriyle yaptığı anlaşmalar önümüzdeki kısa dönemde sonuçlarını göstererek Erdoğan/AKP iktidarının bir felaket iktidarı olduğunu açıkça ortaya koyacaktır. Seçimleri kazanmak için kitlesel katliamları devreye sokmakla yetinmeyen bu iktidar, bizzat Başbakan Davutoğlu ağzından; “Bizi tek başına iktidar etmezseniz Beyaz Torosların devri başlar” diyerek savurduğu tehditleri seçimleri kazanmasına rağmen fiiliyata döküyor. HDP Eş Genel Başkanları’na yapılan ama başarısız kalan suikast girişimleri, HDP’li kadın milletvekillerine özel tim polislerince yapılan başarısız suikast girişimi ve siyasi cinayetler, Tahir Elçi cinayetiyle Kuzey Kürdistan’da yapılan diğer katliamlar Kürtlere dönük soykırımcı politikaların devrede olduğunu gösteriyor. Neresinden bakılırsa bakılsın bu iktidar felakete doğru gidiyor ama beraberinde toplumu da felaketlere sürüklüyor…
Bu iktidar sadece Kürtlere düşman, sadece devrimci ve sosyalistlere düşman, sadece halka düşman değildir, aynı zamanda aydın ve ilerici olan her şeye, her dinamiğe ve bunun da ötesinde çağdaş yaşam ve dünyaya da düşmandır. İsterse ılımlısından olsun İslam’ın en bağnaz genlerini taşıyan şeriat eksenli olmakla birlikte, Erdoğan/AKP iktidarı; “Yeni Osmanlıcılığa” ve dolayısıyla padişahlığa-sultanlığa öykünerek şeriat kanunlarıyla komprador tekelci burjuva niteliği harmanlayan bir bakıma melez bir faşist diktatörlüktür. Bu iktidarın söz konusu baskı ve saldırganlığı devrimci direnişi koşullayan direniş konusu iken, bu saldırganlığının savaş konseptiyle yürütülmesi ve bu savaş konseptinin de en kirli savaş biçimi olan sivil kitlelere dönük kitlesel katliamların gerçekleştirilerek siyasi cinayet ve suikastların gerçekleştirilmesi niteliğine varması, devrimci direnişin devrimci savaş biçimine evirilmesini zorunlu kılmaktadır. Artık baskı ve saldırılara karşı direniş tavrından, katliam ve suikastlarla tırmanan faşist saldırganlığa karşı savaş tavrına geçme kendini dayatmıştır. Sınıf çelişkileri ve mücadelesi zemininde zaten meşru olan devrimci savaş bugün bir kez daha meşruluğunu kanıtlamıştır. Kısası bugün aktüel olan saldırganlık ve baskılara karşı direnmekten söz etmek yetmez. Bu faşizmin pervasızca yürüttüğü kitlesel katliamlar, hunharca ve alenen gerçekleştirdiği cinayet ve suikastlar karşısında devrimci savaştan ve bu savaşın yükseltilmesinden bahsetmenin yeri ve zamanıdır. Proleter devrimciler açısından sorun nettir. Bu iktidarın devrimci zora dayalı bir sınıf devrimiyle alt edilmesi şart ve zorunludur. Bu devrimin silahlı mücadele ve savaş biçiminde, proletarya ve geniş emekçi halk kitlelerin bir sınıf devrimi olması bir o kadar şarttır. Bu görev değişmez bir perspektiftir. Kuşkusuz ki, proleter devrimciler bu iktidara karşı tüm meşru mücadeleyi kullanarak Sosyalist Halk Savaşı perspektifiyle hareket edecektir. Bunda bir tereddüt yoktur. Ancak mevcut iktidarın düşman olduğu kesimlerin bu mücadelede yer alması sağlanmak durumundadır. Bu görev de proleter devrimcilerin ideolojik-politik perspektif ve siyasetleriyle karşılanmak durumundadır. Devrimci sınıf ve katmanların, yani devrimden menfaati olan geniş halk kitlelerinin bu mücadelede birleştirilmesi elzemdir. Taktik politikada mümkün olan en geniş ölçekte esnekliğin güdülerek faşist iktidar ve hâkim sınıflar karşıtı devrimci cephenin yaratılması bu görevlerin acil olanıdır. Şüphesiz ki, daha da acil ve stratejik olan yönelim, silahlı eylemin geliştirilerek Sosyalist Halk Savaşı’nın ilerletilmesidir.
İktidarın düşman olduğu geniş yelpazeye uygun tarifi, bu geniş yelpazenin devrimci politika ve çizgi ekseninde biçimlenmesini gerektirmektedir. Büyük burjuva sınıf muhalefetinin çaresizlik içindeki ahvahlarıyla bu iktidarın aşılamayacağı açıktır. Komprador tekelci burjuva iktidarın aşılması yetmez. Onun devrimci yolla alt edilmesi tek çaredir. Sıranın kendisine geleceğini gören burjuva kesimler panik ve arayış içindedir. Ne ki, faşist iktidarın aşılması da bunlara havale edilemez. Fakat devrimci gerçek günbegün devrimci yolu kanıtlanmakta, pasifist ve reformist tasfiyeci akımları mahkûm etmektedir. Burjuva muhalefetin, seçim oyunlarının, gerici iktidar dalaşlarının kifayetsiz olduğu gün gibi açığa çıkmıştır. Silahlı mücadele ve devrimci savaş karşıtları ya da ideolojik düşmanları faşist iktidarın pervasız baskı ve katliamları karşısında dumura uğramış durumdadır. Devrim ve silahlı mücadele seçeneği tüm meşruluğuyla kendisini dayatmış durumdadır.
