Seçim ve savaş denkleminde yol alan politik süreç, burjuva klikler arasındaki çatışmaları biçimlendirdiği gibi, devrimci-demokrat-sosyalist güçlerin de bu minvalde siyasal süreci örgütlemede dinamik rol oynamaktadır. Mevcut “TC” iktidarı ve burjuva muhalefet, temsil ettiği sermayenin çıkarlarına ekseninde, çatışmalarla sürdürülen bu süreci, her klik kendi lehine sonuçlara dönüştürmeye çalışırken, komünist, devrimci ve demokratik hareket de devrimci sınıf çıkarları lehine politik bir güce dönüştürme perspektifindedir. Komünistler açısından taktik bir siyaset alanı da olsa, koyu faşizm koşullarında, geniş yığınların ekonomik-demokratik talepleriyle birleştirilerek ele alınacak bu süreç dinamiktir, gerici savaş karşıtlığı ve burjuva seçimlerin niteliğini deşifre etme konusunda önemli bir hareket zemini yaratmaktadır.
Belirlenen tarih veya erkene alınacak önümüzdeki seçimler, birçok özelliğiyle, komprador tekelci egemenler sisteminin sürecini etkileyeceğinden, gerek mevcut AKP-MHP bloğu iktidarı ve gerekse de burjuva muhalefet cephesi olan “Altılı Masa”, bu gündem merkezli tüm olanaklarını harekete geçirmiş durumdadır. Burjuva cepheden, seçimin erkene alınması, uzun kampanyaların başlatılması, seçim süreci ve sonrasına dair kapsamlı planlamaların yapılması, bu zemin üzerinden burjuva kliklerin stratejik hedeflerini ortaya koymaktadır.
Bu bağlamda, AKP-MHP merkezli “Cumhur İttifakı”, savaş hamleleri ile bütüncül iç ve dış politikayı sürdürmekte, ağır ekonomik ve siyasal kriz ortamından, kendisine bir çıkış yolu aramaktadır. Burjuva muhalefet ise, iktidarın iç ve dış politikadaki yönetememe durumunu, ekonomik kriz halini, faşizm koşullarının geniş toplumsal güçlerde yarattığı kapsamlı itirazı, en etkili olarak kullanmakta, deyim yerindeyse, tarihsel olarak gardı düşmüş iktidar kliğini etkili muhalefetle mağlup etmek istemektedir. Mevcut durumda avantajlı görülen burjuva muhalefet bloğuna karşılık, AKP-MHP-Erdoğan güruhu, belirli hamlelerle, bu avantajı lehine çevirme gayretindedir ama, artık ayakta kalması mümkün görünmemektedir.
AKP-MHP iktidar bloğunun iç ve dış politikada yaşadığı çöküş, toplumsal desteği yitirmesi ile birleşmekte, iktidar siyasal çöküşe doğru yol almaktadır!
Ukrayna da süren emperyalist savaşın ortamında, iç ve dış politikada kendisine vazife çıkarmaya çalışan iktidar bloğu, yaptığı politik manevralarla, seçim sürecine hazırlanıyor. Toplumun geniş kesimlerini kuşatmaya alan açık faşizm koşullarını, toplumla alay edercesine yadsıyan ve “Bugünün Türkiye’si, daha demokratik daha özgür daha fırsat eşitliğinin olduğu ülkedir” türü açıklamalarla, derinleştirdiği ideolojik-politik toplumsal kamplaşmalarla manipülasyona kitlesel destek yaratmaya çalışan iktidar güruhu, bu çabalarına karşın inandırıcılığını yitirmiştir. Bu durumu tersine çevirecek inandırıcı politik bir argümanı olmadığından, iç ve dış politikada, bayatlamış kirli silahlarına yeniden sarılmak istemekte, açık gerçekler karşısında “şapkadan tavşan çıkarmak” istemektedir.
