Kürtlerin kendi geleceğini belirleme hakkını kayıtsız şartsız kabul etmeyen hiç kimse demokrat bile olamaz. Öte yandan Kürtlerin geleceğini belirleme hakkı, belirli siyasi çevrelerle kapı arkalarındaki siyasi pazarlıklara da teslim edilemez. O kayıtsız şartsız ulusun bütününe ait bir haktır ve sadece onun tarafından kullanılabilir.
Ne devlet, ne hükümet ve ne de muhalefet bu sorunun çözümünde samimi ve dürüst değiller. Bu sorunun çözümüne gerçekçi, hakkaniyetli ve doğru yaklaşabilmek için öncelikle demokrat olmak gerekir. Bugünkü meclisten ve mevcut devlet stratejisinden çözüme dair bir ışık gözükmüyor. Çünkü demokrat değiller. Dünyanın neresine bakarsak bakalım, ezilen ulusları silahlı direnişlere ve ayrılığa zorlayan gerici rejimlerin bizzat kendi silahlı zorbalığı olmuştur. Bugün de onu görmüyor muyuz?
Zorbalıklar karşısında ezilenlerin her türlü direnişi masum bir meşruiyete sahiptir. Elbette Kürt siyasi hareketinin de es geçilmez yanlışları oldu ve onları her zaman eleştirdik, yine de eleştirilmelidir. Fakat bunca devlet zorbalığı ve inadı sürüp giderken üstelik eski vahim hatalarından hayli uzaklaşan Kürt siyasi hareketine yüklenmek adaletli olamaz. Bazı aydınların ve politikacıların kamuoyu önünde “PKK zorbalığı”na vurgu yaparak devlet şiddetine yönelik eleştirilerini bir nevi dengeleme eğilimleri tutarsızlıktır. Etnik ve dinsel nitelikli kavgaların bazı tehlikeli gelişmeleri tırmandırmaya elverişli olduğu gerçektir, ama bundan ezilenlerin kendi hakkından vazgeçmesi istenemez. Tersine onları şiddete zorlayan egemen güce, devlete yüklenmek gerekir.
Öte yandan Kemal Burkay’ın Kürtlerin radikal direniş tarzının tasfiyesinde eski alışkanlığını sürdürmesi de herhalde bugünkü hükümete güveninden ileri geliyor. Elbette “hain”, “ajan” ithamlarına katılmıyoruz, ama bir zamanlar Zana ile aynı siyasal çizgiyi paylaşan ve onlara önderlik eden Burkay’ın Zana’nın bu kadar gerisine düşmesi düşündürücüdür. Zana doğru söylüyor, Kürtlere kendi geleceğini belirleme hakkı tanınması kaçınılmazdır ve maalesef bugünkü dünyada silahı olmayanların hiçbir şeyi yok demektir.
Bugünkü Ortadoğu konjonktüründe halkların birliği ve kardeşliği çok büyük önem kazandı. Bölgedeki emperyalist provokasyonlar ve saldırılara karşı iki halkın öz güven ve dostluğunu pekiştiremezsek onların işini kolaylaştırmış oluruz. Ülkenin devrimci aydınları ve politikacıları bütün ezilenlere sevgi ve hoşgörü, egemen şoven politikalara ve devlet “zalim”liğine karşı da kararlı bir duruş sergilemezlerse bu güven geliştirilemez. Hrant Dink olayındaki devrimci tutum, Kürtlere karşı zorbalıklarda da gösterilemezse caniliklere ve katliamlara karşı sağlam duruş sağlanamaz. Eninde sonunda bütün ezilenlerin sorunu bir bütündür. Fakat böyledir diye, farklı sorunların kendisini özgün biçimde ortaya koymasına ve kendisini zorunlu hissettiği mücadele biçimlerine itilmesini anlamak gerekir. Elbette bütün ezilenlerin birleşmesine elverişli tek siyasal eksen, sınıf hareketi ve sınıf mücadelesidir. Bunun önünü açacak, diğer çelişkileri buna tabi kılacak büyük bir toplumsal devrim hareketi geliştirebilmek için hiç değilse geçmişin ayrıştırıcı siyasal tarikatçılığından farklı olarak ortak bir dil kullanabilmeliyiz. Bu dil; bütün ezilenlerin her türlü direnişine saygı duymak; bütün emperyalist müdahale ve karışmalara izin vermemek; bütün ezilenlerin birliğini ve ortak direnişini kollamak ve kolaylaştırmak; her türlü gericiliğe ve faşizme amansızca karşı durmak; kime yapılırsa yapılsın bütün adaletsizlikleri ve insan hakkı ihlallerini protesto etmektir.
Bir de aydınların “gıcık eleştirisi” karşısında biraz sabırlı olmak ve hemen “hain”, “ajan” damgası basmamak gerekir.