Leyla Zana, İngilizce yayın yapan Kürt Rudaw adlı internet sitesine “Kürtler, kendi topraklarında kendi geleceklerini belirleme hakkına sahip olmalı. Özgürlük, özerklik, federalizm ve bağımsızlık da Kürtlerin hakkı” dedi, ardından Frankfurt’ta “Ben silahların bırakılmasını asla tartışmıyorum; o, Kürtlerin sigortasıdır” demeci kıyametin kopmasına yetti. Operasyonlar ve tutuklamalar arttı, dokunulmazlığı olan Zana’nın evi basıldı.
Yirmi yıl önce yine milletvekiliyken arkadaşlarıyla beraber yaka paça zindana atılan ve yıllarca özgürlüğünden yoksun bırakılan, çıkar çıkmaz da yine adına sayısız dava açılan, partisinin vekilleri hapiste tutulan, bitmez tükenmez “siyasal soykırım” operasyonlarıyla binlerce arkadaşı zindanlara doldurulan bir Kürt kadını Zana. Kürdistan’da hangi aileyi alırsanız alın, aile boyu ölüm, zindan, esirlik, işkence ve acı dolu manzaralarla karşılaşırsınız. Zana da onlardan biri. Zana’nın eşi Diyarbakır eski Belediye Başkanı, kendisi de iki dönem vekillik yaptığı için dramları göze batıyor. Sessiz milyonların yaşadığı acıların ise haddi hesabı yok. Ölüm orucundayken yanı başımda can veren Cemal Arat’ın annesinin inanılması zor metanetini yıllar sonra ailenin nerdeyse bütün erkeklerinin bu uğurda birer birer yok edilmesini öğrenince anlamıştım. Gerçek anlamda “acıyı bal eylemek” buna denir.
Zulüm Kürt çocuklarını “küçük generaller”, kadınlarını “demir yürekli” yaptı.
Artık uluslararası bir yasa haline gelen “Shelf determinasiyon” ne demektir?
“Milletlerin kendi geleceklerini özgürce belirleme hakkı” demek değil mi?
Hal böyleyken uluslararası toplumun üyesi olan Türkiye’de neden onca gürültü kopabiliyor. Sen Kıbrıs’ta, Kerkük’te bilmem nerede Türkçe konuşan küçük milli azınlıkların sözde “kendi kendini yönetme hakkı” için savaşa bile girerken, yirmi-otuz milyon Kürt’ün bu hakkına kibirlice meydan okuman zorbalık, vicdansızlık, kan dökücülük ve ırkçılık değil de nedir? Muharrem İnce, “Bu devlet kan dökülerek kuruldu” derken, Kürtlerin de kan dökerek devlet kurmasını mı istiyor? Ya Kürtler binlerce yıl o topraklarda nasıl tutunabildiler sanıyorsun? Evet, ulusal devletler, feodal ve emperyalist barbarlığa karşı kan dökülerek kuruldu. Ya siz nesiniz; feodal mi, yoksa emperyalist barbarlardan mısınız? Bir yerlere, bazı topluluklara hakim olmak eski barbarlığın bir kuralı değil miydi? Osmanlı feodal zorbalık, ulusları köle görme geleneğinden kopmayan bu politika değil mi sorunu bu denli içinden çıkılmaz hale getiren. Yüz yıldır bu sorun yüzünden ülkenin yüz binlerce insanı, yüzlerce milyar doları geçen ekonomik kaynağı yok olmadı mı, düşmanlık kültürünün güvensizlik ve demoralizasyon ortamında üretme ve kalkınma dinamiğinin ne kadar zarar gördüğünü kim hesaplayabilir! Neden onlarca etnik deseniyle yüzlerce yıl giderek birlikte yaşamaya alışmış, birbirlerini sevmiş bu halkları ırk ayırımı ve eşitsizliği dayatarak birbirlerine düşman ediyorsunuz? Bu güvensizlik politikasının yarattığı zemin üzerinde emperyalist güçlerin şantaj yoluyla sağladığı ekonomik ve siyasal avantajların haddi hesabı yok. AKP, ümmet metoduyla o gelenek içinde Kürt sorununu çözebileceğini, daha doğrusu atlatabileceğini sanıyor. “Ulusal cumhuriyet” yerine “İslam Cumhuriyeti” ile herkesin sesini keseceğini düşünenler, 1500 yıl önceki çöl yasalarıyla yönetmeye kalkıyor. Sanki 20-30 milyon kilometre karelik kara alanı üzerinden 1 milyon kilometre kareyi bile tutmayan küçük Anadolu’ya sıkışmanın bu feodal ümmetçi zorbalık yüzünden değilmiş gibi.
Çağdaş dünyada bütün ulusal toplulukların, ekonomik, kültürel, sosyal gelişmeleri için kendi kendini yönetmesi aklın, gerçeğin ve vicdanın gereğidir, bunun başka yolu yok. O sorunun çözümü ne kadar gecikirse hem ezen ve hem de ezilen ulus o ölçüde zarar görür. Türk halkının bir türlü gerçek demokrasi yüzü görmemesinin nedenlerinden biri budur. Çünkü başka bir ulusu ezen bir ulus özgür olamaz, her şey bunu kanıtlıyor. Emperyalist arsızlıkla çıldırmamış bütün burjuva ulusal cumhuriyetler, o hakkın, uygulanabilir şartların bulunması halinde bütün milletlerin hakkı olduğunu teslim ederler.
Çünkü bu, en masumane temel insan haklarının başında gelir. Bir insan topluluğunun doğuştan gelen temel hakları, bir bireyin doğuştan gelen temel haklarından daha mı az değerlidir? Bir bireye bile illa da ana dilin şu olsun, illa da kendini bu ulustan hissedeceksin denilemezken, koca bir ulusal topluluğa nasıl bunu dayatabilirsiniz? “Silahı” ezilen bir ulusun “sigortası” haline getirenler, onların temel haklarını silah ve zorbalıkla bastıranlardır. Kürtlerin ezici çoğunluğunun birlikte yaşamaktan yana olduğu ve mecbur bırakılmadıkça silaha başvurmak istemediği bellidir. Fakat silahla bastırma ve inkar politikasının giderek ayrılık ve silaha sarılma eğilimlerini güçlendireceği de en azından son 30 yıllık tecrübeden bilinir.