Yaşanan ağır ekonomik kriz, tek adam diktatörlüğüne göre dizayn edilen “adalet” ve “yargı” sistemi, ekonomik-demokratik olarak toplumu baskı altına almış; bu durumun toplumda yarattığı ağır travmalar gerçeklikken, iktidar “yeni” vaatler ve söylemlerine toplumsal karşılık yaratamamaktadır. Zira, iktidar kliğinin destek kaybı sadece iç politik süreçle sınırlı değil, uluslararası alanda da iktidara geliş sürecinde aldığı desteği yitirmiştir. Bundan dolayı gerek iç politikada ve gerekse de dış politikada, bilindik kurnazlıklarla manevralar yapmakta, “dış düşman-terör-vatana düşman mihraklar” argümanı ile yaratılmaya çalışılan toplumsal kamplaşmalar üzerinden kaybettiği toplumsal desteği geri almak istemektedir. Ancak bu, işçi ve emekçiler başta olmak üzere, geniş halk kitlelerinin mutfağında beslenememe olarak patlayan krize dönüştüğünden, imkânsızı arama çabası olarak kalacaktır. Zira somut olarak, 2018 krizi, 2019 pandemi süreci ve son iktisadi krizle yaşandığı gibi, tek adam rejiminin ekonomik politikasının temel amacı, komprador tekelci sermayeye yeni kaynaklar yaratmak ve bu maksatlı ekonomik politikaların tüm ağır yükünü işçi sınıfı ve halka fatura etmekten ibarettir. Sonrası açlık sınırında yaşama mahkûm edilen yoksul halka “Nas” la “sabır” ve “şükür” telkinidir.
Tek adam diktatörlüğünün elinde kalan tek kirli silahı, açık faşizm “hukukunu”, savaş ve şiddet denkleminde sürece uygulamaktır. Böylece hem burjuva muhalefeti geriletme hem de diri toplumsal muhalefeti geriletme ve korku ortamında geri kitleleri sürecine entegre etmek için, savaş ve şiddeti stratejik olarak kullanmaktadır. Kuşkusuz, bu stratejik planlamada esas hedef devrimci-komünist güçler ve Kürt ulusal hareketidir. İç ve dış politik denklemler içinde sürdürülen Güney Kürdistan işgali, Rojava’ya fiili saldırılar ve işgal fırsatı kollamaları, Kuzey Kürdistan’da sürdürülen kapsamlı operasyonlar, komünist ve devrimci güçlere karşı sürdürdüğü sürek avı, iktidarın burjuva muhalefet kliğiyle birleşerek sürdürdüğü siyasettir. Ama iktidar bura üzerinden, dün konsolide ettiği “şovenist-ırkçı-milliyetçi” tabanı, bugün yedeğinde tutmakta zorlanmaktadır.
Sanatçıların konserlerine getirilen yasaklamalar, göçmenler üzerinden gündemleştirilen ırkçılık, sivil faşistler eliyle Alevi inancının ileri gelenlerine karşı geliştirilen saldırılar ve Alevilerin yaşadıkları mekanlarda “katliam” keşiflerinin yapılması, kontra güçler eliyle, Alevi-Sünni kamplaşmasını yaratmak gibi, sistemin kuruluş kodlarının güncelleştirilmesine dönüşle iç politikadaki tıkanıklığı tescilleyen AKP-MHP iktidar kliği, dış politikada da aynısını tekrar etmektedir.
Yeni Osmanlıcılık hayalleri ile, emperyalist bloklar arasındaki çelişkilerden beslenen Erdoğan ve şürekâsı, “aktif dış politika” olarak deklere ettiği tüm siyasal hesaplarında çamura saplanmış durumdadır. Suriye savaşı süreci ile, bölgesel anlamda Kürt ulusal hareketini ezme ve “misak-ı milli sınırlarını” genişletme hayali ile sürdürdüğü işgal ve çatışma halinin akabinde, iktidarın elinde cihatçı terörist çöplük, işgal ettiği Kürt coğrafyasında çıkışsızlık ve emperyalist güçler arasında sıkışmışlık kalmıştır. Ukrayna’daki emperyalist savaş süreciyle de emellerine ulaşamayan Erdoğan güruhu, Rusya ile ABD arasında manevralar yaparak zevahiri kurtarmaya çalışıyor. NATO şemsiyesi altında, Ukrayna sürecinde rol alırken, özellikle ABD’nin desteğini almaya çalışmış, ama planlanan gerçekleşmemiştir. ABD-AB emperyalist güçleri karşısında pazarlık gücünü arttırmak için, önce Tahran’da, sonra Soçi’de Putin kartını kullanma süreci ise, Erdoğan’ı, dün yıkmayı planladığı Esad’ın yanına takla atması ile sonuçlanmıştır. Yani emperyalist güçler arasındaki çelişkilerden nemalanma siyaseti, Erdoğan’ı Putin’in oynadığı karta dönüştürmüştür. Görüşmelerin sonucunda, Akkuyu Nükleer Santrali’ndeki tek Türk yüklenici İCTAŞ’ın çıkarılması, Rusya ile ticaretin Ruble ile yapılması, Esad ile “kardeşlik” günlerine dönme sözü ve Eylül ayında yapılacak Şangay toplantısına katılma eğilimi, bel kemiği olmayan oynak siyasetin sonucu değil, tepe takla çöken dış politikanın sonucudur.
