Neo- liberal sistemin esasta çökmesiyle birlikte, yaşanılan kargaşa ortamında hakim sınıflar iktidarlarını devam ettirebilmek için yeniden yapılanmanın yollarını ararken, ezilen ve sömürülen halklar da kendi sınıf çıkarları doğrultusunda çıkış yolları aramakta ve bu zeminde pek çok politik tutumla karşı karşıya gelmekteyiz.
Çelişkilerin ve çatışmaların gittikçe keskinleştiği bu süreçte, Türkiye- K. Kürdistan’da sürece dair doğru bir devrimci taktik ve politik tutum geliştirmek, halkın ve devrimin çıkarlarına göre şekillenmek temel görevdir. Zira genel politik görevlerimizin yanında güncel politik ortamın, baskın veya erken bir seçimi koşulladığı gerçekliği bu soruna ilişkin tutumumuzu açıklıkla ortaya koymayı gerektirmektedir.
Yaklaşık 20 yıl önce hükümete gelen ve devamında iktidarlaşan Şeriatçı- Siyasi İslamcı kanat, zamanla ırkçı- milliyetçi kanadı da yanına alarak Türk- İslam sentezli faşist iktidarlarını bugünlere taşıdılar. AKP- MHP iktidar bloğu dönemi, faşist T.C. tarihinin en soyguncu en yağmacı ve talancı, en baskıcı, en hukuksuz ve yoğun sömürünün, hak gaspının, işsizlik ve yoksulluğun tavan yaptığı dönemlerden biri olmuştur. Yolsuzluğun, hırsızlığın, devlet mafya ilişkilerinin bu denli ayyuka çıktığı bir dönem neredeyse hiç görülmemiştir. Emperyalist efendilerinin bir dediğini ikiletmeyen bu iktidar döneminde tarım ve hayvancılık tamamen felç edilmiş, sanayi topal ördeğe dönüştürülmüştür. Üretimin yerini, lüks tüketim ve rantçı ekonomik politikalar almıştır. Doğal olarak dünya genelinde var olan kapitalizmin yapısal ekonomik ve siyasal krizleri, Türkiye-Kuzey Kürdistan coğrafyasında da çok daha ağır bir biçimde yaşanır hale gelmiştir. Krizlerin bütün yükü emekçi halkın sırtına yüklenirken, bir avuç rantçı sermaye sınıfı ve saray çevresi palazlanarak büyük ekonomik imkanlara sahip olabilmişlerdir.
Tek Adam Diktatörlüğüne Karşı Kemalizm “Tek Kurtuluş” Yolu Olarak Gösterilmektedir
Türkiye – K. Kürdistan’da egemen burjuva sınıflar pastadan pay alma kavgasını sürdürürken, esas olarak da devletin yapısal durumu ve ideolojik şekillenişi üzerindeki anlaşmazlıkta uzlaşmaz kerteye geldiler. Mevcut iktidar, egemenlik aracı olan devleti yeniden yapılandırıp, tekçi faşist rejimi ve ideolojisiyle yönetmede epeyce yol alırken, diğer klik ise, faşist “T.C.” ’nin kuruluş ilkelerinde ısrar etmektedir. Denilebilir ki, Kemalizm, Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya’nın tahlilleri ve teşhirinden bu yana hiç bu kadar rağbet görmemiştir. Şeriatın ideolojik dokusu ile tekçi açık faşizm iktidarının karşısına, Kemalizm ve laiklik yeniden parlatılarak kitlelere sunulmakta ve rağbet de görmektedir. Çünkü devletin bütün kurum ve kuruluşlarını sıfırlayan, işlevsiz hale getiren tek adam diktatörlüğüne alternatif olarak, yıllardır Türkiye – K. Kürdistan halklarının başına bela edilen Kemalizm “tek kurtuluş” yolu olarak gösterilmektedir.
