Tarihsel anlamda, Ermeni soykırımının devrimciler ve komünistler açısından anlamı, tarihin acılarının ortaklaştırdığı ezilen halkların ve mazlum ulusların örgütlü gücüyle, Kürt ulusuna uygulanan bu zulüm özgülünde, faşist barbarlığın topyekûn imha seferlerine karşı durmaktır. Acıların kardeşleştirdiği bir halk gerçeği, toprak ve vatan parçası üzerinden tanımlanamaz. Gericiliklerin, soykırım ve katliamlar dâhil, yarattığı tüm tarihsel haksızlıklar, halkların ortak dilinin ördüğü mücadele ile aşılır. Maoist komünistler olarak, ulusların maruz kaldıkları tarihsel haksızlıkları gidermek, siyasal sorumluluğumuz gereğidir. Ama bu sorumluluğumuz kesinlikle bir toprak parçası ve vatan kavramına hapsedilemez. Ulusların bu demokratik hakkını tanımamız, stratejik olarak enternasyonalist çözümlerin önüne geçemez. Bu anlamıyla, Batı Ermenistan, Türkiye-Kuzey Kürdistan halklarının ortak mücadelesi, sosyalizm programımızda gerçek çözüme dönüşecektir
İnsanlığın normal halini en iyi tanımlayan ilkel-komünal toplumdan insanlığın ihtiyacını karşılamaya değil -kar etmeye dönük, kullanım değerine değil- değişim değerine dönük bir üretim tarzıyla hareket eden kapitalizme uzanan insanlık tarihi boyunca, yaşlı dünyamız ezilen halkların, ulusların mücadele ve direniş tarihine tanıklık ettiği gibi; iktidar, güç ve daha çok kazanma hırsıyla yapılan sayısız savaşlara, katliamlara ve soykırımlara da tanıklık etmiştir. Sınıflar mücadelesi tarihi olan insanlık tarihinin biyografisinin sayfaları, bu konuda yeterince kabarıktır. İnsanlık tarihinin dünden bugüne en barbar kesiti bağlamında yoğunlaşan ve merkezileşen sermayenin işleyişinin sonucu olan emperyalizm, dolaşım kanallarını rahatlatmak, kendine yeni pazarlar açmak ve girip yağmalayabileceği tüm yeraltı ve yerüstü kaynaklarını kontrol etmek kaydıyla var olma ve gelişim sürecini, sömürülen sınıflara, mazlum uluslara ve ezilen-ötekileştirilen inanç kesimlerine uyguladığı katliamlar ve soykırımlar üzerinden inşa etmiştir. En son 2008’de patlak veren ve hala içinden çıkamadığı yapısal krizlerinden kurtulmak için, bir yandan eşitsiz gelişim yasasına bağlı olarak değişen güç dengelerini yeniden oluşturabilme adına dünyayı üçüncü bir emperyalist paylaşım savaşının eşiğine sürüklemekte, bir yandan da dayandığı gerici bölgesel güçler üzerinden sömürü ve baskı aygıtlarını yaygınlaştırmaktadır. Özellikle Ortadoğu’da daha çok “vekâlet savaşı” biçiminde sürdürülen bu yoğunlaşmış ekonomik-politik mücadele Ortadoğu halklarını kan sağanağına tutarken, emperyalistlerin çıkarları doğrultusunda Ortadoğu’yu yeniden şekillendirmede kullandıkları figüran IŞİD, bağımsız davranabilme potansiyelini açığa çıkararak sadece Ortadoğu’yu değil Avrupa’yı da kana bulamakta, kendisini besleyip büyütenlerin elinde patlamaktadır.