Erdoğan, Neo Osmanlıcı hayallerden öte, emperyalist güçlerden, özellikle seçim sürecine dair bir destek yaratmaya çalışıyor. Bu amaçla, esasta ABD-AB emperyalist bloğuna mesaj veriyor. Aynı anda, askeri (S-400), ekonomik (ruble- Akkuyu ve Ukrayna’dan tahıl sevkiyatı) diplomatik (Soçi, Tahran, Şangay İş birliği Toplantısı) olarak Rusya ile aynı eksende durması, dış politikada “TC” nin lehine bir sonuç yaratmamıştır. Aksine Rusya’nın bölgesel planının bir parçası olmuştur. Erdoğan buradan bir mesaj veriyor sadece. “Sizin çıkarlarınızı en iyi ben temsil ederim ve seçim sürecinde beni destekleyin” diyerek son yıllardaki klasik yöntemini deniyor. Putin ile görüşürken, Biden’a “gel beni buradan al” diyor. “Seçime gittiğim bu süreçte sen beni desteklemezsen, ben gerekirse Putin’in desteği ile kazanırım ve Esad ile anlaşarak, bölge jeopolitiğinde ABD’nin çıkarlarını zedeleyen tehlikeli masada yer alırım” diyor. Erdoğan’ bilindik bu kartla Rus ruleti oynamaktadır. Ve “çıkmayan candan umut kesilmez” misali, iç ve dış politikada savaştan beslenerek seçim stratejisi tayin etmektedir.
Toplumsal itirazları kendisine iktidar dinamiği yapmaya çalışan burjuva muhalefet ittifakı “6’lı Masa”, başka bir sermaye kliğinin siyasal iradesidir, çözüm ufku sermayenin vahşi çıkarlarıdır!
Gazetemiz sayfalarında defalarca ifade ettiğimiz gibi, burjuva muhalefet, bugün sistemin yaşattığı ağır ekonomik siyasal sorunların çözüm merkezi değil, sömürücü sistemin devamcısıdır. AKP-MHP faşist iktidarının yarattığı koyu karanlık faşizm koşullarına “itiraz” üzerinden iktidar yolu için kullanmaya çalışan “6’lı masanın”, mevcut iktidardan tek farklı yanı, coğrafyamızda faşizmin peçesi olan “burjuva parlamenter sisteme” geçiş vaadidir. Tüm toplumsal sorunlara çözüm reçetesi olarak sunulan “burjuva parlamenter sistem”, ezilen ve sömürülen geniş yığınların yönetim anlayışı değil, sermaye iktidarının bir modelidir. Bundan dolayı böyle bir sistemden ezilen yığınların çıkarlarına uygun bir sonuç beklemek, burjuvaziye teslim olmaktır. Proleter sınıf bilinci, her şeyden önce bu sınıfsal bakış açısı ile soruna yaklaşır ve tutum alır.
