“Ve Taner (Murat Akbaba). Halk ordusunun Tolstunov’u. Zırhlıların üstüne silahla koşan, yoldaşlarını çemberden çıkartmak için ölümü kuşatan Taner.

Ateşle yıkanmış sanki Taner. Öylesine dayanıklı, öylesine kararlı.

Suyla yıkanmış sanki Taner. Öylesine dürüst, öylesine adanmış…

Fabrika işçisi Taner, çalışkan ve emekçi. İşçiler arasında sevilen, saygı duyulan biri. İlkelerine bağlı, olgun, bilge ve örgütçü Taner. Kıyaslamaz hiçbir şeyi yoksulluk ile varsıllık kadar. Öfkelenmez hiçbir şeye elini kolunu bağlayıp duranlara kızdığı kadar.

Öyle bir bilenmiştir ki, sınıf düşmanlarına. Kinle doludur gözleri. Cesur ve fedaidir o. 

Soğuk bir sabah, aylardan aralık. Kar geceden yavaş yavaş yağmaya başlamış, toprağı tül bir perde gibi sarmaya başlamıştı Kirzi’ köyünde.

Kalabalıktı köydeki gerilla birliği, ağır bir darbenin gelişinden habersizdiler. Hazırlıksızdılar bu yüzden. En kötüsü köyün dört bir yanına dağılmış, dağınıktılar. Onları toparlamakta güçtü, koordine edip geri çekilmelerini sağlamakta. 

Düşman ise tam tekmil hazırlanmıştı savaşa. Yeni Hızır Paşalar, ihanetin ekmeğinden lokmalar kapma peşindeydi. Kana açlardı bunlar, paraya aç. Doyurmuyordu gözlerini hiçbir şey. Kin desen değil, intikam desen değildi bunların ki. Bir kere bulaşmışlardı hainliğe. Bir görev gibi bellemişlerdi bunu. Ölen kim, öldüren kim bakmazlardı. Düşmanla kaşık atmışlardı aynı tabağa. Yiyen kim, yenilen ne umursamazlardı.

Kirzi köyü sabah erken saatlerde sarılmıştı. Zırhlı araçlarıyla, yüzlerce askeriyle geliyordu faşist ordu. Düşmanın hareketini fark eden gerilla güçlerinin komutanı savunma için hemen üst mevziiye bir grup gerilla yollamıştı. Hakimiyeti sağlamak için çok geç kalınmış olsa da gücün bir kısmını çember dışına çıkarmak muhtemeldi. Bunun için canhıraş bir hareketlilik oluşmuştu gerillalar içinde. Herkes bir yerlere mevzileniyor, düşmanın gelişinden habersiz olanlar uyarılıyor ve köylüler güvenlik için evlerine yollanıyordu.

Savunma daha mevziisine yetişmemişti, düşman ise neredeyse köyün ağzına kadar gelmişti. İlk mermi sıkıldı sıkılacaktı. Merminin ilk olarak kim tarafından sıkılacağı da önemliydi. Psikolojik savaşında bir parçasıydı bu.

Bir anda karın içinde derin izler bırakarak yola doğru koşan birini gördü Kızıl Öfke. Başta seçemedi. O kadar hızlıydı ki üstündeki kıyafetler olmasa tanıyamazdı Kızıl Öfke onu.

Taner’di (Murat Akbaba) bu. Yer Kirzi değil, Moskova önleriydi sanki. Öleceğini bildiği halde tek amacı düşmanı yavaşlatmak olan Sovyet askerleri gibi koşuyordu tankların, zırhlıların üstüne. Tolstunov gibi elinde makinalısı haykırarak, peşinden koca bir orduyu sürüklercesine ilerliyordu.

Kızıl Öfke bir yandan köye dağılmış gücü toplamaya çalışırken bir yandan da Taner’i gözlüyordu. İnce, uzun boyunun mevzilenebileceği küçükte olsa bir taş parçası bakınıyordu. Dal gibiydi Taner, atikti. Fakat arazi şartları o anki konumuna hiç uygun değildi.

Zaman durmuştu sanki. Ağır ağır ilerliyordu her şey. Karın yumuşattığı ayaz ise ölümü çağırıyordu…  

Yola yaklaşan Taner, dümdüz arazide mevzilenecek yer bakıyordu. Yoktu ve mevzi yapacak zamanda bulamazdı. BKC silahını yere koydu, boylu boyunca uzandı ve dayadı dirseğini toprağa. Çok çatışmalardan çıkmıştı, soğukkanlıydı. Mekanizmayı çekti ve bıraktı. Derin bir nefes alıp, nişan aldı. Kendisine doğru gelen zırhlıya ilk mermisi isabet etti. Karşılıklı çatışma sesleri başlamıştı.