“Cumhur” ve “Millet” ittifakı olarak kamplaşan her iki klik de büyük sermayedar sınıfların temsilcisi ve emperyalistlerin yerli işbirlikçileri konumundadırlar. Doğal olarak her ikisinin de halka demokratik anlamda verebilecekleri bir şey yoktur. Mevcut iktidardan önemli oranda yüz çeviren kitleler, bu kez Millet ittifakının sahte reform söylemleri ile aldatılmaya çalışılmaktadır. Kuşkusuz, tek adam diktatörlüğü rejimi yerine, faşizmi maskeleyecek olan parlamenter yönetime geçme vaadi, kitleler nezdinde, orta çağ karanlığını temsil eden mevcut rejiminden daha pozitif bir yönetim olarak görülmektedir. Halk kitlelerinin her geçen gün artan öfkesini pasifize ederek kendisine yedeklemek isteyen “Millet ittifakı”nın, esas olarak kendi sınıf çıkarlarına yarayacak kısmi “reform”lar yapma yolunu seçecekleri, yürütme, yasama ve yargı arasında bir “denge” kurma söylemleri, tek adam diktatörlüğüne yüz çeviren kitlelerde bir sempati uyandırmaktadır. Yani şer karşısında, ehveni şer bir görüntü vereceklerdir, ki bugünden açık açık buna oynamaktadırlar. Gerçek anlamda kitlelerin güven duyabileceği devrimci- demokratik bir programla halkın karşısına çıkılmadıkça, kitlelerin millet ittifakına yönelme eğimleri artarak devam edecek gibi görünmektedir.
AKP-MHP Faşist Kliği, İktidarı Terk Etmemek İçin Her Yola Başvurmaktadır!
Kitlelerin kendilerinden yüz çevirdiğini, koltuklarından olabileceklerini gören Türk- İslam sentezi faşist AKP- MHP iktidarı, iktidarda kalabilmek için yeni seçim hileleri ve senaryoları hazırlıkları peşine düştüler. Artık yolun sonuna geldiklerinin farkındalar. Çünkü bütün kamuoyu araştırmaları, faşist iktidarın halk desteğini kaybetmeye başladığını ve her geçen gün desteğin istikrarlı bir şekilde azaldığını göstermektedir. Sürdürülemez politikalarla AKP – MHP -Erdoğan güruhu, iktidarı terk etmemek için her yola başvurmakta, devrimci-sosyalist ve Kürt ulusunun dinamik muhalefetini şiddetle bastırmayı sürdürürken, “TC” egemenler sisteminin bir diğer burjuva kliği olan ve iktidar koltuğuna oturmaya hazırlanan “Millet ittifakını” da bölmeyi hedeflemektedir. Bunu için korkutma, sindirme, sokak ortasında dövdürtme; gerekirse öldürtme eylemlerini mafyaya ihale etmiş olan Erdoğan, “bunlar sizin daha iyi günleriniz” cümlesiyle niyetini-hedefini ve kullanacağı araçları açık açık ortaya koymuştur.
Kendi sınıfındakilere bunları reva gören faşist iktidar, devrimci- demokratlar ve HDP için yürüttüğü hukuksuz şiddeti sürdürmekten zaten imtina etmiyor. HDP’nin seçilmiş milletvekilleri, belediye başkanları ve on binlerce çalışanını hapishanelere doldurmuş durumda. Aynı durum devrimci- demokratlar, aydınlar, gazeteciler vb. İçinde geçerli. Yetmezmiş gibi, HDP’nin kapatılması yönünde başlatılan “hukuksal” süreç, iktidarın toplumsal muhalefetin tüm kurumlarına karşı baskı ve şiddetle sürdürdüğü kanlı savaşın bilançosu gibidir. HDP’nin seçime girmesi engellenirse, HDP’ye giden oyların kendilerine döneceği hesabını yapan iktidarın, asıl amacı ise Kürt ulusal hareketini darbelemek, Kürt ulusunun kendi kaderini kendisinin belirlemesinin önünü almaktır. Tüm azınlıklara, farklı inançlara “tek devlet, tek millet, tek bayrak, tek inanç” gibi gerici-faşist zihniyetinin, yaşamın her alanında Türkiye – K. Kürdistan halklarına dayatma politikasıdır. Bir yandan tüm toplumsal muhalefeti, kurumlarıyla birlikte tasfiye etmeye çalışan iktidar, diğer yandan olası bir seçimde, toplumsal tabanını kaybettiği artık tescilliyken, bu durumu “hukuki” değişikliklerle, kendisine avantajlı hale getirme gayretindedir. %10’luk seçim barajının, %7’ye indirilmesi hatta % 5’e çekilmesi bu hesabın ürünüdür.