Ermeni soykırımı kapitalist toplumsal sistemden bağımsız ele alınamaz
Emperyalist-kapitalist sistemin bu güncel durumu, aynı zamanda onun barbar tarihi hafızasıdır. Ve barbarlık olarak, dayandığı tarihsel genler, sadece sınıflı toplumların kapitalizm aşamasıyla sınırlı değil, sınıflı toplum olan kölecilik ve feodal derebeylik zulmünü, kapitalist-emperyalist sistemin tarihsel birikimini oluşturmaktadır. Ve her coğrafyanın ezilen halkları ve mazlum ulusları, sömürü, katliam ve soykırım üzerinden yaygınlaşan ve derinleşen kapitalist gelişmenin vahşetinden “payına” düşeni almıştır. 1915 yılıyla, final aşamasına varan Ermeni soykırımı da, kapitalist gelişim paradigmasının yolu üzerinde durmaktadır. Bu anlamıyla tarihte yaşanmış ve bugün hala yaşanan tüm soykırım ve katliamlar gibi, Ermeni soykırımını, kapitalizm ve onun kendi özgün koşullarına göre, işbirliğine girdiği feodal, yarı-feodal gerici sistemlerle hesaplaşmadan açıklamak, meselenin özünü kavramaktan uzak bir yaklaşım olur. Somut olarak Ermeni soykırımında, sınır tanımayan şiddet ve insan hafızasını zorlayan katliam uygulamaları, ceberut Osmanlı ve İttihat Terakki’nin zebani uygulamalarında özel bir hal alsa da, soykırımı egemen gerici güçlerin ait oldukları toplumsal sistemi geliştirme amaçlarıyla direk bağlantısı vardır.
Sanayi Devrimi ve Fransız Devrimi’nin ardından ortaya çıkan modernizm, uluslaşma ve üniter devletler, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorluğu’nun çok uluslu yapısını derinden sarsarak buralarda ikamet eden ezilen ulusların kendi ulus devletlerini kurma taleplerine kapı aralamıştır.
Balkanlarda ilk ayaklanan Yunan, Sırp ve Bulgarlar ilk ulus devletlerini kurdu. Ermenilerin ulusallaşma bilinci ve ayrı bir devlet kurma talebi bu uluslardan sonra gerçekleşmiş ve Balkan uluslaşmasını kendilerine model olarak kabul etmişlerdir.
Balkanlardan kovulmayı hazmedemeyen ve Anadolu’ya tutunamama paranoyasından kurtulamayan İttihatçılar, daha önce de 1895’de II. Abdülhamit döneminde, yine İkinci Meşrutiyet’in ilan edilmesinin ardından 1909’da katliamlardan geçirilmiş olan Anadolu’nun kadim halkı Ermenileri, 1915 Tehcir Kanunu’yla yerlerinden edip, kitlesel fiziki imha ile, kendilerince Ermeni “sorununu” “çözmüş” oldular. Tehcir Kanunu’nun ardından öncelikle İstanbul’dan sürgüne gönderilen Ermeniler, ya yollarda devletin kontra örgütlenmeleri olan “çeteler” tarafından katledildiler, ya da ağır yol koşullarında öldüler. Akabinde tüm Anadolu’daki Ermeniler, evlerinden yurtlarından edilip malları haraç mezat satılarak, ya da el konularak büyük ölüm yolculuğuna çıkartıldılar. El konulan Ermeni mallarıyla Türk komprador büyük burjuvazisi ve büyük toprak ağaları kuşkusuz daha da palazlandı. Zaten projenin bir ayağı da buydu. Gerileme ve dağılma dönemine giren Osmanlı devlet geleneğini, Türk-Sünni İslam sentezi olan Turancılık üzerinden ayağa kaldırmaya çalışan İttihat Terakki, toplumu cebir şiddetle Türkleştirmek istiyordu. Aynı zamanda, sermayeyi, bu ideolojik doku üzerinden egemen kıldığı kesimde merkezileştirip komprador kapitalizmin temellerini atmak, bu dönemki projelerin oturduğu zemindir. Bu durum, “Neden önce Ermeniler “ sorusuna da açıklık getirmektedir. Ticaret ve zanaatta çok ileri olan Ermeniler, hem sahip oldukları sermaye anlamında hem de ulusal bilinç düzeyi anlamında en örgütlü ulustu. Türk İslam paradigmalı Turancı egemenlik sistemi, Kürt, Rum, Süryani, Çerkes, Hıristiyan, Alevi gibi tüm farklı ulusal ve inançsal kesimleri tasfiye ve teslim alma üzerine süreci planlasa da, esas tehlikeden, taliye doğru bir tasfiye süreci örgütlemiştir. Hatta süreç içinde katli vacip diye vaaz edilen bazı ulus ve inanç gruplarını, askeri ve politik güç olarak katliamlarda kullanması, meselenin bir başka önemli boyutudur. Hamidiye Alayları’nda bazı Kürt aşiretlerin katliam gücü olarak kullanılması, buna en açık örnektir.