Yer gök mahşer yerine dönmüştü. Ve nihayet ilk mermi gerillanın namlusundan çıkmıştı.

Kızıl Öfke de uygun bir yer bulup mevzilendi. Gözü Taner’deydi. Aralıksız düşmanı ateş yağmuruna tutmuş, dikkatlerini dağıtmış ve çıkış için yoldaşlarına azda olsa zaman yaratabilmişti Taner.

Silah sesleri giderek çoğalıyor, yere saplanan mermiler karın üstünde kahve tonlarında daireler açıyordu. Evleri de hedef alıyordu düşman. Çocukların bağırtıları, çığlıkları duyuluyordu pencerelerden. Sanki bir tek onlar için gelmemişti düşman. Taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmak istemiyorlardı  o sabah.

Kar yağışı hızlanmıştı. Neredeyse kaybolacaktı karın içinde Taner. Şerit değiştirmesi gerekiyordu, mermisi bitmişti. Düşman takviyesi de artıyordu. Tüm namlular onun bulunduğu alana dönmüştü. Sağından solundan ateş yalımları geçiyordu adeta. Küçük hareketlerle etrafını kontrol etmeye çalışıyordu. Daha uzun çatışabilmek için yeni bir mevziiye geçmesi gerekti. Fakat öyle açıktı ki durduğu yer. Değil mevzi değiştirmek, kafasını kaldırsa direk hedef olurdu. Çaresiz durduğu yerden devam edecekti.

Silah sesinin kesildiği yöne baktı Kızıl Öfke. Taner’in namluya mermi sürdüğünü gördü, düşman Taner’i çembere almayı tamamlamıştı. Taner demeye kalmadan göğüs kafesine bir mermi saplandı Taner’in. Gövdesi sarsıldı. Sıcak kanı karın beyazına karıştı.

Giderek pul pul dökülmeye başlayan kar tanelerinin altında görüntüsü silikleşti Taner’in. Son bir gayretle silahın mekanizmasını çekiyordu Taner. Tüm gücünü bu iş için harcıyordu sanki.

Mevzi değiştirerek sürüne sürüne Taner’in uzandığı düzlüğe ulaştı Kızıl Öfke. Ağır yara almıştı Taner. Buna rağmen yavaşlayan soluğuna inat parmaklarını tetikten ayırmıyordu. Artık aralıklı çıkıyordu namludan mermileri.

Yarasına bakmak istediyse de “zamanı değil” diyerek itiraz etti Taner. Acılar içinde sarsılan bedenin görevi bitmemişti daha. Yoldaşının soğuyan anlını öptü Kızıl Öfke. Çıkarmak istiyordu mevziden Taner’i. Yoğun ateş altındaydılar.

Yardım isteyebilir mi diye bakındı sağına soluna. Çatışmanın tüm köye yayıldığını gördü. Kırk metre ileride bir ağaç gövdesi vardı. Oraya götürebilirse Taner’i daha güvenlikli olurdu. Son bir şans yoldaşını ateş çemberinden çıkartmak için hareketlendi. Taner’i sırtına almaya çalıştı. İzin vermedi Taner. Anlaşılan o ki Taner kaldığı yerden devam etmek istiyordu.

Gözlerinde yaşlar birikti Kızıl Öfke’nin. Dokunamadı, silemedi gözyaşlarını. Üzerine çığ düşmüş gibi kıpırtısız kaldı bir süre karın içinde. Ne baskınlardan, pusulardan, kuşatmalardan çıkmışlardı halbuki. Neleri göğüslemiş, ne zorlukların üstesinden gelmişlerdi birlikte. Bu sonuncu muharebesiydi demek. Son savaşı.

Kulağının kenarından vızıldayan mermilerin sesi giderek yakınlaşıyordu artık. Düşüncelere dalmıştı Kızıl Öfke. Taner’in el hareketini gördü gözleri yalnızca. Uzan demek istiyordu eliyle Taner. Sesi artık çıkmıyordu Taner’in. Sesi yeryüzüyle vedalaşmıştı artık. 

Daha bir sarsıldı Kızıl Öfke. Sarılmak, uzun uzun sarılmak istedi, yapamadı. Kaç yoldaşı koynunda ölümsüzleşmişti. Bırakmamıştı kendini asla, bırakmayın kendinizi demişti yoldaşlarına da. 

Hemencecik mevzilendi Taner’in yanına. Daha işleri bitmemişti ikisinin de. Taner’in her tetiğe basışta geriye doğru seyiren inatçı gövdesine bakıp gururlandı. Titremiyordu hala daha elleri Taner’in. Fedailerin kararlı, kesinkes tavrı vardı yorgun, beyazlamış yüzünde.

O da eşlik etti aynı tonlamaya.