“6’lı Masanın”, son toplantısında, AKP’nin yarattığı derin toplumsal sorunlar sıralanarak, çözümün “2. Yüzyılda Cumhuriyetin kuruluş kodlarına döndürülmesi” olarak ortaya konması, iktidar için muhalif burjuva kliğin ezilen-sömürülen yığınlara pazarladığı umuttur. Ezilen ve sömürülen halklar için, “cumhuriyetin kuruluş kodları” ve “burjuva parlamenter sistemin” ne anlama geldiği tarihsel verilerle sabittir. Yine, her biri Türkiye-Kuzey Kürdistan sahasında tarihler boyu sürdürülen kirli savaşın aktörleri olmasına karşın, bugün kendilerini “ezilenlerin kurtuluş” şövalyeleri olarak ilan etmeleri, “biz kazanacağız-Türkiye kazanacak” naralarını, seslendirmeleri, riyakarlıktan öte bir şey değildir. Kapitalist sistemin günümüzdeki vahşeti olan neo-liberal doktrine dokunmadan, ekonomik-politik sorunlara çözüm reçetesi sunmak, sahibinin dahi inanmadığı bir yalandır. Önemle, Kürt Ulusuna uygulanan milli zulme karşı, burjuva demokratik zeminde dahi bir çözüm projesi ortaya koyamayanlar, bu coğrafyada demokrasi-insan haklarından, yaşam haklarından söz etmemelidirler. Bu anlamı ile “6’lı Masanın”, son toplantısında ezilen ve sömürülenlere, “bizi iktidar yapın, Cumhuriyetin kodları ile parlamenter sistemle sizin ruhunuzu okşayarak ezer ve sömürürüm” mesajı çıkmıştır. Dolayısıyla işçi sınıfı ve ezilenlerin lehine bu bloğun iktidarından bir şey çıkmayacaktır.
Tek adam rejiminin temsil ettiği burjuva kliğe karşı, altılı muhalefetin avantajlı işleyen sürecine karşın, seçimler dahil, toplumsal sürecin gelişim niteliğini, Kürt ulusunun, sosyalist, devrimci, güçlerin, Alevilerin, aydınların, kadınların ezilen ve sömürülenlerin, örgütlü-birlikte mücadelesi ve duruşu tayin edecektir. Bu bir slogan değil, mevcut toplumsal sürecin mahiyetidir. Hem iktidarın hem de burjuva muhalefet bloğunun, ilerici toplumsal güçler üzerinden kapsamlı planlar yapması, bu yaklaşımımızı teyit eder niteliktedir.
Faşizme, emperyalizme ve her türden gericiliğe karşı ezilen ve sömürülenlerin mücadele bayrağı sosyalizmdir!
Sorunun tanımı net ve açıktır. Coğrafyamızda koyu faşizm koşulları sürmektedir. “TC” iktidarının sınıfsal niteliği budur. Ve faşizmle mücadele, aynı zamanda kapitalizme karşı mücadeledir. Faşizmi kapitalizmden koparıp, mücadele perspektifini daraltan her anlayış, burjuvaziye bulaşık ideolojik çizgidir. Proleter sınıf hareketi ve öncü kurmayı, sınıf bakış açısı ile, mücadeleyi, özel mülkiyet dünyasının tüm niteliğine karşı geliştirirken, dönemsel koşulların ortaya çıkardığı her güçler dengesinde, proletarya ile burjuvazi arasındaki kalın çizgiyi esas alarak politikasını belirler. Burjuva klikler arasındaki dalaş ve çatışmayı, faydalanma zemini haline getirse de bir burjuva kliğe karşı, başka bir burjuva klikle uzlaşmaz. Bu sorunlar faşizm koşullarında daha ağır yaşansa da tüm bunların temel sebebi, kapitalist sistemdir.
Bu anlamı ile faşizm, kapitalizmin ürünüdür. Faşizme karşı mücadeleyi, kapitalizme karşı mücadele ile birleştirerek, geniş halk yığınlarını Faşizme karşı ortak cephede birleştirmek ve ezilenlerin toplumsal taleplerini bu mücadelede örgütlü bir güç haline getirmek esastır. Somut taleplerin, somut araçlarla örgütlenmediği bir koşulda, faşizme karşı mücadele, soyut bir kavram olarak kalır. Bugün, faşist iktidarın kapsamlı saldırıları ile, toplumsal çelişkiler derinleştiği kadar, çelişkilerin mahiyeti de genişlemiştir.
Tarihler boyu milli zulme uğramış, tüm ulusal demokratik hakları, tarihsel haksızlıklarla elinden alınmış Kürt ulusu, dört parçada işgal ve ilhak altındadır. Bölgesel düzlemde, bu işgal ve ilhakın öne çıkan aktörü “TC” egemenler sistemi iktidarıdır. Kürt ulusuna, bölgesel düzlemde katliam ve işgal dayatılmakta, tüm ulusal demokratik hakları, tekçi zihniyet tarafından tasfiye edilmek istenmektedir.
