DİL

Öztürkçeciler bir iyi bir de kötü şey yaptılar. İyi şey; Selçuklu ve Osmanlı’nın kullanmadığı ama halkın kullandığı dili öne çıkardılar ve köklerden kelimeler üreterek dili zenginleştirdiler. Kötü şey ise; diğer dillerden Türkçeye giren sözcükleri, arındırma gerekçesiyle Türkçeden sürdüler. Bu korkunç sözcük tehciri, ifade, imge, çağrışım ve benzeri dil olanaklarına ciddi bir darbe indirerek Türkçeyi ve Türk edebiyatını çoraklaştırdı. Ben, sadece ‘arı dil’i kullanmakla kalmıyor, aynı zamanda, kökleri asırlar öncesine sarkan, sürülen, gadre uğrayan kadim kelimeleri  de kullanmaya çalışıyorum. Anlaşılsın veya anlaşılmasın kullanmak gerekiyor. Hayat, hayal edemeyeceğimiz derecede zengindir. Onu, zengin bir dille kavrama ve anlatma çabası içine girmek güzeldir. Sosyal hayatta tehcire karşı çıkıp, dilde tehcir uygulamasına boyun eğmenin bir anlamı var mı bilemiyorum. Dillerin sağlıklı bir şekilde birbirlerini özümleyebilmeleri, özgür bir ortamında, çok yönlü bir şekilde zenginleşmeleriyle, iç içe geçerek, iletişim ve edebiyat maceralarına birlikte girmeleriyle mümkün olabilir ancak. İnsanlık komününün o büyük zengin diline gidişin başka bir yolu da yok sanırım.  

İnsanın içine doğan, kafasına yayılan her düşünceyi alışılmadık bir dille korkusuzca beyan etmesi, uygulaması bana ilginç ve eğlendirici geliyor. Yenilik nerden doğuyor? Kural ve akıl dışı, ters, habis düşüncelerin, seslerin, nefeslerin kıvıl kıvıl kaynadığı yerlerden, yani, yeni bir dil kurma sancısından doğuyor. Yalancıların, küfürbazların, üçkâğıtçıların, ahlaksızların, soytarıların, şapşalların, murtazaların, megalomanların, psikopatların, dalkavukların, sahte filozofların, türedi peygamberlerin yani bilcümle anormallerin düşünce ve dil dünyası, bana normalliğin düşünce ve dil dünyasından daha ilginç geliyor. Bunların düşünce ve duygu dili beni çekiyor. Geçenlerde çarşıdaydım. Mezar suskunluğu vardı. Yeni bir dil arayışına girilmiş gibi herkes geviş getiriyor, bir başkasına bakmaya eriniyordu. Birden domates ve mango yığınlarının ötesinden bir deli peydah oldu. Fermuarı dağılmış, maslahatı azman ve sallantılı bir tarzda ayan olmuş güleç bir deli. Çarşı canlandı. Deli birkaç tur atınca, çarşının dikkat merkezi paradan, delinin delisine kaydı. Bakmanın, gülmenin, yorum yapmanın, mobil telefonlarla resim çekmenin, hayret nidalarıyla irkilmenin halleri devleti de canlandırdı. İki polis koşarak deliyi derdest edip çarşı tuvaletinin koridoruna soktu. Canlanan ve sözcüksüz bir dil konuşan halk, tuvalet koridorunun girişinde birikti. Az sonra deli, iki polisle birlikte tuvalet koridorundan çıktı. Devlet, maslahatı gizlemiş ama dağıldığı için fermuara bir çare bulamamıştı. Deli, halkı görünce şaşırdı, gülümsedi, zafer işareti yaptı. Halk, hiç beklemediğim bir tepkiyle karşılık verdi, güldü ve alkışladı. Alkış seslerinde ortaya çıkan yeni dile kaydı dikkatim.

Önceki İçerikKendi içimizdeki erk anlayışla keskin mücadele yürütmek kaçınılmaz devrimci bir görevdir
Sonraki İçerik1915 Ermeni Soykırımı’nın ölüm yolunda bugün Kürtler yürüyor