Biliyorlardı onlarda karın göğsünden emdikleri sular ile yeşillenecekti baharda Kirzi ormanı. Onlar olmaksızın tomurcuklar patlayacak, çamur deryası dereler taşacaktı. Kanlarının karıştığı yerlerden daha gür bitecekti otlar. Çiçekler enva-i çeşit renkleriyle mevzilendikleri yerleri güzelleştirecekti.

Ve günün sonunda on kızıl yıldız sonsuzluğa yummuştu gözlerini ve varlıklarını ezilenlerin anlağına bırakmışlardı…

*

“Ve Taner, mermisi biten Taner (Bülent Akbaba). Halk Ordusunun Nikolay’ı. Henüz çok yeni gerillada. Daha dört mevsimi yaşayamamış o güzelim dağlarda. Kış kampı görmemiş mesela. Nöbet sonraları közün etrafında oturup sıcak eşliğinde yoldaşlarından gerilla anıları dinlemeye vakti olmamış daha.

Uzun yorucu yollara çıkmamış Taner. Yoldaşı Taner’in geçtiği yolları, onun göğünde asılı yıldızlara kavuşamamış daha.

Kavrulmamış yüzü kar soğuğunda onun, yazın sıcağını emmemiş bendeni bıkarcasına. Bir kartal yuvasına yetişecek kadar tırmanmamış yükseklere. Oralarda rüzgârın ıslıkla söylediği türküye eşlik etmeye ömrü yetmemiş Taner’in. Kısacıkmış her şey. Bir kelebeğin ömründen biraz uzunca. ”

Çorap fabrikasında sevilen bir devrimci Taner. Ekonomik nedenlerden kaynaklı tüm aile memleketi bırakıp düşmüş İstanbul yollarına. Neyse ki Gazi Mahallesi’nin sakinleri yabancı değilmiş aileye. Aynı dili konuştukları, aynı yoksulluğu paylaştıkları insanlarmış. Okul, iş derken boğazına kadar yoksulluk neymiş onu öğrenmiş burada. Gecekondu mahallerinden vardiyalara yetişmek için servis bekleyen insanların arasına katılmış küçük yaşlarda. Ve o yaşlarda kitaplardan öğrenmesi gereken bilgileri fabrika bantları altında, ter içinde, ayakları su toplayarak tecrübe etmiş Taner.

Abisinin politik kimliğinden feyz almış Taner. Sevmiş abisinin devrimciliğini. İş yerinde, mahallede hep bu gurur okşamış yüreğini.

Dağlara duyduğu özlemi dile getirirken abisi, oda aynı tutkuyla hasretlik duymuş dağlara, dağlardaki yoldaşlara. Sonrası kalanların gidenleri yolculadığı o küçük senfoniye dahil olmuş. Ve Taner kalan olmanın burukluğunu değil, gururunu taşımış yüreğinde. Aynı özlemin tesiri altında, yarına açık bir kapı bırakarak.

Sempatizan olarak başladığı yolda, ilk gözaltısını abisi-yoldaşı Taner’i ölümsüzlüğe uğurlarken yaşamış. Gözaltında Taner’in kardeşi değil, yoldaşı olarak sorgulanmış.

İllegal alan çalışmalarına başta mesafeli yaklaşmış. Yapamamaktan korkmuş Taner.

Üzerine düşünmüş bu kaygının. İç sorgulamasını yapmış, eleştirmiş dahası kendini. Yolun zor olduğunu anlatanların kurdukları cümleler kadar kaçamak bulmuş yaklaşımını. Kendi öz deneyimi olsun gerekmiş yolun zor olup olmadığına dair bilgi. Kulaklarını tıkamış yolun zorluğunu anlatanlara ve atılmış kavganın en güzel yerine.

Hiçbir kaygı taşımamış yüreği, kafası yığınca soru ile meşgul olmamış. Bağımlılıklarından kurtulmanın huzuru ile hafiflemiş. Sinan olsun istemiş şehirdeki adı. Sinan olmuş şehir illegalitesinde Taner’in adı.

Ne istediğini bilen bir devrimciymiş Taner. Disiplinliymiş her şeyden önce. Adı Sinan olur olmaz, başlamış spora. Bırakmış sigarayı. 

Eğitim çalışmasına başlamış sonra. Düzenli olarak, aksatmadan sürdürmüş bu çalışmayı. Kitaplar taşımış fabrikaya. Molalarda işçilerle tartışmış, grevler örgütlemiş arkadaşlarıyla. Sonlara doğru her sabah farklı bir duraktan alır olmuşlar işçiler onu. İşte de parti çalışmasında da gecesini gündüzüne katmış Taner. İllegale çıkan kimliği, işçilerin makinelerin takırtısı altında kutsal bir sır gibi saklanmış. Kimsenin kimseye söylemediği, ama herkesin bildiği bir sır.

