IŞİD ve KÜRTLER

IŞİD, çeşitli uluslardan Müslüman unsurları kendi saflarında savaştırmasına karşın, mezhebi ne olursa olsun, Arap olmayan unsurların Ortadoğu’daki varlığına son vermek, Ortadoğu’yu tek tipleştirmek, tek mezhepli, güçlü bir Arap devletine dönüştürmek isteyen faşist bir harekettir. İdeolojik gıdasını dinin barbar yanlarından alıyor. Bu hareket, bir kısım Arap finans çevrelerine, savaş bezirganlarına, kurtlar sofrasının artıklarına mahkum edilen aşiretlere, esnafa ve arkaik yapılara dayanmaktadır. Bitip tükenmez tarihsel mezhep kavgalarıyla aptallaşan, “yeter artık” diye mırıldanan ve mucize bekleyen, umutsuz, horlanmış, yarı aç yığınların bir bölümü IŞİD’in tabanında yerini alıyor.

Neyse ki, kendini yaratan efendilerine karşı çıkmasından ve uyguladığı insanlık düşmanı korkunç yöntemlerden dolayı dünyada ve bölgede tecrit oldu, ateş çemberine alındı. Kürtler ulus olarak seferberlik içine girdi. Kürt halkının kararlılığı Kobane savunmasını güçlendirdi. Kobane’nin IŞİD tarafından düşürülmesi şimdi daha zor. Mevcut durum, Kürtlerin, Arap faşizminin mızrak başı durumunda olan ve Türk faşizmi tarafından da sinsice desteklenen IŞİD’i Ortadoğu’da yeneceklerini gösteriyor. IŞİD’e karşı direniş, Kürtlerin yükselmiş bir moralle çok daha güçlü bir şekilde tarih sahnesine çıkmalarına yol açacaktır. Kırk milyonluk bir kitlenin, yüzyılımız içinde, Türk, Arap ve Fars boyunduruğuna karşı zaferi, bölgenin siyasal iklimini değiştirecek, özellikle söz konusu egemen devletlerde, milliyetçiliğin ve dinin yükselişini yavaşlatacak, geriletecektir. Bu, sınıf mücadelesinin ön plana çıkması demektir. 

Komünistler, milliyetçi etkilerden sıyrılmalı, Kürtlerin bağımsız ve özgür yaşama haklarını savunmalıdır. Kapitalizmin ileri boyutlarda gelişmediği, burjuva demokrasisinin güdük bir tarzda yaşandığı çok uluslu devletlerde, tam hak eşitliğinin uygulamasını egemen ulus burjuvazisinden ummak, beklemek hayaldir. Tarih, bu hayale kapılan ezilen ulusların uzun süre boyunduruk altında kaldıklarını gösteriyor. En geçerli ve en doğru tarz, ezilen ulusların bu hayale kapılmadan, kendi güçlerine dayanarak, çetin ve doğru olanı izleme tarzıdır; yani mücadelenin, çalışma tarzının, ittifaklar politikasının, diplomasinin mümkün olan hiçbir biçimini reddetmeden direnişi bağımsızlığa kadar ısrarla sürdürme tarzıdır.

Akıllı partiler, politikalarını tarihe karşı değil, var olan gerçeğin rahminde devinen sancıların, ışıltıların çok yönlü mizacını dikkate alarak kurarlar. Tarih, Ortadoğu’nun şu anki doğum sancısını, iki bebeğin (Filistin ve Kürt) ilk çığlıklarıyla sonuçlandıracak bu yüzyıl… Hiçbir güç, ne egemenler, ne de onların yeminli uyrukları engelleyemeyecek bu durumu.

Kendi kaderlerinin tayininde geç kalmış ulusların direnişleri çok daha çetin ve acılı oluyor ve ağır bedeller gerektiriyor. Bunun en somut örneği Kürtlerdir. Kürtlerin güçlü bir aydınlanmayla zuhur etmeleri şaşırtıcı olmayacaktır.

Yüzyılımızın ilk on dört yılı içinde, dinin, yani Ortaçağ ideolojilerinin devleti yönetemediğini, toplumu geriye doğru çektiğini, tecrit olduğunu bir kez daha gördük. Kapitalistler, devletlerini Tanrı’nın Aklı’yla yönetmiyor. Aynı duaların binlerce peygamber eşliğinde binlerce yıl tekrarına ve duacıların binlerce yıl karşılıklı boğazlaşmalarına dayanan dinler sistemi, sermayenin kendini yeniden üretimine ve kar sistemine uygun düşmüyor. Kapitalistler için din bir araçtır; uyuşturmanın, parçalamanın ve yıkıcı barikatlara karşı koçbaşı olarak kullanmanın bir aracı…

Yaşadığımız yüzyıl içinde İslam, barbar IŞİD yüzünü değil de, tarihte kısa bir dönem ortaya çıkan Meşşai ve Endülüs yüzünü, yani aydınlanmacı, uygar yüzünü de gösterse, sahip olduğu Ortaçağ ideolojisinden, değişimi yok sayan dogmalar sisteminden dolayı hayat tarafından sürekli yok sayılacaktır.    

Önceki İçerikORTADOĞU DERSLERİNE KISACA SON BİR DEĞERLENDİRME!
Sonraki İçerikGülen ve Uslu hakkında yakalama kararı çıktı