Gerici sınıf diktatörlüklerinin faşist iktidar tecrübesi proletarya ve emekçilere sınıf devrimi seçeneğini dayatmaktadır. Bu iktidarların alternatifinin burjuva cenahtan çıkmayacağı tekrar tekrar kanıtlanmaktadır. Alternatifin devrimci sınıfların savaşımı olduğu kesindir. O halde yasalcı reformist anlayışların kendisini devrimci kalıptan geçirmesi ertelenemez ihtiyaçtır. Aynı biçimde geniş halk kitlelerinin gerici düzen partilerinden medet umarak peşlerine takılma yanılgısından kurtulmasının zamanı da gelmiştir.
Bu zeminde proleter devrimcilerin halk kitlelerini esas alan ajitasyon-propaganda ve gerici sınıf düzeninin siyasi teşhirini yapan çalışmalara ağırlık vermesi zorunludur. Bu çalışmalar demokratik eylem biçimlerinden silahlı eylemlere kadar en geniş ölçekte pratikleştirilmek durumundadır. Halk kitlelerinin birliğini ve birleştirilmesini hedefleyen, halk kitlelerine güven veren ciddi devrimci eylemlere yönelen bir politik-pratik yönelim geliştirilerek örülmek durumundadır. Aynı zemin ve hedef bağlamında devrimci, demokratik ve sosyalist güçlerin ittifak ve birlikleri küçümsenmeden devreye sokulmak durumundadır. Karşı-devrimin saldırılarına karşı bu cephenin pratikleştirilmesi yaşamsal önemdedir. Gerici savaş hukukuyla yönetilen, azgın katliam ve ağır baskılarla estirilen devlet terörü şartlarında devrimci savaştan başka çıkar yol yoktur. Kuzey Kürdistan başta olmak üzere tüm ülkede yoksul halkların üzerinde eksilmeyen faşist baskı, katliam ve cinayetlerin büyüttüğü acı ve gözyaşları ancak devrimci savaş ve direnişle yenilebilir.
Birçok azınlık ve ulustan ülke halkları ve özelde de Kürt ulusunu koyu bir baskı ve kıyım cenderesine alan Erdoğan/AKP sultasının eseri sadece bu yaşananlarla sınırlı kalmayacaktır. Emperyalist anlaşmalar ve bu anlaşmaların gereği olarak, AKP güruhu ülkeyi savaşın eşiğine getirmiş durumdadır. Giderek keskinleşen savaş koşulları daha büyük acı ve daha büyük katliamlara tanıklık yapmaya adaydır. Emperyalist oyunlar zemininde bir kukla olarak Suriye batağında Rusya ile keskin çelişkilere sürüklenen ülke, ağır ekonomik koşullara paralel ağır siyasi şartlara gebedir. Erdoğan/AKP güruhunun bu eseri ülke halklarına fatura edilerek yaşamı çekilmez kılacaktır. Demokratik şartların sonuna kadar kırpılması, ekonomik şartların ağırlaştırılarak hak gasplarının artması, baskı ve katliamların tırmanması yakın döneme damga vuran gelişmeler olacaktır. Kısacası gelişmelerin yönü koyu katmerli baskılarla azgın bir faşist terörü işaret etmektedir. Tahir Elçi cinayeti iktidarın portresi ve gidişatının açık göstergesidir. Basında hedef gösterilmek suretiyle ve aleni bir şekilde Tahir Elçi’yi katleden bu iktidarın işlemeyeceği cinayet, gerçekleştirmeyeceği katliam ve uygulamayacağı bir barbarlık yoktur. Tahir Elçi cinayeti Erdoğan/AKP güruhunun faşizminde adeta yeni bir aşamaya olarak, “özgürce konuşana ölüm müstahaktır” pratik sürecidir. Bu aşama “Beyaz Toros”larla tekbir çeken özel tip polisinin aleni katliam ve cinayetlerle Kuzey Kürdistan’da devreye girdiği ve ülke genelinde koyu gericilik döneminin geniş kapsamlı faşist baskılarla katmerli olarak uygulandığı tekçi ve sultancı tek adam firavunluğu biçiminde karakterize olacaktır. Buradan çıkan sonuç, bu iktidarla dişe diş bir mücadelenin kararlı biçimde verilmesinin zorunluluğu temelinde yeniden ve yeniden devrimci sınıf savaşının geliştirilmesi ihtiyacıdır. Her millet ve milliyetten proletarya ve emekçi halkların birliğinden başka çare, Sosyalist Halk Savaşı ile devrime yüklenmekten başka yol yoktur!