Aslında baraj denen anti demokratik bariyerin tümden kaldırılması, seçimlerin demokratik bir ortamda yapılarak toplumun tüm kesimlerinin kendilerini özgürce ifade edebilmeleri en doğru olandır. Ancak faşizmin hüküm sürdüğü koşullarda bunun olmayacağının farkındayız. Mevcut seçim yasaları dururken, baraj indirmenin demokratik bir adım olmadığı herkesçe bilinen bir gerçek. Barajı indirme çalışmalarının esas amacı, anket çalışmalarında, mevcut haliyle barajı geçemeyeceği anlaşılan MHP’yi iktidar ortağı tutma çabası olsa da HDP’ye giden oyların bir kısmının, HDP’nin baraj altında kalmaması için verilmiş “vekalet” oylar olduğu, varsayımından hareketle, bu oyların HDP’ye gitmesini engellemek ve böylece parlamentodaki temsiliyet gücünü zayıflatmaktır. Buna dair bir diğer varsayım ise, DEVA, Gelecek, Saadet gibi partilerin “Millet İttifakı” ile değil, kendi aralarında bir ittifak kurmalarının yolunu açarak bunların “Millet ittifakının” bileşenlerine dahil olmasını engellemektir. Böylece, AKP-MHP faşist bloğu karşısında tek merkezde birleşme eğilimi gösteren muhalefet çok odaklı olacak ve “cumhur” ittifakı aradan sıyrılıp çıkacaktır(!) Bu oyunların tutup tutmayacağını isabet ettirmek henüz mümkün olmasa da iktidarın yaptığı da “göle maya çalmak” öte bir menzil vermemektedir: Ya tutarsa!
Sürekli dillendirilen seçim hilelerinden biri olan “dar veya daraltılmış bölge” sistemi de küçük ortağı MHP’nin ağlarına takılmış olarak görülmektedir. Bu sistemin getirilmek istenmesindeki asıl amaç, dar veya daraltılmış bölgelerde seçimlere girecek küçük partilerin milletvekili çıkartma şansları neredeyse yok gibi olmasıdır. Ancak kullanılan oylar milletvekili çıkartan partilere dağılacağından, AKP bundan önemli oranda karlı çıkacağının hesabını yapmaktadır. Böylece hem küçük partilerin parlamentoya girmeleri tamamen ortadan kalkacak, hem de AKP iktidar koltuğunu korumuş olacaktır; hesap budur. Ancak bu pek mümkün görünmemektedir. Çünkü, bir yandan AKP ciddi oy kayıplarıyla karşı karşıya, öte yandan artık partiler tek başlarına seçimlere katılmıyor, ittifaklar kurarak katılıyorlar. Faşist- ırkçı MHP’nin karşı çıkmasının en önemli gerekçesi ise, özellikle K. Kürdistan da bu işten en çok HDP’nin karlı çıkacağıdır. Onlar HDP’nin tamamen kapatılmasını isterken, bu sistemle HDP’nin güçlenerek parlamentoya gireceği kaygısını taşmalarıdır.
Denildiği gibi, Osmanlıda oyun çok, özellikle sandık güvenliğine, daha doğrusu sandıkların güvensizleşmesine yönelik birtakım yasalar çıkartacakları kamuoyunda tartışılmaktadır. Örneğin bugüne kadar sandıklardan kıdemli hakimlerin sorumlu olması şartı varken, şimdi bu şart kaldırılmak istenmektedir. Yani AKP’nin trol hakimleri sandık güvenliğini sağlayacak. Bu da oy hırsızlığın yasallaştırılması olacaktır.
