Her örgüt bir ihtiyacın ürünüdür veya istisnasız olarak her örgüt bir ihtiyaçtan doğar-doğmuştur. Sınıf örgütü, sınıf ihtiyaçlarının ürünüdür. Daha somut olarak ifade edersek, örgüt, sınıf mücadelesinin ihtiyaçlarından doğmuştur. O halde bahis konusu ihtiyaçların karşılanması, örgüt aracıyla mümkündür. Ezilen ve yönetilen devrimci sınıfların temel ihtiyacı; iktidar veya devlettir. Proletarya ve emekçi halkın devlet ve iktidar ihtiyacı nihai değil, tarihsel zorunluluk olarak geçerli olduğu kesitte geçerlidir. Proletaryanın büyük özgürlüğe ilerleyişi devleti de iktidarı da hedefleyen, kendisi de dâhil tüm sınıfları ortadan kaldıran bir yönelimdir. Devlet ve iktidar ihtiyacı tamamen tarihsel bir zorunluluktur. Stratejik olarak veya nihai amaç anlamında proletarya kesin biçimde devlete karşıdır-düşmandır. Devlet veya iktidarın işçi sınıfı ve emekçiler için bir ihtiyaç olması tamamen sınıflı toplum gerçeğinin ürünü olup, bu toplumlar aşamasında geçerlidir. Sınıflar ortadan kalktıktan, dolayısıyla ezilip sömürülen, baskı altında olup yönetilen sınıflar gerçekliği olmadığında ise, devlet ve iktidar da muhtemeldir ki gereksizleşip ortadan kalkmış olacaktır. Ancak örgüt ve örgütü koşullayan ihtiyaçlar gündemden kalkmadıkça ya da bu realite geçerliyken, proletarya sınıf düşmanlarına karşı mücadelesinde örgüt aracına başvurmak zorundadır. Dahası sınıf düşmanları zor ve baskı aracı olan devlet aygıtına sahip olduğu için, proletarya da burjuvaziyi yenmek ve zaferini stratejik yönelimine uygun olarak sürdürebilmek için devlet aygıtı biçiminde örgütlenmek zorundadır. Proletaryanın bu devleti de açık bir zor ve baskı örgütü olacaktır. Proleter devlet, Gerici-burjuva sınıf üzerinde bir baskı aracı olup, proletarya ve geniş emekçi kitleler için demokrasi anlamında olacaktır. Proletarya burjuvaziye karşı mücadelesinde derhal bir devlete sahip olamayacağı için ya da devleti henüz ele geçiremediği için, bu savaş boyunca bir örgüte gereksinim duyar ve bu örgüt açıktan zora dayalı bir örgüt olmak durumundadır. Devlet gibi örgüt de bir araçtır. Ve özleri zora dayanır, zor biçiminde karakterize olurlar.
Örgüt bir araçtır. Bu araç olmaksızın proletarya ve emekçi halkın siyasi iktidar mücadelesini yürütmesi düşünülemez. Örgüt olmaksızın mücadele yürütülse bile, bu mücadelenin zafere taşınması mümkün ya da olanaklı olmaz-olamaz. Örgüt denen aracın işçi sınıfının iktidar mücadelesinde mutlak bir ihtiyaç olduğu tartışmasız doğrudur. Örgüt belli ihtiyaçlardan doğan bir araç olmakla birlikte, bir araç olarak kendisi de ihtiyaçtır. Yani örgütü ihtiyaç kılan şey onun araç olma gerçeğidir. Kısacası örgüt, devrim ihtiyacından doğan bir araç, aynı zamanda devrimde kullanılacak araç olarak bir ihtiyaçtır. Ya da örgüt, ihtiyaçtan doğan bir araç ve araç olarak bir ihtiyaçtır.
Aracın amaçlaştırılmaması temel bir ayrım sorunudur. Aracı amaçlaştıran ya da araç ile amacı aynılaştıran görüş, felsefi ve ideolojik açıdan komünist toplum hedefinden-amaçtan kopan, siyasi olarak isse reformist olup devrim hedefinden yoksundur. Amaç tayin edici temel öğe, araç ise amaca ulaşmak için izlenen yol-yöntem ve kullanılan silahtır. Bu denli büyük ayrım özelliği gösteren araç ile amacın karıştırılmaması ve aynılaştırılmaması şartla gereklidir. Tersi, köklü bir sapma olarak amaçla aracı karıştıran menzilsiz dar bakış açısı olarak burjuva kulvarı aşmayandır.
