15-16 Haziran’ın 53. Yılında Direnişin İzindeyiz!

Türkiye-Kuzey Kürdistan işçi sınıfı hareketi açısından, şanlı 15-16 Haziran direnişi bir dönüm noktasını oluşturmaktadır. İşçi sınıfının kahramanca mücadelesi sonucu, sermaye iktidarı direniş karşısında geri adım atmış, işçi sınıfının zaferiyle eylem sonuçlanmıştır. O dönemin koşulları içinde en büyük kitlesel direniş olmuştur 15-16 Haziran hareketi. Bir fabrikaya veya bir alana sıkışamayan, burjuvazinin baskı ve sömürüsüne, siyasal otoritesine karşı, coğrafyamızın büyük şehirlerinde hızlıca yayılan, ezilen yoksul kesimin, aydınların ve öğrencilerinde katıldığı bir direniş olmasıyla tarihteki yerini almıştır. Sömürücü-barbar sermaye düzenine karşı, işçi sınıfının sendikal mücadeleyle yetinmediği, eylemlerini sokaklara taşıdığı büyük direnişti. Sınıfın öfkesinin, kendisi için sınıf olmanın bilinciyle çürümüş sisteme yönelmesi bağlamında önemli, proletaryanın politik iktidar mücadelesinde önemli deneyimleri mayalayan bir başkaldırıdır 15-16 Haziran kitlesel eylemi. Direnişin 53. yıldönümüne girerken, tarihi dersler ve tecrübelerinin halen güncel olması, eylemin muhtevası, içeriği ve ortaya konan kitlesel direnişe ilişkindir.

Dönemin koşulları içinde genel olarak dünya genelinde burjuva sistemlere karşı kitlesel başkaldırıların olduğu tarihsel kesittir. Toplumlar tarihinin ilerleyişinde, gerici egemenlik aygıtları ve iktisadi niteliği ile engel teşkil eden kapitalist mülkiyetin yıkılması ve işçi sınıfı başta olmak üzere ezilenlerin özgürleşmesi için özgürlük ve bağımsızlık hareketleri dünyanın birçok coğrafyasında gelişiyordu. Kapitalist ve yarı feodal devletler, emekçilerin gözünü boyalamak için yaptığı “reformlarla” bu gelişmenin önünde engel oluşturamıyordu. Suskunluk dönemi bitmişti, koşullar farklı mücadele biçimlerini ön plana geçirmişti. Yani; devrimin silahlı zor araçları, birçok ülkede iktidar stratejisi olarak esas alınıyor, kitlelerin biten suskunluğu devrimci dalga ile yeni bir sürecin kapılarını açıyordu. Özelikle dünya genelinde, emperyalistlerin paylaşım savaşının yarattığı savaş yıkıntısı sonrası, dünyanın faklı ülkelerinde sınıf çelişkilerinin şiddetle çözümü, genel olarak birçok ülke için güncel olmuştu. Zira dünyadaki toplumsal değişmelerin bizim yaşadığımız topraklarda, sınıflar arasındaki çelişkinin çözülmesi üzerinde pozitif etki yaratmıştır. Birkaç paragraf altında dünyada ki sürece değinmekte fayda vardır.

 Dünyada ki gelişmeler!

Dünya’yı saran devrimci dalga 1960 sonrası hızlıca gelişti. Farklı ülkelerde; işçi sınıfının eylemlikleri, köylü hareketleri, ulusal kurtuluş savaşları, dünyayı kasıp kavuran devrimci dalgayı ifade ediyordu. Asya, Afrika, Amerika, Avrupa coğrafyasında devrimci savaşlar, ulusal kurtuluş savaşları, ekonomik-demokratik hareketlerle iç içe girerek yükseliyordu. Küba Halk Cumhuriyeti’nin zaferi, Vietnam ulusunun, Fransız emperyalizmine karşı zafer kazanması, ABD emperyalizmin işgaline karşı kahramanca savaşmaları, özel olarak ABD emperyalizmine, genel anlamda da emperyalist-kapitalist sisteme darbe vuruyordu.