Ve dağlara dönmüş yönünü. Şehirlerin Sinan’ı dağların Taner’i olmuş. Yoldaşı Taner’in isminin bir süre daha yankılanmasını istemiş kırlarda.

Çatışma sabahın erken saatlerinde başlamış. Düşman pususuymuş. Sağı solu yalayarak geçen mermilerden sıyrılmak için o ayaz kesmiş sabahta geriye çekiliyormuş gerilla gücü. Tokat’ın kötü bir ayazı varmış bu mevsimde. İliklere kadar üşüten bir sabah ayazı. O güzelim topraklar üzerine düşmüş dondurucu bir bela adeta.

İlk anda vurulmuş Taner. Düştüğü yere mevzilenmiş. Doğrultmuş başını yavaşça. Yerden bahar suları fışkırmış gibi tertemiz, apakmış başı.

Mermisi bitmiş Taner’in, Nikolay Maslenko gibi. Çaresiz değilmiş Nikolay kar atmış Nazi tanklarına. Çaresiz değilmiş Taner taş almış eline.

Taş atmış düşmana Taner. Gücü yetene kadar taş atmış. Kolu kıpırdayamaz hale gelmiş Taner’in. Slogan atmış Taner. Sesi tükenmiş Taner’in. Üstüne üşüşen düşmana tükürmüş. Dövüşüyormuş ölüme karşı hala Taner yılmadan, kararlı. Sanki hiç düşmeyecekmişçesine.

Sanki bir tarih boyu direnecekmişçesine…

Yılkı atlarının yelelerine değen rüzgarmış Taner. Hiç esaret, baskı, yokluk görmemiş gibi özgürlüğü avuçluyormuş elleriyle. Hiç korku duymamış gibi, gerine, gerine meydan okuyormuş, dünyayı yaşanmaz kılanlara. Ve soğuk vücuduna işlemiyormuş sanki o ayazda. Sıcakmış elleri, yüzü Taner’in. Sıcakmış gözlerinin içindeki ışıltı, gülümsemesi.

Etrafını çeviren faşistler kurşun yağmuruna tutmuşlar Taner’i. Hınçlıymışlar, telsizlere yansıyormuş bağırtıları.

“Teslim ol” diyorlarmış Taner’e, “teslim ol.”

Kurşun demiş, taş demiş, slogan demiş Taner.

Yaşam demiş, özgürlük demiş, direniş demiş. 

Teslim olmamış.

Nazlı gövdesi sarsılmış Taner’in, kara gözleri mavi bir bulutu andırır gibi buğulanmış. Uzak bir hayali kucaklamış kolları. 94 Aralığında Kirzi köyünde, karın ortasına mevzilenmiş gövdeye sarılmış Taner. Gövde sıcacıkmış daha. Alnından öpmüş yoldaşını Taner, kucaklaşmışlar.

Vakitsiz vedalaşmaların hesabını kapatmak istiyormuş Taner.

Üst üste yaşanan kayıplarının hesabını sormanın birde…

Kinliymiş Taner. Kirzi’nin On kızıl yüreğine yaptıkları işkenceyi hiç aklından çıkarmamış Taner. Tabutlara tekmelerini, cenazeleri çiğnemelerini unutmamış. Koparılan, kesilen uzuvları unutmamış Taner. Unutmamış düşmanını Taner. Ve o unutmanın kolay ülkesinde olmayı kabul etmemiş asla. Bir eylem olarak görmüş hatırlamayı. Ve hatırda tutarak savaşmayı…

Toprağa karışmış Taner, kara karışmış. Yaşama karışmış tüm Taner’ler. Ölümü güzelleştirmişler hep birlikte. Soylu bir tutkunun peşinden, en önde koşar adım yürüyerek gitmişler. Kar atanı da olmuş tanklara, taş atanı da namlulara.

Vasiyetiymiş Taner’in yoldaşının yüz sürdüğü toprakta yan yana uzanmak sonsuzluğa. Ailesi ve yoldaşları bu isteği yerine getirmiş.

İki Taner, iki yoldaş Gazi’nin en güzel yerinde, dört mevsimin tüm güzelliklerini beraber karşılıyorlar şimdi. Bulutlar geçiyor üstlerinden bir yere yetişircesine hızlı. Anıtı andıran mezarları, göğe dokunuyor sanki.

Ve şiirler yazılı baş uçlarında, kavganın şiirleri. Kendilerini tarihin unutkanlığına, kaybolmaya yüz tutmuş hafızasına anımsatırcasına…         

Anılarına saygıyla…

Önceki İçerikYSP-HDP Özeleştirisi Üzerinden Burjuva Seçimler Sürecinin Genel Bir Değerlendirilmesi!
Sonraki İçerikMadımak Yangını 30. Yılında