1 Ekim’de meclisin açılmasıyla birlikte bu ve benzer kanunların torba yasa olarak meclise getirileceği ve oylanacağı hesapları yapılmaktadır. Söz konusu yasaların yürürlüğe girmesi için de üzerinden bir yıl geçmesi gerekiyor. Bu da 2022 Kasım’ında erken seçime gidileceği anlamına geliyor. Bu bir ihtimal. Ancak günü gününe, saati saatine uymayan Erdoğan diktatörünün “baskın seçim” ihtimalini de aklın bir köşesinde tutmak ve buna hazır olmak gerekiyor. Çünkü artık tam bir çıkmaz içinde debelenip durmaktadır. Faşist baskıların altında, açlığın ve yoksulluğun pençesinde nefes alamaz duruma gelmiş olan geniş halk yığınlarının öfkesi dindirilemez noktadadır. Yalan- dolanla işi götürmek ve kömür makarna ve çay paketleri dağıtmakta artık toplumda karşılık bulmuyor. Korkutma ve sindirme ise geri tepmeye başladı. Dini fetvalar ve referansların ömrü sadece birkaç gün, hatta birkaç saat sürüyor. Ayasofya’nın açılışı çoktan unutuldu. Şimdilerde arenaya sürülen diyanet işleri başkanının fetvalarının ömrü birkaç saati geçmiyor, üstelik sosyal medyanın alay konusu oluyor. Savaş naraları, kabadayılık pozları da eskisi gibi para etmiyor artık. Kısacası, artık ne kendilerinin yönetme imkanları kaldı ne de yönetilenler, yönetenlerden memnun. Şartlar, erken veya baskın bir seçimi olgunlaştırmaktan başka bir alternatif sunmuyor. AKP, daha fazla kan kaybına uğramadan erken veya baskın seçim yolunu tutacaktır. Çok zayıf bir ihtimal olmakla birlikte bir yolunu bulup seçimleri iptal etme ihtimali de bir diktatörden beklenecek tutumdur ancak yaratacağı sonuçları göze almak da başka bir sorundur.
Devrim İçin Sadece Objektif Durumun Olgunluğu Değil Sübjektif Gücün Uygun Olması Da Gerekmektedir!
Bu aşamadan sonra, iktidar iştahı kabarmış CHP-İYİ parti gibi bugün “muhalif” olan burjuva kliğin de bu tarihsel fırsatı kullanmak için sürecin çelişkilerini daha da kaşıyacağı açık bir durumdur ancak bu kliğin de mevcut sistemi devem ettireceklerinden ve hiçbir kuşkuya düşülemez. Muhtemel bir seçimin hangi kliğin lehine sonuçlanacağı beklentisinin hiçbir anlamı olmayacak, aksine halk kitlelerinin gerçek yaşam zorlukları ve çıkmazında beslenen öfkesi daha da kabartacaktır. Devrimci-demokratik ve sosyalist güçlerin bugünden görmesi gereken gerçeklik budur. Devrimci güçler şimdiden hazırlığını, bu öfke ve yekinmenin enerjisini, sorunları üreten sisteme yönlendirmenin ilişkilerini dokumalıdır.
Kitlelerin faşist iktidara olan güvensizliği, burjuva kliklerinin kendi aralarındaki çelişkilerin derinleşmesi kuşkusuz devrim için önemlidir. Ancak objektif durumun olgunluğu devrim için tek başına yeterli değildir. Kitlelerin mevcut hoşnutsuzluğu ve iktidara olan güvensizliğini derleyip toparlayacak, onu devrim mücadelesine kanalize edecek ve hakim sınıflar arasındaki çelişkilerden doğru mücadele biçimleriyle yararlanmasını becerecek subjektif gücün de uygun olması gerekir. Tecrübeler, “Devrimin bize ve halk kitlelerine öğreteceğine hiç kuşku yoktur.” diyor Lenin. “Fakat militan politik parti için şimdi sorun, bizim devrime herhangi bir şey öğretecek durumda olup olmayacağımız, sosyal- demokrat öğretimizin doğruluğunu ve biricik tutarlı devrimci sınıfla, proletarya ile bağımızı, devrime proletaryanın damgasını vurmak, devrimi sadece sözde değil gerçekten tayin edici zafere kadar götürmek(…) durumunda olup olmayacağımız sorunudur.”