Vietnam halkının korkusuzca savaşmanın siyasal ve politik sonuçları ve askeri başarısı, dünya çapında devrimci halkların, emperyalizme karşı savaşta muazzam deney olmuştu. ABD emperyalizminin tüm teknik askeri donanımına rağmen Vietnam’da yenilgiden kurtulamamıştı. İtalya, Fransa, İngiltere, Almanya, Amerika’da okul işgalleri ve polisle çatışmalar oluyordu, özelikle Vietnam ulusal kurtuluş savaşını desteklemek için öğrenciler, devletin kolluk kuvvetleriyle sokaklarda çatışıyordu. Vietnam’da getirilen ölü ve yaralılar, halkın öfkesi olarak düzene yöneliyordu. Emperyalistler işgallerini gizlemek için uydurdukları ‘demokrasi, özgürlük dünyası, medeniyet’ gibi yalanları, Vietnam özgülünde olduğu gibi, bugün de ezilenler için baskı katliam ve işgalleri manipüle etmektedir. Dünya genelinde yaşanan bu gelişmeler devrimci durumun muazzam olduğunu gösteriyordu.

Karşıdevrim güçleri tek tek ülkelerde yenilgi alırken, Marksizm-Leninizm ile modern revizyonizm arasında saflaşma, Çin BPKD ile bilimimizin yeni nitel aşaması proletaryanın politik iktidar yürüyüşünde yeni bir kanal açıyordu. BPKD’nin ideolojik dalgası dünyanın değişik kıtalarına yayılmıştı. Birçok coğrafyada “zulmün olduğu yerde isyan haklıdır” çığlıkları atılıyor, ‘devrimci savaşı vermeyin atom bombası altında yok olursunuz barış içinde yaşayın’ gibi modern revizyonist tespitler, ezilenlerin isyanı karşısında anlamsız kalıyordu. Dünyanın farklı ülkelerinde, kitle hareketlerinde Ho Chi Minh, Che Guevara ve Mao Zedong resimleri taşınmaktaydı. Bu fırtına yıllar, yeni KP’lerin tek tek ülkelerde kurulmasıyla devrimci niteliğe dönüşmüştür.

Kısacası; 15-16 Haziran işçi başkaldırısının geliştiği dönem, dünya genelinde sınıf savaşlarının ve ulusal kurtuluş savaşlarının ivme kazandığı dönemdi. Bu devrimci ivme, Türkiye-Kuzey Kürdistan sahasında da karşılık buluyordu.

 15-16 Haziran Direnişi!

Yukarda kısaca belirtiğimiz dünyadaki siyasal gelişmeler, Türkiye ve Kuzey Kürdistan’daki toplumsal gelişmenin devrimci dinamiğini oluşturan işçi sınıfının siyasal ve politik sorunlara karşı duyarlığını artırdı. Ayrıca, ülke içinde de işçi sınıfının faklı dönemlerde grevleri, fabrika işgalleri oluyor, bu çalkantılı dönem ezilenlerin dünyasında yeni ufukların açılmasına olanak yaratıyordu. 1960 sonrası 1970 kadar belirli grevleri belirtelim. İstanbul İstinye’deki Kavel Kablo fabrikasında işçilerin grevi (28 Ocak 1963’te), Zonguldak Kozlu’daki kömür ocaklarında çalışan 6000 işçi grevi (10 Mart 1965’te), Paşabahçe Fabrikası’nda 2200 işçi grevi (31 Ocak 1966’da), Kavel Kablo Fabrikası (1968), Singer Fabrikası (1969), Türk Demir Döküm Fabrikası (1969), Alpagut Linyit İşletmeleri (1969), Sungurlar Fabrikası (1970), Gunterm Kazan Fabrikası (1970), Gislaved Fabrikası (1971) gibi fabrikalarda işçi sınıfının grevleri ve işgali gibi. Üstte belirtiğimiz grevlerde Türk-İş işçilere ihanet etmiş, sermaye sınıfının menfaatlerini savunarak işçi sınıfının grevlerini kırmıştı. Türk-İş Konfederasyonu’ndan ayrılan Maden-İş, Basın-İş ve Lastik-İş, Gıda-İş ve Türk Maden-İş 12 Şubat 1967’de Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nu (DİSK) kurmuştu. O dönemin koşulları içinde işçi sınıfının örgütlenmesi açısında önemli bir gelişmeydi DİSK’in kurulması. İşçi sınıfının DİSK’i kurmasında “TC” egemenleri rahatsız olmuş, işçi sınıfının yeni örgütlenme alanlarını daraltmak için faşist hukukunu devreye koymuştur.