Bütün bu planlama ve pratik uygulamalarla start alan soykırım, yollarda, hemen köy ve kasaba çıkışlarında katledilmeye başlanan Ermenilerden sağ kalabilenler ise Yahudi toplama kamplarının önceli olabilecek kadar korkunç ölüm kamplarında yine ölümün kucağına itildi.
Tabi Osmanlı modernize ettiği ordusuyla savaştığı cephelerde ve Balkanlarda ortaya koyduğu askeri başarısızlıklarla bu çapta bir soykırım operasyonunu gerçekleştiremezdi. Bizzat Alman subaylarının dâhiliyle ve batılı emperyalist devletlerinin Ermenilere ihanetiyle gerçekleştirmişlerdir. Dolayısıyla Ermeni soykırımını güncelleyip soykırımın adını koyma ve mahkûm etme adına meseleyi tartışmaya açan batılı emperyalistlerin her meselede olduğu gibi bu meselede de ne kadar ikiyüzlü davrandıklarını deşifre etmeden geçmek doğru olmaz.
Kuşkusuz bugünkü tekçi, inkârcı faşist devlet zihniyetinin temelleri de o dönemin Jön-Türkçü İttihatçileri tarafından inşa edilmiştir. Bugün hala faşist Türk devleti Ermeni soykırımını saldırgan bir dille inkâr etmekte, doğal savaş kayıpları olarak açıklamaya çalışmaktadır. Çünkü 1915’teki bu “büyük utanç”ın failleri olan İttihatçı kadrolar 1918’de, Anadolu’ya kaçıp yargılanmamak için faşist Mustafa Kemal önderliğindeki güçlere dâhil olmuşlardır. Soykırım karşısındaki inkâr biraz da Anadolu’ya kaçan bu kadroları aklamak içindir. Ve kuruluş- “gelişme” mayasını, bu soykırım ve katliamlar üzerinden var eden bir devlet geleneğinin, günahlarıyla hesaplaşmasını beklemek, en yalın anlatımla siyasal körlüktür. Ki bu konuda uluslararası ve ülkemiz komünist ve devrimci hareketi, Kaypakkaya neşterine kadar problemlidir. 1917 devrimi ile, Lenin’in Kemalist hareket konusundaki hatalı tutumu ve Batı Ermenistan’ın tarihsel bir haksızlığa uğraması, ezilen halkların ve mazlum ulusların katliamı ile kan gölüne çevrilmiş coğrafya üzerinden kendini yaratan “Misak-ı Milli” ruhunu rehber edinenlerin “devrim ve sosyalizm” adına gafletleri, coğrafyamız devrimci hareketi açısından yakın zamana kadar aşılmamış problemleridir. Tamda bu kesitte, “TC”nin resmi ideolojisi olan Kemalizm’le ilk ve en sağlam hesaplaşma Kaypakkaya çıkışıyla olmuştur. Ulusal sorun, Kemalizm niteliği, Dersim, Ağrı, Zilan, Şeyh Sait vb. gibi meşru ayaklanmalar konusunda açık tavır alan Kaypakkaya, çıkışı ile ülke devrimci hareketindeki sosyal şovenizmi mahkûm etmekle kalmamış, pozitif bilimcilik ve Batı aydınlanmacılığı etkisindeki “sosyalizm” adına olan tutumları da mahkûm etmiştir.
Faşist Türk egemenleri, yüz bir yıl önce Ermenilere, Süryanilere, Keldanilere, Rumlara ve diğer azınlık milliyetlere reva gördüğü soykırım ve katliamları bugün Kuzey Kürdistan’da gerçekleştirmektedir.
