YOLCULUK SOHBETİNİN ÖĞRETTİKLERİ… 1

Bir ülkeden  bir  başka  ülkeye  6  saatlik  yolculuğum  sırasında, çaprazımdaki  yan  koltuklarda  oturan  iki  yolcunun  sohbetlerine  ya da  tartışmalarına  istemeyerek de  olsa  kulak  misafiri  oldum. İsimlerini  bilmediğim  ve  kendilerini  tanımadığım  bu  iki  kişiden  birinin  adı  örneğin  “X”  olsun,  diğerininki de  “W”  olsun. Aralarındaki  konuşmalar  zaman  zaman  özel  şakalaşmalar,  ama  genellikle de  siyasi  ve  politik  konuşmalar  şeklinde  oluyordu. Türkçe  konuşan   bu  iki  arkadaşın  (biraz da  yazarlık  damarımın  tutmasından  ötürü) konuşmalarından  notlar  almaya  başladım. Konuşmaların  öğretici  ve  eğitici  yanlarını  dikkate  alarak  kendi  köşemde bir  yazı  dizisi  olarak okurla  paylaşmak  istedim.

X : Ya  arkadaş  parti  dediğin  gökten  zembille  inen  bir  şey  değil ki. İnsanlardan  oluşmuş, ya da  insanların  oluşturdukları  kurumlarıyla, organlarıyla  tüzük  ve  programıyla  bilinen  canlı  bir  organizma.

W: Orası  öyle. Ama  bu   insanların  iyi  birer   önder  olabilmeleri  için, partinin  kendisinin  iyi  bir  önderliği  olması  gerekir.

X : O da  ne  yahu! Gene  çorba  gibi karıştırıp  anlaşılmaz  şeyler  söylemeye  başladın.

W: Yani diyorum ki, önderlik  mücadelenin  ortaklaştırılması, merkezileştirilmesi  için  şart  ve  daha da  önemlisi ustaların da  dediği  gibi, “tarihin  bu  en  büyük  savaşında  vazgeçilmezdir.” Bununla  birlikte  hiç  kuşkusuz  partinin  her  şeyden  önce  bilimsel  verilere  dayalı, somut  durumla  uygunluk  arz  eden  bir  programı  ve  tüzüğü  olmalı. Nicel  durumuyla  uyumluluk  içinde  olan  sağlam  organları  bulunmalı. Söz  konusu  tüzük  ve  programı  hayata  geçirebilecek  kadrolara  sahip  olmalı.

X : Anladım. İyi de  buna  karşı  çıkan mı  var? Bunlar  zaten  her  devrimcinin  idealleri  değil mi.

W :Teorik  olarak  öyle. Ama  şu  yaşananlara  bir  bak  bakalım  ne  görüyorsun? Hiç  uzağa  gitmene  gerek  yok. Kendimizden  pay  biçelim. Kendi  ülkemizden  uzağız, bulunduğumuz  ülkedeki  işçi  sınıfından  ve  üretimden  kopuğuz, o  tren  senin, bu  araba  benim  dolap  beygiri  gibi  koşuşturup  duruyoruz.

X : Ne   yapsaydık  yani? Köşemize  çekilip  otursa mıydık  ya da  silah  alıp  dağa mı  çıkalım?

W : Bulunduğumuz  nesnel  koşullarda  bunun  şimdilik  gerekli  olmadığını  sen de  biliyorsun. Buralarda da  bir gün  onun da  zamanı  gelir. Ama memlekette  olsaydık  böyle  bir  soru  abes  olurdu. İşin  öte  yanına  gelince,  elbette  oturalım  diyen  yok. Ama  önderlik  dediğin  plansız, programsız  sadece  koşturan  demek  değildir. Her  şeyden  önce de  kitlelerle  en  yakın  ilişki  kuran  ve  birlik  içinde  olan  olmalıdır. Sürekli  değişen  mücadele  koşullarına  ayak  uyduran  ve  kendisini  o  koşullara  uyarlayabilen, yeniden  yeniden  örgütlenebilendir.

X : KP’sinin  örgütlenmesi  elbette ki  hedefine, sadece  hedefine  değil, içinde  bulunduğu  taktik  mücadele  koşullarına da  uygun  olmalıdır.Bu  doğru. Ama  parti  mutlak  hatasız  ve  değiştirilemez  bir  örgütlenme de  değildir. Sınıf  savaşımının  koşulları  sürekli  değiştiğine  ve  parti  içindeki  iki  çizgi  mücadelesi  duruma  göre  değişimlere  sebep  olduğuna  göre, her  koşulda  iyi  ve  doğru  sonuçlara  ulaşmak  mümkün  olmayabiliyor. Ama  her  zaman  komünistlerin  görevi  bölünüp  parçalanmayı  değil, birliği  korumak  olmalıdır.

W: Elbette ki  komünistler  için  bu  vazgeçilmez  bir  ilkedir. Ama  hiç  bir  şey  nesnel  şartlardan  ve  gelişmelerden  bağımsız da  ele  alınamaz. Yani  hiç  bir  şeye  mutlak  gözüyle  bakamayız. Ama  içinde  bulunduğumuz  tarihin  bu  kesitin de  dünya  gericiliğinin  topyekün, dünya  halklarına  saldırdığı  böylesi  bir  süreçte, komünistler  birleşebilecekleri  tüm  güçlerle  birleşmek  durumundadır. Bu  noktada  en  ufak  bir  açık  kapı  bırakılmamalıdır. Mücadeleyi  nasıl  kitleselleştireceklerinin  yollarını  arayıp  bulmalılar. Ama  bu,  kesinlikle  bir kaç  semt  ve  öğrenci  komiteleriyle, hele de  yurt  dışındaki  pineklemelerle  olacak  iş  değildir. Bunları kesinlikle  küçümsemiyorum. Ama  devrim  esas  olarak  gücünü  üretim  içinde  bulunanlardan  yani  işçilerden ve  köylülerden  almak  durumundadır. Ve  daha da  önemlisi  devrimin  stratejik  yolu  doğru  tespit  edilmek  ve  o  yolda  inatla  yürümek  gerekiyor. Söz  konusu  ilkeler  yaz  boz  tahtasına  dönüştürülmemelidir.    

Önceki İçerikHiçbir şey diyalektikten muaf olmadığı gibi AKP de muaf değildir!
Sonraki İçerikBaşkanlık sistemi tartışmaları