Sermayenin temsilcileri, işçi sınıfının mücadelesini düzen sınırlarına hapsetmek için, işçi sınıfının örgütlülük ve sendikal mücadelesini devlet kontrolünde tutmak istiyordu. Ayrı sendikaların kurulmasını engelliyordu. Parlamentoda Adalet partisi, CHP ile uzlaşarak; işçi sınıfının temel hak ve özgürlüklerini yok etmeye dönük, ‘274 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Yasası ile 275 sayılı Sendikalar Yasası’nda’ değişiklik yaparak, o dönemin Cumhurbaşkanı olan Cevdet Sunay tarafında 11 Haziran 1970 de onaylanarak yasayı yürüklüğe koydu. DİSK yönetimi dönemin sermaye temsilcileriyle yaptıkları görüşmede sonuç almayınca, 115 işyerinden 75 bin işçinin katılımıyla üretimi durdurarak greve başladılar. Kısa süre içinde yasa değişikliğine karşı işçi sınıfının en yoğun olduğu İstanbul’da kitlesel yürüyüş üç kolda başlatıldı.

İstanbul, İzmit ve Gebze’de 170 fabrikada, 100 bine yakın işçi, fabrikalara kilit vurarak direniş yürüyüşünü başlatırlar, yürüyüş hattında tren ve karayollarını keserler. Greve giren işçiler akın akın yürüyüşe katılırlar. Avrupa ve Asya yakasında başlayan yürüyüş hükümet istifa sloganları atarak kurulan polis barikatlarıyla karşılaşıyordular. Devletin faşist karakteri gereği, kolluk kuvvetleri işçilere saldırarak çatışmalar yaşanır, direniş içinde Yaşar YILDIRIM, Mustafa BAYRAM ve Mehmet GIDAK şehit düşerler. İstanbul dışında, Bursa, İzmir, Ankara, Adana olmak üzere değişik alanlarda direnişler başlar. 100 bine yakın kitle sokaklardaydı. Devletin tüm saldırılarına rağmen işçi sınıfı geri adım atmıyordu, emekçilerin hareketini bastıramıyordu. Tutuklanmalar, işkenceler, tanklar, kolluk kuvvetleri görkemli hareketi durduramıyordu.

Türk egemenler sistemi kitlelerin gelişen bu hareketi karşısında, Bakanlar kurulunu aynı akşam toparlayarak, direnişe katılan kitleyi korkutmak ve sindirmek için 60 gün sıkı yönetim ilan etti. Fakat, sıkı yönetimin ilan edilmesi kitlelerin öfkesini dindirmedi. “TC” Devleti kitle hareketini bastırmakta çaresiz kalmıştı. Sahaya reformistleri sürmüştür. Sınıf hareketinin içinde faaliyet yürüten reformist DİSK sendikasının genel başkanı Kemal Türkler, radyo da çağrı yaparak eylemliklerin bitmesini istedi.