Acıların kardeşleştirdiği bir halk gerçeği toprak ve vatan üzerinden tanımlanamaz
ABD’nin 1980’lerde geliştirdiği Yeşil Kuşak Projesi’nin çocuğu olan AKP-Erdoğan diktatörlüğü, ılımlı İslam modeli ve demokrasi maskesiyle Ortadoğu’da üstlendiği rolü layıkıyla yerine getiremeyince, efendisi ABD ve bölge devletleri nezdinde yaşadığı itibar kaybını, yine çatışmalı ve gergin komşuluk ilişkilerinin yıkıcı sonuçlarını bertaraf edebilmek için tıpkı İttihat ve Terakkicilerin Balkan yenilgisinin psikolojik ezikliğini Ermeni soykırımı ile gidermeye çalışması gibi, Kürtleri katletme yoluyla egemenliğini korumaya çalışıyor, Kürt ulusunu katliamlarla boğmak istiyor. Sûr, Cizîr, Nisêbîn, Amed, Colemêrg hattında yerleşim alanlarının yakılıp yıkılması üzerine gerçekleştirilen katliamlar, “yeni” imar planlarıyla, Kürt kentlerinin demografisi değiştirilmek isteniyor. Yakılıp yıkılan kentlerde zorla dayatılan kitlesel göç ve ardından zorla alan kamulaştırılması, bu planın ilk ayağıdır. Özellikle Suriye savaşından dolayı göç eden “göçmenlerin”, planlanan yeni imarla bu alanlara yerleştirilmesi, “Tunceli Kanunları”nın, “Şark Islahat Planları”nın güncellenmesidir. Tarihsel anlamda, Ermeni soykırımının devrimciler ve komünistler açısından anlamı, tarihin acılarının ortaklaştırdığı ezilen halkların ve mazlum ulusların örgütlü gücüyle, Kürt ulusuna uygulanan bu zulüm özgülünde, faşist barbarlığın topyekûn imha seferlerine karşı durmaktır. Acıların kardeşleştirdiği bir halk gerçeği, toprak ve vatan parçası üzerinden tanımlanamaz. Gericiliklerin, soykırım ve katliamlar dâhil, yarattığı tüm tarihsel haksızlıklar, halkların ortak dilinin ördüğü mücadele ile aşılır. Maoist komünistler olarak, ulusların maruz kaldıkları tarihsel haksızlıkları gidermek, siyasal sorumluluğumuz gereğidir. Ama bu sorumluluğumuz kesinlikle bir toprak parçası ve vatan kavramına hapsedilemez. Ulusların bu demokratik hakkını tanımamız, stratejik olarak enternasyonalist çözümlerin önüne geçemez. Bu anlamıyla, Batı Ermenistan, Türkiye-Kuzey Kürdistan halklarının ortak mücadelesi, sosyalizm programımızda gerçek çözüme dönüşecektir.
Tamda bu kesitte, Ermenilerin ülke devrimci hareketine bıraktığı sosyalist miras ve dönemin başat ilerici dinamikleri arasında olmaları, sahiplendiğimiz bir başka gerçektir. Komünist Manifesto Osmanlı’da ilk kez Ermeniler tarafından çevrilmiş, Paramaz ve yoldaşları bizlere çok değerli bir sosyalist mücadele geleneği armağan etmiştir. Kaypakkaya çıkışı ve 24 Nisan kuruluş güneşi bu değerli mirası sahiplenerek bir adım ileriye taşımıştır. Manuel Demir, Orhan Bakır, Nubar Yalım, Hrant Dink halkların özgürleşme ütopyasının sistematize olduğu bu Maoist güzergâhta, Ermeni, Kürt, Laz, Türk vb. halkların ortak değerleri olmuşlardır.
İnkârcı, tekçi, faşist devlet geleneğiyle gerçek anlamda hesaplaşmak ve kopuş ezilen tüm halkların ve ulusların Sosyalist Halk Savaşı siperlerinde mevzilenmesiyle gerçekleşecektir. Ezilen halkların ve kurtuluşunun ancak sistemden tarihsel nitel bir kopuşla gerçekleştirilecek komünizm tahayyülü ile mümkün olacağının altını çiziyor, Ermeni soykırımını, 101. yılında sınıf kinimizle bir kez daha lanetliyoruz.