Denildi ki “Haziranda Ölmek Zor“ Haziranın sarı sıcağı hep yakıp kavurmuştur yüreklerimizi. Nazım Hikmet, Orhan Kemal gibi nice yazar ve sanatçılarımızı uğurladık sıcağında Haziranın. Sokakta tank paleti / sokakta düdük sesi / sokakta tomson / sokağa çıkmak yasak denildi. 1970’in 15-16 Haziran günüydü, mavi tulumlular dinlemedi korku ihtarlarını. Sokaklar kan revan içinde, sokaklar işçi seli altında ve sokaklar hiç bu kadar özgür olmamıştı. Şimdi Gezi’nin ruhu sarıp sarmaladı sokakları. Rengarenk, cıvıl cıvıl ve de direngen… Haziran; yüreğimizde bir çıban,yüreğimizde umut, yüreğimizde sevda ve yüreğimizdeki isyanın adı ille de Mercan, ille de Mercan !!.
Tam bundan 9 yıl önce, yine bir Haziran günü, 2005’in 16 Haziran‘ın da binlerce yoldaşı ve siper yoldaşlarının “devrim şehitleri ölümsüzdür“ , “bedel ödedik bedel ödeteceğiz“ , “Ağa-patron devletini yıkacağız, halk iktidarı kuracağız“ haykırışları eşliğinde ve MKP’nin kızıl bayraklarına sarılı bir şekilde 17’ler ölümsüzlüğe uğurlandı. Vartinik‘ten bu yana Türkiye-K. Kürdistan topraklarının her bir metrekaresine özgür yarınlar adına kızıl kızıl karanfiller ektik. 17’ler ve tüm devrim şehitlerimiz Halk Savaşı yolunda, Kaypakkaya güzergahında tereddütsüz yürüyen devrimin onurlu savaşçılarıydı. 17’ler, devrimci yaşamları boyunca dağda, şehirde,barikat ve zindanlarda yılgınlığa düşmeden, direniş meşalesinin her koşulda taşıyıcısı oldu. Bu direniş meşalesinin, bu komünist insiyatifin kavgası, basit bir yiğitlik meselesi değildir. Bu direniş rehber aldıkları MLM bilimi ve Kaypakkaya güzergahının bir sonucudur. Onlar, feodal despotizmin ve komprador bürokrat burjuvazinin kanlı saltanatını Halk Savaşı’yla yerle bir etmek için ve yüce komünizmi kazanma azmiyle bu devrimci yürüyüşün öğrencileri ve öğretmenleriydi. Onlara laik olunacaksa eğer, şimdi daha çok Cafer‘leşmenin, Aydın’lar olmanın ve Vartinik‘teki sert kayanın gediğinden akan kırmızı şaraptan içmenin zamanıdır. Bunun ötesi lafı – güzaftır.
Elbetteki yoldaşlarımızı anarken hatasız, sütten ak – paktılar demedik, demiyoruz. Hatalar yaşadık, yanlışlar yaptık. Kavganın kuralıdır bunlar, bunlardan kaçılamazdı. Önemli olan hata ve yanlış yapmak değildir. Önemli olan onlardan dersler çıkartmasını bilmektir. Ardıllarının, yani bayrağı teslim alanların atacakları her adım bunun hesabı yapılarak atılmak durumundadır. Ve her adım, Kaypakkaya’dan uzaklaşmayı değil, daha çok yakınlaşmayı, derinlemesine Kaypakkaya‘yı kavramayı gerektirmektedir. Çünkü Türkiye K. Kürdistan proleteryası ve ezilen halklarının yolunu aydınlatacak tek fener Kaypakkaya’nın aydınlık güzergahıdır. Bu yol denenmiş ve sınanmıştır. Ardıllarına düşen tek şey yolu daha da derinlemesine kavramak, geliştirmek, yol üzerindeki çalıları- çırpıları ve çakılları temizlemek, daha da önemlisi uygulayıp pratikle buluşturmaktır.
Hakim sınıfların kanlı böğrüne basılmış bu mühürü bir kenara bırakmadan, yapılması gerekene kafa yorarsak eğer, şu gerçekle yüzleşiriz. Ülke toprakları boylu boyunca halkımızın ve devrimcilerin kanıyla sulanmışken, emperyalist haydutlar ve onların yerli uşakları sömürü, talan ve katliamlarını acımasızca sürdürürken; bizler, ‘sen‘i , ‘ben‘i bırakıp biz olmayı becerebilirsek, işte o zaman kanımızla sulanan o topraklarda dal budak salıp ormanlaşabiliriz. Emperyalistlerin ve uşaklarının, bizleri rahatlıkla yutabilecekleri lokmalar olmamalıyız. Koşullar uygun oldukça ayrılıklarımızı tartışa tartışa ve aynı zamanda daha sıkı sıkıya birleşerek kolay lokma olmadığımızı düşmana göstermek durumundayız. Düşman kendi içindeki onca çelişkilere karşın halka karşı birleşebiliyorsa, biz hayli hayli birlikte yol almanın yol ve yöntemlerini bulabilmeliyiz. Bu, devrimin ve halkın çıkarlarını herşeyin üstünde tutma becerisi ve ilkesidir. Bu ilkeye sahip değilseniz, küçük bakkal dükkanınızın dışına çıkamazsınız. Ve bir gün gelir daha büyük marketler, sizin o küçük bakkalınızı yutuverir.
Tüm devrim şehitlerimiz gibi, 17’ler de yaşamlarını sınıfsız, sınırsız ve kardeşce yaşanabilir bir dünyayı yaratmaya adadı. Yere düşürmedikleri o bayrak, elden ele taşınarak emperyalizmin ve onun yerli uşaklarının kalelerine dikilerek dalgalanacağı günler uzak değildir.