15–16 Haziran direnişi sonrası harekete katılan binlerce kişi eylemlere katıldığı için işten atıldılar. Direnişe katılanlar ve destek verenler uzun süre mahkemede yargılandılar. Ancak hükümetin çıkardığı yeni sendika yasasına karşı tepki ve direnişin gücünü kıramadılar. Sonraki süreçlerde yeni sendika yasasının iptali için, Türkiye İşçi Partisi, Anayasa Mahkemesine baş vurarak hükümetin aldığı kararın iptal edilmesini istedi, Anayasa Mahkemesi kararı iptal etti.

 15-16 Haziran direnişi yeni nesillere direnme tecrübesini bırakarak, işçi sınıfının ekonomik demokratik hak ve özgürlüklerine ancak ve ancak direnerek sahip çıkacağını öğretti. Direnmeden hiçbir demokratik hak elde edilemezdi, masa başında pazarlıklarla elde edilen kısmi demokratik hakların uzun süre sürmeyeceği açıktır. Bu tecrübeyi bugüne kadar yaşadık ve de yaşıyoruz. Osmanların devamı olan Türk devletinin ezilen ve baskı altında olan halklara, ulus ve azınlık milliyetlere çokça söz verdiğini biliyoruz, verdikleri sözlerin nasıl katliama dönüştüğünü, soy kırıma uğradıklarına da tanık olduk.

15-16 Haziran Direnişinde çıkarılan tarihsel dersler!

Direnişe devrimci ve sosyalist çevreler katılmış, harekete önderlik yapmak istemişlerdir. Kaypakkaya direniş içinde hareketi değerlendirerek sonuç çıkarmıştır. Sonraki süreçlerde bu hareket içinde çıkardığı tarihi derslerle siyasal programını netleştirmiştir. Sınıfın öncülüğünü savunan Kaypakkaya tüm sorunlarda olduğu gibi, bu sorunda da çok titiz davranarak, hareketin siyasal muhasebesini yapmış, ardıllarına şu değerlendirme bırakmıştır:

İşçi sınıfımızın kendiliğinden gelme mücadelesi 15-16 Haziran’da doruğuna ulaştı. İşçiler bütün burjuva ve küçük-burjuva revizyonist kliklerini tepeleyip geçtiler. 15-16 Haziran büyük işçi direnişi ve arkasından gelen sıkıyönetim, bazı kadroların bilincinde önemli bir sıçrama yarattı. Bu arkadaşlar, işçi hareketinden ve onu izleyen zor mücadele günlerinden önemli dersler çıkardılar.

İşçi hareketi, birinci olarak, devrimin şiddete dayanacağını, bunun zorunlu ve kaçınılmaz olduğunu gösterdi. Aybar-Aren oportünizmine ve bütün pasifist parlamentarist görüşlere ağır bir darbe indirdi.

İkinci olarak, işçi hareketi, burjuva devlet teorilerine büyük bir darbe indirdi. Halkın kurtuluşunu hakim sınıfların ordusundan beklemenin ne derece ahmakça bir hayal olduğunu gözler önüne serdi. Çünkü işçi direnişi tanklarla, süngülerle, sıkıyönetimle bastırılmıştı. Süngülerin gölgesine sığınan patronlar, sıkıyönetim makamlarıyla birlikte yüzlerce işçiyi işten atmışlardı. Yüzlerce devrimci işçi ve aydın, sıkıyönetim mahkemelerinde yargılandı. Bütün bunlar M.Belli’nin, D. Avcıoğlu’nun ve H. Kıvılcımlı’nın cuntacı hayallerinin ve anti-Marksist-Leninist devlet ve ordu tahlillerinin saçmalığını ortaya çıkardı.

Üçüncüsü, 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi, gerçek kahramanın kitleler olduğunu bir kere daha gösterdi. Ve bir avuç seçkin aydın grubuna dayanarak devrim yapmayı hayal eden bireyci küçük burjuva akımlarına ağır bir darbe indirdi.