Yeniden, salalarla, diyanet fetvaları ile, iktidarın siyasal yönelimi ile, toplumsal kamplaşmadaki hassasiyet olarak seçilen ve tarihteki katliamların devamı olarak diriltilen Aleviler başta olmak üzere, Sünni İslam dışındaki ezilen inanç kesimlerine, paramiliter kontra çetelerce saldırılar gerçekleşmekte, katliam provaları yapılmaktadır.
Kapitalist sömürü çarkındaki işçi sınıfı, kamu ve hizmet sektörü emekçileri, köylülük, üretim alanlarındaki güvencesiz koşullarda açlık ile talim edilmekte, tüm örgütlenme, hak arama eylemleri, “terör” ve “vatan hainliği” kapsamında yasaklanmaktadır.
Egemen ideolojinin gerici ahlak kuşatmasında, kadınlar rutin işleyen cinayetlere kurban gitmekte, kadınlar üzerindeki cin baskısı, sistemin hakimiyet merkezlerinden ölüm kadınlara ölüm kusmaktadır.
Sistemi eleştiren, haksızlıklara karşı toplumsal duyarlılık gösteren aydın, yazar, sanatçı, gazeteci, akademisyen başta olmak üzere, duyarlı her birey ve ilerici odak, ağır faşist baskılara maruz kalmakta, zindanlara tıkılmakta, kültürel, sanatsal, yazımsal tüm birikimleri yasaklanmaktadır.
“Dinci gençlik yaratma” hedefi ile, eğitim kurumları gerici ideolojinin birer merkezi haline getirilmekte, akademisyen, öğretim görevlisi ve öğrencilerin bilimsel eğitim verme ve alma hakkı, tek adam rejiminin ideolojik-politik çizgisine göre dizayn edilmektedir.
Sermayenin talan ve rant alanına çevrilen doğa, yakılıp yıkılmakta, tüm zenginlik kaynakları büyük tekellerin denetimine sunularak, ekolojik denge, geri dönüşü olmayacak biçimde bozulmaktadır. Yani insanlığın ötesinde, doğa ve tüm canlılar büyük tehdit altındadır.
Toplumsal, ulusal-sınıfsal-sosyal-ekolojik sorunların listesi uzatılabilir. Ama genel tabloyu kavrama açısından bu başlıklar yeterlidir. Bütün bunlar sermayenin iktidar biçimi olan faşist diktatörlüğün icraatlarıdır.
Bu geniş toplumsal sorunları, ulusal-sınıfsal-inançsal dinamikleri ile örgütlemek ve en geniş kesimleri faşizme karşı mücadeleye katmak, her zamankinden daha olanaklıdır. Bu görev de sosyalistler başta olmak üzere, devrimci, demokrat, aydın ve yurtsever güçlerin görevidir.
Önemle ifade edelim. Bu mücadele, seçim sürecine endeksli bir mücadele değil, faşizme karşı mücadeledir. Tüm diğer örgütlenmeler gibi, burjuva seçim süreci de toplumsal dinamiklerin harekete geçirilmesinde birer araçtır. Bugün burjuva klikler, seçim ve seçim sonucu beklentileri üzerinden toplumsal tepkileri terbiye etmek istemektedir. Buna karşı devrimci muhalefet, örgütleyebildiği her toplumsal dinamiği, faşizme karşı harekete geçirmekle yükümlüdür. İşte bu, devrimci muhalefet ile, sağcı-liberal-burjuva muhalefet arasındaki ayrım çizgisidir. Geniş yığınların faşizm koşullarında yaşadıkları ağır ekonomik-siyasi sorunları görmezden gelip, kaba ideolojik-politik reçetelerle, politik iktidar naraları atmak “sol sekter” çizgi iken, yığınların ekonomik-demokratik taleplerini burjuva liberal çizgide “çözmeyi”, devrimci mücadele sayan anlayışta “sağ tasfiyeci” bir çizgidir. Her iki çizginin ortak paydası, küçük burjuva ideolojik kulvardır. Bu gibi anlayış ve çizgilerle mücadele ederek, en geniş toplumsal dinamik öznelerle ve güçlerle birleşmek, ezilen ve sömürülenleri bu birleşik mücadele çizgisinde faşizme karşı harekete geçirmek ivedidir.