Araçların tümü, devlet, iktidar, demokrasi, örgüt, parti, önderlik ve hatta başkan gibi kurum ya da olgular, aslen burjuvaziden kalma değerlerdir. Burjuva hukukunu, bürokrasiyi, amaç karşısında geriyi ifade ederler. Bu, sosyalizmin “herkesten emeğine göre, herkese emeği kadar” şiarında da böyledir. Hala bir hukuk vardır ve hukuk burjuvadır. Komünizmde “herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacı kadar” şiarının geçerli olması, sosyalizm şiarının son tahlilde burjuva hukuka dayandığını kanıtlar. Kuşkusuz ki, sosyalizm şiarının gelişkin bir demokrasiyi temsil ettiği doğrudur. Fakat demokrasi ne kadar gelişkin olursa olsun, komünizme göre geridir. Dolayısıyla sosyalizmde tarihsel şartlar ve zorunluluklar bağlamında bu şiar doğru, fakat komünist topluma-buradaki şiara göre geridir. Demokrasinin mevcut sınıflı toplum şartlarında ileri olduğu doğru ama komünizm şartlarına göre geri olduğu da doğrudur. Göreli şartlarda demokrasi için mücadele ilerici-devrimcidir. Bunda şüpheye yer yoktur. Fakat bu toplumsal şartlarda ilerici olan demokrasi savunusu, mücadelesi ve şartları, sınıflı toplum realitesini geride bırakan komünist toplum koşullarında geri ve geçersizdir. Komünizmde demokrasi, hak, hukuk, adalet, paylaşım, eşitlik gibi kavramların tartışılması aktüel değildir, bunların aşılarak ilerisinde bir toplumsal sistem kurulmuştur. Bura sistemi demokrasi ve hukukla belirlenen değil, bir yasa koyucu tarafından düzenlenen bir sistem değil, tamamen kendi kendine işleyen ve toplum ya da birey tarafından içselleştirilmiş, birey veya topluma bilinçli olarak yerleşmiş kültür tarafından kendiliğinden düzenlenmiş bir sistemin hüküm sürmesi-süreceği öngörülmektedir.
Bu sisteme geçmenin maddi temeli, insan ihtiyaçlarının karşılandığı bir gelişmişlik düzeyinin tüm insanlık toplumu açısından yakalanmış olmasıdır. İnsanın özgürlükleri önünde, gelişimi ve verimliliği önünde, ihtiyaçlarını karşılamasının önünde insana özgü bir engel, bir baskı, bir imtiyaz yoktur. İnsanın insana baskısı olmadığı gibi, insanın insanla mücadelesi de en azından siyasi anlamda yoktur, sadece insanın doğaya karşı ve çözülememiş bilinmeyenlere ulaşma mücadelesi vardır-esastır. Ne var ki, bu, gerçek manada bir komünist dünya toplumu aşamasında böyledir, böyle tasavvur edilebilir. Muazzam bir ilerleme ve gelişme düzeyinde bu kendiliğinden işleyen toplumsal sistemden veya insanlar arası ilişkinin sınırsız bir özgürlük zemininde oluşundan bahsedebiliriz. Bu aşamanın kaç yüz yıl sonra yakalanabileceğini kestirmek ise şimdiden zordur.
Ne var ki, şimdiden yapmamız gereken şey bu sisteme ulaşmak için gerekli olan savaşımları vermektir. Kesinlikle bu toplumsal sistemin mümkün olduğuna inanarak bu mücadeleyi yürütmek mümkündür. Bu uzun yolculukta büyük savaşlar, mücadeleler ve bunlar zemininde devasa acılar, ağır bedeller ve zorluklar kaçınılmazdır. Büyük özgürlük için bireysel yaşamın feda edilmesi kadar net ve açık bir mücadele bilinci şarttır. Komünist önderler, kahraman devrim savaşçıları, mazlum halk kitleleri bu bedeli ödedi, ödemeye devam ediyor. Bundan sonrası verilen mücadele de ağır bedeller üzerinde yürüyüp yükselecektir. Bu bedelleri asgariye indirmek için devrime sarılmak ve komünist toplum perspektifiyle devrime sarılmak şarttır. Sınıf mücadelesinden başka nitel toplumsal ilerlemeler sağlamak mümkün değildir. Sınıf savaşlarıyla gerici savaşları bitirmek ve sınıflı toplumları geride bırakarak sınıfsız, sınırsız, sömürüsüz bir dünya toplumu yaratmak için proletarya partisi önderliğinde Sosyalist Halk Savaşı saflarında yer almaz elzemdir.