Dördüncüsü, 15-16 Haziran direnişinin bastırılması, devrimin ilk başlarda şehirlerde başarıya ulaşacağını, şehirlerde zaman zaman ortaya çıkacak işçi ayaklanmalarının kırlık bölgelere çekilmediği taktirde bastırılmaya mahkum olduğunu gösterdi. PDA kliğinin belirsiz bir gelecekte, şehirlerde genel ayaklanma ile iktidarı ele geçirme hayallerine ağır bir darbe indirdi.

Beşincisi, 15-16 Haziran’dan sonra gelen ve üç ay süren sıkıyönetim, en zor şartlarda dahi mücadeleye devam etmenin ancak gerçekten devrimci bir örgütlenmeyle, kanun dışı bir temel atarak ve çalışmaları bu temel üzerine inşaa ederek mümkün olabileceğini gösterdi. Legaliteye bel bağlamanın, revizyonist örgütlenmenin, şiddetlenen sınıf mücadelesi şartlarında halkımıza zarar vermekten başka bir işe yaramayacağını gösterdi.

Altıncısı, 15-16 Haziran Direnişi, ülkemizde devrimin objektif şartlarının ne kadar olgunlaştığının somut bir delili oldu.

 15-16 Haziran Direnişin Güncelliği!

15-16 Haziran işçi direnişinin üzerinden tam 53 yıl geçmiş bulunuyor. 53 yıllık süreçte, iç pazarın gelişmesi sonucu, sanayi, hizmet sektöründe ve değişik üretim alanında işçi sınıfının sayısal gücü nicel ve nitel olarak gelişmiştir. Bilinç ve örgütlülük düzeyi 53 sene öncesi gibi değildir, daha ileridedir.

Fakat buna rağmen, sosyalistler işçi sınıfı içinde örgütlenme, sınıfı harekete geçirme konusunda yetersizdir ve bu konuda son derece kapsamlı görevler mevcuttur. Mevcut düzen içi sendikaların esasta hakim olduğu işçi sınıfı mücadelesi, ekonomik taleplerde dahi işçi sınıfının üretimden gelen gücünü harekete geçirememekte, işçi sınıfının tarihsel rolünü oynamasında engelleyici rol oynamaktadır Demokratik talepler için verilen mücadele işverenlere karşı verilmekte, sermaye iktidarını hedeflememektedir. Eylemleri ve direnişleri içinde siyasal dinamiği bu kadardır. Lenin’in “Bütün ülkelerin tarihi, işçi sınıfının salt kendi gücüyle ancak sendikalist bir bilinç üretecek durumda olduğunu; yani sendikalarda birleşmek, işverenlere karşı mücadele etmek, hükümeti işçiler lehine şu ya da bu yasayı çıkarmaya zorlamak vb. gerektiği inancını geliştirebileceğini gösteriyor” belirtmesi, Türkiye’de gelişen işçi eylemlerin tipik özelliği olarak değerlendirmemiz abartı olamayacağı kanısındayız. Son dönemde gelişen eylemlerin uzun vadeli devam etmemesi, somut acil taleplerin gerçekleşmesiyle eylemlerin, grevlerin bitirmeleri, işçi sınıfının dikkatlerini yalnızca kendi sorunlarına yöneltmesinin sonucudur.

Bugün özgül durumda yaşanan budur. Kendiliğindencilik günümüzde en etkin biçimi işçi sınıfın mücadelesinde yaşıyoruz. Devletin sürdürdüğü baskılara karşı işçi sınıfının tavrı edilgen veya sesizdir. İşçi sınıfının mücadelesi ekonomik demokratik taleplerle sınırlanmaktadır, sendikanın savunduğu talepler seviyesinde donuk kalmaktadır, daha ilerisine direniş mücadelesi taşınmıyor. İşçi sınıfı içinde etkin olan, kendiliğindenci ve reformist düşünce önderlik ettiği işçi sınıfının hareketini “kapitalizmin temellerine karşı mücadele yoluna sokulmasına karşıdır.” (Lenin)