Uzun yıllardır devrimci, demokrat, komünistlere, farklı azınlık inançlara ve Kürt ulusal hareketine yönelik faşist baskı ve katliamların sürdürülmesi, hapishanelerin, kendilerinden olmayan farklı muhalif kesimlerle tıka basa doldurulmuş olması, kadına yönelik taciz, tecavüz, şiddet ve katliamın yüzlerce kat artarak devam ediyor olması, bir dönem hem halk kitlelerinde suskunluğa sebep olmuş, hem de devrimci, demokratik muhalefette plansız/ programsız bir geri çekilmeye ve dağınıklığa vesile olmuştur. Bugün her ne kadar bu sürecin aşılması yönlü çabalar gösteriliyor olsa da henüz devrimci –demokratik çeperde kitlelerin muhalefetini sevk ve idare edecek etkili bir subjektif unsurdan söz etmek erkendir. Kuşkusuz sosyalist iktidara erişmenin öyle kısa süreli, bir solukluk mücadeleyle mümkün olmadığının bilincinde olan proletarya partisi, tıpkı uzun koşuya hazırlanan bir maraton koşucusu gibi, uzun süreli mücadeleye hazırlanmak durumundadır. Bu mücadele sürecinde her şeyden önemlisi karamsarlığa, umutsuzluğa kapılmamak gerek. Sosyal bir devrime ulaşmanın yolu, binlerce, on binlerce taktik mücadele yol ve yöntemlerinin yarattığı birikimlerle mümkündür. Bu birikimler sadece başarı ve olumluluklardan ibaret değildir. Hatalarımızdan, zaaflarımızdan ve yenilgilerimizden de öğrenmek gerekiyor. Gelecek gibi bir hedef varsa bu hedefe ulaştıran yol böyle inişli çıkışlı ve ama hedefe kadar sürekliliği olan bir ilerlemedir. Mevcut durumda da ihtiyaç duyulan şey kitleler nezdinde güven unsuru olma, kitlesel bir harekete dönüşme ve hareketi, taktik kapsayıcılıktan, stratejik yönelime kanalize etmedeki çabada sebattır. “Bu hedefe ulaşıp ulaşmayacağımız, bir yandan politik durumu değerlendirişimizin doğruluğuna ve taktik şiarlarımızın doğruluğuna, öte yandan bu şiarların işçi kitlelerinin gerçek mücadele gücü tarafından desteklenmesine bağlıdır.” Yani sadece teorik olarak doğru politikalar tespit etmek yetmiyor, bunları destekleyecek başta proletarya olmak üzere halk kitleleri gerekiyor. Devrim, bir avuç kadronun değil, kitlelerin eseri olduğu gerçekliği buradan gelir.
Mevcut somut durumdan hareketle, geniş halk yığınlarının acil talepleri ve devrim güçlerinin mevcut durumu göz önüne getirildiğinde, özellikle bugünkü koşullarda açık ve meşru örgütlülüğüyle dayatan güçlü devrimci- demokratik bir muhalefete fazlasıyla ihtiyacı var. Geleceği kazanmakla ilintili acil yönelimimizin, kitlelerin girdabına girdiği açlığın ve adaletsizliğin pençesinden kısmen de olsa sıyrılıp nefesleneceği demokratik bir ortamın yaratılması olmalıdır. Devrimci demokratik muhalefet bunu beceremezse, kitlelerin “Millet İttifakı”nın peşine takılmasından başka alternatifi kalmayacaktır. Bunun sorumlusu hiç kuşku yok ki süreci doğru tahlil etmeyen veya edemeyen devrimci- demokratik muhalefet olacaktır.
Kısacası kamuoyunun gündemine oturan erken veya baskın seçimden, biri kaçınılmaz görünmektedir. Tek adam diktatörlüğünün önüne set çekmek, kitlelerde güven yaratacak demokratik bir süreci örgütleyip hayata geçirmek hiç kuşku yok ki bugünün koşullarında, ilkesel olarak komünistlerin birliği ve genel olarak devrimci- demokratik kurum, kuruluş ve bireylerin devrimci birleşik mücadele birliğinin yaratılması halkın ve devrimin çıkarları için bir zorunluluktur. Bu konuda atılmış pratik adımların olduğu bir gerçek. Ancak bu yetmez. Cephe daha da genişletilmeli, faşizme karşı aktif, militan bir duruş sergilenmelidir. Süreç bunu emrediyor…