Üstte belirtiğimiz reformist etki sonucu, toplumda ezilen yoksul kesime uygulanan sömürü ve baskıya karşı tavır alınmasında işçi sınıfı elde ettiği sendikal bilinç sonucu sessiz kalmaktadır. Yalnızca iş alanında ekonomik mücadeleyle yetinmekte, görevlerinin kapsamını daraltmaktadır. İşçi sınıfının siyasal politik bilinç ve örgütlülük düzeyi tartıştığımız sorunların esas başak köşesini oluşturuyor. Politik bilinç ve geri örgütlülük düzeyin zayıf oluşu, kendi sorunlarına sahip çıkmada kendiliğindenci- ekonomist düşünce halen hakimdir. Kendiliğindencilik ise; “… işçi hareketinin devrimci karakterine tamamen karşıdır. Bu, harekete, bilinçli, planlı bir nitelik verilmesine karşıdır.” (Lenin) Bunun sebeplerini kapsamlı değerlendirmek ayrı bir yazı konusudur.

 Dolaysıyla, başta belirtiğimiz, sosyalistlerin önünde karmaşık ve zor görevler beklemektedir vurgusu, işçi sınıfına dışarda bilinç götürülerek sınıfın kendisi için sınıf olma olgusunu kavratılmasıdır. “Politik sınıf bilinci işçiye ancak dışarıdan verilebilir, yani ekonomik mücadelenin dışından, işçilerle işverenler arasındaki ilişki alanının dışından verilebilir. Bu bilginin elde edilebileceği tek alan, bütün toplumsal sınıfların ve katmanların devlet ve hükümetle olan ilişkilerinin alanıdır, bütün sınıflar arasındaki karşılıklı ilişkilerinin alanıdır” (Lenin) belirtisi, bilincin üretim içinde acil taleplerin savunulmasıyla götürülemeyeceğini, sermaye devletini teşhir edilerek, siyasal kampanyaların yürütülmesiyle, işçi sınıfının içinde başta sendikalar ve değişik mücadele araçlarını kullanarak kalıcı örgütlemelerle, toplumsal sınıflar ve katmanların karşıtı olan devlet ile çelişkileri ve ilişkileri alanında mücadele içinde verilir.

Maalesef; bu sorunda ki zayıflıklarımızı halının altına süpüremeyiz. Sınıf çalışmasında, zayıflıklarımızı tespit etmeliyiz, bunları düzeltmeliyiz. Sosyalistlerin çok geniş sahada çalışmaları olduğu -yerel yönetimlerde, kooperatif ve çevre derneklerinde- biliniyor. Bu çalışmaların daha genişletilmesi, örgütlü bir toplumun yaratılması için vazgeçilmezdir. Fakat, devrimin öncüsü olan işçi sınıfının içinde çalışmanın geri olması kabullenemezdir. Bugün ki süreçte işçi sınıfının dağınık ve parçalı oluşu, görevlerimizin tam yerine getiremediğimizin aynasıdır.

Sonuç olarak; 15-16 Haziran direnişinin 53. yılına giriyoruz. Devrimin önder gücü olan işçi sınıfının kudretti dünyayı değiştirecek, yeni toplumu yaratacak güce sahiptir. İşçi sınıfının örgütlülüğünün sağlanması durumunda, sermaye iktidarının çaresizliği görülecektir. Yeni 15-16 Haziranların, 1989 Bahar işçi eylemlerinin, Gezi Direnişlerinin yeşermesi için, işçi sınıfının içinde çalışılmalı, örgütlenmeli, sınıf bilincine sahip olunmalıdır.

Önceki İçerik“Yeni” Savaş Konseptinin İktidar Kliği ile Sürdürülmesi ve Burjuva Seçimler!
Sonraki İçerikMKP: 17’ler Muharebesi Bitmedi, Kavga Sürüyor!